İçeriğe geç

Dervişhane Kitap Alıntıları – Eyyüp Akyüz

Eyyüp Akyüz kitaplarından Dervişhane kitap alıntıları sizlerle…

Dervişhane Kitap Alıntıları

-İslam dedi ihtiyar adam, Senin hümanizm dediğin safsatayla tartışmaya bile tenezzül etmez!
-Ne yani, hümanist değil misin sen?
-Okyanus varken gölete itibar edilir mi hiç?
-İnsan sevgisinin neresi kötü üstad?
– Hümanist, insanı sever; Müslüman ise yaratılan her şeyi Öyleyse hangisi yener?
Sözün büyüsü kalmadı artık
Gecenin bir yarısı uyandırmaya çekindiğin adamlara ‘dostum’ diyemezsin evlat.
Gerçek dostlar, dostlukta asla ‘kazanç’ düşünmezler. Pragmatizm öğretisi geçersizdir onlarda. ‘Faydası olan doğrudur, iyidir!’ gibi menfaatçi görüşleri eşikten içeri almazlar onlar.
Ey iman edenler, iman ediniz!
Yaşamak, farkında olmaktır.
Az bilgi ukalâlaştırır insanı. Her şeyi bildiğini sanan kişi, diğer insanları küçümsemeye başlar. Sonunda da ki bir illeti gelir ve kalbine oturur adamın.
Her şeyi hazır etmeli. Tek eksik rüzgâr olmalı ki o da gelip bir el atsın.
Rotasız gemiye ne diye yardım etsin rüzgâr?
Hayat herkes için güzeldir ama güzel yanını yalnızca kıymet bilene gösterir.
-Her şey değişiyor, hiçbir şeye alışamıyorum.
– Alışmak tehlikelidir, dikkat!
-Yalnızlığı hangi kılıfa koyacaksın?
Sorunları vardı gencin. Özünü kaybetmiş herkes gibi.
Yamasız ve yarasız olanlar, hiç yaşamayanlardır.
Muhatabın seni dikkate almıyorsa şair-i âzam da olsan nafile. İnsan gönlüne girmek için kelimeler yetmez.
Can dostlar, el ele kıyamet bohçası hazırlıyorlardı. Tüm hazırlıkları, Dervişhanelerini kutsal kılıyordu..
Ve her gün onlarca kıyamet kopuyordu.
İnsanın kaçınması gereken öyle çok şey vardı ki
-Şekilcilik dedi yaşlı bilge.
Sözde değil, özde olmak, demiştik üstadım.
Kesinlikle. Askerlere bak evlât. Komutan geçerken düşman saldırsa, karşı taarruzda bulunmak yerine selâmını verir.
Öyle isteniyor ama.
– Disiplin şekille olmaz evlât.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Kibir. dedi ihtiyar.
Büyük bir günah mıydı kibir?
-Kalbinde zerre kadar olanın cennete giremeyeceği kadar
Sahi mi?
Efendimiz diyor evlât.
– İlacı nedir ustam?
— Hakikî ilme ulaşıp o ilimle amel etmek
– Allah’ı bilmek, demiştik üstad.
Yalan.” dedi ihtiyar.
– Çok mu yalan söylüyoruz?
Gerekmese bile.
– Ama neden?
Öyle çok yalan söylüyoruz ki alışkanlık yapıyor.
– Gizlenmek için demiştik daha önce. Maskeler
-Önyargı.
– Çok mu önyargılıyız üstad?
Bunca mutsuzluğun en büyük sebeplerindendir Önyargı .
Nasıl aşacağız peki?
Sabir aşısı ile ‘Önyargı’ değil, ‘son yargı’ kavramını hayatımıza sokarak.
Nerede olunur bu aşı?
– İman Gemisi’ne binip Şükür Ülkesi’ne giderek
‘Sen öldükten sonra, kıyametin ne zaman kopacağının ne önemi var?’
— Kıyametin iyice yaklaştığı söyleniyor üstad.”
– Bazılarının kıyameti çoktan koptu evlât.
– Hiç kimse yalnız değildir evlât. Ya Allah’ladır ya şeytanla.
— İç sesi hangini dinlerse o kazanır o zaman. dedi genç.
– “Kulağını temizlememişsen şeytanın sesini duyarsın evlât.”
Şeytan, kirli kulağa mı konuşur?
Allah, temizi sever evlât.
– Nasıl temiz kalırız üstad?
Ezeli ve ebedi iktidarın Allah olduğunu unutmayarak Oʻndan başkasından ummayarak
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
– Peki, iktidarla muktedir arasında fark var mı?
– Iktidar, hükmetme gücüdür dedik ama iktidar olan herkes muktedir olmayabilir. Muktedir olmak, bu gücü gerçekten kullanabilmek demektir.
— “Mesela bir babayı düşün. İktidardadır ama ‘baskın’ bir eşi varsa muktedir değildir.
Öyleyse nedir özgürlük?
— Özgürlük, beşeri dayatmalar karşısında Allah’a sığınmaktır evlât.
Özgürlük mücadelesi dedi genç, Kula kulluk etmemektir.
Somut olarak karşısında duran kendi türüne isyan edemeyen insan; soyut olan, kendini dünyalı insana gizlemeyi yeğleyen Rabbine isyan etme cüretini gösterir. Çok yazık!”
– “Kurtuluşun reçetesi nedir peki?
– Sahte özgürlük çığırtkanlığını bırakmak
— Özgürlük çığırtkanlığı yapanlar, insanın özgürlüğünü istemiyorlar mı?
Onlar ya kendi esaretleri altına almak isterler insanı ya da eşyanın.
—“Allah’ın kulluğundan, maddenin ve insanın kulluğuna..
Bir kölenin en büyük dileği nedir bilir misin evlât?
Tabii ki özgürlük. dedi genç adam.
– Yanılıyorsun evlât. Olması gerekeni değil, olanı soruyorum.
– Bir kölenin özgürlükten başka bir dileği olamaz.
“Köleler dedi ihtiyar, Gökyüzü ellerinden alınmış adamlardır. Gökyüzüne sahip değilsen, ufka da sahip değilsindir.
– Ufka sahip değilsen?
Duan da dileğin de küçük olur. Insanın dileği bile hür olup olmadığını anlamaya yeter.
– Nedir bir kölenin en büyük dileği ustam?
Daha iyi bir efendidir.
– Nasıl olur? diye haykırdı genç.
– Hür olmak, sorumluluk ister evlât. O yüzden bugün insanların çoğu, prangaları görünmese de köle olarak yaşıyor.
Neyin kölesi?
– Her şeyin Nefsin, şeytanın, sistemin, patronun, müdürün, babanın, eşin
Peki, köle olarak yaşayanların isyanı, özgürlük mücadelesi değil mi?
Özgürlükle hak kavramını karıştırıyoruz evlât. İnce bir çizgi vardır arada. Köleler, yaşama hakkı için savaşabilirler. Savaşmalıdırlar da zaten.
– “Daha iyi bir hayat için değil mi?
Şirke düşmemek için
– Şirke mi düşülür kölelikte?
Başkasının buyruklarına değil, yalnızca kendisine boyun eğmeni ister Allah.”
Bir iman mücadelesidir o zaman ‘İstiklâl Savaşı’
Ortada kalanlar?
– Dünyada ‘Araf’ yoktur evlât.”
Ya kölelik?
– Yüzünü nefis ve şeytana dönmüşsen kölesindir artık.
İnsan, bir yerlere tutunmak ister. Fıtratı bunu gerektirir. Yüzünü Allah’a döndükçe özgür olursun ancak.
Bilinenin aksine özgürlük, Allah’la mümkün demek
Anlamlandırmak için önce anlamak gerekiyordu. Anlamak için de ön koşul, özü bilmekti. Oysa insanın özden uzaklaşması için tasarlanmıştı yeni dünya.
-Ama Allah’ın yasakları var. Yasaklar varken özgürlükten bahsedilebilir mi?
Ya bu yasaklar seni yaratan, seni atomlarına kadar bilen, sana senden yakın olan Rabbin tarafından konmuşsa?’
— Yani faydamiza mıdır tüm yasaklar? _ Elbette. dedi bilge ihtiyar. İçki içen bir adam, sarhoş olup zihnini kiraya vermez mi evlât? Özgürlük müdür bu?
-Özgürlük, Allah varsa vardır evlât.
O zaman Allah varsa özgürlük yok mu?” diye sordu genç.
— Başkalarının kavramlarıyla dalış yaparsan, Yanlış Mânâ Denizi’nde boğulursun evlât.
– Ne yapmalı öyleyse?
Önce kavramların hakkını vermeli, sonra mânâ peşinde koşmalı.
Allah varsa dedi genç.
İhtiyar karıştı söze:
– Özgürlük, Allah varsa vardır evlât.
Bizim irademizin üstünde yüce bir irade var.
Doğru. Dünyaya gelirken de fikrimiz alınmadı, dünyadan giderken de fikrimiz alınmayacak.
Dilediği her şeyi yapabilme iradesinden bahseder anarşistler. Oysa doğumunu dahi kendi dilemeyen insan, nasıl olur da her şeyi yapabilir?
“İnsanın dilediği her şeyi yapabilmesi gerektiğine inananlar var.”
— Öyle bir dünya mümkün mü?
Eğer dünyaya tesadüf eseri gelseydik evet
‘Yama’ demek, sahicilik demekti.
‘Yara’ demek, olgunluk demekti.
En sevdiğin kelime/ler? diye sordu genç. – Yama ve yara.” dedi ihtiyar.
Özel bir sebebi var mı peki?
Yama, yaranın ikiz kardeşidir evlât.”
– Ya mânâsı?
– Yamasız ve yarasız olanlar, hiç yaşamayanlardır.
“Tüm yaşayanlar, yama ve yara sahibidirler diye ekledi genç.
– “Şimdi ‘yama’yı değil, ‘yeni’yi tercih ediyor insanlar.”
‘Yama’ demek, sahicilik demekti.
‘Yara’ demek, olgunluk demekti.
Kim soruyor, kim cevaplıyordu? Genç, ihtiyar; ihtiyar, genç mi almuştu? Bir gerçek vardı: Uçağa binen yükseliyordu.
– İnsanlar dedi, “Başkalarını çok önemsiyorlar.
Nasıl olur? Kimsenin kimseyi önemsemediği zamanlardayız.
– Çoğu kişi, insanların kendisi hakkında ne konuşulduğunu öğrenmek istiyor. dedi genç.
“Bu, neyi gösterir sence?”
– Aslında başkalarını değil, kendilerini önemsediklerini gösterir bu.
– İnsanlar dedi genç, Tanrılaşmak istiyorlar.
– Yani?
Bilinmeyeni bilmek istiyorlar.
Bilmek, tanrı olmak için yeterli midir evlât?
– Değildir tabi. Ama şartlardan biridir.
– Değiştirme gücüne sahip olmadığın bilgi ne ifade eder evlât?
Genç Sükût Dağları’nın eteklerine sığındı.
İnsanlar İnsanlar, iyi ki görünmez değiller.
– Ya olsalardı?
– Olsalardı, kötülük kol gezerdi etrafta.
Çünkü?
Çünkü herkes birbirinin kusurunu araştırır, açığını yakalamaya çalışırdı.
Ya iyiler?
– İyiler, görünürken de iyiler.
Görünürlük, kötülüğü engelleyen bir kalkan mi yani evlât?
– Kesinlikle üstad.
– Görünmez olsan ne yapardın? diye sordu ihtiyar.
“İnsanlara yardım ederdim. dedi genç.
– Şimdi de edebilirsin.
Öyle bir devirdeyiz ki yardım etmek için görünmezolmamız gerek.
– Görünür olunca ne oluyor?
– Allah için değil, kendin için yapmaya başlıyorsun.
İhtiyar sustu. En başta sorduğu soruyu tekrarladı, ilk kez soruyormuşçasına.
– Görünmez olsan ne yapardın? – İnsanlara yardım ederdim. dedi genç.
Şimdi de edebilirsin. dedi ihtiyar
– Şimdi insanların minnet borcu oluyor.
İhtiyar durakladı ve üçüncü kez aynı soruyu sordu:
– Görünmez olsan ne yapardın? — İnsanlara yardım ederdim.
Şimdi de edebilirsin.
– Haklısın. dedi genç. “Edebilirim..
Kimseler bilmese de herkesin ‘Fakirhane’ dediği bu hane, genç için aslında ‘Dervişhane’ idi.
Çünkü her şey düşünmeyle başlar.
Yorumculuğun bu kadar yaygın olmasının başka nedeni var mi peki?
İzleyenin düşünmesine müsaade etmemek dedi yaşlı bilge.
— “Niçin? diye sordu genç.
Çünkü her şey düşünmeyle başlar.
Muhalefet, halk için gereklidir evlât; yönetenler için değil.
— Başka nedeni var mı yorumcuların ekranda boy göstermesinin?
– Elbette. dedi ihtiyar. “Aynı görüntüden farklı yorumlar çıkarmanıza izin verilmez.
“Aynı yorumlar çıkarmamızı neden isterler peki?
– Aynı yöne gidince ne olur?
“İnsanları aynı yöne sürüklemek isterler.
“Muhalefet gibi bir sorun olmaz.
– Ama muhalefet gerekli değil midir üstad?
– Muhalefet, halk için gereklidir evlât; yönetenler için değil.
Sevdiğin bir şey varsa, onu mutlaka araştırır ve her şeyiyle öğrenirsin.
Spikerle kalsa iyi evlât. Bir futbol maçında yorumcunun ne işi var?
O işin de üstadı vardır. Bir görüntüyü ustasından dinlemek hoştur bence.
– Seyirciyi, çok kötü oynayan bir oyuncunun iyi oynadığına inandırıyorsa da mı?
– Art niyetliyse kabul ama herkes art niyetli değildir ki.
Evlât, sevdiğin bir şey varsa, onu mutlaka araştırır ve her şeyiyle öğrenirsin. Başkasının yorumuna neden gerek duyasın ?
Doğru yorumlayan hiç kimse yok mu?
– Yanlış ve doğru her zaman olacaktır evlât. Ama onca yanlış içerisinden doğruyu nasıl ayıklayacaksın?
-Çözüm nedir peki? diye sordu genç umutsuzca.
– Gördüklerimizin başkaları tarafından yorumlanmasına izin vermemek. dedi ihtiyar.
-Ne yapıyorlar peki?
– Kürsüye iyi bir hatip çıkarıp kalabalıkların susmasını sağlıyorlar.
– Yani bu bir oyun mu?
– Oyun içinde oyun dedi ihtiyar.
-Ama kalabalık, gürültü demektir üstad.
– Dünyaya hükmedenler de böyle diyor evlât.
– “ Kesinlikle TV’yi kapamak zorundayız.
– Ama yorumcular, oturduğumuz yerden bizi bilgilendiriyorlar. Bunun neresi kötü üstad?
“Birincisi, yönlendirme var.
– Nasıl yönlendirme?
– Futbol maçını ele alalım müsaadenle. Karşında görüntü var. Herkes evladından, anne-babasından iyi tanıyor zaten oyuncuları. Neden bir spiker var öyleyse? – Görüntü yetmiyor, ses de gerek. dedi genç.
– Binlerce taraftarın sesi ne güne duruyor?
– Ama birinin anlatması ayrı bir heyecan katıyor.
– Binlerce kişinin sesini susturup, tek bir sese kulak verilmesini istiyor televizyonlar.
-Ne çok gözyaşı var. dedi genç.
Göz varsa, yaş da olacak evlât. dedi ihtiyar.
TV ekranlarında tüm güncel olayları yorumlayan uzmanlar var. Her şeyi anlamak ne kadar da kolaylaştı. dedi genç.
– Tam tersi evlât.Anlamak için kesinlikle TV’yi kapamak zorundayız.
Sıkı dostlar, adeta zulme karşı bıçaklarını bileyen bileyiciydiler. Bileyişlerinden belliydi ki zulme karşı birer savaş neferiydiler.
– Öyleyse bizim rolümüz ne olacak bu savaşta?
– Ne zalim olmak ne de zulme sessiz kalmak Mazlumlar cephesinde zalimlerle çarpışmak
– Ya bizim savaşımız değilse? diye sordu genç.
– Bir savaşta mazlumlar varsa; o savaş, kalp taşıyan herkesin savaşıdır evlât.
Özgünlük zordur, bedel ister. Maskelerse bu bedelden muaf tutar kuşananı.
— “Bile isteye mi takılır maskeler yoksa zorunluluk mudur?
Bazen bir korunma içgüdüsüyle, bazen de sığınılacak bir liman kabul edilerek takılır.
– Ya maskeler olmasaydı?” diye sordu genç.
Hayat çoğu için çekilmez olurdu. İnsanlar bu yüzden durmadan yalanlar söylerler birbirlerine.
Yalanlar da birer maske o zaman.” dedi genç, büyük bir şey icat eden mucit edasıyla.
Elbette. dedi ihtiyar. Gerçeği saklamak için kullandığımız her şey maskedir.”
Genç kaygılıyız:
– Ne yapmalı peki?
Maskesiz de sevecek dostlar bulmalı önce.
– Ya sonra?
– Bütün maskeleri sıyırıp atmalı.
-Kendimizi beğenmedikçe maskeler ardına saklanırız.
“Kendimizi kandırmaktan başka ne işe yarar ki?
Avuntu.” dedi ihtiyar. “İnsanların en çok istediği şeylerden biridir avuntu.
– Ama gerçekler gizlense de oradadır.
Evet.” dedi ihtiyar. Astım hastasının, evi süpürüp de tozları çekyat altına itelemesi gibi.
“Ama yine rahatsız olur insan.”
“En azından göz önünde olmadığından psikolojik olarak rahattır kişi.
İnsanlar neden değişiyor? diye sordu genç.
– Maskeler dedi ihtiyar fısıltılı ses tonuyla.
Genç anlamadı:
Maskeler derken üstad?
“Değişim yok evlât, maskeler var.
– “Değişmiyor mu yani insanlar?
Değişmiyorlar.” dedi ihtiyar. Yüzlerce maskesi var insanların.
Genç afalladi:
Yüzlerce mi? Neden ama?
“En önemli neden, sosyal çevredir.
– Çevremiz maske takmamızı mı istiyor?
Kesinlikle. dedi ihtiyar.
– Neden maskeli görmek istesin ki bizi çevremiz?
İnsanlar, olduğumuz gibi değil; olmamızı istedikleri gibi görmek isterler bizi.
Sahi mi?
‘Nasılsın?’ sorusuna karşılık Kötüyüm!’ cevabını duymak isteyen birini gördün mü evlat?
– Mutluluk maskesi tamamızı mı isterler?
Öyle maalesef.
Başka nedeni var mı maskelerimizin?
“Pek çok nedeni var.
Mesela?
– Hakikati haiz değiliz evlât. Hakikat maske kabul etmez.
Hakikat nedir?
#8212; Dört kapının dördüncüsüdür.”
– Diğer üç kapı nedir?
– Şeriat, tarikat ve marifet. Hakikat ise son kapıdır. Diğer üç kapıdan geçmeden dördüncü kapıya varılamaz.
– Hakikatle gerçek aynı şey midir peki?
– Gerçek çoktur evlât ama hakikat tektir.
Genç anlamadı.
Ihtiyar devam etti:
– Tüm varlıklar adedince gerçek vardır fakat hakikat tektir.
– Tıpkı Allah ve kulları arasındaki fark gibi. dedi genç.
Hakikat de hep var olandır evlât. Yani Allah’tır. Hakikati unuttuğumuzda diğerlerini hatırlamanın hiçbir değeri olmaz.
– Peki, filmler nasıl bireyselleştirdi bizi?
– Yemek sahnelerine bak evlât. Herkesin tabağı ayrı. Kimse kimsenin bardağından su bile içmiyor.
– Ama uzmanlar, sağlıksız olduğunu İhtiyar, gencin sözünü tamamlamasını beklemeden:
Uzmanlar yokken daha az hastalık vardı evlât. Bugün herkes hasta. Yaşlısı, genci
Uzmanlar yalan mı söylüyor yani? – Uzmanları bilmem ama gerçekler yalan söylemez.
– Ama dedi genç. Söyleyecek söz bulamadı. İhtiyar devam etti:
Çarpık aile ilişkileri, saygısızlıklar, âsilikler Her biri Amerikan sinemasının hayatımızı işgal etmesiyle girmedi mi evlerimize? .
Sinema tehlikeli bir şeydir o zaman üstad?
– Haşhaş; ilaç için de kullanılır, uyuşturucu için de evlât.”
Anladı genç. Minnet dolu bakışları ihtiyarın gözleriyle buluştu. Anladı ihtiyar
Can dostlar, aynı bardaktaki suyu yudumladılar. ‘Müslüman’ın artığının Müslüman’a şifa olduğunu’ bir kez daha hatırlatırken bireyci anlayışa sırt çeviriyordular.
Nasıl dönüştürüldük?
– “Yaşamayı filmlerdeki ve dizilerdeki karakterlerden öğrenmeye(!) başladık evlât. İşte dönüşümün en büyük formülü
“Evlât, eskiden ‘rol model alınan kişiler, âlimler olurdu. Şimdi ise
Sustu ihtiyar. Gözleri doldu. Bir burukluk, bir kırılmışlık hâli yansıyordu yüz hatlarına. Birkaç dakika sonra devam etti:
— Şimdi ise magazincileri
— Televizyon! dedi genç fısıltılı bir tonda.
“Televizyon!” diye tasdik etti ihtiyar. Neden âlimleri değil de televizyonları dinliyoruz peki?
Tipkı illüzyonda olduğu gibi kandırılmak istiyoruz evlât. Gerçek kimin umurunda?
Sahi, gerçekler neden hep rahatsız eder insanı?
“İnsan hem kolaycı hem faydacıdır Genç söze karıştı:
– Ama kolay adamlar, gerçeklerle anlaşamazlar. İhtiyar gülümseyerek:
– Zoru gören insan da kendini kandırmayı seçer, hayallerle avunmak ister.
Hayal âleminde yaşarken de gerçek dünyaya giden treni kaçırır. dedi genç.
Ne kadar yerinde bir ifade. dedi ihtiyar, gence hayran hayran bakarak.
– Bir çırpıda hayata sirayet etmeyen şeyleri sevmez insanımız.
— Amatörlük; heyecan demektir, inanç ve gözyaşı demektir.”
– Gözyaşının neresi iyi üstad?
Gözyaşı, insan olmak demektir evlât.
Genç şaşırdı:
İnsanlar ağlamamak için her şeyi yapıyorlar hâlbuki.
– Sorun da bu ya evlât. Ağlamayan insanın makineden farkıvar mıdır?
– Ya profesyonellik?
Profesyonellik, makineleşmektir; heyecanı, hissiyatı kaybetmektir.
Ama başarılı olanların tamamı profesyonel. Bu kez roller değişiverdi. İhtiyar sormaya başladı.
“Neyde başarılı olanlar? diye sordu ihtiyar. – Her şeyde
Insanlıkta mı, kullukta mı? Neyde?
— İş hayatında, kariyerde.”
Kariyer dediğin emekli olduktan sonra bile geçmiyor evlât. Kullan, at.’ vazifesi gören şeylere itibar edilir mi?
— İnsanlıkta ne geçiyor peki? diye sordu genç.
“Elbette amatörlük dedi ihtiyar gülümseyerek.
Nasıl yani?
“Profesyoneller, tıpkı bir robot gibi çalışırlar.”
“Robot gibi çalışmak da ne demek?
– “Duygularla ilgilenmemek, olayları yalnızca sonuçlarına göre değerlendirmek demek.
Yanlış bir yaklaşım mı bu?
Muhakkak.
Neresi yanlış üstad?
Sebepler nerede evlât? Bir bütünün parçasıdır sebeple sonuç.’
“Hangisi daha önemlidir peki?
Biri olmadan diğeri olmaz. İkisi de mühimdir.
‘ Kadınlar duygularıyla hareket ettikleri için başarısızdır.’ denir ama?
“’Annelik’ neden kadınlara verildi sanıyorsun evlât?
– Neden?
Çünkü kadın amatör, erkek profesyoneldir. Erkek profesyonel olduğundan hak etmedi anneliği.
– Kadınlar nasıl hak etti peki?
– Duygularıyla elbette. Hisliydiler. Ve Allah, hak edene yani kadına verdi anneliği.
– Bir zaaf değil mi yine de duygulara yenilmek?
Zafiyet, nasıl kullanacağını bilmemekten kaynaklanıyor evlât. Bıçakla ekmek de kesebilirsin, insan da
– Amatör kalmak için ne yapmalı öyleyse ustam?
– İnsanî olanı seçmeli. dedi ihtiyar.
– Insanî olan nasıl seçilir? diye sordu genç.
— Duygusal zekânın da varlığını kabul ederek.
Kabul etmiyor mu insanlar?
– Bilişsel zekâyı tercih ediyorlar.
– Neden?
– İnsan faydacıdır evlât. Faydalıyı ararken bütünü kaçırıp parçayla ilgilenir.
Parçayla ilgilenince de şemayı tamamlayamaz.
Kutlarım. dedi ihtiyar. Daha iyi açıklanamazdı.
Peki, amatörler mi mutludur, profesyoneller mi? diye sordu genç.
İhtiyar hiç düşünmeden cevapladı
— Elbette profesyoneller.
– Neden peki?
Sahadan mağlup bile ayrılsalar, hiçbir şey olmamış gibi hayatlarına devam ederler.
“O zaman neden profesyonellerden yana olmuyoruz? diye sordu genç.
— Çünkü yalnızca amatörler anlar. Hem gözyaşının da tadına varmak lazım evlât. Allah boşuna vermedi ağlamayı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir