İçeriğe geç

Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi (Cilt II) Kitap Alıntıları – Mircea Eliade

Mircea Eliade kitaplarından Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi (Cilt II) kitap alıntıları sizlerle…

Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi (Cilt II) Kitap Alıntıları

Muridin kullanabileceği birçok ömür uzatma tekniği vardır. Bunların temel ilkesi yaşam gücünü beslemek’ten (yang-hsing) ibarettir. Makrokozmos ile insan bedeni arasında tam bir uyum olduğu için, yaşam güçleri bedenin dokuz deliğinden girip çıkar; bu nedenle onlan titizlikle gözetmek gerekir. Taocular bedende Zincifre Tarlaları adı verilen üç bölüm ayırt eder. Üst tarla beyinde, ikincisi kalbin yanında, üçüncüsü ise göbek deliğinin altındadır.
Örneğin insanbiçimli bir Ilk Varlık olan P’an-Ku’nun Gök ile Yer’in yumurtaya benzer bir kaos olduğu çağda doğduğu anlatılır. P’an-Ku öldüğünde kafası kutsal bir sarp dağ oldu, gözleri güneş ve ay, yağı nehirler ve denizler, saçları ve kılları ağaçlar ve diger bitkiler oldu. Burada, yaratılışı bir Ilk Varlığın kurban edilmesiyle açıklayan mitin özü fark edilmektedir
Wolfram Eberhard çevresel etnik unsurların -Thailer, Tunguzlar, Turk-Mogollar, Tibetliler vb- Çin sentezine katkılarını gün işığına çıkarmıştır. Din tarihçisi için bu katkılar değerlidir: Diğer olguların yanı sıra, kuzey şamanizminin Çin dinselliğine etkilerini ve bazı Taocu ibadetlerin kökeni ni anlamasına yardım ederler.
Yer tanrılarının ve onların tapımlarının, iyi bilmediğimiz uzun bir tarihi vardır. Toprağın bir ana olarak temsil edilmeden önce, cinsiyetsiz veya çift cinsiyetli bir kozmik yaratıcı güç olarak duyumsandığı bilinmektedir. Marcel Granet’ye göre, Yeryüzü Ana imgesi önce cinsiyetsiz Kutsal Yer görünümü’nde ortaya çıkmıştır. Bir süre sonra evcil Toprak anaç ve besleyici bir gücün özellikleriyle tasarımlanmıştır. Eski çağlarda ölüler ev duvarları içine, tohumların saklandığı yere gömülürdü. Uzun süre tohumların bekçiliği işi kadına aitti.
Kral, iki grup kurban sunar: Atalar ile Ti ve diğer tanrılara. Kimi zaman rituel hizmet 300 veya 360 güne yayılır. Kurban sözcüğü yıl anlamına gelir; çünkü yıllık döngü bütün bir ayin olarak algılanır. Bu durum, mevsimlerin doğal akışını ve geri gelmelerini sağlayan takvimin dinsel önemini doğrular. Anyang yakınındaki büyük kral mezarlarında, hayvan iskeletlerinin yanı sıra, anlaşılan hükümdara öteki dünyada eşlik etmeleri için öldürülmüş birçok insan kurban da bulunmuştur.
Gerek kültür gerekse dinler tarihçisi açısından, Çin ayrıcalıklı bir araştırma konusudur. Gerçekten de en eski arkeolojik belgeler MỎ V., VI. binyıla kadar uzanır; en azından bazı örneklerde, farklı tarihöncesi kültürlerin sürekliliği izlenebilir, hatta klasik Çin uygarlığının oluşumuna katkıları saptanabilir. Diğer yandan nasıl ki Çin halkı çok sayıda etnik bileşimin sonucuysa, kültürü de birçok kaynağın katkısının fark edilebildigi karmaşık ve özgün bir sentez oluşturmaktadır.
Yahudiliğin, Hellenizm ile karşı karşıya gelmesi, Yahudilik tarihi açısından önemlidir. Aristokrat ve burjuva İbranîler, Yunan aydınlanmasını İsrail’e sokmaya çalışıyordu. Buna karşılık dinsel tutucu çevreler ve kırsal nüfus buna direniyordu.
Mahabbarata’da savaş, yükselen insan nüfusunu kırmak için yapılmıştır
Orpheusçuluğu diğer hareketlerden ayıran nokta, bu inançtaki kitaba yüklenen değerdir.
Orpheus’un otacılık ve müzisyenliği, vahşi hayvanlar üzerinde hakimiyet kurabilme gücü, karısı Eurydike’yi geri getirmek için Hades’e inmesi gibi mühim yetenekleri bize şamancıl nitelikleri çağrıştırır.
Arkaik ve bütün dünyada yaygın bir simgesellik söz konusudur. Uykuya karşı kazanılan zafer ve uzun süre uyanık kalma, oldukça tipik bir erginlenme sınavını oluşturur.
Diğer yandan Budhaların (ve aynı dönemini I-V. Yüzyılların Hristiyan sanatında İsa’nın) başının çevresindeki ışıltılı hale Ahemeni dönemine ait bir ilk örnekten, özellikle de Ahura Mazda’nın ışıltılı halesinden türemiştir
Artık yeryüzünün bir küre olduğu bilindiğine göre, ne Homeros’un yeraltındaki Hades’i ne de dünyanın en batı ucunda olduğu varsayılan Kutlular Adası, mitolojik bir yeryüzü coğrafyası içinde kendine yer bulabilirdi.
Hristiyanlara zulmedilmesinin başlıca nedeni 2. Yüzyıldan itibaren imparator tapımını reddetmeleriydi.
Bir erginlenme dövüşünün ardından berserkr olunuyordu. Örneğin Tacitus’un yazdığına göre, Chattilerde erginlenecek aday, bir düşman öldürmeden önce ne saçını ne de sakalını kesiyordu. Taifalilerde genç adamın bir yaban domuzu veya ayı öldürmesi, Herulilerde ise silahsız dövüşmesi gerekiyordu
Roma doğuşu sırasında ne insanlarla ne de tanrılarla barış içindeydi. Bu dinsel kaygı kentin kaderi üzerinde ağırlığını hissettirecektir
Küçük bir kral olan Suddhodana ile onun ilk eşi Mayanın oğluydu; on altı yaşında evlendi, yirmi dokuz yaşında saraydan ayrıldı, yüce ve Tam Uyanışa MÖ 523 yılında erişti ve hayatının geri kalanında çağrısını yaydıktan sonra, MÖ 478’in kasım ayında, 80 yaşında son nefesini verdi
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Gılgamış’ın yaşadığı serüvenden beri, uykuyu yenmenin, uyanık kalmanın en zor erginlenme sınavını oluşturduğu bilinmektedir; çünkü bu sınav insanlık halinin aşılmasını, ölümsüzlüğü hedeflemektedir.
Sanskritçede Avrupa’nın felsefe terimini tam olarak karşılayacak bir sözcük bulunmadığını belirtelim. Özel bir felsefi sisteme darsana denir: bakış açısı, görü, anlama, öğreti, değerlendirme biçimi anlamına gelen drs kökünden türemiştir.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Yoga Sütralardaki temeller: Frenlemeler, Disiplin, Beden duruşları, Soluğun denetimi, Duyumsal etkinliğin özgürleşmesi, Yoğunlaşma, Meditasyon, Enstaz.
Taoculukta 1000 kez nefes almaya yetecek süre kadar nefes tutulabilirse, kişi erginleşir ve ölümsüzlüğe ulaşır. Cinsel birliktelikle erginlenme metodunda ise asıl önemli olan şey, boşalmanın gerçekleşmemesidir.
Sāmkhya ve Yoga açısından dünya gerçektir (örneğin Vedāntadaki gibi aldatıcı değildir). Yine de eğer dünya var ve sürüyor ise, bunu ruhun (puruşa) cehalet ine borçludur. Kozmosun sayısız biçimiyle, bunların tezahür ve gelişme süreci yalnızca ruh, Benlik kendini bilmediği ve bu bilisizlik nedeniyle acı çekip, kullaştığı için var olabilmektedir. Son Benlik de kurtuluşa kavuşacağı anda, tam o anda Yaratılışın bütünü ezeli töz (prakrti) içinde emilip kaybolacaktır.
İnsan, tanrılar ve hayvanlardan farklı olarak, kendi varoluş halini fiilen aşma olanağına sahiptir. Bir kurtuluş yolu bulunduğu konusundaki kesin kanı bu kesinlik bütün Hint felsefelerinin ve gizemci düşüncelerinin ortak noktasıdır umutsuzluğa veya kötümserliğe yol açamaz. Acı evrenseldir, doğru; ama özgürleşmek için acıyla nasıl başa çıkılacağı bilinirse, acı nihai değildir.
Zerdüşt’ün teolojisi terimin kesin anlamında ‘düalist’ değildir, çünkü Ahura Mazda’nın karşısında bir ‘karşı-tanrı’ yoktur; başlangıçta karşıtlık iki Ruh arasında ortaya çıkar Kısacası İyi ve Kötü, aziz ve yıkıcı şeytan Ahura Mazda’dan çıkarlar, ama Angra Mainyu kendi varlık tarzını ve kötücül vasfını özgürce seçtiği için, Bilge Tanrı, kötülüğün ortaya çıkışının sorumlusu olarak kabul edilemez.
Zerdüşt, Kral Viştaspa’ya dinini kabul ettirerek ilk başarısını kazandığında, 40 yaşındaydı.
İnsan hayatının sonlu oluşunun ve ‘herhangi bir özelliği olmayan’ bir varoluşun ‘sıradanlığı’nın kutsallaştırılması, dinler tarihinde oldukça sık rastlanan bir görüngüdür.
İnsan konuştuğu sürece soluk alamaz ve o zaman soluğunu söze kurban eder; soluk aldıkça konuşamaz ve o zaman sözünü soluk almaya kurban eder. Bunlar iki sürekli ve ölümsüz kurbandır; insan onları uyurken ve uyanıkken hiç aralıksız adar.
Bir Meçhul Yahudi : Nasıralı İsa- MS 32 veya 33’te, Hıristiyanlara zul­metmekte gösterdiği gayretle sivrilen Saul adında genç bir Ferisi, Kudüs’ten Şam’a gidiyordu. Birdenbire gökten gelen bir ışık çevresini aydınlattı. Yere yıkılan Saul, bir sesin kendisine ‘Saul, Saul, neden bana zulmediyorsun?’ dediğini işitti. Saul, ‘Ey Efendim, sen kimsin?’ dedi. ‘Ben senin zulmettiği İsa’yım’ diye yanıt geldi. ‘Haydi kalk ve kente gir, ne yapman gerektiği sana bildirilecek.’ Saul’la birlikte yolculuk eden adamlann dilleri tutuldu, oldukları yerde kalakaldılar. Sesi duydularsa da kimseyi göremediler. Saul yerden kalktı, ama gözlerini açtığında hiçbir şey göre­miyordu. Sonra kendisini elinden tutup Şam’a götürdüler. Üç gün boyunca gözleri görmeyen Saul hiçbir şey yiyip içmedi. Sonuçta Hananya adındaki bir Hıristiyan, lsa’nın görü yoluyla verdiği talimat üzerine, ellerini Saul’ün üzerine koydu ve Saul yeniden görmeye başladı. Kalkıp vaftiz oldu. Sonra yemek yiyip, kuvvet buldu. Bu olay, İsa çarmıha gerildikten iki veya üç yıl sonra gerçekleşmişti (İsa’nın tam hangi tarihte öldürüldüğü bilinmiyor: MS 30 veya 33 olabilir. Dolayısıyla Pavlus’un Hıristiyanlığı kabul etmesinin tarihi en erken 32, en geç de 36 olarak sapta­nabilir).
Avesta’da zaman için kullanılan terim, thwaşa’dır; bunun sözcük olarak tam karşılığı Aziz veya Acele eden dir ve Widengren bu sözcüğün en başından itiba­ren gökkubbeyi ifade ettiği, yazgılara hükmeden bir göktanrıya özgü sıfatlardan bi­ri olduğu kanısındadır. Demek ki Zurvan başlangıçta zamanın kaynağı olan, iyi ve kötü talihi dağıtan, sonuçta yazgıya hükmeden bir gök tanrısıydı büyük olasılıkla. Her ne olursa olsun, Zurvan arkaik bir yapıdadır: Kozmik kutuplaşmalarla her tür­lü uzlaşmaz zıtlığı bünyelerinde bir arada bulunduran bazı ilkel tanrıları hatırlatır. Geç dönem Avesta’da (muhtemelen MÖ IV. yüzyılda yazılmış metinler), Zurvan’a çok az değinilir, ama hep zaman veya kaderle ilişkili olarak gösterilir. Bir metinde, doğruların ve dinsizlerin ruhlarının Mazda’nın yarattığı Cinvat köprü­süne (s 103) ulaşmadan önce, Zurvan’ın açtığı yolda ilerledikleri belirtilmiştir. Kader/zamanın, başka bir deyişle her bireye tanınmış geçici sürenin eskatolojik işlevi açıkça vurgulanmıştır. Bir diğer bölümde, Zurvan sonsuz zaman olarak tanı­tılır; başka bir yerde Zurvan akarana, Sonsuz Zaman ile Zurvan darego ksava­ dhcita, uzun özerk zaman arasında ayının yapılır (Yaşt,72:10).
Mithra ile özdeşleştirilen bir kurtarıcı-kralın doğumuna ilişkin anlatılarda, eskatolojik umut fark edilir. Tanrılarla insanlar arasında aracılık yapan, geleneksel tanrısal kral ve kozmokrat kavramı, yeni soteriyoloji anlamlarıyla zenginleşir; kur­tarıcı beklentilerinin ağır bastığı bir çağda bu süreç kolaylıkla anlaşılmaktadır. Mithridates Eupator’un mucizevi yaşamöyküsü bu eskatolojik umudu mükemmel bir biçimde yansıtmaktadır: Doğacağını bir kuyruklu yıldız müjdeler; daha yeni doğmuş bebeğin üzerine yıldırım düşer, ama geride yalnızca bir yara kalır; gele­ceğin kralının eğitimi bir dizi erginlenme sınavından oluşur; Mithridates taç giy­diğinde, daha pek çok kral gibi, Mithra’nın bir bedenlenişi olarak kabul edilir, Hıristiyanlıktaki lsa’nın doğumu efsanesinin altında da benzer bir mesihçi senaryo vardır.
Empedokles kendisini, tanrısal ikametten sürülmüş serseri diye tanıtıyordu: Eskiden er­kek çocuk da oldum, kız çocukda; bir çalı ve bir kuş oldum, denizde dilsiz bir balık oldum
Ama özgürlüğe kavuşmak için duygulardan kurtulmak ve her şeyden – beden, mülk, şan, kitaplar, erkler – vazgeçmek gerekir; çünkü insan arzuladığı her şeyin kölesidir, İnsan ötekilerin kölesidir.
Bütün Hint felsefelerinin ve meditasyon tekniklerinin amacı, acıdan kurtulmak tır. lnsanın selameti ne hizmet etmeyen hiçbir ilmin değeri yoktur. Bunun [Benlik içinde barınan Ezeli ve Ebedi olan] dı­şında, hiçbir şey bilinmeye değmez Selamet insanlık halinin aşılmasını gerektirir. Hint literatüründe insanlık halini ifade etmek için bağlanma, zincirlenme, tutsaklık veya unutma, sarhoşluk, uyku, bilisizlik imgeleri aynı anlamda kullanılır ve insanlık halinin yok oluşunu (başka bir deyişle aşıl­masını), özgürlüğü, kurtuluşu (mohşa, muhti, nirvana vb) ifade etmek için ise tam tersine bağlardan kurtulma ve perdenin yırtılması (veya gözleri örten bir bağın çözülmesi) veya uyanma, hatırlama vb imgelere başvurulur.
Her Şey Acıdır
Bir zamanlar ben, Çuang Cou, düşümde bir kelebek, uçan bir kelebek olduğumu gördüm; mutluydum; Çou olduğumu bilmiyordum. Birden uyandım; kendimdim, gerçek Çou’ydum. Düşünde kelebek olduğunu gören Çou mu, yoksa düşünde Çou olduğunu gören bir kelebek olduğumu anlayamadım.
Beden acıdır; çünkü acının mekanıdır; duyular nesneleri algılar, acılardır; çünkü insanı acıya sürüklerler; zevk bile bir acıdır; çünkü onu acı izler..

Zaten yalnızca insan acı çekmez; acı kozmik bir gerekliliktir. Sırf zaman içinde var olma, bir “vâdesi” olma olgusu bile acıya yol açar. İnsan, tanrılar ve hayvanlardan farklı olarak kendi varoluş halini fiilen aşma olanağına sahiptir..

Acı evrenseldir, doğru; ama özgürleşmek için acıyla nasıl başa çıkılacağı bilinirse, acı nihai değildir.

Genç Musa, Amon tapımının yerine güneş tanrısı Aton’a yönelik ‘tektanrıcılığı’ geçiren Akhenaton ‘reformu’nu da (MÖ 1375-1350) öğrenmiş olabilir.
Akhenaton reformunun eğitime verdiği önem Yahvecilikte Tora’ya verilen rolle karşılaştırılabilir. Diğer yandan Musa’nın Akhenaton reformunun bastırılmasından iki kuşak sonra içinde büyüdüğü Ramses toplumunun ona çekici gelmesine olanak yoktu.
Musa’nın ve ailesinin diğer üyelerinin isimleri Mısır dilindedir. Bu isimlerde ‘doğma, oğlu’ anlamına gelen msy öneki bulunmaktadır; bu anlamda Ahmosis veya Ramses’le karşılaştırılabilirler (Ra-messes, ‘Ra’nın oğlu’). Levi’nin oğullarından Merari’nin adı, Mısır dilinde Mrry’dir ( ‘çok sevilen’).
Nuh gemiden çıktı ve bir kurban sundu. ‘Yahve bu güzel kokudan hoşnut oldu’ ve yatışıp, bir daha asla ‘insanlar yüzünden yeryüzünü bir daha lanetlemeyeceğim’ diye ant içti (8:21). Nuh’la ve onun soyundan gelenlerle bir antlaşma yaptı ve ahdin belirtisi Tanrı’nın gökkuşağı (Türkçe çeviride ‘yay’) oldu(9:13)
İsrail’in dinsel dehası Tanrı’nın seçilmiş halkla ilişkilerini o zamana dek bilinmeyen türde bir ‘kutsal tarih’e dönüştürmüştür. Görünürde yalnızca ‘milli’ bir nitelik taşıyan bu ‘kutsal tarih’, belli bir andan itibaren bütün insanlık için ders alınacak bir örnek olarak ortaya çıkar.
Altın maskların amacı, ölüyü, ölümsüzlerin heykelleri gibi bozulmayan çizgilere sahip doğaüstü bir varlığa dönüştürmekti.
İlk kazıları yapanların dikkatini en çok, bu uygarlığın tektipliği ve durgunluğu çekmişti. Harappa uygarlığının bin yıllık tarihi boyunca hiçbir değişime, hiçbir yeniliğe rastlanmadı. .. Tektiplik ve kültürel süreklilik ancak bir tür dinsel otoriteye dayalı bir rejim varsayımıyla açıklanabilir.
Madem ki insanların hayatı tahılların hayatına benzemektedir, o halde güce ve sürekliliğe ölüm aracılığıyla erişilebilir.
Her ne olursa olsun Mezopotamya kralı, insanlar dünyası ile tanrılar dünyası arasında bir aracı olarak, kendi kişiliğinde iki varoluş biçimi, tanrısal ve insani varoluş biçimleri arasında ritüel düzeyinde bir birliği gerçekleştiriyordu. Kral, bu ikili doğası sayesinde, en azından mecazi anlamda hayatın ve bereketin yaratıcısı olarak kabul ediliyordu. Ama o (Mısır firavunu gibi) bir tanrı, tanrılar panteonunun yeni bir üyesi değildi.
Evrenin dönemsel yenilenmesi geleneksel toplumların büyük umudunu oluşturduğuna göre, Yeni Yıl bayramlarına sık sık değinmemiz gerekecek.
En güzel Babil dualarından biri bütün tanrılara, hatta duacının tanımadığını alçakgönüllülükle kabul ettiği tanrılara da seslenmektedir: Ey Tanrım, günahlarım büyük! Ey tanımadığım tanrı, günahlarım büyük! Ey tanımadığım tanrıça, günahlarım büyük. İnsan hiçbir şey bilmez; bilmez günah mı işlemiştir, yoksa iyilik mi yapmıştır, bilmez Ey Tanrım, hizmetkârını reddetme! Günahlarım yedi kere yedi ediyor Uzaklaştır günahlarımı.
Evren yalnızca var olduğu, yani canlı olduğu ve ürettiği için yavaş yavaş bozulur ve sonunda yıkılmaya yüz tutar. Bu nedenle de yeniden yaratılması gerekir. Bir başka deyişle, Yeni Yıl bayramında simgesel olarak gerçekleştirilen şeyi; tufan makrokozmik ölçekte hayata geçirir: Yeni bir yaratımı mümkün kılmak için günahkâr bir insanlığın ve ‘dünyanın sonu’ gelir.
Arkaik bir dinsel düşüncenin önemi onun sonraki dönemlerde ‘hayatta kalma’ yeteneğiyle de doğrulanır.
Ancak uyanık haldeyken ayakta durulabilir.
bir inancın ortaya çıkışını, ilk kez açık bir biçimde saptandığı tarihle karıştırabiliriz.
Humanitas kavramı açıkça ortaya çıkınca, bu anlayış Helen felsefesinin de etkisiyle tam olarak serpilip gelişti. ‘’Humanitas, yalnızca insan türüne aidiyet olgusunun gerçek bir akrabalık oluşturduğu, bunun tıpkı aynı gensin veya aynı kentin üyelerini birbirine bağlayan ve dayanışma, dostluk ya da en azından saygı görevleri yaratan akrabalığa benzediği düşüncesidir.’’
Bununla birlikte, mutlak özgürlük hayatın ve insan kişiliğinin mutlak reddi pahasına fethedilmişti.
Sanskritçede Avrupa’nın felsefe terimini tam olarak karşılayacak bir sözcük bulunmadığını belirtelim. Özel bir felsefi sisteme darsana denir: bakış açısı, görü, anlama, öğreti, değerlendirme biçimi anlamına gelen drs kökünden türemiştir.
Taoculukta 1000 kez nefes almaya yetecek süre kadar nefes tutulabilirse, kişi erginleşir ve ölümsüzlüğe ulaşır. Cinsel birliktelikle erginlenme metodunda ise asıl önemli olan şey, boşalmanın gerçekleşmemesidir.
Hitit, Yunan, Roma dinlerinin oluşumunda, İsrail dininde, Mahayana
Budizminde ve Taoculukta önemli bir rol oynamıştı. Ama Helenistik çağda ve Ro-
ma döneminde bağdaştırmacılığın ayırt edici özelliğini, çapının genişliği ve
şaşırtıcı yaratıcılığı oluşturuyordu
Ölüme
ve dirilişe maruz bırakacaklanna inanılan tanrılar, insana polis’lerin koruyucu
tannlanndan daha yakındır. Onlann tapımı az çok gelişkin bir erginlenme (soru
cevaplı din dersleri, ayinler, batıni öğretim) içeriyor, bunun ardından yeni aday
gizli cemiyete kabul ediliyordu. Bir mysteria cemiyetine aidiyet, başka gizli kar-
deşlik birliklerine kabul edilmeyi asla engellemiyordu. O çağdaki tüm diğer tinsel
akımlar gibi, selamet umudu bağdaştırmacılığın etkisi altında gelişmişti.
Keltler insan da kurban ediyordu ve Posidonius’un verdiği -Sicilyalı Diodo-
ros’un (V, 31) ve Strabon’un (IV, 4) da kullandığı- bilgilere göre, bu tür kurbanı
çeşitli biçimlerde yapıyorlardı: Kurban bir kılıç darbesiyle öldürülüyor (ve can
çekişen bedenin çırpınışlarına ve yere düşüşüne göre gelecek hakkında kehanette bulunuluyordu) veya oklarla delik deşik ediliyor ya da kazığa oturtuluyordu. Ca�sar,48
ağır hastalıklara yakalananların veya savaşlarda büyük tehlikelerle karşı karşıya
kalanların, insan kurban ettiklerini veya bu tür kurbanlar adadıklarını ve bunun
için Druidlerin aracılığına başvurduklarını nakleder. Bazı bilginler bu olguları,
Keltlerin barbarlığı nın ve Druid teolojisinin hem vahşi hem de çocuksu ilkel
niteliğinin kanıtı olarak yorumlamıştır.
Keltlerin dinsel dehasını ölçmek için, hem bazı
arkaik unsurların -öncelikle de dişilik, yazgı, ölüm ve öte.ki dünya gizem leriyleilişkili töreler ve inançlar- korunmasındaki dayanıklılık, hem de bunlara an-
tikçağdan modernite öncesi döneme gelinceye dek sürekli yeni değerler yüklenmesi
dikkate alınmalıdır.
Tarihöncesi Unsurların Kalıcılığı- Keltlerin Avrupa’nın eski tarihi içindeki
etkisi kendini en az iki yüzyıl boyunca, yani MÖ V. yüzyılda Kuzey İtalya’nın fet-
hinden (Roma y. MÖ 390’da kuşatıldı) y. MÖ 279’da Delphoi’deki Apollon
tapınağının yağmalanmasına kadar, hissettirdi. Kısa bir süre sonra, Keltlerin tarih-
sel yazgısı mühürlendi: Cermen kabilelerinin genişlemesiyle Roma’nın baskısı
arasında kalan Keltlerin gücü sürekli geriledi. Ama Keltler çok zengin ve yaratıcı
bir öntarihin mirasçısıydı. Hemen aşağıda göreceğimiz gibi, arkeolojinin sağladığı
bilgiler Kelt dininin anlaşılmasında büyük önem taşır.
Romalıların vasat mitolojik imgelemi ve metafizik karşısındaki umursamaz
tavırları, gördüğümüz gibi, somuta, özele, şimdi ve burada olana karşı gösterdik-
leri tutkulu ilgiyle telafi edilmiştir. Roma dinsel dehası pragmatizmiyle, istenen
sonucu alma yönündeki arayışıyla ve aile, gens, vatan gibi özellikle de organik
toplulukların kutsallaştırılması ile sivrilir.
Romalılar ile Sabinler arasındaki savaş konusunda, Dumezil lskandinav
mitolojisinin ana olaylarından biriyle, özellikle de iki tanrısal halk, Aslar ve Vanlar
arasındaki çatışmayla olan şaşırtıcı simetriye dikkat çeker. Birinciler Odin ve
Thor’un çevresinde toplanmıştır.
Bu mitolojik rivayetin, ilk tarihçiler tarafından kayda geçirilmeden önceki za-
mandizinini ve uğradığı değişiklikleri saptamak güçtür. Arkaik niteliği tartışma
götürmezdir ve Hint-Avrupa kozmogonileriyle bazı benzerlikleri ortaya kon-
muştur.4
Romulus ve Kurban Edilen Maktul- Eski tarihçilere göre, Roma MÖ
754’e doğru kurulmuştu; arkeolojik buluntular bu rivayetin geçerliliğini doğrula-
maktadır: Urbs sit alanında MÖ VIII. yüzyılın ortasından itibaren ikamet edilmeye
başlanmıştı. Roma’nın kuruluş miti ve ilk kralların efsaneleri Roma dininin anla-
şılması için çok önemlidir, ama bu mitolojik toplam bazı etnografik ve toplumsal
gerçeklikleri de yansıtmaktadır. Roma’nın doğuşu öncesinde yaşanan masalsı olay-
lar şunları ortaya koymaktadır
Budha, öğretisini sistemleştirmeye asla ya-
naşmadı. Yalnızca felsefi sorunlarla ilgili konuşmayı reddetmekle kalmadı, öğretisi-
nin birçok temel noktası, örneğin nirvanaya ulaşan kutsal kişinin yaşayış düzeni
hakkında da görüşlerini açıklamadı. Bu suskunluk, çok erken dönemlerden itibaren
farklı yorumlara olanak tamdı ve daha sonra da çeşitli okulların ve mezheplerin or-
taya çıkmasına yol açtı. Budha’nın öğretisinin sözlü olarak nakledilmesi ve Yasanın
yazıya geçirilmesi birçok sorunu gündeme getirmiştir ve bir gün bunların tatmin
edici bir biçimde çözüleceğini ummak boşuna olur. Ama Budha’nın gerçek
çağrı sım bütünlüğü içinde yeniden oluşturmak olanaksız görünse de, en eski me-
tinlerin bile onun selamet öğretisini köklü değişimlere uğramış bir halde sunduğu
sonucuna varmak da abartılı bir yaklaşımdı
Caynacılık, Budizmden farklı olarak, Mahavira’nın tebliğiyle başlamamıştır.
Mahavira, mucizevi bir dizi Tirthamkara’nın (tam karşılığı geçit yapanlar, başka
bir deyişle yol açıcılar, selamet habercileri ) sonuncusuydu.
Gotama adını (ailesinin Sakya kabilesi içindeki adı) alıp gezgin bir çileci olur ve
Vaisali’ye (Pali dilinde: Vesali) yönelir. Orada Brahmancı bir üstat olan Arada Kala-
ma bir tür klasik çağ öncesi Samkhya öğretmektedir. Bu öğretiyi çok çabuk beller,
fakat onu yetersiz bulduğu için, Arada’yı terk edip Magadha’nın başkenti Racagrha’­
ya gider. Genç çileciden çok etkilenen kral Bimbisara, ona krallığının yarısını teklif
eder, ama Gotama bu baştan çıkarıcı öneriyi reddeder ve bir diğer üstadın, Udraka­
‘nın öğrencisi olur. Udraka’nın öğrettiği yoga tekniklerinde de aynı kolaylıkla usta-
laşır, ama tatmin olmayarak onu da terk eder ve peşinde beş müridiyle Gaya’ya
yönelir. Felsefe ve yoga konularındaki çıraklığı bir yıl sürmüştür.
Küçük bir kral olan Suddhodana ile onun ilk eşi Maya’nın
oğluydu; onaltı yaşında evlendi, yirmidokuz yaşında saraydan ayrıldı, yüce ve tam
Uyanış a MÖ 523’ün nisan veya mayısında (veya MÖ 532) erişti ve hayatının geri
kalanında çağrısını yaydıktan sonra, MÖ 478’in (veya MÖ 487) kasım ayında, 80
yaşında son nefesini verdi.
Onun tebliği insanların
kurtuluşunu amaçlar. Bu soteriyolojik çağrıyı bir din haline getiren ve tarihsel
Siddharta kişiliğini oldukça erken bir dönemde tanrısal bir Varlığa dönüştüren de,
onun bu kurtarıcılık ünüdür. Budist din :ilimlerinin teolojik spekülasyonlarına ve
masalsılaştırma çabalarına, Budha’yı mitsel bir kişilik veya bir güneş simgesi ola-
rak gören Avrupa kaynaklı kimi yorumlara karşın, bu kişiliğin tarihselliğini inkôr
etmek için bir neden yoktur
Budizm, kurucusunun kendini ne tanrının bir peygamberi,
ne de onun temsilcisi ilan ettiği, üstelik Tanrı-Yüce Varlık düşüncesini bile redde-
den tek dindir. Ama o kendisinin Uyanmış (budha) olduğunu söyler ve bu nokta-
dan hareketle ruhani rehber ve üstat olduğunu ileri sürer
Dünyadan elini etegini çekmek, malından, mülkünden ve
hırslarından arınmak, köklü bir inzivaya çekilmek. Zaten yalnızca insan acı çekmez;
acı kozmik bir gerekliliktir. Sırf zaman içinde var olma, bir vadesi olma olgusu
bile acıya yol açar. lnsan, tanrılar ve hayvanlardan farklı olarak, kendi varoluş hali-
ni fiilen aşma olanagına sahiptir.
felsefesi ya da dinsel çagnsı umutsuzluk içine düşmez. Tam tersine acı nın
bir varoluş yasası olarak ilan edilmesi, selametin olmazsa olmaz koşulu diye kabul
edilebilir; o halde bu evrensel acı olumlu, harekete geçirici bir deger de içermekte-
dir. Bilgeye ve çileciye, özgürlüge ve mutluluga ulaşmanın bir tek yolu oldugunu
durmaksızın hatırlatır:
Ve en eski. Samkhya eserinin yazan Isvarakrişna, bu felsefe-
nin temelinde insanın üç acının azabından kurtulma isteginin yattıgını belirtir:
Göksel sefalet (tanrılar yol açar); yeryüzü sefaleti (doga neden olur) ve iç ya da or-
ganik sefalet.
Hindistan’ın Arileşmesi ve Hindulaşması, hem Upanişadlar çagı çilecilerinin,
hem de özellikle Gotama Budha’nın tebliginin kanıtladıgı derin krizler sırasında
gerçekleşmiştir. Gerçekten de Upanişadlar’dan sonra dinsel seçkinlerin ufku kökten
degişmişti. Budha, Her şey acıdır, her şey geçicidir! diye ilan etmişti. Upanişad-
lar sonrası çagın bütün dinsel düşüncesinin izlegidir bu görüştür. ögretiler ve
spekülasyonlar, meditasyon yöntemleri ve soteriyolojik teknikler varlık nedenlerini
bu evrensel acıda bulur; çünkü insanı acı dan kurtardıkları oranda deger ka-
zanırlar. lnsan deneyimi, hangi türde olursa olsun, acı üretir.
Birçok düzeyde (mitoloji, ritüel, teoloji vb)
kurulan benzeştirmeler yoluyla, Brahmancı olmayan dinsel yapı bütünleri deyim
yerindeyse ortak bir paydaya indirgendi ve sonunda ortodoks Hinduizm tarafından
yutuldu. Hinduizmin, yerel ve popüler tanrıları kendi bünyesinde eritmesi, hala
güncelliğini koruyan bir olgudur

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir