İçeriğe geç

Denemeler Kitap Alıntıları – Jean-Paul Sartre

Jean-Paul Sartre kitaplarından Denemeler kitap alıntıları sizlerle…

Denemeler Kitap Alıntıları

Bana kalırsa, bir yazar, Hegel’deki bilinçlerin birbirini bulması anlamında, başkalarıyla buluşmak için yazar.
Her zaman şu soruya karşılık verilmesi gerekir: Değiştirmek istediğin nedir? Niçin o değil de bu?
Bir insan özgür değilse, ondan bir güzellik yargısı isteyemem: Çünkü, o adam, bu yargıda beğenilerinin kölesi olacaktır.
Bir istek, ne türlü olursa olsun, karşımızdakinin özgürlüğünü önceden kabul etmektir her zaman.
İnsan bir kez konuşma dünyasına girdi mi, susma da sözcüklerle tanımlanır. Susma bir çeşit sözcük bağıntısıdır ve bir şeyi anlatır. Susmak da bir çeşit konuşmaktır. Dilsizin sustuğu söylenebilir mi?
Dil, bur bakıma masumlukları ortadan kaldırır. Dil araçsızlığı kaldırır ve insanı sorumlulukları ile karşı karşıya koyar.
Hepimiz nice işler yaparız ki, bunlardan sorumlu olmak istemediğimiz için, bilmezlikten geliriz onları, üstünde durmadan yaparız, örtbas ederiz. Ömrümüz, adını vermek istemediğimiz için örtbas ettiğimiz işlerle doludur. Bir şeyin sözünü etmemek, onu düşünmeden, bilincimize mal etmeden, geri dönüp ne yaptığımızı görmeden yapmaktır. Onu yaparız ama, yaptığımızı görmezlikten geliriz.
Denebilir ki, her düşünce değişik, ama eş değerli birçok biçimlerle anlatılabilir.
Düzyazı bir düşünce davranışıdır. Düzyazıda bakış, sözcüğün arasından geçip anlatılan nesneye doğru gider. Sözcük, bir düşünce taşıtıdır sadece. Görevimizi yaptı mı, onu unuturuz.
Uluslar arasında gidip gelme ve haberleşmelerin bu kadar kolay olduğu bir çağda, dünyanın herhangi bir yerinde bir haksızlık işlenmişse, hepimiz bu haksızlığın sorumluluğunu taşımaya başlarız.
Yazar, çağının adamıdır. Her söylediği, her söylemediği sözün, çağında yankısı olur.
Sonra, insan tek başına aç kalmaz; bir adam aç kalırsa, bütün arkadaşlarıyla kalır. Bir işsizin açlığı, aynı zamanda, bütün öteki işsizlerin de açlığıdır.
Şurası su götürmez bir gerçek: bizim toplumumuzun, belki de bütün toplumların ana sorunu, öteden beri hep yoksulluktur.
Yasa bakımından, hepimiz aynı düşünce özgürlüğüne sahibiz. Ama, gerçekte, açlıktan, soğuktan ölen bir kimse için düşünce özgürlüğünün ne anlamı olur?
Hukuk bakımından hepimiz yasa önünde eşitizdir. Ama, işsizlik, açlık, zorunlu hizmet, zorlama kültür, taraflı mahkemeler, sınıflara bağlı jüriler, zengin sınıfın avucunun içinde bulunan polis gücü gibi şeyler, gerçekte, bu eşitliği maskaraya çeviriyor.
Açlıkta başkalarının açlığını derinden bir anlama vardır. Açlık, yoksulluk içinde dayanışmanın bir başlangıcı da sayılabilir.
Unutmayalım ki, her türlü bilgisizlik, baskının bir sonucudur ve yeni baskıları hazırlar.
Çünkü hiç kimse bizim yerimize düşünemez ve kimsenin yararına kendi düşüncemizden vazgeçmemeliyiz.
T. Bernard kendisini yakalamaya geldikleri zaman: «Bugüne dek korku içinde yaşıyordum. Bundan sonra umut içinde yaşıyacağım» demişti.
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Yaşadığım günde ve sonsuzluk içinde kendi kendimin tanığı kendim olmak zorundayım. Ahlaklı olursam, kendim istediğim için olacağım, bu yıpranmış dünyada ve bütün insanlık bundan böyle yaşayacaksa, doğduğu için değil, yaşamaya karar verdiği için yaşayacak.
Bugün tanıdığım aklı başında ve kendi halinde gençlerden birçoğu kendilerinde hiçbir hak görmüyorlar, umutlanmak hakkını bile. Zorbalıktan nefret ediyorlar ama, onsuz bir dünya olabileceğine inanmayı göze alacak kadar iyimser ve ilgili değiller.
Yazar, genel olarak, iyi budur, kötü şudur diyecek olursa, sorumluluğunu unutmuş olur. Çünkü, ondan istenen bu değildir. Genel olarak, iyinin ne olduğunu herkes bilir. Ondan istenen, iyi niyetli insanları bu sorunlar üzerinde düşündürmektir.
Çünkü, bugün zora başvurmadan hiçbir şey yapılamaz, çünkü, bugün her şey zorbacadır. Demek ki, sorun her zorbalığı kötülemek değil, yararsız zorbalığı kötülemektir.
Boileau: «Sanatın aynasında güzelleşmeyen hiçbir canavar yoktur» der.
Ama, susmak da bir sözdür. İnsan bir kez konuşma dünyasına girdi mi, susma da sözcüklerle tanımlanır. Susma bir çeşit sözcük bağıntısıdır ve bir şeyi anlatır. Susmak da bir çeşit konuşmaktır. Dilsizin sustuğu söylenebilir mi?
Adlanan şey masumluğunu kaybeder. Dil, bir bakıma masumlukları ortadan kaldırır.
Yazar her şeyden önce, ezeli değerlerin bekçisi değildir
Susmak da bir çeşit konuşmaktır. Dilsizin sustuğu söylenebilir mi?
Her insan herkes karşısında herşeyden sorumludur.
Yazmak, herkes için bir ihtiyaçtır.
Şu var ki, burjuvanın iyilikleri bireyden bireyedir; birey onun gözünde insanlığın sembolü olduğu için ona ettiği iyiliği bütün insanlığa edilmiş sayar. Bu bakım­dan burjuvanın iyilikleri, ustaca bir propagandanın yerini tutar; çünkü iyilik edilen insan bu iyiliği, oldu­ğu gibi, yani bir insanoğlunun bir başka insanoğlu­na ettiği iyilik olarak kabul etmek zorunda kalır.
Biz, za­manımızdan hiçbir şey kaçırmak istemiyoruz. Belki daha güzel zamanlar vardır; ama bizimki budur: bi­zim yaşayacak olduğumuz hayat bu savaşın, belki bu devrimin ortasındaki bu hayattır
Burjuva demokra­silerinde görülen özgürlük, aldatmacadan başka bir şey değil. Bu yönetimlerin bize verdikleri soyut hak­lardan yararlananlar varsa, onların, aynı zamanda somut hakları var da ondan; yani, onlar ekonomik güce sahiptirler.
(…) bugün hepimiz oyumuzu kullan­dık ama, hükümet bizi hiç de temsil etmiyor.
Unutmayalım ki, her türlü bilgisizlik, baskının bir sonucudur ve yeni baskıları hazırlar.
Zorbalıktan nefret ediyorlar ama, onsuz bir dünya olabileceğine inanmayı göze alacak kadar iyimser ve ilgili değiller.
T. Bernard kendisini yakalamaya geldikleri zaman: «Bugüne dek korku içinde yaşıyordum. Bundan sonra umut içinde yaşayacağım» demişti.
Artık savaşların biteceğine inanmıyoruz.
Yazar, yazdığı sürece, ahlakı öne almak zorundadır.
bir baskı toplumunda edebiyat yoktur. Nazi Almanyası edebiyatının, ya da Faşist İtalya edebiyatının bu kadar kötü olması bir raslantı değildir.
Bir şey adlandırıldı mı, oldu bitti demektir. Yalnız adını konması yetiyor.
Bir yazar, dünyanın şu ya da bu durumu üstü­ne söz etmedi mi, ona sorabiliriz: Niçin şundan söz ettin de, bundan etmedin? Madem bir şeyler değiş­tirmek için konuşuyorsun – çünkü başka türlü konu­şulamaz – niçin şunu değil de bunu değiştirmek isti­yorsun? Niçin posta pullarının baskısı değişsin isti­yorsun da, Yahudi düşmanı bir memleketteki baskı­nın değişmesini istemiyorsun? Her zaman şu soruya karşılık vermesi gerekir: Değiştirmek istediğin ne­dir? Niçin o değil de bu?
Eskiden ozan kendini bir peygamber sayıyordu: onurlu bir iş. Sonradan toplum dışı, lanetleme bir adam oldu; o da iyi. Bugünse bir uzman durumuna düştü; otelin kâğıdında adının yanı başına «edebiyatçı» sıfatını yazarken bir üzüntü duymazlık edemiyor.
Bugün yalnız farkına varıyoruz ki, Mussolini, Hitler, Hirohito birer kralcıktı sadece. Demokrasilerin üzerine saldıran bu yağmacılar ve kan dökücüler, aslında hiç de güçlü değildiler. Kralcıklar öldü ve gözden düştüler, gerçek derebeylikleri, Almanya, İtalya, Japonya yıkıldı, onlarla dünya basitleşti, yalnız iki dev kaldı ayakta, birbirlerine bakan iki dev.
Yazarlar, sanat için sanat tutumunu uzun zaman sürdürmekten suçludurlar. Bugün, durum iyice değişmiştir. Çünkü, kimse, ne sorumsuzluğa, ne de sanat için sanata inanıyor artık.
Bir başka deyimle, iki tutum var: Düzyazı ve şiir. Sözcükleri bir şeyi adlandırmak için kullanan yazardan istenecek şeyi, onları bir başka türlü kullanan kimseden, (yani, bir araya geldikleri zaman tuval üzerindeki renkler gibi, yeni etkiler yaratan nesneler gibi kullanan) kimseden İsteyemeyiz.
Hiçbir zaman Alman işgali altında olduğu kadar
özgür değildik.
Yazmak, iyi bir ayıklama çabasıdır.
Unutmayalım ki, her türlü bilgisizlik, baskının bir sonucudur ve yeni baskıları hazırlar.
Adlanan şey masumluğunu kaybeder.
Açlık, özgürlük isteğidir başlı başına.
Susmak da bir çeşit konuşmaktır.
Bilmemiz gerek ki, biz bir zorbalık dünyasında yaşıyoruz.
Bu kadar basit gerçekleri hatırlatmaya utanıyor insan.
Bugün sorun, insandır, hem etken, hem bir aktör olan insan.
İnsan bir şeyler söyleyeceğim diye yazar olmaz, o bir şeyleri belli bir biçimde söylemek için olur.
.. insan talihi değil, kendini yenmeyi istemeli. Ama, insanın önce kendini yenmesi, sonunda, talihi daha iyi yenmesi içindir.
insan kendi yükünü taşıyor; yaptıklarının hesabını veriyor. Bu anlamda özgürlük bir baş belasıdır..
hiç kimse bizim yerimize düşünemez ve kimsenin yararına kendi düşüncemizden vazgeçmemeliyiz.
..çünkü on yıldır elinde bir kâğıt, mikrofona ilerleyen nice insanın sözlerine inanmamayı öğrenmiştik.
Yazar, yazdığı sürece, ahlakı öne almak zorundadır.
Susmak da bir çeşit konuşmaktır. Dilsizin sustuğu söylenebilir mi?
aramızdan birini alıyorlar, onu öfkesinden ya da kederinden öldürüyorlar, yirmi beş yıl sonra da bir anıt dikiyorlar adına. aynı adamlar, aynı çakallar hem öldürüyorlar hem de anıt başında nutuk çekiyorlar, bir ölüyü şana şerefe boğuyorlar ki, bir başkasının yaşamını zehir edebilsinler.
İnsan, her şeyi istemeli ki bir şey yapabilsin.
( )Bizce aşk diye bütün insanlarda aynı özde kendini gösteren, çözümlenmesi mümkün olan bir duygu yoktur.( )

( “Les Temps Modernes” Dergisinin Tanıtma Yazısı )

( )Tek ve çözümlenmez bir gerçek tanıyoruz, o da insan gerçeğidir.( )

( “Les Temps Modernes” Dergisinin Tanıtma Yazısı )

( )dergimiz hiçbir partinin buyruğu altına girmeyecektir.( )

( “Les Temps Modernes” Dergisinin Tanıtma Yazısı )

( )Yazar, çağının adamıdır. Her söylediği, her söylemediği sözün, çağında yankısı olur.( )

( “Les Temps Modernes” Dergisinin Tanıtma Yazısı )

( )Madem ki, yazar, toplumun dışına çıkmaz, o halde çağına iyice sarılsın; tek çıkar yolu budur. O, çağının, çağı onun malıdır.( )

( “Les Temps Modernes” Dergisinin Tanıtma Yazısı )

Bir çağın edebiyatı, edebiyatın içine sindirdiği çağın kendisidir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir