İçeriğe geç

Deve Gözü Kitap Alıntıları – Cengiz Aytmatov

Cengiz Aytmatov kitaplarından Deve Gözü kitap alıntıları sizlerle…

Deve Gözü Kitap Alıntıları

At da çok çalışır ama insan her şeyden önce insan olmalıdır ancak o zaman yaptığı işin tadını alır mutluluk duyar ,ancak o zaman yok yaptıklarının bir anlamı olur.
Şunu bilesin ki, kimse bir başkasının düşünmesine, bir şeyi Arzu etmesine ya da hayaller kurmasına engel olamaz.
Hiç kimse bir başkasının düşünmesine, bir şeyi arzu etmesine ya da hayaller kurmasına engel olamaz. İnsanları hayvanlardan ayıran da işte bu düşünme, hayal etme özellikleri, düşünme yetileridir.
” İnsanların birbirleriyle konuşmalarını nasıl yasaklarsınız ? Karşısındakinin nasıl bir insan olduğunu kendisi anlamalı. ”
Aslında suç biraz da benim. Düşündüklerimi kendime saklamasını bilmiyor, aklımdan geçenleri bir çocuk gibi hep yüksek sesle söylüyorum.
”Beni üzen şey başkaydı: İçimde beliren duyguların yüzde birini bile dile getiremiyordum. ”
”Evet yerde yatıyordum, ama yenilmez bir kişiydim. ”
”Siz uyuşacak insanlar değilsiniz. Sen iyi yüreklisin. ”
”Yürüyor ve hiçbir şey düşünmüyordum. Bir isteğim vardı sadece bir an önce buradan uzaklaşmak. ”
”Nereye gidiyordum! Nereye olursa olsun, önümde tek canlı kişi yoktu ve bana bütün dünya yolları açıktı. ”
Şimdi bozkır benimdi, içimdeydi, onu hayallerimle süsleyerek yeniden yaratıyordum.
İçimdeki güçsüzlüğü, yılgınlığı, yalnızlığı hissederek kendimle de alay ediyordum.
Ben ise kitap okumaya dalmıştım bir köşede.
Yoksa okumuş olmamda mıydı suç? .
Hiç kimse bir başkasının düşünmesine, bir şeyi arzu etmesine ya da hayaller kurmasına engel olamaz.
İnsan her şeyden önce bir insan olmalıdır. Ancak o zaman yaptığı işten mutluluk duyar, ancak o zaman yaptıklarının bir anlamı olur.
Ee, ne yaparsınız, insanlar her yerde insandılar işte!
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
İnsan her şeyden önce bir insan olmalıdır. Ancak o zaman yaptığı işten mutluluk duyar, ancak o zaman yaptıklarının bir anlamı olur.
Ben bu bozkırda, eski çağların seslerini, yankılarını duyuyordum.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Sabahleyin erkenden kalkıp, çiğnenmemiş karda kendi ayak izlerimi bırakmaktan da çok hoşlanırdım. İlkbaharda dağ yamaçlarına çıkıp, henüz hiç kimsenin farketmediği kır lâlelerini toplamak bana büyük bir zevk verirdi.
Kalkıp gitmeden önce, ışıl ışıl yıldızlarla donanmış gökyüzünü bir kez daha kucakladım bakışlarımla.
Nedenini açıklamak zor ama, bu duygularımı, bu düşüncelerimi paylaşabileceğim insanın, ancak adını bile bilmediğim o güzel perçemli kız olabileceğini düşündüm o an.
Gökyüzü bütün yıldızları kucaklayacak kadar geniş değildi. Bu yüzden ufuklardan taşıyor, yeryüzüne dökülüyorlardı sanki.
Yeni, büyük bir güç doğdu içimde. Yeniden dünyaya gelmiş gibiydim, Anarkay üzerine yeniden güzel düşler kurmaya başlamıştım.
Ah bir yanına varsam, onunla oturup konuşsak, ya da sadece seyretsem onu, o güzel perçemini!
Araba beni beklemedi ama ben çok sevinçliydim ve kuş gibi uçuyordum sevincimden. Kızın bana el sallaması ve bozkırın bahar havasında koşmak ne güzel şeydi! Ne büyük mutluluktu!
Uzun uzun öten keskin bir tren sesi aklımı başıma getirdi ve hayal aleminden çıkıp gerçeğe döndüm.
Kargacık burgacık bir yazıyla karaladığım bu dizelerin bir değeri olup olmadığını düşünecek halde değildim o anlarda. Beni üzen başka bir şey vardı: İçime dolup taşan duyguların yüzde birini bile anlatamamıştım.
Yoksa okumuş olmamda mıydı suç ? Bu yüzden mi bir şeyler öğrenemiyordum ?
Sabah güneş doğarken kurduğum hayaller şimdi bana pek saçma ve gülünç geliyordu.
Bozkırda güneşin doğuşundan daha güzel ne olabilir ?
Ee, ne yaparsınız, insanlar her yerde insandılar işte !
Ee, ne yaparsınız, insanlar her yerde insandılar işte!
Anarkay’da, hiç işlenmemiş toprakta pulluğun açtığı ilk iz, yeni başladığım temiz bir sayfanın ilk satırı, ayak basılmamış taze karda bıraktığım izler ve dokunulmamış kır laleleri gibi zevk veriyordu bana.
Ama karşılaşacağım, birlikte çalışacağım insanların ne menem kişiler olacağını hiç düşünmemiştim. Ee, ne yaparsınız, insanlar her yerde insandılar işte!..
İnsan bir işi severek yapar ve başarıyla sonuçlandırırsa, yenisine başlamak gerçekten çok zevkli oluyor.
Şunu bilmelisin ki, hiç kimse bir başkasının düşünmesine, bir şeyi arzu etmesine ya da hayaller kurmasına engel olamaz. İnsanları hayvanlardan ayıran da işte bu düşünme, hayal etme özellikleri, düşünme yetileridir.
İnsan bir işi severek yapar ve başarıyla sonuçlandırırsa, yenisine başlamak gerçekten çok zevkli oluyor.
Ruhdan düşmək olmaz.Dayandığın yerdə durmalısan.Yıxılanadək.
…karşılaşacağım, birlikte çalışacağım insanların ne menem kişiler olacağını hiç düşünmemiştim. Ee, ne yaparsınız, insanlar her yerde insandır işte!…
Aslında suç biraz da benim. Düşündüklerimi kendime saklamasını bilmiyor, aklımdan geçenleri bir çocuk gibi hep yüksek sesle söylüyorum.
İnsan her şeyden önce insan olmalıdır. Ancak o zaman yaptığı işten mutluluk duyar, ancak o zaman yaptıklarının bir anlamı olur.
Ee, ne yaparsınız, insanlar her yerde insandılar işte!
Şunu bilmelisin ki, hiç kimse bir başkasının düşünmesine, bir şeyi arzu etmesine ya da hayaller kurmasına engel olamaz. İnsanları hayvanlardan ayıran da işte bu düşünme, hayal etme özellikleri, düşünme yetileridir.

°

İnanmıştım, umut bağlamıştım ona. İnanılacak, umut bağlanacak adam mıydı? Nesine inanmış, nesine güvenmiştim onun? diye öyle bir inledi ki, öyle bağırdı ki, bozkır bilr yankı yankı inledi bu acılarla.
İnsan bir işi severek yapar ve başarıyla sonuçlandırırsa, yenisine başlamak gerçekten çok zevkli oluyor.
Şimdi bozkır benimdi, içimdeydi, onu hayallerimle süsleyerek yeniden yaratıyordum.
İçimdeki güçsüzlüğü, yılgınlığı, yalnızlığı hissederek kendimle de alay ediyordum.
Çevremde nemli, sisli ve yorgun bozkır, sessizce, gözalabildiğine uzanıyordu. Çağlar boyu derin bir sessizlik içinde olan o engin bozkırda, benim hıçkırıklarımdan başka ses yoktu.
karşılaşacağımız günü umutla, sabırsızlıkla bekledim durdum.
Bu kavgada ben, hak için gerçek için dövüşmek gerektiğini anlamıştım. Sizi dövenle dövüşmenin bir görev olduğunu da anlamıştım. İşte benim zaferim bu idi.
Aslında suç biraz da benim. Düşündüklerimi kendime saklamasını bilmiyor, aklımdan geçenleri bir çocuk gibi hep yüksek sesle söylüyorum. Bu yüzden benimle alay ediyorlardı.
Oysa ben ne diyordum kendi kendime: Hey gidi bakir topraklar! Uçsuz bucaksız el değmemiş engin ovalar!
Bu coşkuyu veren hep o tarih öğretmenimiz Aldiyarov idi. Bakın nasıl anlatmıştı bize Anarkay bozkırını: Yüzyıllardan beri el sürülmemiş Anarkay bozkırı. Kurday yaylasından başlar, tâ Balkaş gölünün sazlı, makili kıyılarına kadar uzanır. Baştanbaşa pelin otlarıyla kaplıdır. Yazılanlara, anlatılanlara göre, buraya dalan sürüler, hiçbir iz bırakmadan kaybolup giderlermiş. Uzun yıllar yabani at sürüleri dolaşmış durmuş oralarda. Anarkay, geçmiş çağların sessiz tanığı, büyük savaşların meydanı, göçebe oymakların anayurdudur. Günümüzde Anarkay bozkırı hayvancılık için çok elverişli, zengin bir bölge olmaya hazırdır
Anarkay konusunda öğretmenimizin bu coşkulu konuşması uzar giderdi.
At da çok çalışır, ama insan her şeyden önce bir insan olmalıdır. Ancak o zaman yaptıklarının bir anlamı olur.
İnsan bir işi severek yapar ve başarıyla sonuçlandırırsa, yenisine başlamak gerçekten çok zevkli oluyor.
..insanlar her yerde insandılar işte!
Hiç kimse bir başkasının düşünmesine, bir şeyi arzu etmesine ya da hayaller kurmasına engel olamaz.
Birden, o percemli sevimli kızı hatırladım. O anda yanımda olmasını öyle yürekten istiyordum ki! Ona, pelin otlarıyla kaplı bi yabanıl bozkırda, çok güzel bir ülkenin kurulacağını anlatacaktım. Bina inandıracaktım onu. Bu güzel, görkemli ülke ANARKAY olacaktı.
Abakir parçayı alıp tuttu, tarttı. Sonra:
Sen pullukta oturuyorsun, düşürüp kaybedebilirsin, benim yanımda dursun daha iyi, dedi.
Öyle güzel, öyle parlak bir şey ve ben de öyle heycanlanmıştım ki, kollarımı yukarı kaldırarak bağırdım:
Altın! Altın!
Şimdi neredeydi acaba? Kendisini düşündüğümü biliyor muydu?
Akşam, herkes yatmaya hazırlanırken çadırdan çıkarak kaynağa doğru yürüdüm. Beni oraya bir şey çekiyordu sanki, ayrıca yanlız kalmak istemiyordum.
Ona hiç yüz vermemeli, hiç konuşmamalı.. Ama, insanların birbirleriyle konuşmalarını nasıl yasaklarsınız? Karşısındakinin nasıl bir insan olduğunu kendisi anlamalı diye düşünüyordum.
Geç şuraya otur, traktör sürmesini öğren.
Genç kıza doğru koştum. O da koyunları bırakarak bana doğru yürüdü.
Merhaba! diye bağırdım.
Merhaba! diye cevap verdi o da durarak.
Abakir sürücü yerinden atladı, geçen defaki gibi yine üstüme yürüdü.
Deve gözü.
Deve gözü mü?
Kız yüzüne düşen perçemi alnına doğru kaldırarak gülümsedı:
Çok korktum. Onları bir durduran olmazsa birbirlerini öldürebilirlerdi.
Benim okumuşluğuma takmıştı bir kere. Bunu hiç hazmedemiyordu.
Hey küçük, kes artık! dedi. Anladık ki bir bilginsin.
Şimdi git de çadırdan bana yağ pompasını getir.
Buraya ulaştığımız gün, kamyonun arkasından ayağa kalkmış, çevreye, uzaklara hayran hayran bakarak bağırmıştım: işte eski çağların, efsanelerin yaylası Anarkay!
Şunu bilmelisin ki hiç kimse bir başkasının düşünmesine, bir şeyi arzu etmesine ya da hayaller kurmasına engel olamaz. İnsanları hayvanlardan ayıran da işte bu düşünme, hayal etme özellikleri, düşünme yetileridir.
Gökyüzü bütün yıldızları kucaklayacak kadar geniş değildi. Bu yüzden ufuklardan taşıyor, yeryüzüne dökülüyorlardı sanki.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir