İçeriğe geç

Diktatörlüğün ve Demokrasinin Toplumsal Kökenleri Kitap Alıntıları – Barrington Moore

Barrington Moore kitaplarından Diktatörlüğün ve Demokrasinin Toplumsal Kökenleri kitap alıntıları sizlerle…

Diktatörlüğün ve Demokrasinin Toplumsal Kökenleri Kitap Alıntıları

Bir değerler sistemini sürdürebilmek ve aktarabilmek için insanlar yumruklanır, itilir kakılır, tutukevine yollanır, toplama kamplarına atılır, kandırılır, rüşvetle satın alınır, kahraman yapılır, gazete okumaya özendirilir, bir duvar dibine dikiltilip kurşunlanır, hatta bazen onlara sosyoloji öğretilir.
Bir Kuzey Hindistan atasözü, ‘ bu dünyada üç kan emici vardır’ diye başlar, pire, tahtakurusu ve Brahman diye sona erer..
Bir değerler sistemini sürdürebilmek ve aktarabilmek için insanlar yumruklanır, itilir kakılır, tutukevine yollanır, toplama kamplarına atılır, kandırılır, rüşvetle satın alınır, kahraman yapılır, gazete okumaya özendirilir, bir duvar dibine dikiltilip kurşunlanır, hatta bazen onlara sosyoloji öğretilir.
Devrimci şiddet, bir dereceye dek özgür bir toplumun kurulmasına, barışçı yoldan yapılan reformlar kadar yardımcı olabilir;
gerçekten İngiltere’de daha barışçı bir değişiklik sürecine hazırlık olarak şiddet kullanıldı..
Devrimci şiddet, bir dereceye dek özgür bir toplumun kurulmasına, barışçı yoldan yapılan reformlar kadar yardımcı olabilir;
gerçekten İngiltere’de daha barışçı bir değişiklik sürecine hazırlık olarak şiddet kullanıldı..
Bir değerler sistemini sürdürebilmek ve aktarabilmek için insanlar yumruklanır, itilir kakılır, tutukevine yollanır, toplama kamplarına atılır, kandırılır, rüşvetle satın alınır, kahraman yapılır, gazete okumaya özendirilir, bir duvar dibine dikiltilip kurşunlanır, hatta bazen onlara sosyoloji öğretilir.
Gerçeği arayış, işbirliğiyle yürütülecek bir projedir.
Burada ele alınan örnekler dizisinde, endüstri öncesi dünyadan çağdaş dünyaya geçişin
belli başlı üç tarihsel yol izlediği görülmektedir. Bunlardan ilki burjuva devrimleri diye
adlandırılmayı hakettiğini düşündüğüm bir süreçten geçmiştir. Bu adlandırmanın, birçok
meslektaşı, taşıdığı Marksist çağrıştırma nedeniyle kızıl bir bayrak gibi öfkelendirmesi
dışında, başka belirsizlikleri ve sakıncaları da vardır. Bununla birlikte, yeri geldikte
açıklanacak nedenlerden dolayı, İngiliz, Fransız ve Amerikan toplumlarının, endüstriye
dayanan çağdaş demokrasiler olma yolunda ilerlerken görülen, bazı tarihçilerin Püriten
Devrimi’ne (veya bir o kadar tarihçinin yeğlediği deyişle İngiliz İç Savaşı’na)
bağladıkları, şiddete dayanılarak gerçekleştirilen bazı değişikliklere bu adı vermenin
gerekli olduğunu düşünüyorum. Bu devrimlerin püf noktalanndan biri, toplumda,
BAĞIMSIZ BİR EKONOMİK TABANA DAYANAN ve kapitalizmin demokratik biçiminin karşısına
çıkan, GEÇMİŞTEN DEVRALINMIŞ ENGELLERE KARŞI SAVAŞ AÇAN BİR GRUBUN ORTAYA ÇIKIŞIDIR. Bu
hareketin itici gücü, büyük ölçüde kentlerin TİCARET ve ÜRETİMLE uğraşan sınıflarından
gelmiş olmakla birlikte, işin içinde BAŞKA ETMENLER DE VARDIR. Burjuva hareketinin
edindiği dostlar, savaştığı düşmanlar, ülkeden ülkeye büyük farklılıklar göstermektedir.
İncelememizin başlarında daha çok üzerinde duracağımız toprak sahibi yukarı sınıflar,
ya, İngiltere’de olduğu gibi, kapitalist ve demokratik dalganın önemli bir gücünü
oluşturdular; ya da, ona karşı çıktıkları yerde, devrimin ve iç savaşın çalkantıları arasında
yokolup gittiler. Aynı şey köylüler için de söylenebilir. Ya siyasal çabalarının ana çizgisi,
kapitalizme ve siyasal demokrasiye paralel düştü, ya da gözönüne alınmayabilecek kadar önemsjz bir çaba durumuna düştü.Gözönüne alınmayabilecek kadar önemsiz olduğu·
durumlar ise, ya kapitalizmin ilerlemesinin köylü toplumunu yıkmasının ya da bu
ilerlemenin, Amerika Birleşik Devletleri’nde olduğu gibi, yeni, bu yüzden gerçek
anlamda bir köylülüğün varolmadığı bir toplumda görülmesinin ürünüydü.
Belirli bir ülkenin tarihini anlamaya çalışırken, karşılaştırmalı bir bakış açısı
benimsemek, çok yararlı ve bazen de yepyeni sorular sormaya yolaçabilir. Böyle bir ·
yaklaşımın başka yararları da vardır. Karşılaştırmalar, kabul edilmiş tarihsel
açıklamaların geçersizliğinin ilk ipuçlarını verebilir. Aynı zamanda, karşılaştırmalı
yaklaşım, bizi yeni tarihsel genellemelere götürebilir. Aslında bu yaklaşımlar belli bir
düşünsel sürecin parçalarıdır ve bu tür bir çalışmanın, birbirinden kopuk, ilginÇ bazı
olayları biraraya getirmenin ötesine gitmesini sağlar. Örneğin, Hindistan köylülerinin
ondokuzuncu ve yirminci yüzyıllar boyunca en az Çinli köylüler kadar maddi sıkıntı
içinde yaşadıkları halde, kapsamlı bir devrimci eyleme yönelemeyişlerini görmek insanı,
bu iki toplumda olup bitene getirilen geleneksel açıklamalara kuşkuyla bakmaya
yöneltir ve genel bazı nedenler bulma umuduyla; başka toplumlardaki köylü
ayaklanmalarını hazırlayan etmenleri yakalayabilmek için uyanık olmaya iter. Ya da
ondokuzuncu yüzyıl ile yirminci yüzyıl başı Almanya’sında tarım ve endüstri elitleri arasında kurulan ittifakın, o çok tartışılmış demir ile çavdarın evliliği nin demokrasi
üzerinde yıkıcı sonuçlar doğurduğunu öğrendikten sonra insanın, demir ile pamuk
arasında kurulan benzeri bir evliliğin ABD’de İç Savaş’ın patlamasını neden
önleyemediğini sorası gelir; ve böylece, çağdaş batı demokrasisinin kurulmasına
elverişli ve elverişsiz ittifakların belirlenmesi yolunda ileri bir adım atılmış olur.
Ancak, karşılaştırmalı çözümlemelerin belirli örnekler üzerinde ayrıntılı incelemeler
yürütmenin yerini tutamayacağı da açıktır.
Toplumu inceleyenlerin kafasına takılan sorular, gökyüzünden zenbille inmediklerine
göre, bu kitabı yazmamı gerektiren düşüncelerimi, kısaca da olsa açmam gerek ..
Elinizdeki kitap üzerinde en azından on yıl önce [1966’da] çalışmaya girişmeden,
Rusya’nın ve Çin’in, komünistler iktidarı ele geçirdiklerinde büyük ölçüde tarım
toplumları oldukları apaçık gerçeğine dayanarak, yirminci yüzyıl totaliter rejimlerinin
başlıca nedenini endüstrileşmede gören tezin doğruluğundan kuşku duymaya
başlamıştım. Bundan çok önceden beri de, siyasal sistemleri kuramsal yönden doğru
olarak kavrayabilmek için, Asya toplumlarının kurumlarının ve tarihlerinin de hesaba
katılması gerektiğine inanıyordum. Bu yüzden, kırsal alanda yaşayan, geçimlerini
topraktan sağlayanlar arasında etkili olan siyasal akımları araştırmak ve Batı toplumları
kadar Asya toplumlarını da gözönüne almak, bana en azından verimli sonuçlara
ulaştırabilecek bir strateji olarak göründü.
Bu kitabın amacı, tarım toplumlarından(en yalın biçimiyle nüfusun çoğunluğunun
geçimini topraktan sağladığı devletler olarak tanımlanan tarım toplumlarından) çağdaş
endüstri toplumlarına geçiş sürecinde, toprak sahibi yukarı sınıflarla köylülerin oynadığı
değişik siyasal rolleri açıklamaktır. Daha kesin olarak belirtmek gerekirse, bu kitap, söz
konusu tarımsal gruplardan birisinin ya da her ikisinin, hangi tarihsel koşullar altında,
Batı tipi parlamenter demokrasinin, sağ ve sol diktatörlüklerin, yani faşist ve komünist
rejimlerin ortaya çıkmasında önemli bir güç durumuna gelebildiklerini ortaya çıkarma
çabasının ürünüdür.
Bir değerler sistemini sürdürebilmek ve aktarabilmek için insanlar yumruklanır, itilir kakılır, tutukevine yollanır, toplama kamplarına atılır, kandırılır, rüşvetle satın alınır, kahraman yapılır, gazete okumaya özendirilir, bir duvar dibine dikiltilip kurşunlanır, hatta bazen onlara sosyoloji öğretilir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir