İçeriğe geç

Devrimci ve Demokrat Kitap Alıntıları – Uğur Mumcu

Uğur Mumcu kitaplarından Devrimci ve Demokrat kitap alıntıları sizlerle…

Devrimci ve Demokrat Kitap Alıntıları

Fikri hür, irfanl hür, vicdanı hür olmak ne yazık ki, çağımızda neredeyse bir erdem sayılacaktır.
Katilin sağcısı solcusu olmaz katil katildir.
Tartışılmıyan ve geliştirilmiyen düşünce kahve fincanındaki telve gibidir telvede sadece fal bakmaya yarar.
Demokrasi de, sosyalizm de, hep toplum içindir. Bu kavramları, toplumdan kopuk anlamsız formüller haline getirirsek, büyük halk yığınlarını demokrasiden de sosyalizmden de soğutmuş olmaz mıyız?
Üç hilâlli Suudi-Türk finans kuruluşu ile Başbakan Özal’ın kardeşi Korkut Özal’ın ortakları arasında bulunduğu «Al Baraka» adlı Suudi-Türk finans kuruluşuna yasal olanak sağlayan Bakaniar Kurulu kararı 16 Aralık 1983 tarihini taşımaktadır.

Özal hükümeti, 14 Aralık günü göreve başlamış ve daha ayağının tozu ile bu kararı hazırlayıp Resmî Gazete’de yayımlamıştır. Demek oluyor ki, hükümetin «ilk icraati» Arap sermayesi ile birtakım siyasetçileri bir araya getirmektir.

Korkut Özal ile ANAP İstanbul İl Başkanı Eymen Topbaş’ın ortakları arasında bulunduğu «Al Baraka Türk Özel Finans Kurumu» ile ANAP Genel Başkan Yardımcısı Halil Şıvgın ve bazı eski MSP ve MHP milletvekillerinin paydaş olduğu «Faisal Finans Kurumu» ile ilgili hükümet kararları, 11 Temmuz 1984 günlü Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Kapatılan MHP’nin amblemini andıran işaretler kullanan Faisal Finans Kurumu’nun paydaşlarından Halil Şıvgın, Türkeş’in avukatlarından biridir

Demokratlık, karşıtlarına özgürlük istendiği noktada başlar.
Gerçeği yadsıyarak devrimcilik yapılmaz.
Günümüzün tek kalıcı devrimi, kendi toplumumuza, kendi insanımıza güven duygusunu aşılayanlarca gerçekleştirilecektir.
Ulusal kültür, duygu ve düşüncelerden oluşan denizler gibidir.
Uyan Gazi Kemal uyan, ne günlere kaldık, ne günlere!
Kamuoyu, ulusun içinden taşan çeşitli düşünceler denizidir.
Ülkenin bağımsızlığında, ülkenin saygınlığında, ülkenin bütünlüğünde birleşemezsek, başka nerede birleşeceğiz?
Dönekliğin, yılgınlığın, korkaklığın da sınırı var hiç olmazsa.
Aydınları düşünce üretemeyen bir millet, sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir.
Bir ülkede düşünceler ve inançlar ve bu inançları somut çözüm yollarına bağlayacak seçenekler, ancak ve ancak ülke insanlarının varlıkları ve özverileri ile oluşur.
Bırak beni haykırayım, susarsam sen matem et
Unutma ki şairleri haykırmayan bir millet
Sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir
Çağdaş insan ancak ve ancak özgür bir toplumda mutlu olur. Özgür bir toplumun kurulması, insanların birbirlerine karşı saygılı ve hoşgörülü olmalarına bağlıdır.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Her şey insan içindir, insanın mutluluğu içindir.
Basın, artık holdinglerin elindedir. Basın özgürlüğünü önce ekonomik koşullar ve holdingleşme sınırlamaktadır.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Bütün düşünce ve örgütlenme yasaklarına karşı çıkan, emperyalist sömürü çarkı içinde kendi ulusunun hak ve çıkarlarını savunan ve çağdaş uygarlık düzeyine, ülke bütünlüğü ile ulaşacağına inanan insanlar, çağdaş insan ve çağdaş yurttaş olarak yurtseverlik kavramının özünü oluştururlar.
Devrimler aracılığı ile çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak, Atatürk milliyetçiliğinin ana amacıdır.
20.yüzyılın ilk bağımsızlık savaşı, bizim Kurtuluş Savaşı’mızdır.
Bir devleti, bir ideolojiyi, bir kuruluşu, örgütü ya da kişiyi suçlamak, ya da aklamak için somut gerçekleri bilinçli çabalarla saptıranlara gazeteci denemez.
Katilin sağcısı, solcusu olmaz, katil katildir.
Tartışılmayan ve geliştirilmeyen düşünce, kahve fincanındaki telve gibidir. Telve ise ancak fal bakmaya yarar.
En tutarlı devrimci siyaset, en vazgeçilmez amaç ve ideoloji, bağımsızlık ve ulusallıktan güç alarak gelişir.
Birtakım güçler, bölgede yeni sorunlar yaratmak istiyorlar.
Ulusal bilinç böyle günler için gereklidir.
İlericiliğin ölçüsü, ülkedeki demokratik hak ve özgürlükleri genişletmek ve emekçi sınıf ve tabakaların yaşam düzeylerini yükseltip, onları, demokrasinin vazgeçilmez ve ikinci plana atılmaz öğeleri yapmak çabalarında aranmalıdır.
«İnsan haklarından yalnızca rüşvet olaylarına karıştığı ileri sürülen memurlar yararlanır, siyasal suç sanıkları yararlanmaz» diye bilmediğimiz bir hukuk kuralı mı vardır acaba?
Türk tarihi, hele hele yakın tarihimiz romanlara konu olacak nitelikte nice olaylarla doludur. Bir İttihat ve Terakki döneminden belki bin roman çıkabilir.
Enver-Talât ve Cemal Paşa’ların başdöndürücü serüvenleri, usta bir kalem eliyle romana dökülse herhalde vitrinlerdeki tarih romanlarının pabuçları çoktan dama atılırdı. Bugün tutucu basının kin kustuğu İttihat ve Terakki önderlerinin Abdülhamid döneminde nasıl özgürlük aradıkları, nasıl örgütlendikleri ve iktidarı ele geçirdikten sonra nasıl bir çaresizlik girdabına düştükleri ve hele Enver, Talât ve Cemal Paşa’ların karşılaştıkları dramatik sonuçlar, bir değil, bin romancının tüketemeyeceği kadar zengin malzemelerle doludur.
Tarihsel olaylar ve kişiler, romancının kalemi ile değiştirilemez.
YÖK düzeni, üniversitelerimizde akademik özgürlükleri ve bilimsel çalışma gücünü, sistemli biçimde, adım adım, aşama aşama yok etmektedir. Bu yıkıntının acılarını toplum olarak ilerde çok çekeceğiz. Ama ne acı ve yazıktır ki, gözler önündeki bu korkunç yıkıntıyı, bugün kimseye anlatamıyoruz.
Uluslararası alanda adımızı duyuran bu bilim adamlarına saygı göstermek, her şeyden önce, bir yurttaşlık görevi değil midir? Bu bilim adamlarının adlarının, Tıp Fakültesi bülteninde yayınlanması, kimleri, niçin tedirgin etmektedir? Nedir bu yasakların, bu sansürlerin anlamı?

YÖK Atatürk tarafından yıkılan Darülfünun üzerine doğru atılan en cüretli adımlardan biridir. Üniversitelerin yönetim birimleri, bir siyasal kadronun önde gelen yandaşlarına teslim edilmiş, bilim özgürlüğü açıkça yok edilmiştir.

Enflasyon ve zam politikası, iç sistemi, her gün yok etmekte ve ekonomi, bir yandan işsizler ordusu, öte yanda da durgun piyasası ile tam bir ekonomik bunalıma girmektedir.
Bu ekonomik bunalımın kısa sürede bir siyasal bunalıma dönüşmesi de kaçınılmazdır.
İşte, iktidardır. Arkasında parlamento çoğunluğu bulunmakta, dilediği yasa düzenlemeleri, kanun kuvvetinde kararname yoluyla yürürlüğe koymaktadır. Bir hükümet, bundan fazlasını isteyemez.
Atatürk 1925 yılında, «Medenî ve beynelmilel kıyafet bizim için çok cevherli, milliyemiz için laik kıyafettir» dedikten sonra, kadınların yüzlerini, gözlerini kapatmalarına, «Onlar yüzlerini cihana göstersinler. Ve gözleriyle cihanı dikkatle görebilsinler. Bunda korkulacak bir şey yoktur» sözcükleri ile karşı çıkmamış mıydı?
anayasa düzeninde bir kısım yurttaşlar için hak olan, bir başka kesim için suç sayılmaz.
Nâzım her gün suçlanıyor, «Atatürk düşmanı Necip Fazıl» her gün devlet eliyle aklanıyor
Atatürk, «Padişahım çok yaşa» diye bağıran Osmanlı tebası yerine siyasal hakları ve ödevleri olan «yurttaş» yaratmayı amaçlayan bir ulusal içerikli büyük devrimi başlatmış ve bu devrimi Türk ulusuna armağan etmiştir.
.

İç siyasette ne zaman gerilimli ve bunalımlı günler başlarsa, o grup ve örgütler o kadar hoşnut olmaktadırlar. Ne zaman ülkede hoşgörü ortamı oluşur ve demokratik düzen gereği gibi işlerse bu grup ve örgütler de o kadar tedirginlik içine girmektedirler.

Son yıllarda Türkiye Batı Avrupa ülkelerinden kaynaklanan çok yönlü ve olumsuz bir propagandanın hedefi olmuştur. Bu propagandayı yürütenlerin arasında, Yunanlılar, Ermeni örgütleri, TKP ve etnik kökenli örgüt ve gruplar bulunmaktadır.
Din duygularının siyaset konularına karıştırılmaması laiklik ilkesinin gereklerindendir !
«Millî mücadele ruhu» adını verdiğimiz bilinç, duygu, düşünce ve ideolojik yörünge, kesinlikle «tam bağımsızlık» ilkesine dayanır.
Bir insan, kendi ülkesi için hangi siyasal çözümleri benimserse benimsesin, kesinlikle «Amerikancı» ya da «Sovyetçi» olmamalıdır. Olduğu anda, Kurtuluş Savaşı’ndaki «mandacılara» benzer. Mandacılığın, Amerikancılığı yâ da Sovyetçiliği arasında ise hiçbir fark yoktur.
Aydın Yalçın olmak mı güçtür, yoksa yalçın birer aydın mı?
Akademik hürriyetlerimize, söz ve fikir haklarımıza yapılan bu müdahaleler, en son Dekan Feyzioğlu’nun memleket insaf erbabının vicdanlarını rencide edecek tarzda vekâlet emrine alınması hadisesi ile benim için şahsen tahammül edilemez bir kesafet kazandı
Dostum bunları anlatırken düşünüyordum..
— Acaba böylesi bizde var mı?
Sanmam ki olsun!
Bu kadarı herhalde olmaz. Belki bunlar, ilerde yazılacak romanların, sahneye konacak oyunların malzemesi olarak kullanılırlar.
Dönekliğin, yılgınlığın, korkaklığın da sınırı var hiç olmazsa.
Şeytanın gör dediği kadar.
Üniversitelerin başına bir siyasal görüşün doğrultusundaki insanları atayarak «reform» yapılmaz!
Profesörleri atamakla görevli YÖK üyeleri, kendilerinde olmayan nitelikleri başkalarında arayıp, atama yaparlarken, ne ölçüde objektif olmaktadırlar?
Ticaret yapmalarına izin verilenler, özel muayenehane doktorları ile üniversite öğretim üyeleridir. Bunlar, sabahtan öğleye kadar devlet memuru, öğleden sonra serbest meslek erbabı sayılırlar. Nasıl iştir bu?
Özal’ın kadrosu, aslına bakarsanız, yıllardır devlet bürokrasisini elinde tutmaktadır. İşin garibi bürokrasiden yakınanlar da bunlardır.
İç güvenlik bacanağa, ekonomi küçük biradere, tarımcılık, ormancılık ve köycülük de dayı oğluna havale edilmiş oluyor.
İktisat ilminin ve tarihin ışığında inanıyoruz ki, özel teşebbüse dayalı kalkınma yavaştır, ıstıraplıdır, israflıdır ve sosyal adaletle bağdaşması, azgelişmiş bir memlekette imkânsızdır. Böyle bir kalkınma, siyasî gücün geniş ölçüde iktisadî güce tabi kılınması yüzünden demokratik de değildir.
Nitekim biz insanlığı, hürriyeti ve adaleti sevdiğimiz için savunmayı burada yapıyoruz işte, zenginler, kimbilir nasıl memnun olacaklar ve kimbilir bizi nasıl takdir edecekler şimdi» diye biten «Yaşasın Liberalizm» başlıklı alaycı yazısı, Mümtaz Soysal’ın «Sosyal Devlet»i konu alan incelemesi. Turan Güneş’in, Abdi İpekçi’nin, Nimet Arzık’ın, Sadun Aren’in yazı ve incelemeleri ile çıkmıştı.
Yön dergisinin daha sonraki sayıları, İlhan Selçuk’un, İlhami Soysal’ın, Aziz Nesin’in, Türkkaya Ataöv’ün, Bahri Savcı’nın, Muammer Aksoy’un, Sabahattin Eyüboğlu’nun, Şevket Süreyya Aydemir’in, Hasan Hüseyin Korkmazgil’in, Attila İlhan’ın yazı ve incelemeleri ile sürdürülmüştü. Ben de gazeteciliğe Yön dergisinde başlamıştım.
Amerikan Kongre üyeleri 1920 #8242;-lerde, topraklarımız üzerinde Ermeni devleti kurmak isteyen Amerikalıların torunlarıdır. Bizler de bunlara karşı Kuvay-ı Milliyecilerin torunları olduğumuzu kanıtlamak zorundayız.
«Milliyetçilik» budur, neredesiniz efendiler, beyler, beyzadeler, hanımefendiler? Budur, budur, budur işte
28 Şubat 1920 Londra konferansı tutanaklarından bir parça:
— Mustafa Kemal kendisini Erzurum Valisi ilân etmiş. Erzurum’da yeni kurulacak Ermeni devletinin katılacağı bir sırada bu çok anlamlı bir harekettir. Bu adam olmasaydı Ermenilerin bir şansı olurdu.
Gizli Belge: Sayfa 735, Belge No: 492.
Amiral Webb’den Lord Curzon’a yazılan 19 Ağustos 1919 tarihli yazı:
— Amerika, Trabzon ve Erzurum’u içine alan bir Ermenistan’ı himaye edecek.
Geri kalan dört ili de bir Kürt devleti olarak İngilizlerin himayesine bırakıyor
Üniversitelerimizde bilim adamları yerine cüppeli «siyasî komiserler» mi yetiştirilecektir?
Bütün bunları yazarken, geçenlerde yitirdiğimiz devrimci yazar ve büyük araştırmacı Doğan Avcıoğlu’nu içim yanarak anımsıyorum. Avcıoğlu’nun «Türkiye’nin Düzeni» adlı kitabı, kurulu düzenin hangi temeller üzerine oturtulduğunu gözler önüne sermiyor muydu?
Hep merak eder dururum: Rousseau’dan, Hugo’dan, Voltaire’den, Montesquieu’den esinlenmek «yabancı ideoloji sahibi olmak» sayılmaz da niçin yalnızca Marks ve Engels «yabancı ideolog» kabul edilip, suçlanır?Yoksa Rousseau «aslen Malatyalı» Hugo, Ispartalı-, Montesquieu Kayserili ve Voltaire de Yozgatlı mıdır? Birileri için «yabancı» sayılır da öbürleri Sümerbank basması gibi yerli?
Döviz getir, kaynağını sorma.. Nasıl iştir bu?
Liberalliği anladık, ama ne oluyor bu «menşei araştırılmaz» koşulu? Kimin parası, kimden gizleniyor ve devlet, bir anda nasıl devreden çıkarılıyor?
«Devlet, devlet» diyoruz, yurda sokulan yabancı paranın kaynağını sormaktan alıkonan devlet, söyler misiniz, bu kaçakçılık trafiğine nasıl ve ne yolla engel olacaktır?
Yıllardır, Türkiye silâh ve uyuşturucu madde kaçakçılığının alanlarından biri olarak kullanılıyor.
Döviz ticaretini serbest bıraktıktan sonra «Kaynağını sormayacağım» diye güvence verirseniz, bu güvence birtakım karanlık çevrelerce kötüye kullanılmaz mı?
Her ekonomik model kendi siyasal modelini de beraber getiriyor.
.

Kapitalizmde olduğu gibi sosyalizmde de «kopyacılık» hep yanlış sonuçlar verir.

.

Devrimler aracılığı ile çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak Atatürk milliyetçiliğinin ana amacıdır.
Demokrasi ve barış düşüncesi, bağımsızlıktan ayrı düşünülemez.
İdeoloji için ideoloji yapılmaz. Her şey insan içindir, insanın mutluluğu içindir. Ve çağdaş insan ancak ve ancak özgür bir toplumda mutlu olur.
Özgür bir toplumun kurulması, insanların birbirlerine karşı saygılı ve hoşgörülü olmalarına bağlıdır.
Yaşamları boyunca özgürlükler kavgası için acı çekmiş, binbir türlü belâ çemberinden geçmiş ve bütün bu baskılara karşı başlarını eğmemiş sosyalistlere, Atatürkçülere, ilericilere göstermediği hoşgörüyü Özal’a cömertçe sunan bir kısım solcumuz, bilmem ki kimin dostu, kimin düşmanıdır?
,demokrasiden daha güncel, demokrasiden daha gerekli hiçbir amaç yok sol için. Şimdiye kadar olmadı, şimdiden sonra da olmayacak..
Meyhane masasında adam harcamak ve bohçacı kadın şehveti ile dedikodu yapıp, insan karalamak, böylece ilerici düşüncenin bayrağını dik tutanları sırtlarından hançerlemek bunların hüneridir.
Sol, solu sevmez!.. İlerici yazar, bir başka ilerici yazarın düşmanıdır!.«Yalnız ben konuşayım, başkaları sussun» bencilliği kendisini sol ve ilerici sayan bir kısım aydınlarımızın ortak hastalığıdır!
Solun içinden çıkan yazarlar, liderler, sanatçılar, önce kendi arkadaşlarınca yaralanmış ve karalanmışlardır. Solun, sola verdiği zararın maliyetini hesaplamak bile güçtür.
Derme-çatma derneklerle «sınıf tahakkümü» kurulur da bu «para imparatorlukları» siyaset dünyasını hiç etkilemezler mi?
Konu, siyaset bilimini ilgilendirdiği kadar vicdanlarımızı da ilgilendirmektedir.
Bunların, milletvekili yemini için kürsüye çıkmadan önce özel sektör ile ilişkilerini kestiklerini sanıyoruz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir