İçeriğe geç

Din ve Cinsellik Kitap Alıntıları – Turan Dursun

Turan Dursun kitaplarından Din ve Cinsellik kitap alıntıları sizlerle…

Din ve Cinsellik Kitap Alıntıları

Cennet, bilinmeyenin reklam bölümüdür.
Yöneticiler kendi çıkarlarını sağlamak için, bireylerin Tanrı inançlarını kurallara bağlayarak sömürmüşlerdir. Din kitaplarının nedeni korku kökenli inançları, tek sisteme bağlayarak toplumda ortak bir bilinç oluşturmaktır.
Kadın potansiyel suçludur. Kolay mı? İnsanın cennetten kovulmasına neden olan bir suç işlemiştir. Yasak meyveyi hem kendisi yemiş, hem de Âdem’e yedirmiştir.
Çünkü korkuya dayalı ahlak olmazdı
Ancak toplumun aydınlanması ve uyanması demek sömürücülerin kaynaklarının kuruması demekti.
Oğlancılık günahını işledikleri için Tanrı, Lut toplumunu yok etti. İyi ama günah işlenegeldiğine göre, niye bir şey olmuyor? Yani Lut toplumunun günahını işleyen başka toplumları neden yok etmiyor Tanrı? Tanrı’nın Lut toplumunu yok etmesi, bu tür günahı işleyen başka toplumların yaşamalarına neden izin verilmiştir? Üstelik Papa lar bile aynı günahı işlerken?
Atatürk, Türk tarihinin ana hatları isimli kitabın müsveddelerini okuyarak düzeltmeler yapmıştır. Tek Tanrının icadını, Emperyalizm’in başlangıcı olarak yazmıştır. Bu not yeni basılan yapıtta yoktur.
İbn Haldun, Tevrat’ın değiştirilmiş olamayacağı yolundaki görüşünü Maide Suresinin 43. Ayetinde açıkça kanıtlandığını yazarak belirtmiştir.
Hemen bütün mitolojilerde ilk erkek ve ilk kadın tasarımı vardır. Örneğin Hititlerin tanrıçası Hepa, Yunanlılarda Niobe, İskandinavların Embla’sı birer çeşit Havva’dırlar.
İnsanları mutlu edecek yegane vasıta (tek yöntem), onları birbirlerine yaklaştırarak, onlara birbirlerini sevdirerek, karşılıklı maddi ve manevi (nesnel ve tinsel) ihtiyaçlarını sağlamaya yarayan hareket ve enerjidir.
Günümüz dinlerinin başladığı, Musa’dan hareketle, yaklaşık MÖ 1200’lerde Musevilik; sıfırıncı yılda doğduğu varsayılan İsa’dan Hristiyanlık; İsa’dan sonra 7.yüzyılda çıkan Muhammed’in kurduğu islamiyetle erkek Tanrı sayısı, her üç dinde ortak görüş olarak, teke indirildi.
İlkel insan kümelerinde, ata korkusu ve nihayet, büyük kabile ve kavimlerde ata korkusu yerine geçen Allah korkusu, insanların kafalarında sayısız yasaklar yaratmıştır. Yasaklar ve hurafeler üzerine kurulan birçok adetler ve gelenekler insanları düşünce ve harekette çok bağlamıştır. O kadar ki, kişisel düşünce ve hareket özgürlüğü gibi bir hak kavramı bilinememiştir.
İnsanın özgürlük alanlarını kısıtlayan en önemli öğe, ilk çağlardan itibaren, doğa güçlerine duyulan korkuları kutsallaştırmalarıdır.
Tanrıçalar dönemini kapatmak için Tanrıya yeni bir cinsiyet veriliyor; erkekleştiriliyordu.
İlk sömürgecilik, Güneş+Firavun=Tanrı denklemi oluşturularak Emperyalizm yaratıldı.
Masum ve cahil insanları, yüzlerce Allaha taptırmak veya Allahları belli gruplarda toplamak ve en nihayet bir Allah kabul ettirmek, siyasetin doğurduğu neticelerdir
Zaman içinde güneş, fırtına, yerine göre ağaç, toprak, ay ya da yıldız; kısaca ulaşamadıkları, anlamlandıramadıkları olaylara, insanlara zarar veren ne varsa toplumlarca kutsallaştırıldı.
Ölüm ekonomik, psikolojik, sosyal bir olgu; korkutucu bir olaydı.
Akıllı insan bir kültür ürünüdür. Bireyi insanlaştıran kültürüdür. Kültür, başka kültürlerle karşılaşınca etkilenerek, değişime uğrar. Kültür değişimi evrensel, kaçınılması olanaksız bir olgudur Bu tanımıyla değişim tümüyle toplum içindeki insana özgüdür. Değişim canlıdır; gelişir, büyür, etkiler ve etkilenir. Hareketlidir; göç eder, gezer, dolaşır, atlar, zıplar, koşar, yorulur, uyur, dinlenir
Hayvanlar aleminin bir üyesi olan insan, primat takımının, alt takımı olan, simian grubuna mensup, homonidis ailesinden, homogenusu kökenlidir. Bugün yer küresi üzerinde yaşayan insanların tümü ise homo sapiens olup, dişisi ve erkeği ile akıllı insan olarak adlandırılırlar.
İnsan dediğimiz varlık, çevremizi sarmalayan tüm dünya ve evreni anlamlandırarak, adlandıran tek canlıdır. Etrafımızı çevreleyen biyolojik, fiziksel ve kültürel yapılanmaların tümünü, yaşama geçiren insandır. İnsanın olmaması halinde ne ağaç, ne orman, ne dere, ne deniz, ne hava, ne su, kısaca ne yaratan, ne de yaratılan vardır.
Eskiden insanoğulları bu dünyada,
Dertlerden, kaygılardan uzak yaşarlardı,
Bilmezlerdi ölüm getiren hastalıkları.
Pandora açınca kutunun kapağını,
Dağıttı insanlara acıları, dertleri.
Bir tek, umut kaldı dışarı çıkmadık kapağı açılan dert kutusundan.
Umut tam çıkacakken, pandora kapamıştı kapağı,
Böyle istemişti bulutlar devşiren Zeus.
O gün bu gündür insanların başı dertte:
Toprak belâ doludur, deniz belâ dolu,
Geceler dert doludur, gündüzler dert dolu.
Belâlar başıboş dolaşır sessizce,
Ölümlerin çevresinde.
Derin düşünceli Zeus ses vermedi onlara,
Sessizce gelişlerini duymasın diye insanlar,
Görüyorsun ya Zeus’un dilediğine karşı konmaz.
Çapkınlık , kutsal kişilere ve peygamberlere yasak değildir!
Oğlancılık günahını işledikleri için Tanrı, Lut toplumunu yok etti. İyi ama aynı günah işlenegeldiğine göre, niye bir şey olmuyor? Yani Lut toplumunun günahını işleyen başka toplumları neden yok etmiyor Tanrı? Tanrı’nın Lut toplumunu yok etmesi, bu tür günahı işleyenlerin kökünü kazıma amacıyla olmuşsa, aynı günahı işleyen başka toplumların yaşamlarına neden izin verilmiştir? Üstelik papa lar bile aynı günahı işlerken?
Çünkü korkuya dayalı ahlak olmazdı.
Şuna da kaniim ki (inanıyorum ki), eğer devamlı barış isteniyorsa, kütlelerin vaziyetlerini iyileştirecek, uluslararası önlemler alınmalıdır. İnsanlığın tümünün birden, refahı açlık ve baskının yerine geçmelidir. Dünya vatandaşları,
haset (çekememezlik), açgözlülük ve kinden uzaklaşacak şekilde eğitilmelidirler.
Atatürk’ün laik (dışdinsaltçı, şeriatı dışlayan) devrimi, Tanrı’yı korkuyla değil sevgiyle kucaklayan bir sistemdir ve barış kökenlidir. Bireyler bulundukları ortamda, doğal ve temel haklarını eşit olarak kullanan insanlar olarak yaşam sürdürürler. Barış uygulaması yurt içinde başlayarak yeryüzüne yayılmalıdır. Bunu gerçekleştirmenin bir yolu yordamı vardır. Önce ulusta ”toplumsal güvenliği sağlamak gerekir, başlangıcı insanların arasında bağlılık ve dayanışma düşüncesinin geliştirilmesine dayanır. Bu dayanışma ve bağlılık tarikat, mezhep, din kökenli değil, ulusalcı olmalıdır.
Dünya uluslarının geleceğini kutsal kitaplar bağımlısı kurallar değil, insanlığı yüceltmeyi amaçlayan düşünce sistemleri belirleyecektir. insanlığı kurtaracak olan yine insandır.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk bu amaçla bir proje hazırlamıştır. izleyelim:
”Efendiler yaptığımız ve yapmakta olduğumuz devrimlerin amacı Türkiye Cumhuriyeti halkını, bütünüyle çağdaş ve tüm anlam ve görünümüyle uygar bir toplumsal kurum konumuna ulaştırmaktır. Devrimlerimizin asıl ilkesi budur. Bu gerçeği kabul edemeyen zihniyetleri tarumar etmek zorunludur. Bugüne değin ulusun beynini paslandıran, uyuşturanlar bu zihniyette bulunanlar olmuştur. Her halde zihniyetlerde yaşayan boş inançlar (hurafeler) tümüyle
çıkartılacaktır. Onlar çıkarılmadıkça, dimağa gerçeğin nurlarını sokabilmek olanaksızdır. ”
Osmanlı’yı çökerten, Tanrıya olan inanç ya da inançsızlık değildir. Ümmette oluşan zihniyettir. Bu sözcüğün* dilimizdeki karşılığı, düşünsel doku’’dur. Toplumlarda düşünsel dokuyu,
içinde yaşanılan kültürel yapı oluşturur. imparatorluktan başlayarak, Osmanlı’da ümmetin kültür dokusu şeriat kurallarıyla tutsak edilmiştir. Çağın gereklerine uygun bilimsel bulgulara
katkı sağlayıcı çalışmalar başlatılmamıştır bile. Teknoloji yerine, şeriatın Yahudi ve Hıristiyan inancından üstün olduğu üzerinde çalışılmıştır. İşgal ettiği ülkeleri kendi kültürel baskısı altına
alacağına, şeriatın buyruğunu uygulamayı yeğlemiştir. Yüzlerce yıl önceki kurala göre yenilen devletten sadece vergi almakla yetinilmiştir. İşgal edilen ülkeleri sömürgeleştirmek, ekonomik ve endüstriyel yönden yararlanma yoluna gidilmemiştir. Anadolu’da erkekleri sadece savaşta asker kaynağı olarak kullanmıştır. Kadınları da erkeklerin tarlası olarak görmüşlerdi. ’’İyiyi ve
kötüyü bilmek’’ yasağının potansiyel suçlusu kadın, sadece cinsel açıdan ve biyolojik yönden düşünülmüştür. Çocuklara Türk toplumlarının genlerinden gelen ulusal bağlılık ve dayanışma duygusu, yurt ve ulusseverliği, diğerkam yaşam biçimi unutturulmuştur. Bunların yerini şeriat kökenli mezhep ve tarikatçılık almıştır.
Evrensel boyutlarda barışseverlik, akla bile getirilmemiştir. Ulusal cılığa dayalı koruyucu bir sevgi, asla yaşanmamıştır
Türklerde kadına karşı olumsuz değişiklikler Selçuklu hükümdarı Melikşah‘ın veziri Nizamülmülk’le başlar. Koyu bir şeriatçı ve kadın düşmanı olan Nizam, kadın haklarına karşı çok ünlü ve katı kurallar koymuştur. Siyasetname adlı yapıtında açıkladığı bu düşüncelerinde,
Muhammed’in hadisleri ile Kur’an ayetlerinin etkisi altındadır. Melikşah’ın toplumsal ve askeri konularda bile, eşi Türkan Hatun‘a danıştığını biliyoruz. Melikşah’ın kendisi yerine eşi Türkan Hatun‘a danışmasını hiçbir şekilde çekemeyen Nizamülmülk, bu Türk devletini yıkmak için şeriata başvurmuştur. İslamiyet’i yeni kabul etmiş olan Selçuklu Türkleri, Müslümanlık kurallarını
Nizamülmülk’ten öğreniyor olmalıydılar. Vezir, hükümetin ve devletin yönetiminde şeriat uygularken Peygamber Muhammed‘in yolunda olduğunu söylüyordu.
Jean-Gabriel Mancini’nin dediği gibi ”fuhuş ” bir zamanlar ”dinsel ” bir nitelik bile almış ve bir kutsal fuhuş un bile sözü edilmişti. Richard Lewinshon, kitabında bu konuya ilişkin olarak
şu bilgileri verir: MÖ üç bin yıllarında, insanın o güne dek eriştiği en ileri uygarlıkların beşiği olan doğu imparatorluklarında almış yürümüştü (fuhuş). Her yerde bir kamu kuruluşu olarak
tapınağa bağlıydı, tapınaklar, gelirlerinin bir bölümünü böyle bağlarlardı. Her yerde bu ticarete kadın da katılıyordu erkek de. Fahişelerin, Tanrıların hizmetkârları olarak iş görmeleri ve çağlarındaki yazıların onlara ‘kutsal’ demesi,
yaptıkları işin gerçek niteliğini değiştirmez.
Orhan Hançerlioğlu şunları yazar:
”Hemen bütün mitolojilerde ilk erkek ve ilk kadın tasarımı vardır. Örneğin Hititlerin tanrıçası Hepa, Yunanlılarda Niobe, İskandinavların Embla’sı birer çeşit Havva’dırlar.’
Parayı bastıran, günahkâr da olsa cennetlikti. Parası olanlar kuyruğa girmiş olmalılar. Fakir fukara için, İslama öykünen bir yöntem bulundu, Din yolunda savaşta ölürsen yerin cennettir dediler. Kendisini günahkâr sayan fakirlere cennetin anahtarı olarak Haçlı Seferlerine katılmaları önerildi. İslam’ın Avrupa sınırlarına kadar gelebilmesinin gizi, bu düşünceye dayanıyor olmalıydı. Hıristiyanlık, İslam’daki bu inancı, belki ilk kez Haçlı Seferi’nde uyguluyordu. Kim bilir? Papa bilir, ruhban bilir Bir de Uygarlık Tarihi bilirdi.
Din adamları görevleri icabı Tanrı adına her türlü yalanı söyler ve söyletebilirlerdi. Bir haber uyduruldu acele: Kiliselerde cennetin anahtarları satışa çıkarılmıştır.
Toplumların başına geçebilen adamlar, toplumu Allah adına yönetirlerdi. Her türlü hak ve yetki onlardaydı. Bireyin hakkı, özgürlüğü söz konusu değildi.
Bilge kadınların en önemli buluşları hayvanların evcilleştirilmesiydi. Neolitik Çağ bu koşullar altında başladı diyebiliriz. Yine bu çağda kadın, tarımı kolaylaştıracak bir araç da buldu: Çapa. Çapanın bulunuşunu Gordon Childe bir devrim olarak değerlendiriyor. Childe’a göre: Yeryüzünde Endüstri ve Fransız Büyük İhtilali’nden önceki en büyük devrim çapanın bulunuşudur. 34 Orta Neolitik Çağ’da (MÖ 6.000-3.000) ikinci bir devrim daha gerçekleşti. Kadınlar evcilleştirdikleri hayvanları tarımda kullanmaya başladılar.
Ahzab Suresi’nin bu ayeti,
Hz.    Muhammed’in,  oğulluğu    Zeyd’in
karısı Zeyneb’i sevip aldığı zaman ortaya çıkar dedikodu ları kapatma ve bunun da Tanrı’nın yasası gereği (sünnetullah) olduğu anlatma amacına yöneliktir. Yani Davud Peygamber ve başkaları, aldıkları karıları nasıl Tanrı’nın yasası gereği aldılarsa Muhammed de aynı yasanın gereği olarak almıştır Zeyd’in karısını. Muhammed, çok karı alırken eski peygamberlerin uydukları yasaya uymuştur. Onun için kınanmaması gerekir demek isteniyor.
Davut Peygamber de birçok peygamber gibi tek kadınla kalmayıp birçok kadınla ilişki kurmuştur. Kimi Kur’an yorumcularına göre, Davud Peygamber’in 100 karısı, 300 de cariyesi vardı.
Eskiden insanoğulları bu dünyada,
Dertlerden, kaygılardan uzak yaşarlardı,
Bilmezlerdi ölüm getiren hastalıkları.
Pandora açınca kutunun kapağını,
Dağıttı insanlara acıları, dertleri.
Pandora , Yunan mitolojisinde yer alır. Ama Azra Erhat’ın da yazdığına göre, Pandora ve Pandora efsanesi, Ortadoğu ve özellikle Sami kaynaklı olsa gerek.66 Tevrat’ta zaman zaman yer verilip işlenen Delila gibi şeytansı kadınların, daha başka deyişle kadın şeytanlıklarının önemle anlatılışı, Ortadoğu ve Sami kaynaklı metinlerde kadın a nasıl bakıldığını gösterir. Tevrat’ta ilk kadın ın, eşi Âdem in yasak meyveyi yemesine nasıl yol açtığı anlatılmıyor mu? Havva nın aldatıcılığı olmasaydı Âdem Baba , yasak meyveyi yiyip de cennetten kovulacak mıydı? Azra Erhat diyor ki: Pandora efsanesi ( ) Âdem’le Havva efsanesinin Yunan mitosuna aktarılmış bir kopyasına benzer. Kadını her türlü kötülüğün, her dert ve belanın başlangıcında görmek, Yunan görüşlerine pek uymaz. Nitekim, Hesiodos’tan sonra bu efsaneyi işleyen pek olmamıştır.
Özet:Peygamber İshak oğlu olan peygamber Yakub’a git dayının kızlarından birini al der.Peygamber Yakub dayısına gider ve orada çobanlık yapar. Dayısı Laban sen bana hizmet ettin hizmetine karşılık olarak ne istersin der?Peygamber Yakub durur mu  Rahel’i istiyorum 7 yılda çalışırım der.Laban, büyük olduğu için büyük kızı Lea’yi verir.Bunu ziffaf gecesi anlayan Yakub Lea’yle yatar.O sabah dayısına gider ve beni neden aldattın der.Dayısı da 7 yıl daha çalış sana Rahel’i de vereyim der.Peygamberimiz Yakub çalışır ve Rahel’i de alır.
Son olarak Rahel kısır olur ve Lea da doğurgan olur.

Rahel, ablasının sürekli çocuk doğurduğunu, kendisininse hiç çocuğu olmadığını düşünür, ablasını kıskanır, içini kocasına döker. Kocası çaresiz şu karşılığı verir: Ben ne yapabilirim? Döl yatağının meyvesini senden esirgeyen Rabbin yerinde miyim ben?
 O zaman Rahel kocasına şu öneride bulunur: İşte cariyem Bilha. Onun yanına gir. Gir de (gebe kalıp) dizlerimin üzerinde doğursun ve ondan çocuklarım olsun.

 Rahel böylece, cariyesini kocasına sunar, onunla cinsel ilişkide bulunmasını ister. Yakup kaçırır mı bu fırsatı? Girer Bilha’nın koynuna ve onu gebe bırakır:
  Ve Bilha gebe kaldı, Yakup’a bir oğul doğurdu. Ve Rahel dedi: Tanrı davamı gördü, sesimi işitip bana bir oğul verdi. Rahel bunun için çocuğun adını Dan (hükmetti) koydu. Ve Rahel’in cariyesi yine gebe kaldı, Yakup’a ikinci bir oğul doğurdu. Ve Rahel dedi: Kız kardeşimle büyük güreş yaptım, onu yendim. Rahel bu çocuğun adını da Naftali (güreşim) koydu.

 Rahel cariyesini kocasına sunar da, Lea durur mu? O da kendi cariyesi Zilpa’yı sunar Yakup’a.
Tabii Yakup’un yine canına minnet! Yakup, Zilpa’yla da yatar. Birkaç çocuk da Zilpa’ya doğurtur. Bundan da Lea mutlu olur. Lea birkaç kez de kendisi doğurur; daha önce doğurduklarından başka

 Neden sonra Tanrı Rahel’i de hatırlar . Rahel’in de bir çocuğu olur: Yusuf. Yani ünlü Yusuf Peygamber İleride Firavun’un kumandanlarından Mısırlı Polifar’ın güzel karısı
Zeliha’nın gönlünü tutuşturacak olan Yusuf

Tevrat’ta yazılı olduğuna göre, Lut Peygamber’in iki kızı, babalarına şarap içirerek onu sarhoş
etmişler, onunla cinsel ilişki kurmuşlar ve ondan, yani babaları Lut’tan gebe kalmışlardır.

İbni Hazm Tanrı’nın, kendi kızlarıyla art arda cinsel ilişkide bulunmak gibi çok çirkin bir iş i, kendi Peygamber’ine isnat etmiş olamayacağını yazar.

Demek ki karısı Sara nın (Sare’nin) güzelliği ve dişiliği olmasaydı, İbrahim Peygamber canını kurtaramayacaktı Firavun ve adamlarının elinden. Sara, güzelliği ve dişiliğiyle hem kocasının canını bağışlattı hem de kocasına birtakım olanaklar sağladı.
İyi ama Peygamber, ölümden kurtulma amacıyla bile olsa, nasıl yalan söyleyebilir? Daha önemlisi kendi kurtuluşu için karısının güzelliğini ve dişiliğini nasıl araç olarak kullanabilir? Yani İbrahim Peygamber bu yola nasıl gidebildi?
Ne var ki Firavun, sonradan gerçek durumu anladı. O yüzden de şöyle çıkıştı İbrahim’e: Bana bu yaptığın nedir? Bunun senin karın olduğunu bana niçin bildirmedin? Niçin ‘Bu benim kız kardeşimdir!’ dedin, ben de onu karı olarak aldım? İşte karın, al ve git!
Tufan efsanesi, kutsal kitaplara eski efsanelerden, özellikle Sümer efsanelerinden geçmiştir. Tevrat’ın kaleme alınışından en az 1.500 yıl ve miladdan 3.000 yıl önceki Sümer efsanelerindeki tufan öyküsü ile Tevrat’taki tufan öyküsünü karşılaştırdığınız zaman aşağı yukarı birbirinin aynı olduğunu görürsünüz. Tevrat yazarı ya da yazarları Tevrat’ı kaleme aldıkları zaman bu öyküyü biraz değiştirerek almışlardır. Aynı öykü biraz daha değişik biçimiyle Kur’an’da da geçmiştir.
Bu yoruma göre Âdem den önce de dünyamızda insanlara benzer akıllı yaratıklar vardı ve yaratıklar dünyamıza başka dünyalardan gelmişlerdi. Tevrat ta sözü edilen Âdem’in (Adamın) kızları yla çiftleşen Allah’ın oğulları bunlardı. İleride, Kur’an’ da Seks bölümünde görüleceği gibi Kur’an ayetlerinde de Âdem’den önce akıllı yaratıklar bulunduğunu kabul eder nitelikte anlatımlar yer alır; Dâniken’in yorumuna elverişli anlatımlar. Muhyiddin b. Arabi diyor ki: Rüyamda kendimi Kâbe’yi bir takım insanlarla birlikte tavaf ediyor gördüm. Bunlardan biri beni bilmediğim bir adla çağırdı. Sonra bana dedi ki, ben senin atalarındanım. ‘Ne vakit ölmüştün?’ dedim. 40 bin küsur yıl önce, dedi. Âdem’den bu yana o kadar yıl geçmedi ki, dedim. Şöyle karşılık verdi: Hangi Âdem’i soruyorsun? Sana yakın olandan mı, yoksa başkasından mı? Bunun üzerine Peygamberin şu hadisini hatırladım: Cenabı Hak, Âdem’den önce yüz bin Âdem yaratmıştı.
Kimi yorumculara göre, yasak meyve , Âdem ile Havva’nın cinsel ilişki leriydi. Neden yasaklandığına gelince: M. Sadeddin Evrin bu yasağı, eşlerin meşru evlilik ten önce birbirlerine dokunmamaları ve vücut arkadaşlığı ndan önce bir ruh arkadaşlığı sağlamak gereğine bağlıyor.
Ve Rab Allah dedi: Adamın yalnız olması iyi değildir; kendisine uygun bir yardımcı yapacağım.
Dünya uluslarının geleceğini kutsal kitaplar bağımlısı kurallar değil, insanlığı yüceltmeyi amaçlayan düşünce sistemleri belirleyecektir. insanlığı kurtaracak olan yine insandır
III. Osman zamanında kadınların sokağa çıkmaları haftada 4 güne indirilecek; IV. Mustafa ise bu özgürlüğü çok görüp sokağa hiç çıkamayacaklarını ferman edecektir. 1881’de Il. Abdülhamit’in bu konuda bir yasa çıkarttığı da
bilinmektedir. 1900 yılında kadınların, babaları veya oğulları ile dahi sokakta beraber dolaşamayacakları ” buyurulacaktır
Şeriatın anayasal güç kazanması, kadınlara da yansıyacaktır. Kadınlar, 15. yüzyılda artık hareme kapatılacak, eski Türk geleneğine göre toplumda saygın bir yere sahip olan kadın, örtüler altına gizlenecektir. Osmanlı împaratorluğu’nda eğitim
ve öğretim çağdışıdır. Bunun sonucu olarak kısa süre sonra, dünyadaki bilimsel ve teknik gelişmelerin de gerisinde kalınacaktır
İşlerinizde kadınlarla istişare ediniz Onlar ‘şöyle yapmalıdır’ diye ne söylerlerse onun aksini yapınız; ki, doğru çıksın.
İslamiyetin kabulünden önceki dönemde Türklerde kadınlara saygı üst düzeydedir.
Dünya uluslarının geleceğini kutsal kitaplar bağımlısı kurallar değil, insanlığı yüceltmeyi amaçlayan düşünce sistemleri belirleyecektir. insanlığı kurtaracak olan yine insandır

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir