Carl Gustav Jung kitaplarından Din ve Psikoloji kitap alıntıları sizlerle…
Din ve Psikoloji Kitap Alıntıları
Tek söyleyebileceğiniz, hiç böyle bir deneyim yaşamadığınızdır, karşınızdaki de şunu söyler : “Ama, ben yaşadım.”
Ruha, Merkür dediler; Merkür kimyasal olarak civaydı, felsefe açısından ise vahiy tanrısı olan Hermes’ti ve Hermes Trisme-gistos olarak da simyanın başotoritesiydi.
Nietzsche kadar dindar ve duyarlı kişilikler çok fazla olmadığı için, insanlığın geri kalan kısmı kendini mutlu saymalı. Eğer sıradan kişiler tanrı fikrini kaybederlerse bir şey olmaz -en azından hemen ve kişisel bazda. Fakat, sosyal açıdan bakıldığında, kitleler salgın halinde akıl hastalıkları geçirmeye başlar. Şimdilerde bu salgınlardan oldukça çok sayıda görüyoruz.
Nietzsche ateist değildi, ama tanrısı ölmüştü.
“ Kendinle hemen anlaş, henüz kendinle birlikteyken.”
Ne yazık ki, insanoğlu, bir bütün olarak bakıldığında, düşündüğünden ya da istediğinden daha az iyidir.
Ahlaklı olma, tıpkı zeka gibi, bir hediyeye benzer.
Ahlaklılık, ona doğal olarak sahip olmayan bir sistemin içine pompalanacak bir şey değildir, fakat sahip olunduğunda bozulabilir ve şekil değiştirebilir.
Ahlaklılık, ona doğal olarak sahip olmayan bir sistemin içine pompalanacak bir şey değildir, fakat sahip olunduğunda bozulabilir ve şekil değiştirebilir.
Ne yazık ki, modern çağdayız
Aslında vicdan, ve özellikle de rahatsız bir vicdan, cennetin bir hediyesi olabilir; eğer özeleştiri amacıyla kullanılırsa gerçek bir lütuftur.
Protestan, tanrıyla başbaşa bırakılmıştır. Ne günah çıkarma vardır, ne günahların kilisece affı, ne de herhangi bir günah bağışlatma olasılığı vardır.
Tek tek kişiler, görevlerini titiz şekilde yerine getiren ve orta halli bir yaşam sürdüren, alçak gönüllü ve önemsiz bilinçlerden başka bir şey olmadıklarına körü körüne inanmaya başladıklarından beri, hiç kimse şunun farkında değildir: devlet veya millet denilen akılcı örgüt, görünüşte kişisel olmayan, sezilemez ve kimse ve hiçbir şey tarafından kontrol edilmeyen, fakat müthiş bir güç tarafından yönetilmektedir.
Ve her şey mahvolup da tarif edilemez bir yıkım cehennemi ortaya çıktığında, hiç kimse sorumluluğu üstlenmez.
Dünyamızı korku ve tedirginlik dalgaları kaplamıştır.
insanoğlu aklını amaca dönük bir etkinlik olarak kullanmayı henüz öğrenmeden önce dogmalar zaten vardı. İnsan düşünce üretmeyi öğrenmeden önce, düşünce kendisine gelmişti.
İnsanoğlu düşünmedi ama akıl işlevinin farkına vardı.
Eğer elimde olsaydı, inancımı asla söylemezdim.
Tanrıya sözlerle yaklaşılamaz.
Kendini Tanrının unsuru olarak hisseden herkes içeri girebilir.
“Bilmiyorum”, çünkü gerçekten bilmiyorum.
Sıradan bir duygulanma bile, önemli ölçüde bilinç kaybına neden olabilir.
İlk başlarda bilinçlilik çok tehlikeli bir şey sayılmış olmalı.
Hastamız, aklının ve zekasının gücüyle dünyaya bir düzen getiren, ya da, her zaman getirecek olan bir düşünürdür.
Aslına bakılırsa, biz her zaman bir volkan üzerinde yaşıyoruz ve bu volkanın patlayarak çevresini yakıp yıkma olasılığına karşı, bildiğimiz kadarıyla, yapabileceğimiz bir şey yoktur.
İnsanlar genellikle kendilerine ezici gelen, kendilerini aşan şeylerden korkar. Fakat bir insanda, kendinden daha güçlü olan bir şey var mıdır?
İnsanlar kendi ruhlarıyla yüzleşmekten kaçınmak için ne kadar saçma olursa olsun her şeyi yapacaklardır. Aydınlanma ışık figürlerini hayal ederek değil, karanlığı bilinçlendirerek olur.
Nietzsche kadar dindar ve duyarlı kişilikler çok fazla olmadığı için, insanlığın geri kalan kısmı kendini mutlu saymalı.
Nietzsche eski yazıtları kırarken çok bilinçli ve sorumlu davranmıştı.
ilk misyonerler eski tanrılara savaş açmak suretiyle yeni bir tanrıya hizmet etmenin bilincinde olmalarına rağmen, çağdaş ikonoklastlar, eski değerleri kimin adına yıktıklarını bilmiyorlar.
Tanrılar önceleri insanüstü güçlere ve güzelliklere sahip olarak karla kaplı dağların tepelerinde veya mağaraların karanlıklarında, ormanlarda ve denizlerde yaşıyordu.
“Rüya, kendinin yorumudur.”
“Cennetin efendisi bizim içimizdedir.”
İtikadlar, inançlar, ilk dini deneyimlerin belirli kalıplara sokularak kurallara bağlanmış ve dogma haline getirilmiş biçimleridir.
Sen hayallerin peşinden koşarken, hayatın sessizce senden aldıklarıdır kader.
çoğu kişi, psikoloji konusundaki her şeyi bildiğini sanmaktadır, çünkü onlara göre psikoloji, kendilerine ilişkin bilgilerin toplamından başka bir şey değildir.
“deneyim” bir sindirme işlemidir ve bu işlem olmazsa anlama süreci gerçekleşemez.
insan aklının en eski ve en yaygın uğraşlarından biridir.
Kendinle hemen anlaş,henüz kendinle birlikteyken.
Rüyanın, göründüğünden başka bir şey olduğu varsayımından kuşku duyuyorum.
Gerçekten de, insanoğlunun şimdiye kadar keşfettiği tüm argümanlar (deliller), rüyaların belirsizlik içeren niteliklerine karşı kullanılmıştır.
Çok iyi bildiğimiz gibi, riski göze almadan bir şey elde edilemez.
Makul yollarla başedilemeyen, karşı koyulamayan güçler, nevrozla yola getirilebilir. Değindiğimiz kanser vakası, insan aklının ve zekasının, apaçık saçmalıklar karşısında ne kadar yetersiz kaldığını açıkça göstermektedir.
İnsanlar kusuru daima dış güçlere atmaya eğilimlidir, fakat var olmayan bir şey de harekete geçirilemez.
Bence, insan psike’sini sadece kişiyi ilgilendiren bir konu olarak ele almak ve tümüyle kişisel bir bakış açısıyla açıklamak ölümcül bir hatadır.
Gerçekten de, bilinçdışı akıldaki kişisel olmayan güçlerden korkmamıza yetecek kadar neden vardır.
Bilinç, bastırma (repression) yoluyla komplekslerden kurtulmayı tercih ettiği için, komplekslerin çoğu bilinçten ayrılıp koparlar. Fakat, daha önce bilinçte hiç yer almamış kompleksler de vardır ve bu tür olanlar hiç bir zaman isteğe bağlı olarak bilinç dışına çıkarılamaz.
Kompleks, sanki egonun isteklerine müdahale edebilen bağımsız bir varlıktır. Gerçekten de kompleksler, kendi düşünsel hayatları bulunan ikincil ya da kısmi kişilikler gibi davranır.
Bana göre, bu kişilerdeki kanser düşüncesi, aslında kendiliğinden olan (spontane) bir gelişmedir ve psike’nin bilinçten farklı bir kısmında ortaya çıkmıştır. Bu düşünce, bilince tecavüz eden özerk bir gelişme gibi görünmektedir.
Aklımız kendi varoluş biçimini kavrayamaz , çünkü kendi dışında bir Arşimed noktası yoktur, buna rağmen varolan bir şeydir. Psike vardır, hatta varoluşun kendisidir.
Öte yandan şurası da kuşku götürmez ki, nevrozların gerçek nedeni psikolojiktir.
Bizim her zaman maddeci bir açıdan oluşturduğumuz psi-ke kavramı, nevrotik vakalarda ne yazık ki faydalı olmamaktadır
Birey nevrotik olduğu sürede, kendine güvenini kaybeder. Nevroz, insan için alçaltıcı bir yenilgidir ve kendi psikolojisinin tam olarak bilincinde olmayan kişilerce böyle anlaşılmaktadır.
Fakat bir insanda, kendinden daha güçlü olan bir şey var mıdır?
Her nevroz (sinirce) bireyin en özel hayatıyla ilgili olduğu için, tedavi sırasında bir hasta kendini marazi (hastalıklı) duruma sokan ilk koşulları ve komplikasyonları tümüyle anlatırken hep bazı tereddütler yaşanacaktır. Peki, hasta niçin serbestçe konuşamaz? Niçin korkak, çekingen ve aşırı titiz davranır? Bunun nedeni, bireyin, kamuoyu veya saygınlık veya şöhret denilen burumların önemli elemanlarını oluşturan bazı dışsal faktörlere “dikkatle uymakta” oluşudur.
Bir doktor ve sinir ve akıl hastalıkları uzmanı olarak benim hareket noktam, itikad, inanç değil, dinsel insanın, yani kendisine ve kendisi aracılığıyla da genel konumuna etki eden belirli faktörleri dikkate alıp gözeten insanın psikolojisidir.
Bir psikolog, bilimsel bir tavır sergilediği sürece, her inancın kendini tek ve ebedi gerçek olarak görme savını kulak ardı ölmelidir.
İtikadlar, inançlar, ilk dini deneyimlerin belirli kalıplara sokularak kurallara bağlanmış ve dogma haline getirilmiş biçimleridir. (3) Deneyimin, yaşantının içeriği kutsanmıştır.
Eğitimli insanların çok büyük çoğunluğunun parçalanmış kişilikler olduğu ve gerçek iyiler yerine bu iyilerin ikamelerine sahip oldukları doğrudur.
Kollektif güçlerin bireyin karakterinde meydana getirdiği değişiklikler şaşırtıcı boyuttadır. Yumuşak ve makul biri, manyak ya da vahşi bir canavara dönüştürülebilir. İnsanlar kusuru daima dış güçlere atmaya eğilimlidir, fakat var olmayan bir şey de harekete geçirilemez.
Bir nevrozu tedavi eden şey, nevroz kadar ikna edici olmalıdır; nevroz son derece gerçek bir şey olduğu için, nevroza yardımcı olacak deneyim de eşdeğer gerçeklikte olmalıdır.
Din en yüksek yada en güçlü noktasına ulaşmış ilişkidir. Bu ilişki olumlu da olabilir olumsuz da.
Ahlaklı olma, tıpkı zeka gibi, bir hediyeye benzer.
Hatta, içeriği ne olursa olsun, dinsel deneyim, en çok değer verilen deneyim türü olarak tanımlanabilir.
Aslında vicdan, ve özellikle de rahatsız bir vicdan, cennetin bir hediyesi olabilir; eğer özeleştiri amacıyla kullanılırsa gerçek bir lütuftur.
Dogma rüya gibidir, nesnel psikenin, bilinçdışının ihtiyari ve özerk faaliyetlerini yansıtır.
Oysa din, hayatın, yani her iki tarafı da içeren bir hayatın bütünlüğünün meyvasıdır ve en ileri noktasıdır.
Rüyaların tamamiyle olumlu, yada tümüyle olumsuz olması enderdir.
Animanın erkek bedeninde azınlıkta kalan dişi genlerin psişik temsilcisi olduğu sanılmaktadır.
Ortaya çıkan gerçek, bilinçdışına ağırlık veren hipotez lehindeyse, rüyalar, bilinçdışı aklın olası dinsel eğilimlerine ilişkin bilgi kaynağı olarak kullanılabilir.
Sayılamayacak kadar çok tabular, güçlükle ve korkuyla gözetilip korunan, sınırları belirlenmiş psişik alanlardır.