İçeriğe geç

Dhammapada: Gerçeğin Yolu Kitap Alıntıları – Anonim

Anonim kitaplarından Dhammapada: Gerçeğin Yolu kitap alıntıları sizlerle…

Dhammapada: Gerçeğin Yolu Kitap Alıntıları

&“&”

Kötülük yapan, yaptığı kötülük olgunlaşana kadar bunda mutluluk görür; ancak kötülük olgunlaştığında kötülük yapan kötülük görür.
Bir kimse iyi olanı yapmakta acele etmeli ve düşüncesini kötü olandan uzak tutmalıdır; eğer kişi iyi olanı yapmakta tembelce davranırsa, aklı kötülüğün zevkine dalar.
Bir kişinin kendi kendini yenerek kazandığı zafer, bir başkasının savaşta bin kişiyi bin kez yenerek kazandığı zaferden daha iyidir; o kişi en büyük fatihtir.
Bir konuşma binlerce sözcükten oluşsa bile, bu sözcükler anlamsız olduktan sonra ne yararı var; duymasını bilen için anlamlı tek bir sözcük daha iyidir, o kişiyi huzura erdirir.
Sağlam bir kaya parçası nasıl rüzgârda sarsılmadan durursa, bilge kişiler de yergi ve övgü arasında öyle sarsılmadan dururlar.
Aptal kişi, Bu oğullar benim, bu zenginlik benim," gibi düşüncelerle kendine acı çektirir. Oysaki kendi kendisinin bile sahibi değildir, oğullar ve zenginliğin nasıl sahibi olsun!
Ne başkalarının sapıklıklarına ne de onların işlenmiş veya işlenmemiş günahlarına önem vermeli; bilge kişi kendi kötülüklerine ve gevşekliğine dikkat etmelidir.
Denetlenmesi zor olan kararsız, oraya buraya koşan aklı eğitmek iyidir; eğitilmiş beyin mutluluk getirir.

Bilge kişi düşüncelerini uyanık tutmalı, çünkü onları sezmek zordur, çok beceri ister; onlar ne duysa oraya koşar, iyi korunan düşünceler mutluluk getirir.

Bilgili kişi boş seyleri bırakıp bilgeliğin doruklarına ulaştığında budalalara tepeden bakar: Kederden uzak olarak keder dolu yıllara bakar, tıpkı dağda oturan birinn ovada oturan bir kimseye baktığı gibi!
Budalalar boş şeylerin peşinden gider. Bilge kişi ise içtenliği en büyük mücevheri olarak korur.
Bilgisizlik, karma eylemlerinden kaynaklanır. Eylemler bilinçten, bilinç ise düşünsel ve fiziksel görüngülerden kaynaklanır. Bu da altı duyu organına bağlıdır. Altı duyu organı, temasla işlek hale gelir. Dokunmanın kaynağı duyuştur. Duyuş da isteğe bağlıdır. İstek, varlığa bağlanmadan doğar. Varlığa bağlanma, var olmanın bir sonucudur. Var olma doğumla olur, doğum da ölüm, yok oluş, acı ve kederden kaynağını alır. Birinci sırada yer alan bilgisizliği, yani cehaleti" yok ettiğimiz zaman, diğer on bir halka sırasıyla kaybolacaktır ve kurtuluşun yolu açılacaktır. Buradaki cehalet, Buddhizmin öngördüğü bilgisizliktir, yani dünyanın ve yaşamın gerçek doğasını görememe, mutlak gerçeği görememe.
Sürekli olmayan şey keder verir (yad aniççam tam dukkham).
Tanrı veya tanrılarla görüştüğünü öne sürmeyen, sadece kendine ve düşüncelerine güvenen tarihî bir kişilik olarak Buddha, zamanın geçiciliğini temel almıştı ve başka birçok düşünürün yaptığının tersine o, Tanrı nedir, Dünya nedir, Biz neyiz gibi soruları yanıtsız bırakmayı uygun görmüştü. O bir etik devrimcisiydi. İnsanı ve toplumu doğanın acımasız çarkından çıkarıp sosyal bir varlık olarak kabul ederek birbirini incitmeden yaşamanın yolunu göstermiştir: İnsanlara, çağlara ve toplumlara göre değişen, göreceli gerçeği değil, Mutlak Gerçek’i kavrayarak şimdikinden çok daha farklı bir yaşamı benimsemeyi göze alacak sosyal bir varlık. Bu düşüncelerinin 2500 yıldır yaşadığı düşünülecek olursa, hiçte küçümsenmeyecek bir olgu olduğu kolaylıkla anlaşılacaktır.
Çünkü nefret , hiçbir zaman nefretle yok edilemez; nefret nefretsizlikle yok edilir. Bu ölümsüz bir kanundur.
Kutlu yazıları herkes okur, akıllılar da okur, akılsızlar da okur. Okuduklarına uygun eylem yapmadıkça, yalnızca okumak neye yarar? Akılsızlar okur, ama kutluluğu yaşamazlar. Onlar başkasının sürüsünü sayan çoban gibidirler.
Çok güzel bir bahar günü ve ben baharı göremiyorum
Gerçek bilgi yoluyla özgürlüğü elde ettiğinde ve böylece tam bir insan olduğunda o kişinin düşüncesi sessizliktir; sessizlik onun sözü ve eylemidir.
Bu dünyada şehvetten uzak durmak, bütün tutkuların ötesine geçmek ne güzel. &‘Ben’ duygusundan kaynaklanan gururu bırakmak ne güzel. Bu gerçekten en büyük mutluluk!
&‘Benim keşiş dostlarım bana Nägasena der,’ ne demektir Soylu Nāgasena? Tanrı aşkına, Nāgasena bu saçlar mıdır?
"Hayır efendim."
"Vücuttaki kıllar mıdır?"
"Hayır efendim."
"Bu tırnaklar mı Nāgasena’dır?"
"Hayır efendim."
"Bu dişler mi Nāgasena’dır?"
"Hayır efendim."
"Bu deri, bu et, bu kemikler mi Nāgasena’dır?"
"Hayır efendim."
"Böbrekler, kalp, karaciğer, akciğer, dalak, erbezleri, bağırsaklar, kan, yağ, gözyaşları, sidik, kafadaki beyin vs. mi Nägasena’dır?" "Hayır efendim."
"Peki, biçim mi Nāgasena’dır?"
"Hayır efendim."
"Duygular mı Nägasena’dır?"
"Hayır efendim."
"Algılar mı Nägasena’dır?"
"Hayır efendim."
"Eğilimler mi Nägasena’dır?"
"Hayır efendim."
"Bilinç mi Nāgasena’dır?"
"Hayır efendim."
"Peki, biçim, duygu, algı, eğilim ve bilincin toplamı mı Nāgasena’dır?"
"Hayır efendim."
"Saygıdeğer kişi, size açıkça sormama rağmen karşımda Nägasena’yı bulamıyorum. Doğrusu Nāgasena hoş bir ses. O halde Nägasena olan ne? Nāgasena yoktur dediğin zaman yanlış konuşuyorsun, yalan söylüyorsun."
574. Bu dünyadaki ölümlüler için yaşam, nedensiz, bilinmez, kısa, sıkıcı ve acı ile doludur.
575. Doğmuş olan canlılar için ölümden kaçış yoktur yaşlılık çağına ulaşınca ölüm beklerler, canlıların böyle bir açmazı vardır.
Canlı beden neyse ölü beden odur, ölü beden neyse canlı beden odur; kişi kendisinin veya başkasının bedenine olan bağlılığı bırakmalıdır.
Bir zamanlar kralın biri, doğuştan kör olan birçok in- sanı bir araya toplamıştı. Kral onlanın toplandığı yere bir fil getirilmesini emretti. Fil getirildi ve kör insanların bazılar onun başını, bazıları kulağını, bazılan dişlerini, bazılan hortumunu, bazılan da filin kuyruğunu elledi. Sonra kral onlara "Fil neye benziyor?" diye sordu. Filin kafasına dokunanlar "Fil bir kaba benziyor’ dedi. Filin kulağına dokunanlar &‘Fil bir yelpazeye benziyor’ dedi. Filin dişine dokunanlar &‘Fil bir saban demirine benziyor’ dedi. Filin hortumuna dokunanlar "Fil bir saban sapına benziyor’ dedi. Filin kuyruğuna dokunanlar da &‘Fil bir çalı süpürgesine benziyor’ dedi. Büyük bir gürültü koptu. Her biri, &‘Fil budur &‘Bu değildir’ diye bağırıyordu ve kavga ediyorlardı. Kral da bu durumdan memnun, fazlasıyla eğleniyordu."
Buddha, "İşte bunun gibi, brāhmanlar ve çileciler de, &‘Bu gerçektir’, &‘Bu gerçek değildir’ diye gerçeğin sadece bir yönünü görerek birbirleriyle çekişiyorlar," diye konuşmasını tamamlamış.
Bu dünyada çoğu insan bağlılık ve bağımlılık içindedir. Ama bir keşiş bağlılığa ilgi duymaz, hiçbir şeye eğilimi yoktur, tarafsızdır ve benlikten hiç söz etmez. O kötülüğün ne var oluştan gelip gelmediğini ne de kötülüğün var oluşla kaybolup kaybolmadığını sorgular. Onun bu konudaki inancı sadece kendisine dayanır.
Mālunkyäputta, dinsel yaşam, dünyanın sonlu olması veya dünyanın sonsuz olması esasına dayanmaz. Esas, ne dünyanın sonlu olmasıdır ne de dünyanın sonsuz olmasıdır. Esas olan, bu dünyada doğum, yaşlılık, ölüm, keder, ağlaşma, sefalet, karamsarlık ve ümitsizlik olmasıdır; bunun için bunları bu yaşamda söndürmeyi salık veriyorum. Dinsel yaşam, Mālunkyäputta, dünyanın sonlu veya sonsuz olmasına dayanmaz. Ruh ve bedenin özdeş olmasına da dayanmaz. Dinsel yaşam kutsal kişilerin ölümden sonra yaşayıp yaşamayacaklarına da dayanmaz; kutsal kişilerin ölümden sonra hem var hem yok veya ne var ne yok olmalarına da dayanmaz. Esas olan bunlar değildir. Esas olan doğum, yaşlılık, ölüm, keder, ağlaşma, sefalet, karamsarlık ve ümitsizliktir; bunun için bunları şimdiki yaşamda söndürmeyi salık veriyorum.
…birçok hastalığa yakalanan Keşiş Çanna’nın öyküsü anlatılır; bu keşiş damarını keserek yaşamına son verir. Buddha bunu onaylar, çünkü intihar eğer yeniden doğuş için yapılmış ise suçtur, ama sonunda Nirvana’ya erişilecekse edilebilir.
&‘Bütün unsurlar gelip geçicidir, bunlar nasıl olur da bir sona erişmezler, son kaçınılmazdır.’
Düşüncesiz olma, düşüncelerini koru! Çamura batmış bir fil gibi, kendini kötülükten çekip çıkar, kötülüğe batmaktan kurtar.
Kötü sözlere, savaşta yaydan fırlayan oklara sabırla dayanan bir fil gibi dayanacağım; çünkü bu dünyanın yapısı kötüdür.
Çilekeş olup dünyayı terk etmek zor; dünyayı sevmek de zor, manastırda yaşamak da zor, evde yaşamak da! Başkalarıyla ortak yaşamak acı vericidir ve gezgin dilenci kederle kaplıdır; o nedenle kimse gezgin dilenci olmasın ve kedere kapılmasın.
Bir erkeğin kadına duyduğu istek tamamen yok edilmedikçe, onun aklı, tıpkı annesinin sütünü arayan buzağı gibi esaret altında kalır.
Yalnızca bir ağaç değil, bütün istek ormanını kes! İstek ormanından tehlike çıkar. Ey bhikkular, şehvet ormanını çalılıklarıyla beraber kesip attığınız zaman, o ormandan kurtulacaksınız.
Bütün canlılar kederle kuşatılmıştır: Bunu gören ve bunu bilen kişi, acılara tepki vermez, işte bu saflık yoludur.
Bütün canlılar yok olur: Yalnızca Tathagatalar öğüt verir. Çabalayan ve kafa yoran kişi, Mara’nın esaretinden kurtulur.
Bir insanın saçını beyazlaşması onun saygıya değer olduğunu göstermez; onun belki yaşı çok ileridir fakat ona boşa yaşlanmış denir.
227. Eski bir sözvardır. Ey Atula, bu sadece bugin için söylenmiş değildir! Sessiz kalanı da, çok konuşanı da, az konuşanı da suçlarlar." Bu dünyada suçlanmayan kime yoktur.
228. Ne geçmişte ne gelecekte ne de simdi, (büsbünin) suçlanan ya da (büsbütün) övülen bir insan vardır. 229. Ancak günden güne övgüyle seçkinleytirilen, akil bilgi ve erdemce zengin kişiyi suçlamaya kim cüret edebilir?
221. Kişi öfkeyi ve gururu bırakmalı ve bütün bağlardan kurtulmalı! Ad ve biçime bağlı olmayan ve hiçbir şeyi kendisine ait saymayan bir kimsenin kederi de olmaz.
222. Öfkesini, tıpkı süratten savrulan bir arabayı kontrol eder gibi kontrol eden insana gerçek sürücü derim; diğer insanlar sadece yılarları tutarlar.
223. Kişi öfkeyi sevgiyle, kötülüğü iyilikle yenmelidir; açgözlülüğü cömerlikle, yalanı gerçekle yenmelidir.
210. Hiç kimse neyin hoş neyin nahoş olduğuna bakmamalı; hoş olanı görmemek acıdır, hoş olmayanı görmek de acıdır.
211. Bu yüzden kimse bir şeyi sevmesin; sevilenin kaybı acıdır. Hiçbir şeyi sevmeyen ve hiçbir şeyden nefret etmeyen kişi, prangaları kırmıştır.
Yalnızlığın sessizliği tadan kişi, korkudan ve günahtan arınarak Dhamma’nın lezzetini tadar.
Açlık en büyük hastalık, beden en büyük kederdir; bu gerçeği kavramış kişi için Nibbana en büyük mutluluktur.
Gökten altın yağsa insanın isteği doyurulamaz; isteğin küçük bir zevk verdiğini ve aslında acıya neden olduğunu bilen kişi bilge bir kişidir.
İnsan olarak doğmak ne zordur, ölümlü yaşamak ne zordur, ne zordur gerçek Dhamma’yı izlemek, ne zordur Buddha olarak doğmak.
Bu dünya karanlıktır, sadece birkaç kişi bunu görebilir; tıpkı ağdan kurtulan kuşlar gibi sadece birkaç kişi gökyüzüne erişebilir.
Gerçek bilgi yoluyla özgürlüğü elde ettiğinde ve böylece tam bir insan olduğunda o kişinin düşüncesi sessizliktir; sessizlik onun sözü ve eylemidir.
Arzuları durdurulmuş, zevk ve sefa içinde kaybolmamış, boşluktaki kayıtsız şartsız özgürlüğü algılayan kişi, gökteki kuşlara benzer; onun yolunu anlamak zordur.
İyi insanlar her şart altında uyanık yürürler; tensel zevk isteğini açıkça söylemezler, akıllı kişiler mutluluk veya üzüntü veren bir durumla karşılaştıklarında ne mutlu olurlar ne de üzülürler.
Sağlam bir kaya parçası nasıl rüzgarda sarsılmadan durursa, bilge kişiler de yergi ve övgü arasında öyle sarsılmadan dururlar.
Aptallığını bilen aptal kişi hiç olmazsa bu yönüyle akıllıdır. Kendini akıllı sanan aptal ise gerçekten aptaldır.
Aptal kişi, Bu oğullar benim, bu zenginlik benim," gibi düşüncelerle kendine acı çektirir. Oysaki kendi kendisinin bile sahibi değildir, oğullar ve zenginliğin nasıl sahibi olsun!
40. Kişi bu bedenin bir kavanoz gibi kırılabileceğini bilerek ve düşüncesini bir kale gibi sağlam tutarak, Ayartıcı Mara’ya bilgi silahı ile saldırmalı; onu ele geçirince de denetim altına tutmalı ve asla gevşememelidir.
41. Pek yakında! Şu zavallı beden, tıpkı yararsız bir ağaç kütüğü gibi toprağa devrilip gidecek.
Bilgili kişi içtenlikle boş şeyleri bırakıp bilgeliğin doruklarına ulaştığında budalalara tepeden bakar: Kederden uzak olarak keder yolu yıllara bakar, tıpkı dağda oturan birinin ovada oturan bir kimseye baktığı gibi!
1. Bizim olan her şey düşüncelerimizin sonucundadır; düşüncelerimizde kurulur, düşüncelerimizde oluşur. Eğer bir kimse kötü düşünce ile konuşur veya davranırsa onu, tipkı kağnı çeken bir öküzü tekerleğin izlemesi gibi, acı izler. 2. Bizim olan her şey düşüncelerimizin sonucundadır; düşüncelerimizde kurulur, düşüncelerimizde oluşur. Eğer bir kimse temiz düşünce ile konuşur veya davranırsa onu, tipkı/ asla ayrılmayacak bir gölge gibi, mutluluk izler.
Sel gibi seni sürüklemek isteyen akıntıyı tüm gücünle durdur, ey Derviş; arzuları geride bırak! Bütün yaratılmışların yıkımını bilir ve fark edersen, Yaratılmamışı bilirsin!
Vazgeç ne varsa önünde, vazgeç ne varsa arkanda; vazgeç ne varsa ikisinin arasında… Şu ötedeki varlık kıyısına geçiver!
Acı veren sözlere katlanacağım, tıpkı savaşta bir filin yaydan çıkan oklara katlandığı gibi; çünkü insanların çoğu kötü huyludur.
“Bütün biçimler gerçek dışıdır.” Bu gerçeği gören acıyı aşar; apaçık yol işte bu..
Kirliliklerden arınamadıkça kendine güvenme, ey dilenci.
Eski bir deyiştir, ey Atula, bugünün deyişi değil: “Susanı suçlarlar; çok konuşanı suçlarlar; az konuşanı da suçlarlar; dünyada suçlanmayan yoktur.”
Aşktan keder çıkar; aşktan korku çıkar; aşktan uzak duransa, ne keder bilir, ne korku.
Suçlamayacaksın, incitmeyeceksin; kurallarla kısıtlı bir yaşam süreceksin. Az yiyeceksin, yalnız olacaksın, en büyük bilinci uygulayacaksın..
İnsan olarak dünyaya gelmek kolay değildir; ölümlülerin yaşantısı güçtür; gerçek yolu sezmek çetindir; aydınlanmayı uyandırmak zordur.
Bu dünya körler dünyasıdır; burada görenler az…
Hata yapmak da, acı çekmek de kendi elimizdedir; hata yapmamak da kendi elimizdedir. İstersek benliğimizi arıtır saflığa ulaşırız… Saflık ve kirlilik kendimizden gelir; hiç kimse bir başkasını arılığa ulaştıramaz.
Nice ‘yeniden-doğum’ evreleri geçti başımdan, dünya denen bu konutun sahibini aradım bulamadım; yeniden yeniden dünyaya gelmek çok acı!

Şimdi görüyorum seni, ey bu evin yapıcısı. Bu son olsun artık! Bundan sonra bu evi yapma. Tüm çatı kirişleri kırılmış; direk çürümüş. Tüm tutkular sönmüş.
Ruh, o Yüce Sonsuzluğa ulaşmak için çevirmiş başını.

Giyinmiş kuşanmış olan cesedin hep yara bere içinde. Kolları bacakları yorgun, hastalıklı. Zihni oynak düşüncelerle, kalıcı olmayan hayallerle yüklü.
Neden bu gülmeler, bu sevinçler, bu eğlenceler, dünya böyle sürekli yanmaktayken? Neden bir ışık aramıyorsun? Sen ki karanlıklar içindesin, karanlıklarla kuşatılmışsın?
Kendinden daha iyisiyle, ya da en az kendi kadar iyi olanla karşılaşmayan yolcu, tek başına sürdürsün yolunu; ahmakla yoldaşlıktan yarar olmaz.
Ne yazık ki, bu beden, çok geçmeden, işe yaramayan kalas gibi upuzun uzanacak. Gözden çıkarılmış, bilinçsiz, içeriksiz/içselliksiz olarak yerde yatacak.
Gönlü yüce olanlara gelince… Yalnız birkaç satır bile okusalar yeter. Okuduklarına uygun davrananlar, tutkuyu, nefreti, ahmaklığı bir yana atıp, gönlünü gerçek bilgiye ve zihinsel dinginliğe bırakanlar, ne bu dünyada, ne de başka bir dünyada hiç bir şey istemeyenler… İşte onlar kutluluğu yaşar.
Okuduklarına uygun eylem yapmadıkça, yalnızca okumak neye yarar? Akılsızlar okur, ama kutluluğu yaşamazlar. Onlar başkasının sürüsünü sayan çoban
gibidirler.
Yalan içinde doğruyu, doğru içinde de yalanı gören, bitmez tükenmez boş dileklerle gezer durur ortalıkta; gerçeğe ulaşamadan günleri tükenir.
“İncittiler beni, kırdılar beni, yendiler beni, aldattılar beni” diyerek sızlanıp durma; içini olumsuzluklarla doldurursan sevgisizlik sona ermez.
2. Bizim olan her şey düşüncelerimizin sonucundadır; düşüncelerimizde kurulur, düşüncelerimizde oluşur. eğer bir kimse temiz düşünce ile konuşur veya davranırsa onu, tıpkı asla ayrılmayacak bir gölge gibi, mutluluk izler.
Hiçbir şeye bağlanmamalısın; çünkü sevileni kaybetmek acı verir."
Yalnız yaşamak daha iyidir; ahmakla dostluk olmaz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir