İçeriğe geç

Dersim Kitap Alıntıları – Muzaffer Oruçoğlu

Muzaffer Oruçoğlu kitaplarından Dersim kitap alıntıları sizlerle…

Dersim Kitap Alıntıları

Tırmanın! Tırmanın az kaldı güneşin kapısını çalmaya!
Dünya karanlıktır Karanlık dünyayı aydınlık gören körlerle doludur dünya,
Kimseyi bir yerinden silme, döner bir yerine yerleşir.
Solucan toprağın, balık suyun peygamberidir. Insansa bu iki peygamberin celladıdır. Birini diğerinin ölüsüyle avlar.
Ucu kırılmış kalem gibiydi insan. Tam da kırılan bu uçta bekliyordu yaşam. Acıyı, demlendire demlendire, güce dönüştürmeden büyütmek ve yaşamak kadar büyük bir işkence var mıydı dünyada?
Sakın sevdiğini yağmalama. Bu yalancı dünyada yağmalanamayacak tek şey sevdadır.
Dik durmak, insanın yağmalananamayacak en büyük sermayesi.
Her kadın bir uçurumdur, okumadığım bütün kitaplar yazar bunu.
Kendi temelini kendin yaratmazsan yaratıcının en küçük bir krizde sallanmasına bağlı olarak sallanırsın.
Dünyanın yüreği, tosbağanın sırtı kadar duyarsızdı. İnsan insanı yiyerek yaşıyordu.
Toprağa gömülen bebeklerin, beşiklerde kalan çığlıkları, gelinlerin diken moruna çalan göz çukurlarında çaresiz, yıkıntı bakışlara dönüşüyordu.
Evin içinde, kendini dünyaya yerleştirememiş olmanın verdiği sıkıntıyla geziniyor.
Yükseldikçe alçaldım, yitirdim derinliğimi.
Göklerin sahibi, yüz yirmi dört bin peygamber gönderdi de düzeltemedi dünyayı. Sen mi düzelteceksin?
Dersim yenilirse kazanır. Dersim’in acısı dibe vurur, dünyanın şahdamarına işler. Xizir unutsa da dünya âlem unutmaz Dersim’i.
Cahillik cinayettir.
Neredesin aslanê minê per, ses ver!

İnsanlığa yakın bir yerdeyim!

Askeri üzerimize sürerlerse ne yaparız?

Seyit Rıza bilincini arayan özgürlük duygusuyla

Ben yetmiş beş yaşındayım, diye mırıldandı.
Kimseye boyun eğmedim, bunlara da eğmem..

Kadın uçurumdur, o uçurumun dibine inmek zordur
Aşkı aşk eden de o zorluktur zaten..

Aşk olmasaydı keşke..

Dünya karanlıktır
Karanlık dünyayı aydınlık gören körlerle doludur dünya..
Oğlunun asılmak için götürülüşünü acıyla seyreden Seyit, çok önceleri söylediği sözü bir kez daha mırıldandı:

“Ben sizin yalanlarınızla baş edemedim, bu bana dert oldu; ben de şimdi sizin önünüzde eğilmeyeceğim, bu da size dert olsun.”

Insanın kendi yüreğine zulmetmesinden daha büyük bir zulüm yoktu dünyada.
Tırmanın! Tırmanın az kaldı güneşin kapısını çalmaya!
Son nefesini vermeden, ‘Beni mezara yatırmayın,’ dedi, ‘baş aşağı, dikine gömün.’
Konuşma. Konuştuğun zaman da öyle konuş ki seni dinleyen ya bir şeyi hatırlasın ya da bildiği bir şeyi unutsun.
Ben yapamadıklarımın yarattığı bir adamım,
Eren insan, veren insandır.
Sizden daha büyük öğretmen var mı, insana düşman ettiniz beni.
Seven zaten istemez, verir.
Harputluların abdestbozan otu dedikleri bir ot var, güneşsiz yerlerde yetişir, kökü acıdır. Kötü söz, o ot kadar degersizleştirir insanı.
Hırsızlık, insanın kendinden çalmasıdır.
Tanımadığı ölülere kendi ölüsüymüş gibi üzülen insanlar, has insanlardı.
Gövdesinde bulunan on üç milyar nörondan sadece bir tanesi çalışıyordu; o da her zaman değil, karısının yabancı bir erkekle ilgilenmeye başladığını gördüğü zaman.
Akıl torban delinmiş. Ama içinde hiçbir şey olmayan torbanın deliği de ciddiye alınmaz.
Ne kadar yücelirseniz yücelin, sonsuzluğun karşısında bir hiçsiniz!
Hangi aynanın arkasındaki gümüş sır, senin şu yüzündeki meymenet kıtlığına dayanır?
Iyiliğe iyilik olsaydı kara öküze bıçak olmazdı.
Dünya karanlıktır Suse. Karanlık dünyayı aydınlık gören körlerle doludur dünya.
Her cahil insanın beyni bir kör kuyudur..
İnsanların fikridir beni uyuz eden. Onun için kolay geçmez benim uyuzum.
Kuralların, şablonların, alışkanlıkların, sığlığın ve bilgisizliğin ülkeyi kırıp geçirdiğini düşündü. Hiç kimse kendi gerçeğini özgürce bağıramıyordu.
Devlete devlet lazım.
Ayıboo! Zılmoo! Cinayetoo! diye bağırdı. Ma ewlade Kerbelay me! Sandalyesini tekmeyle fırlatıp boşlukta salınmaya başladı.
Oğlunun asılmak için götürülüşünü acıyla seyreden Seyit, çok önceleri söylediği sözü bir kez daha mırıldandı:

“Ben sizin yalanlarınızla baş edemedim, bu bana dert oldu; ben de şimdi sizin önünüzde eğilmeyeceğim, bu da size dert olsun.”

Dersim, eşeğini çok sevmiş, semerini altından yaptırmış. Eşeğe, durum nasıl? diye sormuş, eşekliğim on kat arttı demiş, eşek.
Cahillik, secde edilecek kadar kuvvetliydi dünyada.
Akıllı insanlar, delilerin gani olduğu yerdedir.
Yalanı dinlemek, söylemekten güçtür,
Atımı hep yüreğime doğru sürdüm yetmiş sene, ulaşamadım yüreğime.
Sakın sevdiğini yağmalama. Bu yalancı dünyada yağmalanmayacak tek şey sevdadır.
En çok yaşayanlar, kaçanlar ve yalan söyleyenlerdi.
Haq gözünü yumdu, kulaklarını ziftledi. Haq, ölen sabi sübyanın gözbebeklerindeki yazıları okusaydı, avuçlarındaki yalvarışları duysaydı bu zulmü bize reva görmezdi.
Bütün ölülerin yaşı aynıdır Yavo. Hepsi zamansızdır..
Güneş gayesini insana verdi, insan bu gayeyle girdiği yeri aydınlattı, yağmaladı. Güneş utancından karardı.
Dik durmak, insanın yağmalanmayacak en büyük sermayesi.
Kuzunun bıçaktan dilediği amanı, hiçbir bıçak sahibi duymadı. En iyisi aman dilememek.
Etken bir kafa ile edilgen bir yürek arasında bir ömür gidip gelmenin, harcanıp ufalanmanın yarattığı müzmin bir durgunluk çökmüştü duygularına.
Şahdamarından kan yerine nefret akan bir dünyanın nimetini yiyordu her insan. Tuzun, ekmeğin ve ışığın ağladığını duymuyordu hiç kimse. Dilsizliğine şükrediyordu, konuşan dilleri dinleyen her taş.
Kadın uçurumdur, o uçurumun dibine inmek zordur; aşkı aşk eden de o zorluktur zaten.
Gökyüzünü kadının tepesinde kızgın saca çevirme. O sacın altında kadın değil, sen yanarsın.
Ben şuna inanmışım ki Yavo, bu dünyada zulüm, girdiği her yeri büker ama kadının yüreğini bükemez.
Bunu hiçbir zaman unutma ki Yavo, kadın erkekten yücedir. Göğün yedinci katına kadar yükselen Sisarık’tan daha yücedir.
Haydar, Yavan’a gramofonun ne olduğunu anlatıncaya kadar akla karayı seçti. Ve sonunda, Benim rahmetli Abas babam da otuz sene evvel senin gibi yaptı, diye gülümsedi. Semerciydi. Erzingan’a ilk gelişinde bir evden Fikriye Şakrakses’in ‘Gel Okşa Beni,’ şarkısını duymuş. Gitmiş evin kapısını vurmuş. Kapıyı açan kadına, ‘Gel okşa beni diyen sen misin?’ demiş.
Semerci Abas’ın, evden çıkan iki çam yarması tarafından hurdahaş edilmesi, Yavan’ın, dağlardan başka hiçbir mekâna güvenmemesi gerektiğine dair inancını iyice pekiştirdi.
İnsanın anadan toprağa düşer düşmez bağırdığını, bağırmasıyla da kavgayı başlattığını düşündü.
Bu felaketler olmazdı. Tüfeğimi gül dalı yapmaya hazırdım ama anlatamadım kendimi.
Herkes açtır. Askerler, köylerde ne kadar hayvan varsa hepsini toplayıp götürmüşler. ‘Köylerinize girmeyin, başka illere göç edin,’ demişler.
Özü ayrıştırarak evrene yayan, evreni öze adayan, tarifsiz, ince bir acıyla kafasını göğsüne sarkıttı Seyit. Oğlu Hasan’ın, karısı Bese’nin, torunlarının ve diğerlerinin kanlı cesetleri altında kalmış gibi oldu.
Eskiler, ‘Dünya bir güldür kokla, arkadaşına ver,’ derlerdi. Halbuki, dünya bir kan deryasıdır. Bu deryaya düşen, can havliyle el atar kan köpüğüne, avaz avaz yardıma çağırır arkadaşını.
Herkes bir yerlerden geliyor, bir şeyler yapıyor ve sonra da yitip gidiyordu dünyanın dipsizliğinde. Korkunç şeyler olmuş, yer tutuşmuş, yaşla kuru birlikte yanmıştı. İyi insan neslinin azaldığı bir devirdi.
Ateşe girdin mi ya dayanacaksın ya da birro gewr meşesi misali tütmeden yanacaksın.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir