İçeriğe geç

Denizin Çağırışı Kitap Alıntıları – Kemal Bilbaşar

Kemal Bilbaşar kitaplarından Denizin Çağırışı kitap alıntıları sizlerle…

Denizin Çağırışı Kitap Alıntıları

Lambanın kızıl aydınlığında, uykuyu odanın eşiğinden içeri sokmayarak kitabın dikdörtgen kapısından rüya âlemlerine dalmak, insanı dünyaya gelmiş olmaktan pişman etmezdi. Öyle anlarda doğrultu, boyut ve hacim fikirlerini yitirerek duygudan bir uzay içinde, sonsuz yolculuklara çıkmış olduğumu sanırdım.
Biz dört ayak yürüyüşünü unutmuş dejenere hayvanlardık. Aslını unutan hayvanlar
Bütün dertlerimiz dünyayı ciddiye almaktan geliyor.
Bütün dertlerimiz dünyayı ciddiye almaktan geliyor.
Kıskançlığım onu kaybetme duygusuyla çoktan ölmüştü.
Ama niçin bana mutluluğu vermeden önce çiçeklerden bir azap yaratmıştı?
Hepimiz günün birinde büsbütün çıldıracağız ve ondan sonra dünya rahat edecek.
Ölümü tanıyanlar,onun dehşetinden kurtuldukları zaman,büyük insan olurlar.
Kötü anıların elbiselerden daha güçlü olduklarını görüyordum.
Kısa bir uçuş için uzun zaman karanlığa alışmak gerektiğini öğrendiğime de memnunum.Artık anlıyorum ki biz burada sürekli bir hazırlık içindeyiz.Böyle bir hazırlığımız olmasaydı doğmaya ve ölmeye nasıl rıza gösterirdik?
Bütün kötülükler savaştan kaçmakla başlıyordu.
görüşmediğimiz halde birbirimizi anladığımız, hatta fırsatını düşürerek gıyabında övgüler ya da sövgüler döşendiğimiz, içimizden acı tatlı eleştiriler yürüttüğümüz bazı insanlar vardı.
İhtimal öteki insanların gördüğü şeyler birbirinin aynı idi. Kesin olan bir şey varsa benim herkesten farklı gördüğümdü.
Benim elimi ayağımı bağlayan şey,değişmez bir alın yazısına inanıştı.
Hangi kasabada öğretmenlere Romalıların pedagoglarından fazla itibar gösteriliyordu?Hangi baba,kızını bir öğretmene vermenin telaşı içindeydi?
Biz dört ayak yürüyüşünü unutmuş dejenere hayvanlardık. Aslını unutan hayvanlar.
Dünyasını kaybeden adamın derdine çare olur muydu?
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Bekleyin, hepimiz günün birinde büsbütün çıldıracağız ve ondan sonra dünya rahat edecek.
Artık sana her zaman çiçekler toplayacak bir bahçem var. Kulaklarındaki böcek gibi birinden diğerine konabilirsin. Çünkü onlar yalnız senin için açıyorlar.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Ölümü tanıyanlar, onun dehşetinden kurtuldukları zaman, büyük insan olurlar.
Bu tüccarlar memleketinde insanlar Sodome ve Gomore gafilleri gibi para ve kadın sesinden başka bir ses duymazlardı. Ruhları nasırlanmıştı.
Müslüman hacılar, hac esnasında şeytanı yakalayıp taşladıkları için mutluydular. Ama ben içimdeki Şeytan’ı ancak bir aynada taşlayabilmiştim. Bilmem böyle bir taşlamayla ondan kurtulabilecek miydim?
Bir gün uçmuş olduğumu hatırlayabileceğim için sana minnettarım.
Yalnız benden ve senden ibaret bir dünyada, kurulmuş bir düzenin sonsuzluk vehmi içinde, niçinsiz, açıklamasız bir yaşam sürseydim, senin o küçük yavrunun oklarına yaraşır bir hedef olamaz mıydım? Neden beni bir keçi yavrusuyla akran olduğum yaşta ve onun kadar kaygusuz zamanımda çağırmadın? Neden karanlıklara düşman olmadan, aya karşı şarkı söyleyebildiğim ve mezar taşları üzerinde tahterevalli oynadığım günlerde, parmaklarına kına yakan küçük kızlardan biri halinde karşıma çıkmadın? Niçin beni uçuruma gerilmiş bir ip üzerinde, bin bir korkunun kasıp kavurduğu bir denge oyunu içinde buldun? Aşkın bir ölüm oyunu olduğunu öğrenmeme ne gerek vardı? Bir koza içinde kendini uzun zaman hapseden ve ölümünden az önce kanatlanan bir tırtıl gibi benim de yaşamım sonuna mı yaklaştı? Ne olursa olsun, gözkapaklarım anıların tatlı yorgunluğu ile kapanırken, bir gün uçmuş olduğumu hatırlayabileceğim için sana minnettarım.
Kitapların karanlık dehlizlerinde, hayat cevherleri aradığım o han odalarında ne işim vardı?
Toprak gübreyi gübre olarak bırak­mazdı. Onda tüm kötüleri iyi eden Tanrısal bir güç vardı.
Bu güç, birikmiş parça parça iyilik ve güzelliklerden do­ğuyordu. Her kötülük iki iyiliğin birleşmesinden meyda­na gelirdi. İşte toprak bu birleşmeyi bozmak, dağıtmak yoluyla kötülüğü ortadan kaldırıyordu. Belki ölüm de bunu yapıyordu. Toprakta çalışan insanlar tarih boyunca güzellikleri yaratmışlardı. Hayvanlarını güden göçebe­ler, toprağa bağlanmasını bilmeyen toplumlar ise, bunla­rı yakıp yıkmışlardı. Hasılı toprak bizim gördüğümüz gi­ bi kara bir çamur değildi. Eğer ben günün birinde Adalet Bakanı olursam, tüm canileri, katilleri toprakla eğitir­dim. Evet, böyle bir gün muhakkak gelecekti.
Bütün kötülükler savaştan kaçmakla başlıyordu. Ah savaşma gücü Sana ne kadar da muhtacız.
Gelecekteki kuruntulanan bir savaşa hazırlanmak yerine, bir han odasının dört duvarı arasına kapanarak, tozlu kitapların ruhunu içerek kendimi güya güçlendirmeye çalışmamış mıydım? Oysa ne yazık, o kitapların, ruhumuzun duvarlarından her gün bir parçasını yıktıklarını fark edememiştim. Onların, yeniden dökmek için ruhumuzu erittiklerini sanıyordum. Bu mümkün olsa bile, eriyen ruhumun hangi kalıp içinde donacağını tasarlamak da elimde değildi.
İhtimal öteki insanların gördüğü şeyler birbirinin aynı idi. Kesin olan bir şey varsa benim herkesten farklı göründüğümdü. Benim gözlerimde karartan, çirkinleştiren bir mercek vardı. Yaşamayı tatsız, dünyayı sınırlı gösteren bir mercek.
Beni her gittiğim yerde böyle karanlık ya da ölüm aydınlığı içinde cansız geceler mi bekliyordu?
Nereye gidiyorduk?
Umut ve hayal kırıklığı ağları arasında elektiriklenmiş, durmadan kımıldayan bir dünyada yaşamayı vehmettiren yolculuklarda, gelmiş geçmiş insanların kaderiyle ağırlaşan bir iç sıkıntısı, bana buradan kaçmak ve alıştığım dörtgen içinde, benim alın yazısı dörtgenim içinde kendi kendimi kovalama isteği veriyordu.
Kaç insan mutlu bir telaş içinde bir özleyişe doğru koşmuş; kaç insan bir umutsuzluğun bunalımı, bir hayal kırıklığının utancıyla geri dönmüştü.
Dengesi bozulmuş bir yıldız gibi helezonsu bir sallantı içinde bulunuyordum.
Hapishane duvarları önündeki kaldırımı, sanki beni yakalayıp içeri atacaklarmış gibi garip bir korkuyla terk eder, karşı kaldırımı izlemeye başlar ve bu hareketimle kendimi içimin hapishanesine attığımı fark edemezdim.
Kapımın dışında artık benim için yabancı bir şey kalmayacağı gün de gelecekti.
Karanlık, benim güneş aydınlığında kurduğum düzeni mahvettiği için onun düşmanıydım.
Bir yaratılış zorunluluğu beni çerçeveli bir yaşantıya itiyordu.
Hangi bozkır salyangozu kabuksuz olur?
Koşmak istiyorum ama ayaklarım kayıyor, beni geriye doğru sürükleyen bir şey var.
Hangi kasabada öğretmenlere Romalıların pedagoglarından fazla itibar gösteriliyordu? Hangi baba, kızını bir öğretmene vermenin telaşı içindeydi?
O sarışın kadına bu beyaz çiçekleri, kalbimin en ince duygularını sunma isteğiyle verecekmişim gibi sevinçli idim. Aynada bir kez kendimi gözden geçirdikten sonra buketi aldım ve sarışın kadının odasına doğru yürüdüm.
( )

Bir an için geri dönmek istedim. Sonra bu cesaretsizliğime sinirlenerek kapıyı açtım.

O, sokak kıyafetiyle şezlong üzerinde, ayak ayak üstüne atarak oturmuştu. Boyalı parmakları şezlongun dayanak tahtaları üzerinde sinirli oynuyordu. Çiçekleri görünce bir sevinç çığlığı kopardı ve kalktı. Onları elimden aldı, kokladı, sonra çiçeklerin arasında bir şeyler aradı. Ben onun sevinci ve telaşlı hareketleriyle kendimden geçmiştim. Ona, “Günaydın” diyeceğimi ve hayırlı yolculuklar dilemeyi unutmuştum.

O, çiçek kucağında, tekrar yerine oturduğu zaman benim kapının önünde ayakta kaldığımı fark etti.
“Ah,” dedi, “dalgınlık ”

Ve yerinden kalktı. Şüphesiz bana bir koltuk gösterecek, sabahki kabalığından dolayı özür dileyecekti. Ben bunun önemli bir şey olmadığını ( ) söyleyecektim.

Onun kıvrak adımlarla gardıroba kadar yürüdüğünü, orada bir an durduğunu, sonra bana doğru ilerlediğini ve elime soğuk, yuvarlak bir madeni tutuşturduğunu ve bana sırtını döndüğünü hiç unutmayacağım.

Odama dönerken hademe onun bavulunu almaya geliyordu. Yapma bir gülümsemeyle ve kasılmayla yanından geçtim. Ama o yuvarlak şey yanaklarım gibi, avucumda ateş olmuş, yanıyordu.

Alemlere katılmayan, hiç kimse tarafından aranıp ziyaret edilmeyen bir insan, kendisinden başka kimsenin paylaşmadığı bir yatakta, şüphesiz her akşam bir başka adam olmaya mecburdu.
Biz dört ayak yürüyüşünü unutmuş dejenere hayvanlardık. Aslını unutan hayvanlar.
Gecenin yarısından sonra, başkalarının sürekli mutluluklarını kıskanan ve ihtiyar anasının dizinde yatamadığı için banyo odasına kapanarak ağlayan, bu dünyada kaç adam bulunabilirdi?
Allahım, Allahım, ne mutsuzum.
İçimde hiçbir kuşkunun gölgesi bulunmayan o çocukluk günlerinde bir
annenin şefkatli koruyuculuğuna erişmek, oysa şimdi ölüm korkularının
yalnızlığında bunalıp ter dökerken, bir anne elinin okşayışından bile yoksun
kalmak ne büyük felaketti.
Ben her konuda Tanrı’nın yoksul yarattığı ve mutluluk hazlarından mahrum bıraktığı bir yaratık idim.
Düşüncelerime tapan bir adamdım. Onları hiçbir zaman aşağılatamazdım.
Zaten yüz yılımız insanlarının hangisinde bir fobi yoktu ki! Bizim memleketimizde ise bu ruhsal hastalık kadar doğal bir şey olamazdı.
Herkesin önünden kaçmak için can attığı bu kapıları, sen zorlayıp açmak cesaretini göster.
Çocukların yetişmesinden ziyade sınıf geçmenin esas olduğunu bize okulda öğretmemişler.
Belki mayamda bozukluk vardı. Belki de gerçekten hasta yaratılmış bir adamdım.
Dünyada bir köpek sesi işitemeyecek kadar yalnız olmanın ruha doldurduğu karanlık boşluğu bir kez daha tüm acılığıyla duydum.
Ben sürüngenler topluluğundan bir adamım.
Yürü! Hür maviliğin bittiği son hadde kadar
İnsan alemde hayal ettiği nispette yaşar.
Bütün dertlerimiz dünyayı ciddiye almaktan geliyor.
Çıktığın yolda,bugün yelken açıp yapayalnız
Gözlerin arkaya çevrilmeyerek,pervasız
Yürü!Hür maviliğin bittiği son hadde kadar
İnsan âlemde hayal ettiği nisbette yaşar.
‘ Akılla bakılınca biz iyiye kötü, çirkine güzel diyoruz. Maskeli gerçeği yalın gerçeğe, sınırlı dünyayı sonsuz bir evrene tercih ediyoruz. ‘
Sen benimsin, benim için ölebilirsin!
Tavus renkli esrar perdesini, sihirli elleriyle açarak bana gerçek aşkın ölümden kuvvetli olan yüzünü gösterdi. ( )
Henüz geç kalmış değilsiniz!
Güzel elbise giymesini bilenler, nazik olmasını da bilmeli. ( )
Düşünmek, insana özgü, Tanrısal bir yetenekti. Düşünürken Tanrı’nın cemali insanların yüzüne de yansırdı.
Şu halde büyük adamların daima saçlarını uzatmak, büyük bir boyunbağı takmak, herkese benzemeyen kılığa girmek istemeleri boşuna değildi. Onlar filozofluklarını, sanatçılıklarını biraz da saçlarına, boyunbağlarına ve elbiselerine borçluydular. Nasrettin Hoca’nın büyük adam olduğunu bir kez daha onaylıyordum.
Buradan senin için de çiçekler toplayacağım. Toprağa döndüğüm bu ilk günü kutsamak için, bu çiçeklerle benim esrarlı tapınağıma gel! ( )
Bir otel apteshanesi bile, gören bir göz için bir memleketin ulusal benliğini kıskançlıkla koruyup koruyamadığını göstermeye yeterdi. Avrupalılaşmak için düşünce cenderelerine, görgü kalıplarına girdiğimiz yetişmiyormuş gibi, zorunlu bazı ihtiyaçları karşılarken de huzur ve rahatımızı kayıp mı edeceğiz?
Zaten yüzyılımız insanlarının hangisinde bir fobi yoktu ki. Bizim memleketimizde ise bu ruhsal hastalık kadar doğal bir şey olamazdı. ( )
Vermesse dich, die pforten aufzureissen,
Vor denen jeder gern vorüberschleicht
‘Bütün dertlerimiz dünyayı ciddiye almaktan geliyor. ‘
Bu bilmediğim şehirde, canımın bir arabacı eliyle boşluğa gönderilmesinin, benden başka biri için önemli olmayacağını, çünkü ölümün, ancak ölen için felaket sayıldığını kesinlikle anlamıştım.
Çıktığın yolda, bugün yelken açıp yapayalnız
Gözlerin arkaya çevrilmeyerek, pervasız
Yürü! Hür maviliğin bittiği son hadde kadar
İnsan alemde hayal ettiği nisbette yaşar.
Ama rakısız kaldı mı,deli divane olurdu.Çünkü dünya ayık gözle bakılacak dünya değildi.
Toprak üstünde ise insan düşten başka bir şey göre­mezdi. Toprak deyip de geçmemeli idi. Bu toprak, toprak oluncaya dek kaç milyar insanın yaşantısını içinde erit­mişti? Onun her zerresinde bir aşk hikayesi gizli idi. Niçin yapraklar bu kadar yeşil oluyordu? Neden çiçeklerin bin türlü renkleri, kokuları vardı? Acaba bitkiler toprağa dü­şen insanların sevgi fosillerini emerek böyle güzelleşmi­yorlar mıydı?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir