Ala El Asvani kitaplarından Diktatörlük Sendromu kitap alıntıları sizlerle…
Diktatörlük Sendromu Kitap Alıntıları
&“&”
Olağanüstü diktatör simgesi, imgesi devasa bir propaganda makinesi tarafından halkın zihnine kazınır. Diktatörü öven binlerce yazı, binlerce görüntü ve kayıt istihbarat teşkilatı tarafından özenle hazırlanırken büyük liderin halkın karşısında cazip bir şekilde görünmesi sağlanır:milyonlarca kişinin karşısında konuşurken, yoksullara aynı sofrada otururken, generaller ve kabine ile toplantı halindeyken.
Şovenizmin en tehlikeli tarafı ırkçılığa, terörizme, yayılmacı savaşlara ve bir halk, devrim, devlet ya da din adına işlenen suçlara açık kapı bırakmasıdır. Başkalarından üstün entelektüel, etnik ya da dini gruba ait olduğunuzu düşündüğünüzde, elinizdeki hakları sizden aşağı gördüğünüz insanlardan esirgemeyi doğal bulursunuz. Bu mantıkla, insanlar acı çekip ayrımcılığa uğrarken vicdan azabı duymadan kafanızı başka tarafa çevirebilirsiniz.
Bir diktatör için din, iktidarda kalıcı olmak için başvurabileceği ölümcül bir silahtır. Ayrıca diktatörler inançlı insanların eleştirel düşünce yetisini boğmak, onları bu dünyadaki adaletsizliklere alıştırıp ideal adaleti öbür dünyada arzulamalarını sağlamak için de dinden yararlanır. Öyleyse dinle devletin ayrılması diktatörlüğün önlenmesi için zorunludur.
Dini inançlarınızı bir yanlışı savunmak pahasına muhafaza ederseniz mantıklı düşünmekten vazgeçersiniz;dini inancınıza yönelik en ufak bir eleştiride hemen köktendinci bir konum benimseyip öfkeli nutuklarla hakikati inkar etmeye, apaçık saçmalıkları savunmaya, şiddetli tartışmalara girmeye, dininizi sorgulayanlara karşı düşmanca bir tutum takınmaya başlarsınız.
Müslümanlar sevgiyi ve hoşgörüyü öğrenirler ama bir İslamcının siyasal ideolojisi gayrimüslimlerden nefret, onları küçümseme ve niyetlerinden şüphe etme üzerine kuruludur. Batı düşmanlığı İslamcı terörizme zemin hazırlayan en önemli faktörlerden biri olduğu gibi siyasal İslam makinesinin işleyebilmek için ihtiyaç duyduğu temel yakıttır. Burada bir kez daha terörizm ile diktatörlüğün aynı kaynaktan beslendiğini görürüz: Daha önce değindiğimiz gibi bütün diktatörler kendilerine bağlı militan takipçiler toplayıp gerçek ya da hayali düşmanlara karşı savaşabilmek için bir komplo teorisine ihtiyaç duyarlar.
Batı fiziksel ve siyasal olarak monolitik bir yapı değildir. Batı kamuoyu birçok durumda Batı devletlerinin politikalarına karşı çıkmıştır: 2003’te Irak işgaline karşı Batı başkentlerinde düzenlenen gösterilere Arap dünyasında görülmedik ölçüde büyük kalabalıklar katılmıştı. Ayrıca Batı devletlerinin İslam’la veya başka bir dinle özel bir sorunu yoktur;onların temel derdi ekonomik çıkarlarını arttırmaktır. Batı devletleri, çıkarları bunu gerektirdiğinde, katı İslamcı hükümetlerle bile işbirliği yapabilir. İslamcılar tüm bu gerçekleri göz ardı eder zira gençleri cihat ve halifelik yolunda seferber edebilmek için başvurdukları temel motivasyon kaynağı Batı düşmanlığıdır.
Dinler gibi dikta rejimleri de kitleler üstündeki denetim mekanizmalarıyla kör itaat ve mutlak teslimiyeti körükleyip halkın zihnini uyuşturur ve duygularını manipüle eder.
Derin dini duygularla hareket eden, hayatını ve dini görüşünü katı dini inançlar etrafında düzenleyen birinin dini sorgulamaya kalkması onda içgüdüsel korkular yaratır. Sonuçta böyle dindarlarla din tartışmasına girmek anlamsızdır çünkü sahip oldukları dini duygular entelektüel ve manevi olarak dini mantık temelinde yeniden değerlendirmelerine engeldir.
Dinler yüce insani değerler aşıladığı gibi insanları korkunç ve vahşi suçlar işlemeye de sevk edebilir.
Diktatörün uzun süre iktidarda kalmasının temel sorumlusu makbul vatandaştır. Muhtemel bir devrimin uzun süre gecikmedi ya da çeşitli devrim girişimlerinin başarısızlığa uğramasının sebebi de odur.
Böyle bir korku bariyerinin yaratılması tüm baskıcı diktatörlerin amacıdır ve bu amaç muhaliflere yönelik en berbat işkence ve istismar yöntemleriyle hayata geçirilir. Diktatör korku bariyerini başarıyla yarattığında toplumda örnek bir makbul vatandaş" ortaya çıkar. Makbul vatandal tüm dünyası kendi küçük ailesi ve işinden ibaret olan, sokaktaki sıradan insandır. Siyasi değişim çabalarının doğurabileceği belirsizliğe karşılık o daima istikratı tercih eder. Büyük bir haksızlık ve adaletsizliğe maruz kalsa da hayatının normal akışında devam etmezini ister.
Toplumun resmi anlatıda tanımlanan kurallardan farklı, güçlü ve görünmez kurallar tarafından yönetildiğini anlamıştı. Karşısında devasa bir apartın bulunduğunu anlamıştı;ya ona boyun eğip sınırlı bir yolda yürümeyi kabul edecek ya da direnmek istediğinde ezilecekti. Amir referandumla ilgili yalan haber yapmayı reddetseydi, gazete o haberi yapmaya hazır yüzlerce yeni stajyer bulabilirdi. Amir ise işini kaybedip bir avuç insandan ibaret olan paryalar" arasına girecek ve iktidarla işbirliğini kabul edenler toplum tarafından desteklenirken, o ömrünün geri kalanını hiçbir faydası olmayan bir muhalefetin parçası olarak geçirecekti.
…diktatörlük bir yönetici ile halk arasındaki hastalıklı bir ilişkidir ve diktatörlüğün semptomları otoriteryenizmin araçlarıyla dışavurulur. Benzer biçimlerde nükseden çeşitli semptomların teşhisi tıp dilinde bu hastalığı bir sendrom" haline getirir. Peki dünya daha ne kadar diktatörlük sendromundan mustarip olacak?
Diktatöre boyun eğenler özgürlük arzusunu kaybedip büyülenir ve bilincini yitirmiş bir hasta gibi davranırlar. Mısır halkı vebaya tutulmuşcasına diktatöre boyun eğmiş ve diktatör başlarına büyük felaketler getirse de ondan medet ummaya devam etmişti.
Nasır bizi öylesine büyülemişti ki büyülendiğimizi bile anlayamamıştık. Nasır’ın özel büyüsüyle gördüğümüz rüyayla umutlanmıştık. Nasır’ın Mısır halkı için imal ettiği devrimci kazanımların göz kamaştırıcı görüntüsü tüm o tamtamları, düdükleri, marşları ve şarkılarıyla işleyen geniş propaganda aygıtının araçları haline getirmişti bizi. Mısır’ı tarım reformu sayesinde gelişmekte olan dünyanın ve Ortadoğu’nun öncüsü, büyük ve sanayileşmiş bir devlet olarak görüyorduk. Hayranı olduğumuz liderin televizyon ekranlarından ya da geniş miting platformlarından görünen çehresi, mecliste saatlercr konuştuğu sırada işitilen sesi Mısır halkının geçmişi ve bugününü hiçbir şüphe, tartışma, müzakere veya yoruma mahal bırakmadan anlatıyordu. Nasır’a inanıp avuçlarımız patlayana kadar onu alkışlamak dışında yapabileceğimiz bir şey yoktu.
Bir halk özgürlüğünü kendi rızasıyla ya da zorla bir bireyin iradesine teslim ettiğinde, o birey diktatöre dönüşür. Doğal mizaç ile toplumsal görenek arasındaki tezat bu noktada belirginleşir:Bir tarafta insanı özgürlüğünü korumaya sevk eden doğal mizacı, öbür tarafta tiranın iradesine uzun süre boyun eğmekle sonuçlanan toplumsal görenek vardır. Görenek doğal mizaca ağır basar ve yıllar geçtikçe başka hiçbir şey bilmeyen kuşaklar otoriteryenizm fikrine alışırlar.
Tiran da bir bireydir. La Boetie,tiranın halkı kendi rızasıyla kul köle edebilen, rıza üretemediğinde ise hiç kimseye diz çöktüremeyen bir birey olduğunu vurgular. Dolayısıyla bir dikta rejimi sadece tiranın kendi isteğiyle ortaya çıkmaz. İki tarafın da rızasını gerektiren bir insan ilişkisi söz konusudur. Halkı kul köle etmeye çalışan bir tiran ve kul köle olmaya razı bir halk.
Diktatör, muhaliflerin ülkeyi karıştırmayı amaçlayan yabancı devletlerin ajanları olduğunu öne sürer.
Müslüman genellikle normal bir hayat sürüp gayrimüslimlere saygı ve hoşgörü ile yaklaşan, barışçıl birisidir. İslamcı ise gayrimüslimlere karşı tahammülsüzdür ve her an şiddet uygulayabilir.
Din, tümüyle miras alınan, içgüdüsel bir inançtır. Vicdan ve huzurumuzu dini bağlılığımıza dayandırırken bu bağlılığın sorgulanmasına da asla izin vermeyiz.
Diktatörlere göre entelektüeller, sessiz kalmaları gereken yerde konuşup saçma sapan sorular sorar. Yok yere caka satıp boş boş konuşurken herhangi bir şey bilmedikleri konularda yorum ve eleştiri yaparlar.
….
Öte yandan diktatörler, entelektüellerin değersiz ve aciz kimseler olduğunu düşünse de kamuoyunu etkileme becerileri yüzünden onları tehlikeli bulmaya devam eder.
….
Öte yandan diktatörler, entelektüellerin değersiz ve aciz kimseler olduğunu düşünse de kamuoyunu etkileme becerileri yüzünden onları tehlikeli bulmaya devam eder.
Sovyet Rusya’da 1923 yılında immanuel kant, rené Descartes ve Tolstoy başta olmak üzere pek çok yazarın eseri yakıldı. Ayrıca kant dönemin kilisesi tarafından aforoz edildi. Bunun nedeni sorulduğunda şu cevap verildi: kitleler kant okumaz!
Diktatörler için medya, hakikati aktarıp farklı görüşleri dile getiren bir araç değil, liderin desteklenmesi için kitleleri harekete geçiren bir silahtır.
Diktatörün uzun süre iktidarda kalmasının temel sorumlusu makbul vatandaştır. Muhtemel bir devrimin uzun süre gecikmesi ya da çeşitli devrim girişimlerinin başarısızlığa uğramasınin sebebi de odur.
İnsan, güvenebildiği adil kurallar olduğunda yoksulluğa dayanabilir.
Otoriteryen toplumlarda hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Siyasetteki riyakarlık giderek tüm alanlara yayılır ve yozlaşma kavram olmaktan çıkıp pratiğe dökülür. Kelimeler farklı anlamlara bürünürken sapkınlık olumlu bir içerik kazanır. Riyakarlık erdeme dönüşür; sınavlarda kopya çekmek yardımlaşma sayılır; korkaklık bilgelik, rüşvet vermek zeka göstergesi sayılır.
Bir diktatörün etkisi altındaki insanlar akıl hastalarina benzer: özgürlüğe ihtiyaç duymadıkları için özgürlük mücadelesine girişmezler ve bir yandan koruyup öte yandan iradesini temsil ettikleri diktatörün olmadığı bir hayat düşünemezler.
Diktatöre boyun eğenler özgürlük arzusunu kaybedip büyülenir ve bilincini yitirmiş bir hasta gibi davranırlar.
Öyleyse dinle devletin ayrılması diktatörlüğün önlenmesi için zorunludur.
Seni başımıza efendi olasın diye değil, devlet başkanlığı yapasın diye seçtik."
Diktatörün hayatı iktidara geldiğinde başlar ve bundan sonra üç aşamadan geçer: tek adamlık arzusu, şan şöhret ve mutlak yalnızlık.
Megalomani hastalığına yakalanan diktatör herhangi bir konuda yanlış yapabileceğini düşünmez. Eleştiriyi asla kabul etmediği gibi hiç kimsenin onayına da ihtiyaç duymaz.
Bütün diktatörler kendilerine bağlı militan takipçiler toplayıp gerçek ya da hayali düşmanlara karşı savaşabilmek için bir komplo teorisine ihtiyaç duyarlar.
Gerçek bir toplumsal ve kültürel değişim ancak gerçek bir demokratik değişimle mümkün olabilir.
Diktatör, konuşmalarında halkı övse de gerçek fikri bunun tam tersidir. İktidarda kalabilmek için basını, eğitimi ve kültürü mutlaka denetlemek zorunda olduğunu düşünür.
Diktatörler açısından medya hakikati aktarıp farklı görüşleri dile getiren bir araç değil, liderin desteklenmesi için kitleleri harekete geçiren bir silahtır.
Liderin karizmasıyla büyülenip komple teorilerine inanın kitleler muhaliflerden nefret edip ellerinden gelse onları öldürecek raddeye gelirler zira muhalifler ulusa yönelik bir komploya karışmış hainler ve alanlardır.
“İyi vatandaş” tipi gitgide yaygınlaşıyor. İyi vatandaş suya, sabuna dokumuyor. Çevresindeki haksızlık ya da adaletsizliğe rağmen hayatının normaline bakıyor…
Muhalifler, diktatörün gözünde yabancı istihbarat örgütlerinin devleti devirmek ya da sabote etmek için desteklediği bir grup vatan haini ve ajandan ibarettir.
Diktatörün uzun süre iktidarda kalmasının temel sorumlusu makbul vatandaştır.
Dikta koşullarında çürüme, bireylerle sınırlı kalmayıp toplumun ahlâk sistemine yayılır. Bireylerin elinde üç seçenek kalır: yozlaşmak, toplumdan tecrit olmak ya da göç etmek.
Diktatörlüğün verdiği en büyük hasar toplumdaki tüm hakkaniyet kurallarının çiğnenmesidir…
Tam bu noktada adam paniğe kapılıp şöyle dedi: Ama efendim, Nasır giderse kim bizi bir arada tutacak?"
Düşürülen İsrail uçağı sayısının son anonsa göre 200 olduğunu söylediğimde Marta teyze başını sallayıp şöyle dedi. Evladım, devletiniz size yalan söylüyor. Ben II. Dünya Savaşı’nın yaşadım ve bu kadar uçağın bir günde düşürülmesi imkansız."
Farklı etnisite, din veya düşünce sistemlerine ait olsak da son tahlilde hepimiz eşit hak ve yükümlülüklere sahibiz. Toplum olarak şovenizm karşı çıkmak bizi dikta rejimlerinden koruyacaktır.
Şovenizmin en tehlikeli tarafı ırkçılığa, terörizme, yayılmacı savaşlara ve bir halk, devrim, devlet ya da din adına işlenen suçlara açık kapı bırakmasıdır.
Otoriter rejimde hayat koşulları iyileşirse, istihdam fırsatları gözle görülür biçimde artarsa, eğitim ve sağlık hizmetleri ücretsiz ya da çok ucuz olursa, yetkililer sadece “öteki”kere baskı yapmakla yetinirse birçok kişi diktatörü desteklemeye devam eder.
Bütün diktatörler kendilerine bağlı militan takipçiler toplayıp gerçek ya da hayali düşmanlara karşı savaşabilmek için bir komplo teorisine ihtiyaç duyarlar.
Batı düşmanlığı İslamcı terörizm zemin hazırlayan en önemli faktörlerden biri olduğu gibi siyasal İslam makinesinin işleyebilmek için ihtiyaç duyduğu temel yakıttır.
İslam devletinin varlığı ve gelişmesi İslami öğretinin bir sonucu olmaktan ziyade tüm klasik imparatorlukların temel özellikleri olan büyük enerji ve azim, bilimsel çalışma, ciddi entellektüel faaliyet ve kazanımların sonucuydu.
Dikta rejimlerinde entellektüellerin çelişik konumu diktatörlük sendromunun yaygın semptomlarından biridir.
Otoriter toplumda ciddi ve bağımsız entellektüele yer yoktur zira entelektüel faaliyet yalnızca özgür bir toplumda verimli olabilir.
Küçük çocukların müşkül durumdaki ailelerine destek olabilmek için çalışmak zorunda bırakan yoksulluğun kökü kazınmadan çocuk işçiliği bitirilebilir mi?
Yargı, bağımsızlığını kaybedip diktatörün istediği gibi at koşturduğu bir alana dönüştüyse bir kanun değişikliğinin ne önemli olabilir?
Kendini milletin lideri be tarihe adını altın harflerle yazdırmış biri olarak gören diktatör entelektüelleri hayal dünyasında yaşayan ve en basit işleri bile beceremeyen aciz geçerseler olarak görür.
Faşist zihniyet yayılması diktatörlük sendromunun en köklü semptomlarından biridir.
Diktatör, konuşmalarında halkı övse de gerçek fikri bunun tam tersidir. İktidarda kalabilmek için basını, eğitimi ve kültürü mutlaka denetlemek zorunda olduğunu düşünür.
Diktatörler açısından medya hakikati aktarıp farklı görüşleri dile getiren bir araç değil, liderin desteklenmesi için kitleleri harekete geçiren bir silahtır.
Kendi halkını küçük görüp halkın kendi adına düşünme yetkisinden yoksun olduğuna inanan diktatörler medyayı tümüyle denetlemek isterler.
Bir diktatörün etkisi altındaki insanlar akıl hastasına benzer. Özgürlüğe ihtiyaç duymadıkları için özgürlük mücadelesine girişemezler ve bir yandan koruyup öte yandan iradesini temsil ettikleri diktatörün olmadığı bir hayatı düşünemezler.
Diktatöre boyun eğenler özgürlük arzusunu kaybedip büyülenir ve bilincini yitirmiş bir hasta gibi davranırlar.
Dolayısıyla bir dikta rejimi, sadece tiranın kendi isteğiyle ortaya çıkmaz. İki tarafın da rızasını gerektiren bir insan ilişkisi söz konusudur.: halkı kul köle etmeye çalışan bir tiran ve köle olmaya razı bir halk.
İnsan da hayvan gibi özgür doğar ancak bazen özgürlüğünden vazgeçip bir tiranın iradesine boyun eğer.
Tek bir kişinin dahi onuru çiğnenirse, sosyalist kazanımların hiçbir değeri kalmaz.
Yandaş entelektüeller ahlaklı kişilerden nefret eder çünkü ahlaklı kişiler onu halkın önünde ifşa edebileceği gibi bir türlü yok edemediği bireysel vicdanını da ona hatırlatırlar.
İnsanlığın diktatörlerden tamamen kurtulacağı aşamaya gelebilmek için katetmesi gereken çok yol var. O aşamaya gelindiğinde dünya kesinlikle çok daha güzel, adil ve insanı bir yer olacak.
Libyalı diktatör Kaddafi’yi birçok ünvan edinmeye iten de şan şöhret arzusuydu: Albay, Libya devriminin önderi, Arap milliyetçiliğinin bekçisi, Arap devlet adamlarının başkanı, Afrika Birliği’nin başkanı, Afrika krallarının kralı, müslümanların imamı…
Tek adamlık arzusunu tatmin eden diktatör bir sonraki aşamada şan şöhret arayışına yönelir.
Hüsnü Mübarek devrilmeden önceki son basın toplantısında Mısırlılar ya beni ya kaosu tercih edecekler" demişti.
Herkes ekmeğe kavuşacak ama ekmekten fazlasını isteyen olursa sopayı kafasına yer.
Dikta rejimlerinde muhalifler dinsiz muamelesiyle karşılaşır.
Otoriter toplumda ciddi ve bağımsız entelektüele yer yoktur zira entelektüel faaliyet yalnızca özgür bir toplumda verimli olur.
Kaddafi 24 Haziran 1996’da bir günde tam 1.500 mahkûmun idam emrini verirken aynı zamanda insan hakları ödülü dağıtıyordu.
Demokratik toplumlarda çocuk yoksulluğun azaltmak gibi mücadele alanlarında çalışmak önemlidir ama bir dikta rejiminde bu tür sembolik çabaların başarı şansı çok azdır.