İçeriğe geç

Dillerin Kökeni Üstüne Deneme Kitap Alıntıları – Jean-Jacques Rousseau

Jean-Jacques Rousseau kitaplarından Dillerin Kökeni Üstüne Deneme kitap alıntıları sizlerle…

Dillerin Kökeni Üstüne Deneme Kitap Alıntıları

Yeryüzünde insan türünün merhametine terkedilmiş bir adam yırtıcı bir hayvan olmak zorundaydı. Başkalarından gelmesinden korktuğu her şeyi onlara yapmaya hazırdı. Korku ve güçsüzlük acımasızlığın kaynaklarıdır.
İngilizce bilmek için onu iki kez öğrenmek gerekir, biri okumak öbürü de konuşmak için.
Oysa ben diyorum ki, toplanmış halka düşüncelerinizi anlatamadığınız her dil köle dilidir; bir halkın hem özgür kalması hem de bu dili konuşması olanaksızdır.
Mutlu yaşamayı düşünmekten önce yaşamayı düşünmek gerekiyordu.
Doğanın bu korkunç felaketlerinin pençesinde, zayıf olan her şey yok olup gider; bütün geriye kalanlar güçlenir, ve güçlülük ile ölüm arasında hiçbir orta nokta bulunmaz.
( ) savaş ve fetih insan avından başka bir şey değildir. İnsanları fethettikten sonra geriye kalan tek şey onları yok etmekti. Fatihleri izleyenlerin yapmayı öğrendikleri işte buydu.
Hiç görmedikleri ve hakkında hiçbir şey bilmedikleri dünyanın geriye kalan kısmına düşmanlardı, sadece bilemedikleri şeyden nefret ediyorlardı.
Hayalinde hiçbir şey canlandırmayan, sadece kendisini hisseder; insan türünün ortasında yalnızdır.
Hiçbir zaman düşünmemiş bir kişi yüce gönüllü, adil, merhametli olamayacağı gibi kötü ve kinci de olamaz.
İnsanları inceleyecekseniz yakınınıza bakmanız gerekir, ama insanı inceleyecekseniz bakışınızı uzağa taşımayı öğrenmelisiniz.
İnsanların, gereksinimlerini ifade etmek için konuşmayı buldukları ileri sürülür; bu düşüncenin savunulabilir bir tarafını görmüyorum. Temel gereksinimlerin doğal etkisi insanları birbirlerinden ayırmak olmuştur, onları birbirlerine yaklaştırmak değil.
İnsan düşünmeye başlamadan önce hisseder.
Uzlaşımın dili sadece insana aittir. İşte bu nedenle insan, iyi yönde olsun kötü yönde olsun, ilerleme gösterir, ve bu nedenle hayvanlarda ilerleme hiç görülmez.
Çok iyi bildiğiniz bir acı durumunu düşünün; acı çeken kişiyi görerek ağlayacak kadar etkilenmeniz zordur; ama ona bütün hissettiklerini size anlatması için zaman verin, o zaman kısa sürede gözyaşlarına boğulursunuz. Trajediler de etkilerini başka türlü yaratmazlar zaten.
Bir Frank birçok söz söylemek için çırpınıp dururken, bedenini hırpalarken bir Türk bir an nargilesini ağzından çıkarır, yarım ağızla iki sözcük söyler, ve onu bir vecize ile ezer geçer.
Bir insan başka biri tarafından hisseden, düşünen ve kendine benzeyen bir varlık olarak tanındığı anda, ona kendi hislerini ve düşüncelerini iletme arzusu ya da gereksinimi, bunun araçlarını aramaya yöneltir.
Söz insanı öbür hayvanlardan ayırır: dil ulusları birbirlerinden ayırır; bir insanın nereli olduğu konuştuktan sonra anlaşılır.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Yazı ne kadar incelikten uzaksa dil de o kadar eskidir
Bir insan başka biri tarafından hisseden, düşünen ve kendine benzeyen bir varlık olarak tanındığı anda ona kendi hislerini ve düşüncelerini iletme arzusu ya da gereksinimi, bunun araçlarını aramaya yöneltir.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
En belagatlı söylemlerin de içlerinde en çok imge barındıran söylemler olduklarını, seslerin de hiçbir zaman renklerin etkisini yarattıklarındaki kadar güçlü olmadıklarını görürüz.
O halde nasıl ki resim renkleri göze hoş gelecek biçimde bir araya getirmek değilse müzik de sesleri kulağa hoş gelecek biçimde bir araya getirme sanatı değildir. Bundan ibaret olsalardı, resim de müzik de doğa bilimlerinden sayılırdı, güzel sanatlardan değil. Onları bu düzeye çıkaran sadece taklit etmedir. Peki, resmi taklit sanatı yapan nedir? Desen. Müziği de böyle yapan nedir? Melodi.
Öfke, dil ya da damağın eklemlediği korkutucu çığlıklar çıkarır. Oysa şefkatin sesi daha yumuşaktır, onu değişime uğratan gırtlaktır, böylece bu ses belirli bir tek ses haline gelir.
Doğuluların kendilerine özgü niteliğini kitaplarıyla yargılamak, bir adamın resmini cesedine bakarak yapmaya çalışmak gibidir.
Fransızca, İngilizce, Almanca; yardımlaşan, aralarında soğukkanlılıkla düşünen ya da çabuk kızan öfkeli insanların kendi aralarındayken kullandıkları özel dildir ama kutsal gizemleri duyuran Tanrı’nın elçilerinin, halklara yasaları veren bilgelerin, yığınları arkalarından sürükleyen önderlerin Arapça ya da Farsça konuşmaları gerekir.
Savaş ve fetih insan avından başka bir şey değildir. İnsanları fethettikten sonra geriye kalan tek şey onları yok etmekti. Fatihleri izleyenlerin yapmayı öğrendikleri işte buydu.
Yeryüzünde insan türünün merhametine terk edilmiş bir adam yırtıcı bir hayvan olmak zorundaydı. Başkalarından gelmesinden korktuğu her şeyi onlara yapmaya hazırdı. Korku ve güçsüzlük, acımasızlığın kaynaklarıdır.
İlk insanların dillerinin geometricilerin dilleri olduğu söylenmiştir bize, bununla birlikte görüyoruz ki bu diller, şairlerin dilleriydi.
Bir Frank birçok söz söylemek için çırpınıp dururken , bedenini hırpalarken bir Türk bir an nargilesini ağzından çıkarır yarım ağızla iki sözcük söyler ve onu bir vecize ile ezer geçer .
Bir halkın karakterinin, geleneklerinin ve ilgilerinin, dili üstünde ne kadar etkili olduğunu somut olarak saptamak ve örneklerle göstermek oldukça felsefi bir incelemenin konusu olurdu.
Oysa ben diyorum ki, toplanmış halka düşüncelerinizi anlatamadığınız her dil köle dilidir; bir halkın hem özgür kalması hem de bu dili konuşması olanaksızdır.
Sistem zihniyeti her şeyi birbirine karıştırıyor ve insanlar kulaklar için resim yapmayı bilmediklerinden gözler için şarkı söylemek akıllarından geçiyor.
Sadece hoşa giden ve hiçbir şey anlatmayan şarkılar da usandırır; çünkü haz kulaktan kalbe değil kalpten kulağa taşınır.
Bir İtalyana İtalyan ezgileri, bir Türke Türk ezgileri gerekir.
O halde nasıl ki resim renkleri göze hoş gelecek biçimde bir araya getirmek değilse, müzik de sesleri kulağa hoş gelecek biçimde bir araya getirme sanatı değildir. Bundan ibaret olsalardı, resim de müzik de doğa bilimlerinden sayılırdı, güzel sanatlardan değil. Onları bu düzeye çıkaran sadece taklit etmedir. Peki, resmi taklit sanatı yapan nedir? Desen. Müziği de böyle yapan nedir? Melodi.
İnsanların eylemlerini doğru biçimde değerlendirmek için onları bütün ilişkileri içinde ele almak gerekir, bu da bize hiç öğretilmeyen bir şeydir.
Doğuluların kendilerine özgü niteliğini kitaplarıyla yargılamak, bir adamın resmini cesedine bakarak yapmaya çalışmak gibidir.
Mutlu yaşamayı düşünmekten önce yaşamayı düşünmek gerekiyordu.
Doğanın bu korkunç felaketlerinin pençesinde, zayıf olan her şey yok olup gider; bütün geriye kalanlar güçlenir, ve güçlülük ile ölüm arasında hiçbir orta nokta bulunmaz.
Zamanla bütün insanlar benzer hale gelirler, ama gelişimlerinin düzeni farklıdır.
Vahşi avcıdır, barbar çoban, uygar insan da çiftçi.
Avcıların ülkesinin aynı zamanda avlanılan ülke olması uzun sürmez.
Tarih büyük anıtlarını bu ilk kralların suçlarıyla kirletti; savaş ve fetih insan avından başka bir şey değildir. İnsanları fethettikten sonra geriye kalan tek şey onları yok etmekti. Fatihleri izleyenlerin yapmayı öğrendikleri işte buydu.
Düşünme, fikirlerin karşılaştırılmasından doğar, onları karşılaştırmaya yönelten ise fikirlerin çokluğudur. Sadece tek bir nesne gören kişi için, yapılacak hiçbir karşılaştırma yoktur.
Hayalinde hiçbir şey canlandırmayan, sadece kendisini hisseder; insan türünün ortasında yalnızdır.
Hiçbir zaman düşünmemiş bir kişi yücegönüllü, adil, merhametli olamayacağı gibi kötü ve kinci de olamaz.
Hakkında hiçbir fikrim olmayan acıları nasıl hayal ederdim? Başkasını acı içinde gördüğümde, eğer onun acı çektiğini bile bilmiyorsam, onunla aramda ortak olanı bilmiyorsam, nasıl kendim acı çekerdim?
Kendimizi acımaya nasıl yöneltiriz? Kendimizi kendi dışımıza taşıyarak, acı çeken varlıkla kendimizi özdeşleştirerek. Onun acı çektiğine hükmettiğimiz ölçüde acı çekeriz; kendimizde değil onda acı çekeriz.
Acıma insanın kalbinde doğal olarak bulunsa da, onu ortaya koyan hayal gücü olmadan sonsuza dek etkisiz bir halde kalırdı.
Yeryüzünde insan türünün merhametine terkedilmiş bir adam yırtıcı bir hayvan olmak zorundaydı. Başkalarından gelmesinden korktuğu her şeyi onlara yapmaya hazırdı. Korku ve güçsüzlük acımasızlığın kaynaklarıdır.
İnsanları inceleyecekseniz yakınınıza bakmanız gerekir, ama insanı inceleyecekseniz bakışınızı uzağa taşımayı öğrenmelisiniz; öz nitelikleri ortaya çıkarmak için önce farkları gözlemlemeniz gerekir.
Bir ulus okudukça ve kendini eğittikçe lehçeler silinir ve sonunda yalnızca az okuyan ve hiç yazmayan halkta jargon biçiminde kalır.
Her şeyi yazıyormuş gibi söyleyerek, aslında konuşurken okumaktan başka bir şey yapmıyoruz.
Duygularımızı konuşarak, düşüncelerimizi de yazarak anlatırız.
İnsanlardan ilk sesleri çekip alan açlık ya da susuzluk değil aşk, nefret, acıma, öfkedir.
Yaşamını sürdürme zorunluluğu insanları birbirinden uzaklaşmaya zorlarken bütün güçlü duygulanımlar onları birbirlerine yaklaştırır.
İnsanların, gereksinimlerini ifade etmek için konuşmayı buldukları ileri sürülür; bu düşüncenin savunulabilir bir tarafını görmüyorum. Temel gereksinimlerin doğal etkisi insanları birbirlerinden ayırmak olmuştur, onları birbirlerine yaklaştırmak değil.
İnsan düşünmeye başlamadan önce hisseder.
Uzlaşımın dili sadece insana aittir. İşte bu nedenle insan, iyi yönde olsun kötü yönde olsun, ilerleme gösterir, ve bu nedenle hayvanlarda ilerleme hiç görülmez.
Bir Frank birçok söz söylemek için çırpınıp dururken, bedenini hırpalarken bir Türk bir an nargilesini ağzından çıkarır, yarım ağızla iki sözcük söyler, ve onu bir vecize ile ezer geçer.
Resim sanatını bulanın aşk olduğu söylenir. Sözü de bulmuş olabilirdi, ama daha az mutlu bir biçimde. Sözden pek az hoşnut olan aşk onu hor görür, kendisini ifade edecek daha zengin yolları vardır.
Söz insanı öbür hayvanlardan ayırır: dil ulusları birbirlerinden ayırır; bir insanın nereli olduğu konuştuktan sonra anlaşılır.
Toplumun ortaya çıkması, ilerleme olarak değerlendirdiğimiz bütün alanlarda aslında insan için bir bela, bir hastalık olmuştur Rousseau’ya göre.
Hiç görmedikleri ve hakkında hiçbir şey bilmedikleri dünyanın geriye kalan kısmına düşmanlardı, sadece bilemedikleri şeyden nefret ediyorlardı.
İlk tarihler, ilk söylevler, ilk yasalar dizeler halinde yazıldılar; şiir düzyazıdan önce bulundu; böyle olmalıydı çünkü güçlü duygulanımlar akıldan önce konuştu. Müzikte de aynısı oldu; ilk başta ne melodiden başka müzik ne de sözün değişen sesinden başka melodi vardı; vurgular şarkıyı, nicelikler ölçüyü oluştururdu, ve insanlar, doğal sesler ve ritimle olduğu kadar eklemlemeler ve onların eklemlediği seslerle de konuşurdu. Söylemek ve şarkı söylemek eskiden aynı şeydi, der Strabon.
Sadece hoşa giden ve hiçbir şey anlatmayan şarkılar usandırır; çünkü haz kulaktan kalbe değil kalpten kulağa taşınır.
Konuşmadan önce sunulan nesne hayal gücünü sarsar, merak uyandırır, zihni kararsızlık içinde ve söylenecek şeyin beklentisinde tutar.
Toplumun ortaya çıkması, ilerleme olarak değerlendirdiğimiz bütün alanlarda aslında insan için bir bela, bir hastalık olmuştur Rousseau’ya göre. İnsanoğlu doğa durumundaki mutlu ve bütünlüklü yaşamını artık bulamayacak, yazgısı haline gelen toplum durumunda artık binbir dertle acı çekecektir.
Korku ve güçsüzlük, acımasızlığın kaynaklarıdır.
İngilizce bilmek için onu iki kez öğrenmek gerekir, biri okumak öbürü de konuşmak için.
Bir ulus okudukça ve kendini eğittikçe lehçeler silinir ve sonunda yalnızca az okuyan ve hiç yazmayan halkta jargonu biçiminde kalır.
İnsanları inceleyecekseniz yakınınıza bakmanız gerekir, ama insanı inceleyecekseniz bakışınızı uzağa taşımayı öğrenmelisiniz.
Bir ulus okudukça ve kendini eğittikçe lehçeler silinir ve sonunda yalnızca az okuyan ve hiç yazmayan halkta jargon biçiminde kalır.
Düşünme, fikirlerin karşılaştırılmasından doğar, onları karşılaştırmaya yönelten ise fikirlerin çokluğudur.
Hayalinde hiçbir şey canlandırmayan, sadece kendisini hisseder; insan türünün ortasında yalnızdır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir