İçeriğe geç

Der Vorleser Kitap Alıntıları – Bernhard Schlink

Bernhard Schlink kitaplarından Der Vorleser kitap alıntıları sizlerle…

Der Vorleser Kitap Alıntıları

“ O günleri düşünmek beni neden böyle hüzünlendiriyor? Geçmişte kalmış mutluluğa duyulan bir özlem mi bu? “
“ Ama bir süre sonra anısını her an yanımda taşımaz oldum. Geride kaldı, tıpkı trenle geçerken geride kalan bir kent gibi. Kent hep orada, ardınızda bir yerlerdedir; isterseniz oraya dönebilir, varlığından emin olabilirsiniz. Ama bunu neden yapasınız ki? ”
Doğum günüm olduğunu bilmiyordu. Ona doğum gününü sormuş ve 21 Ekim’de olduğunu öğrenmiştim, ama o benimkini sormamıştı.

Tevafuk bu ya bu satırları 21 ekimde okuyor olmam

Geçmişte güzel olan şey, geriye bakarken çirkin gerçekleri gizlemiş olduğu için neden böyle dağılıp parçalanıyor?
“ Diğerinin muradı olmayı başaramamışsa insan, diye düşünüyordum, neden istesin ki onun eski ilişkilerini dinlemeyi? “
“ En fazla bir tahmin yürütebildiğiniz yerde ’ bilmek ‘ ve düpedüz uydurduğunuz yerde ’ sanmak ‘ sözcüklerini kullanıyor olmayasınız? “
Ne ki, kaçış yalnızca uzaklaşma değil, bir varıştır aynı zamanda.
Ben de anlatmayı bıraktım böylece. Söylediklerinizin hakikati yaptıklarınız olduğuna göre konuşmanın ne gereği var ?
Kaçıyordum ve kaçabildiğim için memnundum.
Bazen sonucu acı verdiği için bile mutluluğa sadık kalmaz bellek.
Neden ? Geçmişte güzel olan bir şey , geriye bakarken çirkin gerçekleri gizlenmiş olduğu için neden böyle dağlık parçalanıyor ?
Ne ki, kaçış yalnızca bir uzaklaşma değil, bir varıştır aynı zamanda.
Söylediklerinizin hakikati yaptıklarınız olduğuna göre konuşmanın ne gereği var?
Diğerinin muradı olmayı başaramamışsa insan, diye düşünüyordum, neden istesin ki onun eski ilişkilerini dinlemeyi?
#8212;
Ama bir şeylerin yerinde olmadığı hissi asla kaybolmadı.
Üşümesi gerektiği halde üşümeyen bir insana tıp çevreleri nasıl bir teşhis koyarlar bilmiyorum.
Okuma yazma bilmeyen bir insan olarak utanılacak bir duruma düşmekten korktuğu için mi, bir cani olarak daha utanç verici bir durumu yeğliyordu? Okuma yazma bilmeyen bir insan olarak utanılacak bir duruma düşmekten korktuğu için mi suç işlemişti?
“Doğru zaman kaçırılmışsa,diye düşündüm,eğer insan bir şeyi kendinden bunca zaman esirgemişse,bir şey ondan bunca zaman esirgenmişse eğer,büyük bir güçle başlasa ve coşkuyla desteklense bile,artık çok geç kalınmış demektir.Yoksa “çok geç” kalınmaz mı hiçbir zaman;yalnızca “geç” mi kalınır ve “geç” olması,her şeye karşın “hiç” olmamasından daha mı iyidir?”
Bazen sonu acı verdiği için bile mutluluğa sadık kalmaz bellek. Gerçek mutluluğun yalnızca sonsuza kadar sürmesini beklediği için mi ?
Adalet nedir?
Yasalarda yazılı olan mı, yoksa toplumun fiilen geçerli sayıp uyduğu mu?
Yoksa her şeyin hakça yürüdüğü koşullarda, yasalarda yazılı olup olmadığına bakılmaksızın geçerli sayılması ve uyulması gereken şey midir adalet?
Sanki o boş vagonda hedefi ve sonu olmayan lanetlenmiş bir yolcu gibiydim.
Hayatım boyunca kararlaştırmadığım pek çok şey yaptım ve kararlaştırdığım pek çok şeyi de yapmadım.
Hayatım boyunca kararlaştırmadığım pek çok şey yaptım ve kararlaştırdığım pek çok şeyi de yapmadım.
İnsan geride bırakmadığı ya da yaklaştığını hissetmediği yılları kestirmekte zorlanır.
Onu sevmiştim. Yalnızca sevmekle kalmamış, onu seçmiştim.
Ama cellat da idam mahkumundan nefret etmez, yine de asar onu.
‘Biz’, ‘Hepimiz’ diye konuşmak, ‘Ben’, ‘Yalnızca ben’ demekten daha kolay, değil mi?
Kaçış yalnızca bir uzaklaşma değil, bir varıştır aynı zamanda.
Kaçış yalnızca bir uzaklaşma değil, bir varıştır aynı zamanda.
ve biliyor musun, eğer seni anlamıyorlarsa, senden hesap da soramazlar.
onu sevmekle bir suç mu işlemiştim?
-Neden ben?
-Sanıyorum, hayatta kalan tek insan siz olduğunuz için.
-Ne yapacağım bu parayla?
-Uygun gördüğünüz şeyi.
-Ve Bayan Schmitz’in günahlarını affedeceğim, öyle mi?
Açılırsak birbirimize
sen bana, ben de sana dalarsak

bana sen ve ben sana erirsek

sen bende ve sende ben.

İşte o zaman
ben olurum ben ve sen de sen.

arada ağlayabilen bir Hanna, hep güçlü olan bir Hanna’dan daha yakındı bana.
Ama kötü bir düşten uyanmak, insanı rahatlatmaya yetmeyebilir.
Vedalaşıyormuşuz gibi hissettim.
bir daha yitirmekten acı duyacak kadar sevmeyecektim hiç kimseyi.
Hayatlarımızın katmanları öylesine üst üste yığılmış ki sonradan yaşadıklarımızda eskilerle karşılaşıyoruz durmadan: halleşip bir kenara bıraktığımız yaşantılar olarak değil, güncel ve canlı deneyimler olarak.
Gecikmiş ve harcanmış hayatına kederlendim, hayattaki tüm gecikmelere, tüm harcanmışlıklara kederlendim. Doğru zaman kaçırılmışsa, diye düşündüm, eğer insan bir şeyi kendinden bunca zaman esirgemişse, bir şey ondan bunca zaman esirgenmişse eğer, büyük bir güçle başlasa ve coşkuyla desteklense bile, artık çok geç kalınmış demektir.
Onun ihtiyacı olan şey güç değil, beyin.
Herkese böyle mi olur? Gençken kendime ya aşırı güvenir ya da fazlasıyla güvensiz hissederdim kendimi. Ya çok beceriksiz, önemsiz ve değersiz olduğumu düşünür ya da çok özel biri olduğuma ve her şeyi başarabileceğime inanırdım. Kendime güvendiğim zamanlarda, en büyük güçlüklerin üstesinden gelirdim. Ama en küçük bir başarısızlık, hiçbir işe yaramadığıma inanmam için yeterdi. Özgüvenimi yeniden kazanmam asla bir başarının sonucu olamazdı, her başarı, aslında kendimden beklediğim verimin ve başkalarından görmeyi arzuladığım takdirin fersah fersah gerisinde kalıyordu.
Onu kendimden olabildiğince uzak tutmak istiyordum, geçen yıllar onu benim için yalnızca bir anıya dönüştürmüştü ve artık hep orada kalabilmesi için olabildiğince ulaşılmaz olmalıydı.
… bir daha yitirmekten acı duyacak kadar sevmeyecektim hiç kimseyi.
Hanna’yı unutmuş değildim. Ama bir süre sonra anısını her an yanımda taşımaz oldum. Geride kaldı, tıpkı trenle geçerken geride kalan bir kent gibi.
Orada duruyor ve bakıyordu. Ve artık çok geçti.
Bazen onu uzun süre düşünmediğim olur. Ama imgeleri, her seferinde yeniden aklıma gelir ve bazen onları defalarca içimdeki perdeye yansıtmak ve izlemek zorunda kalırım.
Bazen sonu acı verdiği için bile mutluluğa sadık kalmaz bellek.
Onun ihtiyacı olan şey güç değil, beyin.
Ama ebeveyne karşı beslenen sevgi, insanın sorumluluğunu taşımadığı tek sevgidir.
Ne ki, kaçış yalnızca bir uzaklaşma değil, bir varıştır aynı zamanda.
Söylediklerinizin hakikati yaptıklarınız olduğuna göre konuşmanın ne gereği var?
Ortak bir yaşam dünyamız yoktu, bana kendi hayatında vermek istediği kadar bir yer veriyordu.
Yoksa “çok geç” kalınmaz mı hiçbir zaman; yalnızca “geç” mi kalınır ve “geç” olması, her şeye karşın “hiç” olmamasından daha mı iyidir?
Eğer insan bir şeyi kendinden bunca zaman esirgemişse, bir şey ondan bunca zaman esirgenmişse eğer, büyük bir güçle başlasa ve coşkuyla desteklense bile, artık çok geç kalınmış demektir.
Ne ki, kaçış yalnızca bir uzaklaşma değil, bir varıştır aynı zamanda.
Ebeveyne karşı beslenen sevgi, insanın sorumluluğunu taşımadığı tek sevgidir.
Doğru zaman kaçırılmışsa, diye düşündüm, eğer insan bir şeyi kendinden bunca zaman esirgemişse, bir şey ondan bunca zaman esirgenmişse eğer, büyük bir güçle başlasa ve coşkuyla desteklense bile, artık çok geç kalınmış demektir.
Diğerinin muradı olmayı başaramamışsa insan, diye düşünüyordum, neden istesin ki onun eski ilişkilerini dinlemeyi?
Bazen sonu acı verdiği için bile mutluluğa sadık kalmaz bellek. Gerçek mutluluğun yalnızca sonsuza kadar sürmesi beklendiği için mi?
Doğru zaman kaçırılmışsa, diye düşündüm, eğer insan bir şeyi kendinden bunca zaman esirgemişse, bir şey ondan bunca zaman esirgenmişse eğer, büyük bir güçle başlasa ve coşkuyla desteklense bile, artık çok geç kalınmış demektir. Yoksa “çok geç” kalınmaz mı hiçbir zaman; yalnızca “geç” mi kalınır ve “geç” olması, her şeye karşın “hiç” olmamasından daha mı iyidir? Bilemiyorum
Adalet nedir? Yasalarda yazılı olan mı, yoksa toplumun fiilen geçerli sayıp uyduğu mu? Yoksa her şeyin hakça yürüdüğü koşullarda, yasalarda yazılı olup olmadığına bakılmaksızın geçerli sayılması ve uyulması gereken şey midir adalet?
Çocukluğunda ve gençliğinde zengin duygulara sahipti belki de ve onları ifade etmeden geçirdiği yıllar, duygularının kuruyup tükenmelerine neden olmuştu.
Eğer insan öteki için neyin doğru olduğunu ve ötekinin bunu görmemekte direndiğini biliyorsa, onun gözlerini açmayı denemelidir. Son sözü ona bırakmalı, ama onunla konuşmalıdır; onunla, onun arkasından bir başkasıyla değil.
Yaşadığım ne olursa olsun, kedimin dışındaydım ve izliyordum; üniversitede izliyordum kendimi, annemin, babamın ve kardeşlerimin yanında, arkadaşlarımın yanında davranmam gerektiği gibi davranırken izliyordum, ama içimden katılmıyordum olanlara.
O günleri düşünmek beni neden böyle hüzünlendiriyor? Geçmişte kalmış mutluluğa duyulan bir özlem mi bu?
Ve eğer bir caniye ihanet etmek suç sayılamayacağı için suç işlemediysem, bir caniyi sevmiş olduğum için suçluyum.
Hayatlarımızın katmanları öylesine üst üste yığılmış ki, sonradan yaşadıklarımızda eskilerle karşılaşıyoruz durmadan: halleşip bir kenara bıraktığımız yaşantılar olarak değil, güncel ve canlı deneyimler olarak. Bunu anlıyorum yine de buna dayanmak zaman zaman zor geliyor bana.
Ve biliyor musun, eğer seni anlamıyorlarsa, senden hesap da soramazlar.
Kaçış yalnızca bir uzaklaşma değil, bir varıştır aynı zamanda.
Söylediklerinizin hakikati yaptıklarınız olduğuna göre konuşmanın ne gereği var?
bir savaş da yoktu, nefret duymaları için bir neden de. Ama cellat da idam mahkumundan nefret etmez, yine de asar onu. Ona böyle emredildiği için mi? Böyle emredildiği için mi yaptığını düşünüyorsunuz? Şu anda size emir ve itaatten söz ettiğimi, kamplardaki muhafızların emirlere itaat etmek zorunda olduklarını anlatmak istediğimi mi sanıyorsunuz?
Hayır, ne emirden ne de itaatten söz ediyorum. Cellatın yaptığı emirleri yerine getirmek değildir. İşini yapar o, astığı insanlardan nefret etmez, onlardan intikam almaz, yoluna çıktıkları, kendisini tehdit ettikleri ya da saldırdıkları için öldürmez onları. O insanlar celladın umurunda bile değildir.
Yalnızca dehşet, utanç ve suçluluk duyarak susmalı mıyız? Nereye kadar?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir