İçeriğe geç

Diriliş (2 Cilt Takım) Kitap Alıntıları – Lev Tolstoy

Lev Tolstoy kitaplarından Diriliş (2 Cilt Takım) kitap alıntıları sizlerle…

Diriliş (2 Cilt Takım) Kitap Alıntıları

 İnsanlar ırmaklar gibidir: hepsinde su aynı sudur, her yerde birbirinin aynıdır, ama bir ırmak dar, hızlı, geniş, sakin, temiz, soğuk, bulanık, ılık olabilir. İnsanlarda böyledir. Her insan içinde tüm insan özelliklerinin ilk belirtilerini taşır ve zaman zaman bu belirtilerinin bazılarını, zaman zaman da diğerlerini gösterir, sık sık da her şeyiyle aynı kaldığı halde kendine hiç benzemeyen bir insan olur. 
Alçaklık, tekrarlandıkça artar.
Başkalarını düşünen, iyi bir insandır…
İnsan, yazınca kendisiyle konuşmuş oluyor.
Çılgınlık, günümüzün gençliğini anlatan bir söz. Gerçekten tuhaf oluyorlar.
Yoksul evlenir gece kısa olur, oysa zengin aklından bir şey geçirelim, bir dilek tutar, hepsi de olur.
İnsanlar ırmaklar gibidir:Hepsinde su aynı sudur,her yerde birbirinin aynıdır,ama bir ırmak dar,hızlı,geniş,sakin,temiz,soğuk,bulanık,ılık olabilir.İnsanlar da böyledir.Her insan içinde tüm insan özelliklerinin ilk belirtilerini taşır ve zaman zaman da diğerlerini gösterir,sık sık da her şeyiyle aynı kaldığı halde kendine hiç benzemeyen insan olur.
Olduğuyla olmak istediği arasında uzun bir mesafe vardı.
İsa’nın bedenini ekmek görünümünde yediklerini, şarap görünümünde ise kanını içtiklerini sanan papazların, sahiden de onun bedeninin yemekte ve kanını işlemekte oldukları, üstelik şaraba batırılmış küçük lokmalar halinde değil, İsa’nın kendisini özdeşleştirdiği küçük insanların sadece aklını çelmekle kalmayıp üstelik onları en büyük iyilikten yoksun bırakarak ve insanın onlara getirdiği iyiliğin müjdesini onlardan saklayıp en acımasız işkenceleri yaparak yemekte içmekte oldukları, buradaki hiç kimsenin aklına gelmiyordu.
Herkes sadece kendisi için, kendi zevkleri için yaşıyordu ve Tanrı’yla, iyilikle ilgili sözlerin hepsi birer aldatmacaydı. Dünyadaki her şey neden bu kadar kötü, insanlar neden durmadan birbirlerine kötülük yapıyorlar, neden acı çektiriyorlar gibi sorular ortaya çıktığı zaman da bu konuları düşünmemek gerekiyor da canı mı sıkıldı, bir sigara yakıyor, bir kadeh içki içiyor ya da en iyisi bir erkekle sevişiyor ve her şeyi unutuyordu.
Eğer hatasını düzeltmeye, bedelini ödemeye kalkışmamış olsaydı bunun bir suç olduğunu da asla hissetmeyecekti; dahası Katyuşa da kendisine yapılmış olan kötülüğü hiç fark etmeyecekti.
İnsanın kendisi kötü iken, kötülüğü nasıl düzeltebilir?
Sevdiğin bir insanın uzun zamandır görmediğin yüzü, ilk önce geçen zaman içinde meydana gelmiş dış değişikliklerle seni etkiledikten sonra yavaş yavaş yıllar önceki halini alır, bütün değişiklikler silinip gider ve karşına yalnızca olağanüstü, benzersiz bir ruhsal kişiliğin en önemli ifadesi çıkar.
Askerlik, genellikle insanların ahlakını bozar, onları tam anlamıyla işsiz güçsüz bir duruma, yani aklı başında ve yararlı işlerin yapılmadığı bir duruma sokar, insanlığın ortak görevlerini yerine getirmekten ayrı tutar, bu görevlerin yerine alayın, ünüformanın ve sancağın resmi onurunu ve bir yandan başka insanlar üstünde sınırsız bir egemenliği, öte yandan da üstlerine karşı köle gibi boyun eğmeyi getirip koyar.
Herkes dünyayı değiştirmeyi düşünür, ama kimse kendini değiştirmeyi düşünmez.
Küçük bir yerde birkaç yüz bini bir araya gelmiş insanlar, üzerinde toplandıkları toprağı ne kadar bozmaya  çalışmış, hiçbir şey yetişmesin diye taşlarla doldurmuş, taşların arasından uç veren otları yolmuş, ortalığı kömür ve petrol dumanına boğmuş, ağaçların orasını burasını kesmiş, tüm hayvanları ve kuşları kaçırmış olsalar da bahar, kentte bile yine bahardı.
Yıllar değil, bir hayat geçti.
Bu savaş neden vardı?
Evet hayatımız çok kötü beyim, ne diyelim
Öyle ama halk sefalet içinde. Ben köyden geliyorum, gördüm. Köylüler var güçleriyle çalıştıkları halde doyasıya yiyemezlerken, biz lüks, debdebe içinde yaşıyoruz; hakka uygun mu bu?
Şimdi sen benim ta yüreğimin içindesin.
Yalnızlık içinde tatsız bir hayat yaşıyordu.
İnsanın bir yeri incinince, inadına hep o yerini çapıp vurduğunu sanır. Oysa aslında zedelenen yerimiz daha çok acıdığı için bize öyle gelir.
İnsan sanki inadına yapar gibi gider, hep yaralı yerini çarpar, bunun tek nedeni ise çarptığını ancak yaralı yerini vurunca fark etmesidir.
Ee, anlatın bakalım, toplumun temellerinin altını oydunuz mu? Suçluları aklayıp, suçsuzları mahkum ettiniz mi?
Peki, mademki her şey Savcı’nın keyfine, yasayı istediği gibi uygulayan kişilere göre yürüyor, o halde mahkemeye ne gerek var?
Hayatımızı dolduran bir sürü olay ve; ne bunları ne de anlamlarını biliyorum.
Şunu anlayın ki toprak özel şahısların sahip olacağı bir mal olamaz.
İçinde, yeni yerler keşfeden bir gezginin coşkusu, ardı kesilmeyen bir kurtuluş sevinci vardı.
İnsan sanki inadına yapar gibi gider, hep yaralı yerini çarpar, bunun tek nedeni ise çarptığını ancak yaralı yerini vurunca fark etmesidir.
“Ahlaksız insanlar, başka ahlaksız insanları yola getirmek istiyorlardı ve bunu hiç düşünmeden, mekanik bir iş gibi yapabileceklerini sanıyorlardı”
Bilim derneklerinde, devlet müesseselerinde, gazetelerde halkın yoksulluk nedenlerinden, kalkındırılma çarelerinden söz edip duruyoruz ama, bu kalkınmanın en güvenilir çaresini, halka, onun için son derece gerekli olan gasp edilmiş toprağının geri verilmesi çaresini ağza aldığımız yok.
“Her yerde duygusuz insanlar”
Kardeşim, siz kimsenin kalbini kırmazsanız, sizin de kalbiniz kırılmaz.
İnsanlar arasındaki en önemli farklardan biri, insanların ne dereceye kadar kendi düşüncelerine göre, ne dereceye kadar başkalarının düşüncelerine göre yaşadıkları konusunda ortaya çıkar.
Nasılsınız bakalım?

Ne olacak! Berbat bir hayat işte, sürünüp gidiyoruz,

—Nasılsın?
—Sırılsıklam aşık..
Yazılacak pek çok şeyim var ama toparlayamıyorum.
Küçük bir yerde birkaç yüz bini bir araya gelmiş insanlar, üzerinde toplandıkları toprağı ne kadar bozmaya çalışmış, hiçbir şey yetişmesin diye taşlarla doldurmuş, taşların arasından uç veren otları yolmuş, ortalığı kömür ve petrol dumanına boğmuş, ağaçların orasını burasını kesmiş, tüm hayvanları ve kuşları kaçırmış olsalar da bahar, kentte bile yine bahardı.
Cennete gitmeyi kim istemez canım, gel gör ki günahlar izin vermiyor.
“Halk ölüyor, kendi ölümüne alışmış… Ve halk bu duruma öyle yavaş yavaş gelmiş ki, durumunun korkunçluğunu kendisi de görmüyor ve bundan yakınmıyor.”
Her insan içinde tüm insan özelliklerinin ilk belirtilerini taşır ve zaman zaman bu belirtilerin bazılarını, zaman zaman da diğerlerini gösterir, sık sık da her şeyiyle aynı kaldığı halde kendine hiç benzemeyen bir insan olur.
Bir ülkede köleliği yasalar koruyorsa, namuslu bir insan için en uygun yer, hapishanedir.
Kötü bir davranış yalnızca başka kötü davranışların yolunu düzler, kötü düşünceler ise karşı konulamayacak şekilde bu yolda yürümeye çağırır.
Hapishanedekiler, kendilerine yapılan muamelenin ışığında şunu görüyor ve anlıyorlardı ki, din ve ahlakın öğrettiği, saygı ve insana merhamet gibi şeyler gerçek hayatta bir kenarı atılmaktadır, bu yüzden kendilerinin de onlara bağlı kalmaları için bir sebep yoktur.
Olduğu ile olmak istediği arasındaki fark ne kadar büyük olursa olsun, uyanmış bir ruhsal varlık için olanaksız diye bir şey söz konusu olamazdı.
İnsanlar hakkımda ne isterlerse düşünsünler, onları aldatabilirim ama kendimi aldatmayacağım.
Birden, derin bir yorgunluk duydu. Evet, yorgundu ama, uykusuz geçirdiği geceden, yaptığı yolculuktan, duyduğu heyecandan yorgun değildi de, yaşamaktan korkunç biçimde yorgundu.
İnsanlar hakkımda ne isterlerse düşünsünler, onları aldatabilirim ama kendimi aldatmayacağım.
Herkes sadece kendisi için, kendi zevkleri için yaşıyordu ve Tanrı’yla, iyilikle ilgili sözlerin hepsi birer aldatmacaydı.
“İki yıldır günlük yazmadım. Bu çocukça şeyi bir daha hiç elime almayacağımı sanıyordum. Oysa çocukça bir şey değil bu, insanın kendisiyle, her insanın içinde yaşayan ilahi ben’iyle konuşmasıdır.”
İçinde yaşadığı o unutma halini artık yitirmişti, olanlar konusunda pırıl pırıl bir bellekle yaşamak ise son derece can yakıcıydı.
Her zaman herkesi bağışlamak,sonsuz kez bağışlamak gerekiyordu,çünkü kendisi suçlu olmayan ve bu yüzden başkalarını cezalandırabilecek,onları yola getirebilecek tek bir insan bile yoktu.
Küçük çocuklar gibi olmazsanız,göklerin melekutuna asla girmeyeceksiniz.Ancak kendini alçalttığı ölçüde huzur ve yaşam sevinci hissetmişti.
Kendi kendinin efendisi olursan efendiye gerek kalmaz.
İsa’nın yasasına göre bizi inciten bir insana nasıl davranmak gerekiyor,biliyorlar mı?Senin bir yanağına tokat atana öbür yanağını uzatmak gerekir.
Yaşamak istiyorum,bir ailem,çocuklarım olsun istiyorum,insanca bir yaşam istiyorum.
Evet şair ruhlu,hayalci insanlar yalnızlığı kaldıramazlar.Ben tek başıma kaldığımda hayal gücümün çalışmasına izin vermiyordum,zamanımı çok sistemli bir şekilde parçalara ayırıyordum.Yalnızlığa bu sayede katlanabildim.
Birkaç saniye hiçbir şey söylemeden birbirlerinin gözünün içine baktılar.Bu bakışma,her ikisine de pek çok şey söyledi.
Sevdiğin bir insanın uzun zamandır görmediğin yüzü, ilkönce geçen zaman içinde meydana gelmiş dış değişikliklerle seni etkiledikten sonra yavaş yavaş yıllar önceki halini alır, bütün değişiklikler silinip gider ve karşına yalnızca olağanüstü, benzersiz bir ruhsal kişiliğin en önemli ifadesi çıkar.
Simonson,daha ziyade davranışları,düşüncelerinden kaynaklanan ve düşünceleriyle belirlenen erkeksi yapıdaki insanlardan biriydi.Novodvorov ise daha çok düşünceleri bir dereceye kadar duygularla ortaya atılmış amaçların gerçekleştirilmesine,bir dereceye kadar da duygularla ortaya çıkmış davranışların haklı gösterilmesine yönelik kadınsı yapıdaki insanlar sınıfındandı.
Bence işimizi yapmak istiyorsak,bunun en birinci koşulu,hayal kurmamak,her şeyi olduğu gibi görmektir.Halk kitleleri için her şeyi yapmak ama bu kitlelerden bir şey beklememektir;kitleler bizim etkinlik konumuzu oluştururlar ancak şimdiki gibi ilgisiz oldukları sürece emektaşımız olamazlar.
Ortada korkunç bir şey yok.Kitleler her zaman yalnızca iktidara tapınırlar.İktidarda olan hükümettir ve ona tapınıp,bizden nefret ediyorlar;yarın biz iktidarda olunca da bize tapınacaklar.
Hayatı,okumak olarak görüyordu.
İnsanlar hakkımda ne düşünürlerse düşünsünler, onları aldatabilirim ama kendimi aldatmayacağım.
Değer vermediği birinden bir şey istemek güç geldiği halde, işin görülmesi için başka çare göremiyordu. Buna katlanması gerekti.
Neden böyle bütün bunlar?
Bunu kendi kendisine söylediği sırada gözlerinde yaşlar vardı, hem iyi hem de kötü gözyaşlarıydı; çünkü geçen yıllar boyunca içinde uyumuş olan ruhsal varlığın uyanışından duyduğu sevinç gözyaşlarıydı, kötü gözyaşlarıydı, çünkü kendisine ve erdemliliğine acımanın gözyaşlarıydı.
Şaşırtıcı olan, aşağılık biri olduğunu itiraf etme duygusunda hastalıklı ama aynı zamanda da sevindirici ve yatıştırıcı bir şey olmasıydı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir