Sezai Karakoç kitaplarından Dirilişin Çevresinde kitap alıntıları sizlerle…
Dirilişin Çevresinde Kitap Alıntıları
İnsanlık, yolunu vahiyden öğrenmek zorundadır. Yaratışı, yaratıcı anlatır çünkü
İnsan eşyayı ilerlete ilerlete kendisine kadar getirmiştir. Bu ölümün acı bir türlüsü değil mi?
Asıl yabancı olan insandır, bu dünyaya hatta kendi vücuduna bile bir bakıma.
Her şeye rağmen insan unutamıyor.
Çocuk büyüdükçe içindeki dağ da büyüyor
Sanat, tabiattan kazandığımız değil, tabiata bağışladığımızdır. Daha doğrusu bize bağışlananı tabiata bağışlamamızdır
Namaz, bir miraç olur insana. Kur’an öteye açılmış bir kapıdır. Din, başlı başına bir mucize dünyası nı getirir bize.
Allah kahretsin, yine ihtilâl yapıyorlar. Sen ordan iki kilo
üzüm ver.
Ölmeden önce ölmek , daha büyük ilerleme daha hızlı bir gelişimdir..
İnsan, bu kadar acıyla ölür. Bir kere daha dirilmek için. ..
Doğumla ağ atılıyor,ölümle ağ toplanıyor,çekiliyor.Kimi ağ boş dönecektir.Kimi ağ dolu dönecektir.Kimi ağ da bir defineyi de beraberinde getirecektir.
Dışarıda yağmur yağıyorsa, biz, yeşilin zaferi baharı düşünürüz. Kar beyazlığı pencerelerimizden sızıyorsa, biz, tabiatın kefenlendiğini, evrensel tabuta yerleştirildiğini biliriz.
Son sözü hep şehit söyler. Çünkü o kanıyla konuşur. O susar ve kâinat susar; onun biçimine giren ölüm konuşur. Ölüm de, öyle bir sonsuzluk konuğu dur ki, onun sözlerini fânilik şartlarına batmış boğulmuş dünya çağları değiştiremez.
Tarih bizi, her yönde ve her noktada İslâma dönmekle yok olmak arasında bir seçme yapmak durumuyla yüzyüze, karşı karşıya getirdi. İslama dönmemek için yok olmaya razı olacak kadar çılgınlaşıp çılgınlaşmadığımızı, günler, her günü bir yüzyıl ka dar ağır ve dolu geçecek vakitler, yakın vakitler gösterecektir.
İslâm gençliği bu mudur, daha doğrusu böyle mi olmalıydı?
İslâm gençliği, dindar, yurtsever, hakikatçı, doğruya susamış, yürekli, aşklı bir gençliktir. evrensel değerler peşinde koşar. Islâm gençliği, İslâmın ışıklarını dünyaya salan örnek ve ideal gençliktir. İslâm gençliği, inanmış, ta yürekten inanmış, yüksek ahlâklı, üstün karakterli, bilgili ve şuurlu, ateşten geçmiş ve çelikleşmiş bir gençliktir. İslâm gençliği, kişileri putlaştırmaz. İslâm gençliği inşa ruhunu taşır. Verimli ve yapıcıdır. İslâm gençliği yerinde susar ve yerinde konuşur. O, Allah aşkıyla yanmış, Peygamber sevgisiyle tutuşmuş, öteye inanmış, tarihin gidişini değiştirecek ve insanlığın geleceğinin kefili tek gençliktir.
İşte bu gerçek İslâm gençliğini yetiştirmedikçe, bugünkü İslâm gençliğini müslüman yapmadıkça, kurtuluştan söz açmak boşunadır, papazlara ve kızıl mikilere zaman avansı vermekten başka bir şey değildir.
Bir de İslâm ülkeleri gençliklerine bakalım. Öyle bir gençlik boy atmış ki, ne kutsal bir kavram tanır, ne anne ve babasının değer hükümlerine bir saygı duyar, ne bir ahlâk sınırı bilir, ne bir vatan kaygısı taşır. Bakarsınız tıpatıp bir amerikan boy udur ama ağzından rus aşkı dökülür. Robert Kollejde okur; günlük yaşantısı bir protestan yaşayışıdır, toplum görüşü de komünizan. Allahın günü, üniversitenin ağzından sokaklara dökülür; kendi halkına, kendi devletine dil uzatır, yumruk sallar. Duymaz, inanmaz, sevmez. Düşünmez, okumaz. İşi gücü moda akımlarına kapılmak. Derin bir kültür kaynağından beslenmez. Bütün kültür ve dünya görüşü, kültür uşağı bir basının artıklarından gelir.
Kendilerini tam hasta, Batıyı veya komünist bloku tam doktor sayıp kayıtsız şartsız teslim olmak psikolojisinden sıyrılmalılar. Sara benzeri geçici bir kasılmayı şifasız bir sara’ya tutulmakla karıştırmamalilar. Kendi doktorlarının yine kendileri olduğunu bilmeliler.
Onların felâketlerinden korunmamız gerçek ve üstün insanın, ancak, İslâm insanı nda, müslümanda bulunduğunu artık idrak etmemiz gerekir.
Ölümü gören bir gözle görmek,ölümün ötesine bakabilmek
Kurban bir semboldür Aslında her gün senin için nice varlık kurban olmaktadır Ama sende bunu dışında değilsin.Öyleyse neye adandığını araştır ve bil demektir.Kurban . Kurban, ölümden yapılmış ,böylesine canlı bir konuşmadır.
Buhran ki, insanın kendisinin kendisine problem olması demektir.
Her insanın içinde büyüyüp gelişen rüzgar akıtan,sır gümüşünü seslendiren bir dağ vardır. Hayat önünde sıkışan her insan o dağa kaçmayı hayaller hep.
DAĞ
Kıble beraberliği, Kâbe’ye dönük olma, cihat şuuru, şehitlik ve gaziliğin yüce değeri, bu milletin üyelerini birbirine sıkı sıkıya kaynaştır
Batı Medeniyeti, İslamın getirdigi millet kavramını ve gerçeğini henüz anlamış bile degildir.
– (…) Ayasofya’yı açmak, çağın kördüğümünü, İskender’in kılıcı gibi biçmek olacaktır
Çağın en çok çağrıştırdığı ve çağımızı en çok çağrıştıracak kelime, buhran dır.
Gazisiz ve Şehitsiz bir topluluk, ruhtan mahrum bir topluluk degilmidir?
Ölümü gören bir gözle görmek, ölümün ötesine bakabilmek Bizim mesleğimiz, çağırdığımız yeni varoluş da budur.
Şehidin mirası zaferdir.
Düşünmeye bile vakit bırakılmadan kafalar dolduruluyor, ruhlar ütüleniyor. Gazete, televizyon, radyoyla kim münakaşa edebilir?..
Artık bu aydın, bir mesele karşısında kaldı mı veya kendine bir iş verildi mi aklına ve sağduyusuna başvurmaz, Avrupa’da şöyledir diye başlayan bir çözüme gider. Hele o konuda batıda akla gelen birbirine aykırı iki çözüm varsa işin içinden artık çıkılamaz. Her aydın işine gelen çözümden yana çıkar ve arada bir Avrupa’da böyledir sözü duyulur.
Asılan adamla birlik bütün o toplum asılıyor demektir. Ve hepsi ipte sallanıyor demektir. Bir toplum depremidir yani bir insanın asılması. İyi bir insan asılıyorsa, o sarsıntı, o toplumu yıkabilir de, sarsa sarsa uyandırabilir de. Kötü bir adam asılıyorsa, toplumda birikmiş öfke, yavaş yavaş yatışır ve çıkar gider. Bir cin çıkarma olayıdır sanki bir adamın asılması.
Doğumla ağ atılıyor, ölümle ağ toplanıyor, çekiliyor. Kimi ağ boş dönecektir. Kimi ağ dolu dönecektir, Kimi ağ da bir defineyi de beraberinde getirecektir. Define, denizin dibi (ölüm ötesi) için bir ipucu verecektir.
Her yeni gelişme, ilerleme ve her yeni eser için bir çile gerekir.
Insan, bu kadar acıyla ölür. Bir kere daha dirilmek için. Kötüyse ateşe dayanabilmek için. İyiyse, karşılığını alırken, sevinçten ve neşeden ölmemek için. Öbür tarafin şartlarına dayanabilmek için, demek ki, sıkı bir imtihandan geçmek gerek. İşte bu imtihan ölümdür. İşte ölümün varlığını görüp öteye de inanmak lâzım. Ne Cennet buraya benzer, ne Cehennem, öyle olsaydı biz ölmeden hesabımızı görüp ya ona ya öbürüne götürürlerdi Bundandır ki, ölüm, Tanrının bir bağışı oluyor Fezaya çıkan insanlar. nasıl günlerce tecrit ediliyor ve hazırlanıyorsa, ölüm de öteye hazırlıyor.
O suni ve yanlış ısmarlanmış şehri gerilerde bırakarak yitirdiğimiz bir şeyi hatırlamaya ve değişmez gerçeği peşin hükümsüz aramaya başlayınız.
Erdemlikle, erginlikle, ilkin kendini karşısındakine feda ederek, kardeş muamelesi yaparak insanlığa, ilk insandan başlayan ve sona kadar giden erdemci fikrin alçak gönüllülüğü nerede, çağımızın başarı havarilerinin edalarındaki çekilmez gurur nerede?
Umuyoruz ki, Gelen Çağda ve büyük İnsanlık Piramidinde, bizim neslimiz, sorunun mutlak olarak gerçek (hakikat) le ilgili bulunmaması yüzünden de biraz, gerçek ve sonsuza uzanmış ve kendisinden sonraki bütün hareketleri kendi hareketinin farkları olarak belirlemiş bir Diriliş nesli olacaktır
İnsan niçin varolduğunu anlamak zorundadır. Ya bunu anlayacak, ya bu yaşamanın saçmalığına karar vererek topyekün intihar a gidecek.
Tarihte her bir hareket, bir kişinin ayağa kalkmasıyla başlar.
Namaz, bir miraç olur insana. Kur’an öteye açılmış bir kapıdır. Din, başlı başına bir mucize dünyası nı getirir bize.
Yalnız din ve İslâm uğruna, ideal uğruna can vererek şehitliğin sembolü ve İslâm Destanının ebedi gençliğinin başı olan Hz. Hüseyin’i örnek alacak bir Destan Neslinin sökün etmesi, kurtuluşun tek şartıdır.
Bunu gör, buna tahammül et. Ve gerçeği anla. Kurban bir semboldür. Aslında her gün, senin için, nice varlık kurban olmaktadır. Ama sen bunun dışında değilsin. Öyleyse neye adandığını araştır ve bil. demektir Kurban. Kurban, ölümden yapılmış, böylesine canlı bir konuşmadır.
Kur’an’ın, namazın, orucun araladığı dünya, öbür dünyada bir yaprak olmasaydı, öbür dünya neye yarardı?
Hâlbuki biz geçmiş zamanı unutsak; geçmiş zaman bizi unutmamıştır. Onu olduğu gibi görüp parlak günlerinden sarhoş, kara günlerinden de melankolik olmamalı; onu bir tecrübe yığını ve hızveren çıkış noktası olarak görmeli. Başarı ve başarısızlıkların en derin felsefî sebep ve köklerine inip yeni yaşama imkanları derlemeli, toplamalı, toparlamalı ve bu fâni zaman ortasında şan ve şerefle ve bize mahsus, şahsiyetli bir yaşam tarzı tutturmalı.
Ne kahkahayla gülmüştür var oldu olalı. Ne de katıla katıla ağlamıştır. Anadolu hep gülümser; saadette mesut mesut, felâkette mahzun mahzun.
Aşkın ve (mutlak) arama içgüdüsünün akıl üstü sonsuz çırpınışının tarihidir.
Başka kültürlere karşı başı dik bir kültür. Yabancı kültürleri her an hallaç pamuğu gibi atarak içlerinde sadra şifa ne bulursa alıp eriten bir kültür.
İnsan eşyayı ilerlete ilerlete kendisine kadar getirmiştir. Fakat, bu arada, kendisini de olduğu yerden hiç olmazsa yaratılışda insanla eşya arasında bulunan o ilk ARALIK kadar ileriye götürmeyi, huzurun şartı olan ilk karayı korumayı unutmuş. Eşya artık insanın yerini almağa, onu istihlâf etmeye başlamıştır. İnsanın eşyadan bir parça, eşyanın insandan bir parça olacağı günler pek yakın. Bu, ölümün acı bir türlüsü değil mi?
Erdemlikle, erginlikle, ilkin kendini karşısındakine feda ederek, kardeş muamelesi yaparak insanlığa, ilk insandan başlayan ve sona kadar giden erdemci fikrin alçak gönüllülüğü nerede, çağımızın başarı havarilerinin edalarındaki çekilmez gurur nerede?
Bir çağ ki, onda ne ortaçağın o huzurlu imanı, ne 18 ve 19 miladî asırlarının o kendine güvenen inkârı var. Bu çağ, tarihle gelen ve her şeyi nisbîleştirmiş, çıplak halde var oluş ve mutlak problemleri nden başka bir şeyi göz görmez olmuştur.
Kurumlar Bir toplum çalkantı içinde oldu mu, onu geleneksel ve tarihî kurumlar korur, kurtarır. Ama çağımızda ne görüyoruz? Üniversite, Danıştay, Temyiz, Radyo gibi kurumlar, buhranlara karşı birer direniş yuvaları olacaklarına, adeta buhran ocakları olarak, çalışıyor ve çalıştırılıyor. Sönmeğe yüz tutan ihtilâl, buhran, gerginlik gibi sosyal psikolojideki bozuklukları asıl bunlar arttırıyor ve alevlendiriyorlar.
İnsanda bulunan kutsal destan tohumu, sonsuzluğa gebedir. İnsan yücelerin yücesi nden aşağıların aşağısı na bu tohumu en çetin şartlarda bile büyütmek ve beslemek için atıldı. İnsanın kader yükü buradadır. Tam diriliş ve varoluşu da burada, tam tükenişi de buradadır. Bu şartlardadır.
Ölmeden önce ölmenin ihtiyacını sezip de, o duruma gelip de, inanç, şart ve kültürüne eremeyenlerin saplandıkları kara renktir intihar.
Evet; şehit; adeti olduğu üzere, son sözü söyledi. Fakat bu bir bakıma ilk sözdür. Her müslümanın, her müslüman türkün, her idealistin bu şehit gibi olması, ölmeden önce ölüp, şehit olmadan önce şehit olması gerekir.
Biz, geçmişimizi unuttuk ama düşman bunu unutmadı. Atalarımızdan alamadığı hıncı, şimdi bizden almaya çalışıyor.
Halk olsun, aydın olsun, kişi olsun, toplum olsun, elle tutulur bir kaygıdayız.
İslam Dünyasının, Türklük aleminin, Ortadoğu’nun merkezi, tabii ve tarihi başkenti İstanbul’dur. Şam ve Bağdat, Ankara’yı değil İstanbul’u dinler
Kızılelma, hiç bir zaman yakalanmaz, hep ileriye doğru gider ve Türk Ordusunu ileri doğru çekerdi. Fatih’in, İstanbul’dan sonra Roma’nın fethine hazırlanması bundandı.
Fatih, devletsiz başkent, başkentsiz devlet tezadını gideren, Başkent Devletine, Devleti Başkentine kavuşturan, Osmanlı Türklerini, ideallerinin soluğunu üfleyerek temel-şehire ulaştıran büyük insandır.
Evet, Ayasofya müslümandır. Yapıldığı tarihten İstanbul’un fethine kadar gizli müslümandır, haniftir. Beş yüz yıldan beri de açık müslüman.
Ayasofya Doğu’dadır ve Doğu’ya aittir.
Doğu başkaldırmıştır.
Ayasofya’yı açmak, çağın kördüğümünü, İskender’in kılıcı gibi biçmek olacaktır.
Ey genç ve ülkücü müslüman! Başladığımız noktaya dönmüş bulunuyoruz.
.
.
Müslüman aydın, bu evin ışığıyla aydınlan hep ve bu evin sesinden başka sese, Hira dağından kopup gelen sesten başka bir sese, Kabeden yükseltilen Kur’an sesinden başka bir sese kulağını tıka.
Bir başka deyişle, Cumhuriyet Döneminde, dış politikanın niçiniyle değil, nasılıyla uğraştık. Biçimci bir dış politika. Özü, yönü, arka planda tarihi bir motif bulunmayan, sığ ve soyut, doktrinsiz bir dış politika.
Bu, yalnız bizim kurtuluşumuz olmayacak, bütün Türklük dünyasının, bütün Ortadoğu’nun ve bütün İslam dünyasının kurtuluşu olacaktır. Bu, artık tarihi ve aktüel bir zarurettir