İçeriğe geç

Din, İnkılap, İrtica Kitap Alıntıları – Peyami Safa

Peyami Safa kitaplarından Din, İnkılap, İrtica kitap alıntıları sizlerle…

Din, İnkılap, İrtica Kitap Alıntıları

Allah’ın zirvesinden içgüdü uçurumunun dibine kadar, insan tecessüsü, tereddütün asansörü içinde yükselir, iner ve yükselir.
Muhafazakârlık eskiyi muhafaza eder, fakat yeniyi tepmez; teptiği zaman “irticâ” olur.
Ancak devletler lâik olabilirler, milletler lâik olamazlar.
Ey aziz inkılâp, senin adına ne günahlar işleniyor!
Geriliğin sebebini bilmemek gerilik, öğrenmek istememek de geriliğin geriliğidir. Fakat bunlardan daha müthiş bir gerilik vardır. Geriliğimize inanmamak. İşte o zaman tam felç hâlidir ve ileri doğru tek adım atmamız imkânını ortadan kaldırır.
Eskiden Allahtan korkmazlık vicdansızlığın müteradifiydi. Ahlâka düpedüz aykırı bir hareketin şuurlu fâiline:
Behey Allahtan korkmaz! Denilirdi.
Aman dostlar, aman çocuklar! Yobaz olmayın: Ne din, ne devrim yobazı. Daima muarızınızın da haklı olması ihtimalini düşünün; unutmayın ki herkesin biraz hakkı vardır ve unutmayın ki, hakkın bütünü yalnız Cenabı Hak’tadır.
Geçmişi unutacak kadar hafızasız, geleceği tasavvur edemeyecek kadar hayalsiz bir millet yaşamaz.
Deli gibi eğlenmektense akıllı gibi bu âlemi temaşa eylemek insanın şanından değil midir?
Anın abese tahammülü yoktur. Ve Allah’ın hikmetini bilmeyenler için her felâket abestir.
Dinin istismarını istemeyenlerin bu din konusunu kendi partileri ve görüşleri lehinde istismara çalıştıkları da besbellidir.
Mizacım bakımından inanmaktan ziyade şüphe etmeye meylim vardır. Boşuna inanmaktan ve boşuna şüphe etmekten çok sakınırım. Bence, şüphe edilecek şeyden şüphe etmemek ve şüphe edilmeyecek şeyden şüphe etmek ahmaklıktır. Benim imanım, şüpheye karşı adım, adım kazanılmış bir dikkat, inceleme, tenkit ve bilgi zaferidir.
İnsan lojik bir mahluk değildir, duygularına ve heyecanlarına uygun gelen mantıksızlıklara İnanır.
Yazık ki, Türkiye’mizde halka yol gösteren ve ışık tutan aydınlar arasında din yobazları kadar, politika yobazları, inkılap yobazları, ilim yobazları, teknik yobazları, yenilik ve eskilik yobazları da az değildir.
En büyük meselelerimizin politika lafazanlığından kurtulamaması ve yarım asırdan beri, hala seviyesine varmak istediğimiz Batı fikir geleneğine uygun bir metodla konuşulmaması, bir türlü hak yoluna girememesinin başlıca sebebi değil midir?
Cumhuriyetin her yıldönümünde, yeni devir o gün başlamış gibi taze bir doğum hamlesiyle yerimizden fırlayalım ve sığırlarımızı güden bir komşu ve yabancı milletin yaptığı motorlara ve telefon makinelerine muhtaç olmaktan kurtulmanın çarelerine başvuralım.
Bir hakikatin, ona inananların sayısıyla alakası yoktur.
Bütün geriliğimiz, bütün buhranlarımız, bütün bocalamalarımız, Doğu-Batı tahterevallisinde ağırlığımızı bir uçtan öbürüne götürüp boş kalan tarafı havalandırmaktan ve yüklenen tarafı yıkmaktan ileri gelmektedir.
Herhalde biliyorsunuz. Şuurumuzun altı bir depodur. İçinde yalnız kendi hayatımızın hatıraları, yaşanmış binlerce anın tesirleri, intibaları ve bunlara bağlı inançlar, fikirler, emeller, korkular değil içinde bulunduğumuz cemiyete, onun tarihine, atalarımızın kanımıza doldurduğu özelliklere de bağlı zengin bir muhteva vardır. Bazen bu deponun içinde haberimiz olmadan bir kargaşalık çıkar. Sebebini bilmeden buhranlar geçiririz. Bu sebepler ne olursa olsun, şuurumuzun altına nizam veren bir kuvvet vardır. O da Allah’a ve kitabına inancımızdır. Bizi adaletsiz bir dünyada, ölümlü bir dünyada, abes ve acil bir mahluk olduğumuz şüphesinden kurtarır.
Bir insan ne kadar büyük, hayranlığımıza ne kadar layık ve ne kadar kamil olursa olsun kusursuz değildir. Tanrılaştırılamaz. Tenkid kabiliyet ve hürriyetinden mahrum Doğu milletlerinde ve Türkiye’de bir insana kayıtsız şartsız hayran olup onu tanrılaştırmak, tahlil ve tenkid kabiliyetinin yoksunluğundan doğan geri düşüncenin şaşmaz belirtisidir.
Kainat bir matematikçinin zihninde bir düşünce gibidir. (jeans)
Biz dünümüz içinde yoksak, bugünümüzde de, yarınımızda da yokuz.
Medeniyet, yaşandığı zaman medeniyettir, konuşulduğu zaman değil.
Yobaz kavrayamaz, bunun için tek taraflıdır.
İnan ve düşün! İkisi birbirini bozmaz, tamamlar.
Yobaz bir din dolandırıcısıdır.
Batı dinsiz olmadığı gibi, batılaşmak da din düşmanı olmak değildir.
İlim doğruyu, din iyiyi, sanat güzeli verir.

İlim akla, din imana, sanat hayale dayanır.

Dinî iman sahibi olup olmamakta herkes serbesttir.
Mürteci (gerici), muhafazakarların soysuzlaşmış tipidir.
Her millet inkılabını kendine göre yapar.
Şüphenin yol göstericiliğine sırtını çevirmiş bir tecessüs (araştırma, merak) hakikate ulaşamaz.
Her çeşit yobaz dinin de, ilmin de, inkılâbın da, politikanın da, her türlü düşüncenin de baş belâsıdır.
Bütün büyük adamlar ve büyük milletler, aşağılık duygularının verdiği utanç ve sıkıntıdan kurtulmak için yükselmişlerdir. Geriliğimizi inkârdan hiçbir şey kazanmayız; yeter ki büyük millî kabiliyetimizi inkâr etmeyelim.
Bugün İslâm dünyasını saran zifiri cehalet İslâmiyetten değil, onun esaslarını unutmaktan doğmuştur.
Bu memleketi yanlış yollara sürükleyen âmillerden biri de halkın değil, münevverin cehaletidir.
Milliyetçilik vasfı atılmış bir Atatürk Cumhuriyeti, ön tekerleği koparılmış bir bisiklet gibi, ayakta duramaz ve yürüyemez.
Bir insanın toplum görüşü tarih görüşünden ayrılmaz. Birinde Atatürk’çü, ötekinde Atatürk’e karşı vaziyet alınmaz.
Solcular Atatürk’ün milliyetçi olmadığı iddiasındadır. En yanlış ve tehlikeli Atatürk düşmanlığı budur. Cumhuriyetin onuncu yıldönümü nutkunu meşhur Ne mutlu Türküm diyene cümlesiyle bitiren Atatürk’ün milliyetçiliği birçok demeçlerinden fışkıran en söz götürmez gerçektir ve bunu isbata çalışmak bile bizi üzer.
Din mücadelelerinin sona erdiği bir dünyada yaşadığımıza inanmak gaflettir.
Büyük meselelerimizin etrafını bir sürü kitapsız peygamber sarmıştır. Her gün yazarlar, her gün konuşurlar, bir tek eserleri yoktur.
Tarihsiz ve geleneksiz bir millet yoktur. Tarihini kaybeden bir millet hâfızasını ve şuurunu kaybetmiştir.
Spora vereceğimiz mâna, gençliğe vereceğimiz mânanın öz kardeşidir.
Meşhur Zürih’li Prof. C.G. Jung’un da izah ettiği gibi tarihten önceki devirlerden beri şuur altına yerleşen ve kökleşen akıl dışı inançları kökünden sökmeye çalıştıkça onları büsbütün mıhlamış oluruz.
Hayatta en hakikî mürşit ilimse, ilimde de en hakikî mürşit kitaptır. Bütün ömrüm bu gerçeği en çok bilmesi gerekenlere kabul ettirmeğe çalışmakla geçti. Galiba boş yere.
Mürekkep yalamak belkemiğine şifa vermez. Okumanın her meseleyi hallettiğini sanmam. Bizde iki büklüm olma hastalığına profesör, hademeden daha fazla musabdır. Üniversitelerimizin yüksek kademelerinde sağlam ve düzgün bir belkemiğine rastlamakta zahmet çekilir. Belini bükmeyenlerin hayatta belini doğrultamayacakları inancı bir yüksek münevver illetidir.
Sahici modern adam, üç zaman içinde de yaşamasını bilendir. Modernliği, bugüne münhasır olmadığı için, devamlıdır. Geçmişi, bugünü ve yarını aynı liyakatla temsil eder. Modern olduğu kadar muhafazakâr ve muhafazakâr olduğu kadar da inkılâpçıdır. Gençliğe vereceğimiz inkılâp fikrinde, zamanın üç unsurundan hangisini ihlâl edersek, onun bizde acı bir şekilde intikam alması ihtimali vardır. Tarihi inkâr edersek, irtica tehlikesi, geleceği inkâr edersek, ihtilâl tehlikesi, günün icaplarını inkâr ederek, yerine göre her iki tehlike de karşımıza çıkar. Sosyolojide, sosyal dinamik adını alan toplum sıkışmalarının neticeleri çok defa bunlardır.
Zamanın üç unsurundan birini inkâr etmekle, hepsini toptan reddetmek arasında fark yoktur. Zamanın bu nihilizmi, insanı kendi kendinden kaçmaya ve kendi kendini topyekûn inkâra götüren bir manevî intiharın şekil değiştirmesidir. Biz, dünümüzün içinde yoksak, bugünümüz de de, yarınımızda da yokuz.
Geçmişi inkâr etmek ve şimdiki zamandan başka bir zamanın şuuruna sahip olmamak halis yalandır. Bugün, ancak dün ve yarın arasında mânâ kazanır. Dünden uzaklaşan ve yarına yaklaşan bir geçiştir.
Türkiye fikir değil, hayâl memleketidir. Alimleri çok az şairleri pek boldur. Bize Hürriyet ve Demokrasi ilim yolile değil, Namık Kemal’in şiirlerile girmiştir. Komünistliğin de, Marx’ın kitaplariyle değil, Nâzım Hikmet’in şiirlerile bazı şahsiyetsiz gençleri zehirlemesi gibi. Batıya hayranlığımız da romantiktir. Hiçbir ilmî temeli yoktur.

Bu ilmi düşüncesi kit memlekette, kültür, inkılâp, ekonomi, politika, herşey, edebiyattır. Kelimeleri kazır anız, altından hayal, heyecan ve bazan da espri (nüktemsi söz) çıkar. Bazıları da düpedüz hezeyandır.

Manevi bir yasak havası içinde, delilsiz konuşmanın imkânsız hâle geldiği gün, Türkiye bir hayal memleketi olmaktan çıkacak, bir çok sahalarda başarısızlığa uğramaktan kurtulacaktır.

Bir hakikatın, ona inananların sayısiyle alâkası yoktur. Gerekirse, şairin dediği gibi: “Hak bellediğin bir yola yalnız gideceksin.”
Bize (dinbaz) ve (devrimbaz) değil, dindar ve inkılâpçı lâzım.

Şekilde kalan din ve şekilde kalan inkılâp, ruhunu şeytana satmıştır.

İmansız din ne kadar sahte ise, ilimsiz, izahsız ve isbatsız inkılâp da o kadar uydurmadır.

Orta Doğuda doğu-batı kutuplaşması zaruridir. Bu çatışma aklın emri ve kontrolü altında kaldıkça yaratıcı, ihtirasın şaşkınlığı ve ölçüsüzlüğü içinde kaldıkça batırıcıdır.

İnan ve düşün! İkisi birbirini bozmaz, tamamlar. Doğulu gibi inan, Batılı gibi düşün. Tap ve bil. İmansız ilim ve ilimsiz iman, tek ağızlı makas.

Geçmişi unutacak kadar hafızasız, geleceği tasavvur edemiyecek kadar hayalsiz bir millet yaşamaz.
Orta Asya ile Orta Avrupa arasında en büyük rakkas hareketinin konusunu çizdikten sonra Orta Doğu’da karar kılan Türk Tarihi ve Türk Coğrafyası, bize Asyalı olduğumuz kadar, Avrupalı olmayı emreder. Biz bu iki dünya arasındaki terkibin muvazenesini bulmağa memur bir milletiz. Ağırlığımızı ikisinden yalnız birine yüklediğimiz gün batarız.

Bütün geriliğimiz, bütün buhranlarımız, bütün bocalamalarımız, Doğu-Batı tahtaravallisinde, ağırlığımızı bir uçtan öbürüne götürüp boş kalan tarafı havalandırmaktan ve yüklenen tarafı yıkmaktan ileri gelmektedir.

Düşüncelerimize nizam veren bir kavrayışın züğürdüyüz.
Yarabbi! Derunumu her dem tazyik eden bu derin hüzün nedir? Seninle benim arama giren karanlık duvarların gölgesi midir? Onu nasıl yıkıp senin nuruna kavuşayım? Bu karanlık duvar nedir?
Mistik hâdise karşısında en mâkûl hareket tarzı şüpheci bir sağduyu ile itimad eden bir zekânın birleşmesinden doğan anlayıştır. En nazik nokta her değişen duruma göre bu iki hassayı birleştirmenin dozunu bulmaktır.
Dünyada hatâsız tercüme yoktur. Çünkü hiçbir dil, bütün kelimeleriyle, başka bir dilde tam karşılığını bulamaz. Tercüme zarurî bir tarifin öz kardeşidir.

Bir tercümeye kaçınılması mümkün hataların azlığı değer kazandırır.

İslâmiyeti en büyük hürriyet ve müsamaha dini olmaktan uzaklaştırıp yasak, tehdit ve korku dini haline sokmağa çalışan softaların, bütün tarih boyunca dinimize verdikleri zarar saymakla tükenmez. Bunların yüzünden dindar ve mürteci (gerici) kelimeleri, birbirinden çok ayrı mânalar taşıdıkları halde müteradif (eşanlamlı) olmaya başladı.

Yumuşak ve tatlı İslâm Dinini sert ve zehir zemberek kaideler şekline sokanlar, ellerine bir Din otoritesi geçirmek sevdasına kapılanlardır. Onlardan sakınalım.

Aslında bir müsamaha dini olan İslâmiyeti, Kur’an hükümlerinin sert ve kaba tefsirleriyle soğuk ve cazibesiz bir din haline getirmekten sakınalım.
İnkıraza (inkıraz: çöküş) uğrayan milletlerin koyun gibi hareketsizliğe, düşüncesizliğe, bilgisizliğe ve iradesizliğe, kurban olduklarını düşünelim. Koyunun etini yiyelim, mizacını tabakta bırakalım. Yoksa bizi de bir gün yerler.
Eğer yediğimiz hayvanların huyu biraz bize de geçiyorsa, azgınlara koyun eti, aptallara tilki eti, korkaklara arslan eti, sebatsızlara eşek eti, cüretkârlara tavşan eti, sabırsızlara deve eti, vefasızlara köpek eti Yedirmek lâzımdı.
Önüne gelene tapma huyuna kadar soysuzlaşan bu zihniyet bir Osmanlı şairine şu beyti söyletmiştir:

Ne dalkavuk köpekleriz
Kimi görsek etekleriz!

Yobaz bir din dolandırıcısıdır. Nitekim batılaşmayı dinsizleşmek gibi göstermeğe çalışan solcu misyoner de bir inkılâp dolandırıcısıdır. İkisinin de şerrine lânet!
Öyle ki, sözünde durmamak, randevuda saatlerce bekletmek, yüze gülmek ve arkadan söylemek, muaşeret ödevlerini ihmal etmek, her vesile ile yalan söylemek ve yemin etmek, aldatmak, atlatmak, dolandırmak zekâ işaretleri gibi görülmeğe başlamıştır. Artık iyi adam yok sâf adam vardır. Kötü adam yok, açıkgöz adam vardır. hükümlerinde mübalağa payı gittikçe azalıyor.
Kötü adam iyi adamı kaçırır.
Bir toplulukta kötü adamı üreten çeşitli sebepler vardır.
Bir zat bir söylevde:
“Namuslu vatandaş en az namussuz vatandaş kadar cesur olmalıdır” diyerek iyi adamı teşvik etmek istemişti. Halbuki iyi adam hiçbir zaman kendi başına kötü adamla başa çıkamaz. Esasen böyle bir düşünce tarzı edepsizle edepsiz olmak neticesine varabilir.
Türkiye, millî varlığını tehdit eden bir mânevî problem karşısındadır.
Gerçek vasfına lâyık bir münevver, kestirme hükümler vermekten sakınır.
Maddeyi Tanrılaştırmağa başlıyan bir toplumda, insanın saadetini parada ve maddi kazançlarda arayan geçici ve köksüz emellerin cazibesine tutulması, ahlâk prensiplerini tamamiyle unutmasına varan bir mânevî değerler buhranı yaratıyor.
Maddenin yıkılması ilmin yıkılması demek değildir. Modası geçmiş nazariyeleri ilim zannedip manevi değerlere saldıranların yıkılması demektir. Nazariye geçer, ilim kalır. Batı medeniyet seviyesi bunu anlamaktır.
Hakikatte laikliğin ilimle, teknikle, endüstri ile alâkası yoktur. Medeniyetlerin tarihi de açıkça gösteriyor ki en ileri memleketlerde Din ilerlemeye mani olmamıştır.
İlimsiz din, topal, dinsiz ilim kördür.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir