İçeriğe geç

Delinin Defteri – Burun – Palto – Neva Bulvarı Kitap Alıntıları – Nikolay Vasilyeviç Gogol

Nikolay Vasilyeviç Gogol kitaplarından Delinin Defteri – Burun – Palto – Neva Bulvarı kitap alıntıları sizlerle…

Delinin Defteri – Burun – Palto – Neva Bulvarı Kitap Alıntıları

Asıl her şeyden azar azar anlayan akıldanelerden korkmalı insan. Herkes kendi işini yapsın, yeter. Benim gözümde bilmediğini açıkça söyleyen insan, bilmediğini biliyormuş gibi görünen ve her şeyi ağzına gözüne bulaştıran ikiyüzlüden daha değerlidir.
Hak ederek değil, hırsızlama elde edilmiş ün, sahibine mutluluk vermez; onu ancak hakedenlerin, ona layık olanların yüreğini heyecanla, sevinçle titretir.
Aslına bakılacak olursa, ahlaksal çökmüşlüğün kokuşmuş soluğunun sindiği güzellik karşısında duyulan acıma duygusu bu türden duyguların en güçlüsüdür. Ahlaksızlık kendi başına da çirkindir, iticidir; ama düşlerimize süzülen güzelliğe bulaşınca büsbütün itici olur.
Canımın içini göremedim bir saat, ama bana geldi sanki bin saat, hayattan nefret ederek yaşamak, yaşamak mı istersin sorarım sana
Bugüne dek kadınların kime aşık olduğunu kimseler bilmiyordu. Bunu ilk anlayan ben oldum. Kadın şeytana aşıktır.
Tanrım bu nasıl hayat böyle! Düşlerle gerçeklik hep çatışma içinde!
Ahlaksızlık kendi başına da çirkindir, iticidir; ama olanca tertemizliğiyle düşlerimize süzülen güzelliğe bulaşınca büsbütün itici olur.
Aşkın ikinci bir hayat olduğunu söyleyen yazar ne güzel söylemiş.
İnsanoğlu öyle şaşılası bir yaratıktır ki, sahip olduğu özellikleri bir çırpıda sayıp dökmek olanaksızdır, durup incelemeye kalkıştığınızda da, hiç durmadan yeni özellikler bulursunuz ve bu işin sonu gelmez.
Nasıl da tuhaf, nasıl da anlaşılmaz oyunlar oynuyor alınyazımız bize! Acaba arzuladığımız bir şeye hiç kavuştuğumuz olmuş mudur kavuşmak için var gücümüzü harcadığımız bir şeyi elde edtmişliğimiz?
Benim gözümde bilmediğini açıkça söyleyen insan, bilmediğini biliyormuş gibi görünen ve her şeyi ağzına yüzüne bulaştıran ikiyüzlüden daha değerlidir.
Ah, ne kadar igrençti şu gerçeklik denen şey! Düşlere neden hiç uymuyordu sanki?
Acaba arzuladığımız bir şeye hiç kavuştuğumuz olmuş mudur kavuşmak için var gücümüzü harcadığımız bir şeyi elde etmişliğimiz?
Günsüz bir tarih.
Tarihsiz bir gün.
Kendimden geçmiş gibiydim.
Aşkın ikinci hayat olduğunu yazan yazar çok doğru söylemiş.
“Bir saat uzak kalsam canından,
Sanki bir yıl gibi gelir,
Nefret ederek kendi hayatımdan,
Böyle yaşamak mümkün mü dedim.”
—Puşkin’in dizeleri olmalı.
Kadından güzelliği alın, kendisine sevgi değilse de saygı duyulmasını sağlayabilmek için kadının erkekten yirmi kat daha fazla akıllı olması gerektir.
Ay bu kadar narin olduğu için, orada insanlar değil de yalnızca burunlar yaşıyor. Kendi burnumuzu göremememizin sebebi, burnumuzun Ay’a gitmiş olmasından kaynaklanıyor.
Anacığım, kurtar bu perişan oğlunu! Onun ağrılı başçağızına gözyaşlarını damlat. Bak neler çektirdiler oğulcuğuna. Zavallı oğulcunu bağrına bas anacığım. Ona bu dünyada yer yok! Her yerden kovup kovalıyorlar onu. Anacığım şu Zavallı yavruna acı! Birden aklıma geldi Cezayir beynin tam bunun altında koca bir beni olduğunu biliyor muydunuz?
Öyle ya, insanın ruhuna süzülüp içinden neler geçtiğini anlayamazsınız ki!
Aslında makamı öbür önemli makamlarının yanında pek de önemli bir makam sayılmazdı. Gelgelelim böylelerinin çevresinde onları önemli kişi konumuna yükselten insanlara sıklıkla rastlanır. Kaldı ki kendisi de önemini ortaya çıkarmak için değişik yollara başvurdu. Örneğin daireye girdiği anda küçük memurların kendisinin selamda beklemelerini isterdi. Hiç kimsenin kendisi ile doğrudan görüşmesine izin vermez, bu konuda katı bir ast-üst zincirine uyulmasını isterdi.
Ah, şu kadın denen sinsi, hilekar yaratık! Şimdi anlayabiliyorum kadınların içyüzünü. Bugüne dek kadınların kime aşık olduğunu kimseler bilmiyordu. Bunu ilk anlayan ben oldum. Kadın şeytana aşıktır. Kesinlikle şaka falan etmiyorum. Fizikçier saçmalar dururlar: Kadın şöyle şöyle bir varlıktır falan diye. Oysa tek şeytanı sever kadın.
Götürüp gömdüler Akaki Akakiyeviç’i ve Petersburg kendinde böyle bir hiç yaşamamışvasına onsuz kaldı. Kimselerin korumadığı kimselerin değer vermediği sıradan bir sineği bile iğne ucuna geçirip mikroskop altında inceleme ihmal etmeyen doğa bilimcileri bile dönüp bakmadığı Akaki Akakiyeviç ömrün en sonunda da olsa palto biçimine bürünmüş kutlu bir konuk, göz kamaştırıcı bir ışık olarak yoksul yaşamını aydınlığa boğan bir mutluluğu yaşadı ve sonra çarların hükümdarların tüm dünyaya egemen olanların başına gelen mutsuzluk onun da başına geldi. Yıllarca kalemdeki arkadaşların alaylarına nasıl sessizce katlandıysa öyle sessizce dünyasını değiştirdi.
Insanoğlunun kendi postunu örtmek için düşünüp bulduğu her türden posta, kedi, kunduz, tilki, ayı demeden içi pamuklu mu, yünlü mü bakmadan Bu benim paltom deyip el koyuyordu.
Yüreğim sanki hep bir şeyler bekliyormuş gibi.
Bugün artık herkes kendine yönelik küçücük bir iddiayı, tüm topluma yönelik ağır bir aşağılama olarak alıyor.
Tanrım, bir tek kez şu ellere dokunabilseydi!.. Başka hiçbir şey istemezdi. Başka bir şey istemek mi? İstenecek başka her şey küstahlıktan başka ne olabilirdi?
Aslına bakılacak olursa, ahlaksal çökmüşlüğün kokuşmuş soluğunun sindiği güzellik karşısında duyulan acıma duygusu bu türden duyguların en güçlüsüdür. Ahlaksızlık kendi başına da çirkindir, iticidir; ama olanca tertemizliğiyle düşlerimize süzülen güzelliğe bulaşınca büsbütün itici olur.
Şaşılacak şey: Demek iffet terk etti mi insanı, akıl da terk ediyordu.
Bir üçkağıtçının yüzüne ilahi bir ifade ya da bir ozanın eline muhasebe defteri nasıl yakışmazsa öyle bir uyumsuzlukla sırıtıyordu bu gülümseme de onun yüzünde.
Tanrım! Minicik bir an ve böylesine büyük bir mutluluk! İki küçük dakika içine böylesine bir mucizevi bir yaşamın sığması!
Gündelik gerçekliği duyumsatan bu ses nasıl da yabancıydı şu anda ona!
Ama dünyada hiçbir şey uzun süreli değildir
Şu hayatta ne saçma şeyler oluyor! Hem de inanılmayacak kadar gerçekdışı olaylar
Zavallı oğulcuğunu bağrına bas, anacığım! Ona bu dünyada yer yok! Her yerden kovup kovalıyorlar onu. Anacığım! Şu zavallı yavruna acı!…
Ne yaptım ben onlara? Niçin çektiriyorlar bana bütün bu acıları?
” Kalbim bir şeyleri bekliyormuş gibi atıyor. ”
Ayı hatırlamıyorum. Gün hepten yok
Bir şey var… ama onun da ne olduğu belli değil
Daireye gitmedim… Tükürmüşüm dairesine!
Meçhulüm olan hiçbir şey yok. Daha önce anlayamıyordum. Bir sis perdesi ardında gibiydi her şey. Bu da sanırım, insanların beynin kafada olduğunu düşünmelerinden kaynaklanıyor. Kesinlikle doğru değil bu: Rüzgârla Hazar Denizi taraflarından gelir beyin.
Bu kaçık fikir kafamın içine nasıl girmiş olabilir?
Aşkın ikinci bir hayat olduğunu söyleyen yazar ne güzel söylemiş!
Ruhumu besleyecek ve ona haz verecek gıda istiyorum!
Modaya uygun bir takım elbise, bir de şu senin boynundaki gibi bir kravatım olsun, bakalım benim yanımda sen ve senin gibilerin esamesi okunuyor mu? Gelgelelim, olanağım yok, felaket de burada ya zaten.
Ne o, yoksa senden başka aklı başında bir insan yok mu sanıyordun dünyada?
Saçma yaratık! Her tarafın şube müdürü olsa ne olur senin!
Dünyanın bizim üzerimize vazife olmayan nice anlaşılmaz işlerinden biriydi bu da işte!
İnsanın ruhuna süzülüp içinden neler geçtiğini anlayamazsınız ki!
Zaman zaman gözleri bir kor gibi yanıyor, bu da bir yana kafasından son derece gözüpek düşüncelerin geçtiği oluyordu.
Yüzünden ve davranışlarından kuşkucu, kararsız, güvensiz, silik, sünepe ne varsa silinip gitmişti.
Eğriye eğri, doğruya doğru… Başlangıçta epey zor geldi bu kısıtlı yaşam kendisine ama sonra alıştı, her şey yoluna girdi.
Beni anlamak istemiyorlar, görmüyorlar,dinlemiyorlar. Onlara ne yaptım ki ben?
İnsana rahatsızlık veren eksiklik, doğaya fazla sadık olmaktan mı kaynaklanıyor?
Hayattan nefret ederek yaşamak, yaşamak mı dersin?
Götürüp gömdüler Akaki Akakiyeviç’i ve Petersburg, kendinde böyle biri hiç yaşamamışçasına onsuz kaldı. Kimselerin korunmadığı, kimselerin değer vermediği, sıradan bir sineği bile iğne ucuna geçirip mikroskop altında incelemeyi ihmal etmeyen doğa bilimcilerin bile dönüp bakmadığı Akaki Akakiyeviç, ömrünün en sonunda da olsa palto biçimine bürünmüş kutlu bir konuk, göz kamaştırıcı bir ışık olarak yoksul yaşamını aydınlığa boğan bir mutluluğu yaşadı ve sonra çarların, hükümdarların, tüm dünyaya egemen olanların başına gelen mutsuzluk onun da başına geldi, yıllarca kalemdeki arkadaşlarının alaylarına nasıl sessizce katlandıysa, öyle sessizce dünyasını değiştirdi.
Ve bu zavallı genç memur, yaşadığı şu dar ömründe, insan denen yaratıkta insanlık dışı onca şeyi görmekten, kültürlü, sosyete üyesi, zarif olma iddiası taşıyan ve hatta (aman Tanrım! Evet ve hatta) dünya âlemin soylu kabul ettiği kişilerde ustaca gizlenmiş nice kabalıklar görmekten nasıl ürpermiş, elleriyle yüzünü kapayarak nasıl tir tir titremişti…
Evinden tertemiz bayram giysileriyle çıkmış birine yoldan geçen bir arabadan azcık bir çamur sıçramayagörsün, herkes parmağıyla bayram giysisi çamurlanmış adamı gösterir, ne kadar özensiz, düzensiz olduğundan söz eder; oysa aynı insanlar, leke içindeki gündelik giysileriyle yanı başlarından gelip geçen onlarca kişiyi fark etmez. Çünkü gündelik giysideki leke görülmez.
…Ah ne korkunç bir hayat bu! Yaşıyor olmanın ne yararı var? Bir delinin yaşamının, ailesi ve bir zamanlar kendisini sevmiş dostları için hoş bir yanı var mıdır?…
Sonunda tüm yaşamı düşler oldu, bu değişimle birlikte de gerçek âlemle düş âlemi yer değiştirdi sanki ve şöyle bir terslikle yüz yüze kaldı; uyanıkken uyuyordu, uykudaykense uyanıktı.

Bakışlarında anlam diye bir şey yoktu, doğuştan dalgınlığı, yüzündeki tüm duygu anlatımlarını ve her türden mimiği yok etmişti; yalnızca akşam olurken yaşam belirtileri ortaya çıkıyordu kendisinde.
İnsanın tüm gücünü tüketen, dayanılmaz bir durumdu bu. En korkuncu da, sonunda hiç uyuyamaz hale gelmesi oldu.
Vitrinlere pek bakmayın; güzel, ama dünyanın parasının istendiği bir takım ıvır zıvırlar sergilenir oralarda.
Nasıl da tuhaf, nasıl da anlaşılmaz oyunlar oynuyor alınyazımız bize! Acaba arzuladığımız bir şeye hiç kavuştuğumuz olmuş mudur kavuşmak için var gücümüzü harcadığımız bir şeyi elde etmişliğimiz? Galiba bunun tam tersi oluyor hayatta.
Kalbim sanki bir şeyler bekliyormuş gibi öyle hızlı atıyor ki!
Yalnızlıktan öldü o.
Yalnızlık soğuktan daha soğuktur. Şimdi gerçekten bazı kelimelerin onu ısıtabileceğini sanıyor musun?
Çarpık bir buruna değil, sakat ve sahte bir ruha gülelim.
Ayın böylesine nazik, kırılgan bir top olmasından dolayıdır ki, insanlar ayda yaşamıyorlar. Şu anda orada yalnızca burunlar yaşıyor. Bu yüzdendir ki baktığımız zaman yüzümüzde burnumuzu göremiyoruz
Sanki hiç yaşamamış gibiydi. Kimse tarafından tanınmamış, korunmamış, değer verilmemiş, kimsenin ilgisini çekmemiş bir varlık yok olmuştu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir