İçeriğe geç

Dionysos Dithyrambosları Kitap Alıntıları – Friedrich Nietzsche

Friedrich Nietzsche kitaplarından Dionysos Dithyrambosları kitap alıntıları sizlerle…

Dionysos Dithyrambosları Kitap Alıntıları

Şu dünya durdukça,
erdem denilen palavrayı öder
ün denilen palavra karşılığında,
bu palavralarla y a ş a r dünya
İnsanın önce kendinden nefret etmesi gerekmez mi,
kendini sevecekse?
İnsanın kanatları olmalıdır, seviyorsa eğer uçurumları
Çöl büyümekte: vay haline çölleri gizleyenin!
Taş, taşa sürünerek gıcırdamakta, çöl sarılıp boğmakta.
Ateş saçmakta kahverengi bakışlarla o korkunç ölüm
ve ç i ğ n e m e k t e , —zaten hayatı, çiğneyişidir yalnızca

Unutma sakın, ey şehvetin ölçüsüne vurulmuş insan — taş da sensin, çöl de, ve ölüm de

Ben de batmıştım bir zamanlar,
hakikat çılgınlığımın sürüklemesiyle,
gündüz düşlerimin sürüklemesiyle,
gündüz yorgunu, ışık hastası,
batmıştım aşağılara, akşamlara, gölgelere,
Bir hakikatin
Yanıklığı ve susamışlığıyla
anımsıyor musun hâlâ, anımsıyor musun, sıcak yürek,
nasıl susuzluk çektiğini oralarda?
Hayır, dönüşmemek sessiz, katılıp katılmış, dümdüz,
soğuk bir resme,
geçmemek Tanrıya sütun yerine,
tapınakların önüne dikilmemek,
bir Tanrının kapısını beklemek üzere.
Kendin ile tek başına,
Kendi bilgin ile iki başına,
Yüz aynanın arasında
Kendi önünde düzmece,
Yüz anı arasında
Belirsiz,
Her yaranın yorgunluğuyla,
Her soğuğun donmuşluğuyla,
Kendi iplerin boğazına dolanmış,
K e n d i n i n t a n ı y a n ı !
K e n d i n i n c e l l a d ı !
(Dithyramboslarda) Zerdüşt figürü çeşitli açılardan sergilenir. Bir defa, bir yandan teşbaşınalığından ötürü acı çeken, fakat daha sonra, bilgiye ulaşabilmek için o teşbaşınalığı araya Zerdüşt vardır.
– Susun!
Bir hakikat geziniyor üzerimde
bir bulut gibi, –
görünmez şimşeklerle vuruyor beni.
Geniş ve acelesiz merdivenlerden
mutluluğu bana doğru yükseliyor :
gel, gel, ey sevilen hakikat!
– Susun!
Benim hakikatim bu!
Çekingen gözlerden,
kadife yumuşaklığında ürpertilerden
geliyor bana bakışları,
sevimli, kötücül, genç kız bakışları
sırrını çözüyor mutluluğumun nedeninin,
beni çözüyor – ah! nedir acaba aklından geçen?-
Erguvan rengi bir ejderha
Pusuya yatmış genç kız bakışlarının uçurumunda.
– Susun! Benim hakikatim konuşmakta!-
Çöl çoğalır:vay haline içinde çöller saklayanın.
En ağır yükü aramıştın
İşte, kendini buldun
Şimdi de atamıyorsun kendini sırtından.
İki hiçlik arasında
Sıkışıp kalmış,
Bir soru işareti sadece
Bir yorgun bilmece.
..her yaranın yorgunluğuyla,her soğuğun donmuşluğuyla,kendi iplerin boğazına dolanmış,kendinin tanıyanı!
senin özlemlerin bin maskenin arkasında, sen çılgın! sen, ey şair
“Armağan vermeyi severim dostlara, bir dost olarak oysa yabancılar ve zavallılar benim ağacımdaki meyveleri kendi elleriyle toplasınlar; böylesi daha az utandırır. “
Ey altın parıltıları saçan neşe, gel! sen ki, ölümün en gizli ve en tatlı hazzısın kendi arifende!– çok çabuk mu geçtim yollarımdan? Ancak şimdi, yani artık yorgun düşmüşken ayaklar, bakışların arkamdan yetişebilmekte, mutluluğun yine de bana yetişebilmekte.
Hepsi de erdemlidirler. Ün ve erdem – iyi uyar birbirine. Şu dünya durdukça, erdem denilen palavrayı öder ün denilen palavra karşılığında, bu palavralarla yaşar dünya… Bütün erdemliler karşısında, suçlu olmak istiyorum yalnızca, suçlu desinler bana istiyorum, her büyük suçta! Sanki ün onuruna yükselen her üflemeli çalgıyla büyüklenme hırslarım zavallı birer kurtçuğa dönüşüyor
Güçlü kal, benim cesur yüreğim! Ve sorma neden diye bana
Unutma sakın, ey şehvetin ölçüsüne vurulmuş insan taş da sensin, çöl de, ve ölüm de
Benim deliliğim, insanlığa olan sevgimdi
“en ağır yükü aramıştın:
işte, kendini buldun
şimdi de atamıyorsun kendini sırtından
Kim ısıtacak, kim sevecek beni bundan böyle? Sımsıcak eller uzatın bana!
– iki hiçlik arasında sıkışıp kalmış, bir soru işareti sadece, bir yorgun bilmece –
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
..her yaranın yorgunluğuyla, her soğuğun donmuşluğuyla, kendi iplerin boğazına dolanmış, kendinin tanıyanı! Kendinin celladı!
İnsanın önce kendinden nefret etmesi gerekmez mi, kendini sevecekse?
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
acımasızca peşimdesin, ey düşünce!

Sen, adı konamayan! Sen, gizli! Sen, korkunç!

Sen, bulutların arkasındaki avcı!

Şimşek bakışlar yağdırmaktasın, sen ey bana

karanlıklardan kötücül bir alayla bakan göz!

Böylece yatmaktayım işte,

kıvranıyorum, eğilip bükülüyorum, acılarıyla

bütün o sonsuz işkencelerin,

vurulmuşum

senin elinden, sen, avcıların en acımasızı,

sen, bilinmeyen – Tanrı

Vur daha derinden!

Bir kez daha vur!

Bıçakla, parçala bu yüreği!

Kendine en ağır yükü aradın: bulduğun kendindi, kendini sırtından atamadın
yalnızca alacalı sözcüklerle konuşan, alacalı maskelerin arkasından konuşan, yalancı sözcüklerin köprülerinde dolanan, yalandan gökkuşaklarının üstünde, düzmece cennetlerin arasında
rastgele dolaşan, ve sürünen yerlerde
yalnızca çılgın!
Yalnızca acı çekenlerdir sevilenler
Sevgi verilenler, yalnızca açlık çekenlerdir.
Sen, bilgeliksiz bilge! Sevilmek istiyorsan eğer. Yalnızca acı çekenlerdir sevilenler, sevgi verilenler, yalnızca açlık çekenlerdir: kendini armağan et önce, ey Zerdüşt! – Ben senin hakikatinim
insan ya susmalı
ya da büyük konuşmalı:
büyük konuş, ey benim hazzın kucağındaki bilgeliğim!
Ne zamandan beri oturmaktasın
kadersizliğinin üstünde?
Dikkat et! yoksa bir yumurta
yumurtlayacaksın,
bir yılan yumurtası hem de
o uzun acılarının kuluçkasından.
Aklını başına topla, Ariadne!..
Küçük kulakların var, benim kulaklarım var sende:
bırak da akıllı bir söz girsin içlerine! –
İnsanın önce kendinden nefret etmesi gerekmez mi,
kendini sevecekse?..
Ben senin labirentinim
Boğulup gitmiş denizlerde arzular ve umutlar, Ruh ve deniz, şimdi pürüzsüz uzanmakta.
Daha düne kadar Tanrıdan yoksun bir münzevi,
şeytanla da bir ikili,
her türlü büyüklenmenin kızıl prensiydin!..
Şimdi –
iki hiçlik arasında
sıkışıp kalmış,
bir soru işareti sadece,
bir yorgun bilmece –
yırtıcı kuşlara göre bir bilmece
onlar, “çözecekler” seni elbette,
daha şimdiden ağızlarının suyu akmakta “çözülmüş” haline, daha şimdiden kanat çırpmaktalar çevrende, bilmeceleri de, seninle, sen, ey darağaçlı!..
Ey Zerdüşt!..
Kendini tanıyan!..
Kendinin celladı!..
Unutma sakın, ey şehvetin ölçüsüne vurulmuş insan – taş da sensin, çöl de, ve ölüm de
Ey altın parıltıları saçan neşe, gel! sen ki, ölümün en gizli ve en tatlı hazzısın kendi arifende!– çok çabuk mu geçtim yollarımdan? Ancak şimdi, yani artık yorgun düşmüşken ayaklar, bakışların arkamdan yetişebilmekte, mutluluğun yine de bana yetişebilmekte.
Ey yollarını şaşırmış gemiciler! Eski yıldızların harabeleri! Sizler, geleceğin denizleri! Henüz araştırılmamış gökler! Şimdi her yalnızlığa fırlatmaktayım oltalarımı: yanıt verin alevin sabırsızlığına, tutun bu yüksek dağlardaki balıkçı için, benim yedinci ve s o n yalnızlığımı!
Ey Zerdüşt, ey av düşkünlerinin en acımasızı! Daha düne kadar avcısıyken Tanrının, bütün erdemleri yakalayan bir ağ, ve kötülüğün okuyken! Şimdi kendi kendin tarafından avlanmış, kendi kendinin av ganimeti, kendi içine saplanmış
Çöl büyümekte: vay haline çölleri gizleyenin! Taş, taşa sürünerek gıcırdamakta, çöl sarılıp boğmakta. Ateş saçmakta kahverengi bakışlarla o korkunç ölüm ve çiğnemekte, – zaten hayatı, çiğneyişidir yalnızca
Unutma sakın, ey şehvetin ölçüsüne vurulmuş insan – taş da sensin, çöl de, ve ölüm de
Çöl büyümekte: vay haline çölleri gizleyenin
Ah, bağışla beni eski bir anımsamadan ötürü! Bağışla beni bir zamanlar çölün kızları arasında yazdığım eski bir yemek sonrası şarkısından ötürü.
Yalnızca sen çevrendeki havayı güçlü ve temiz kılmaktasın! Bugüne kadar yeryüzünde senin mağarandaki kadar temiz hava bulduğum oldu mu hiç?
Pusuya yattın,
yere çömeldin,
artık dik duramayan biriydin!
Ruhum,
o doymak bilmez diliyle
bütün iyi ve kötü şeyleri yaladı bile,
her derinliğe daldı.
Ün ve erdem – iyi uyar birbirine.
Şu dünya durdukça,
erdem denilen palavrayı öder
ün denilen palavra karşılığında –,
bu palavralarla yaşar dünya
İnsanın önce kendinden nefret etmesi gerekmez mi,
kendini sevecekse?..
Kim ısıtacak, kim sevecek beni bundan böyle?
Sımsıcak eller uzatın bana!
Yalnızca dalgalar ve oyun var etrafta.
Daha önce ağır gelmiş ne varsa,
yitip gitmiş masmavi bir unutulmuşlukta,
sandalım şimdi öyle bomboş ve işsiz, beklemekte.
Fırtınalar ve yolculuklar – nasıl da unutabiliyor bunları?
Boğulup gitmiş denizlerde arzular ve umutlar,
Ruh ve deniz, şimdi pürüzsüz uzanmakta.
Merak etme, susuz kalmayacaksın artık daha fazla,
ey kavrulmuş yürek!
Bir müjde var havada
Bilinmeyen dudaklardan üflenmekte bana doğru
– büyük serinlik, şimdi yolda
Daha düne kadar Tanrıdan yoksun bir münzevi,
şeytanla da bir ikili,
her türlü büyüklenmenin kızıl prensiydin!..
Şimdi –
iki hiçlik arasında
sıkışıp kalmış,
bir soru işareti sadece,
bir yorgun bilmece –
insanın kanatları olmalıdır, seviyorsa eğer uçurumları
ve asılı kalmamalıdır,
Unutma sakın, ey şehvetin ölçüsüne vurulmuş insan – taş da sensin, çöl de, ve ölüm de

Haydi,
kaldır başını, ey onur!
Üfle, üfle yeniden,
Sen, erdemin körüğü!
“Çıkıp gitme!” …
“bizimle kal, aksi takdirde o eski ve koyu kasvet yeniden bizi boğabilir.
gecenin derinliklerine, solgun, gömülene kadar:
ben de batmıştım bir zamanlar,
hakikat çılgınlığımın sürüklemesiyle,
gündüz düşlerimin sürüklemesiyle,
gündüz yorgunu, ışık hastası,
– batmıştım aşağılara, akşamlara, gölgelere,
Bir hakikatin
Yanıklığı ve susamışlığıyla
– anımsıyor musun hâlâ, anımsıyor musun, sıcak yürek, nasıl susuzluk çektiğini oralarda?
Cimri olma bu kuraklıkta
İçimden böylelerinin arasında,
en aşağılık olma arzusu yükseliyor
Bütün gözyaşlarım
Sana akmakta
ve yüreğimdeki son alev
sana doğru yanmakta.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir