İçeriğe geç

Deliliğin Dağlarında Kitap Alıntıları – H. P. Lovecraft

H. P. Lovecraft kitaplarından Deliliğin Dağlarında kitap alıntıları sizlerle…

Deliliğin Dağlarında Kitap Alıntıları

&“&”

“Güç dediğin şey, kendinizi öldürebilme cesareti değil, tüm olumsuzluklara rağmen yaşayabilmektir. Seni ezen, yok etmeye yemin etmiş tüm karşı güçlerin karşısında durabilme dirayetidir.”
Tüm biçimleri, organları ve oluşumları vücuda getirebilen şekilsiz protolazma… Kaynayan ve birbirleriyle yapışıp birleşen hücreler… Lastiğimsi, dört buçuk metrelik son derece esnek ve hamurumsu küreler… Zihinle yönetilen köleler, şehirleri inşa edenler… Gittikçe daha kasvetli, daha zeki, çok daha amfibyan ve çok daha taklitçi… Ulu tanrım! Bu lanetli Eskiler’i bile böyle şeyleri yaratmaya ve kullanmaya iten çılgınlık neydi? "
İnsan merakının ölümsüz olduğunu başından bilmeli ve duyurduğumuz sonuçların başkalarını da bilinmeyenin peşindeki çağlar boyu süren yola çıkmaya teşvik etmeye kafi geleceğini düşünmeliydik.
Tanrım, nasıl bir zekâ ve ısrardı bu! inanılmazla nasıl bir yüzleşme, tıpkı o duvarlardaki akrabalarının ve atalarının daha az inanılmaz şeylerle yüzleştikleri gibi! Işınlı, bitki, ucube, yıldız dölü -her ne olurlarsa olsunlar- onlar da insandılar!
İnsanlığın güvenliği ve huzuru için, dünyanın bazı karanlık, ölü köşelerinin ve el değmemiş derinliklerinin olduğu gibi bırakılması mutlak bir zorunluluktur, uyuyan tuhaflıklar dirilmesin ya da kâfirce yaşayan kâbuslar kara inlerinden kıvrılarak dökülüp, yeni ve geniş fetihlerde bulunmasınlar.
Bu noktadan sonraki motivasyonumuz, benim artık psikologlara havale ettiğim bir şey.
Eğer mantıksız ve inanılmaz gözüken şeyleri çıkaracak olsaydım, geriye hiçbirşey kalmazdı.
Belki de delirmiştik, dememiş miydim size, o zirveler deliliğin dağlarıdır diye?
Eski halini düşündükçe şu an içinde bulunduğum devasa, korkunç şehrin üzerimde yarattığı baskıyı ve stresi neredeyse unutuyordum.
Devirler ötesinden gelen bir ses, ancak diğer devirlerin yattığı bir mezarlığa yakışırdı."
İnsanlığın güvenliği ve huzuru için, dünyanın bazı karanlık, ölü köşelerinin ve el değmemiş derinliklerinin olduğu gibi bırakılması mutlak bir zorunluluktur, uyuyan tuhaflıklar dirilmesin ya da kâfirce yaşayan kâbuslar kara inlerinden kıvrılarak dökülüp, yeni ve geniş fetihlerde bulunmasınlar."
Anlatmam gereken gerçeklerden kaçınılmaz olarak kuşku duyulacak; yine de eğer mantıksız ve inanılmaz gözüken şeyleri çıkaracak olsaydım, geriye hiçbir şey kalmazdı."
… eski ve mutlak ölçüde yabancı olan o önemli engelin ardına ve dünyanın bir eşi daha olmayan gizemlerine baktık."
Yapılan üstünkörü otopsi, bu görülmedik varlığı sınıflandırmaya yardımcı olacağına, onun gizemini daha da derinleştirmişti
Mutsuzluğumuz bizler güçsüz yapmaz, aksine Mutsuzluğumuz bilirsek büyük devrimler yaratabiliriz.
Güç dediğin şey, kendinizi öldürebilme cesareti değil, tüm olumsuzluklara rağmen yaşayabilmektir. Seni ezen, yok etmeye yemin etmiş tüm karşı güçlerin karşısında durabilme dirayetidir. İmkansız diyenin karşısında durup, imkanı olduğu ihtimalini gösterebilmektir kısaca…
Her söz, her kulağa değildir.
Belki de delirmiştik, dememiş miydim size, o zirveler deliliğin dağlarıydı diye?
Hiçbir günah cezasız kalmaz.
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
İnsanın dünyanın en eski sahipleri olduğu ya da bu dünyada tek olduğu düşünülmemelidir.
Eski halini düşündükçe şu an içinde bulunduğum devasa, korkunç şehrin üzerimde yarattığı baskıyı ve stresi neredeyse unutuyordum.
Borchgrevingk tarafından Kutup foklarının sırtlarında bulunan yaraları açıklamak için katil balina teorisi yeterli miydi?
Herhangi bir metro treninden daha geniş, korkunç, tarif edilemez bir şeydi – hafifçe kendi kendine parlayan ve tüneli dolduran cephenin her tarafında yeşilimsi ışık püstülleri gibi oluşan ve şekillenmeyen sayısız geçici gözle, protoplazmik kabarcıklardan oluşan şekilsiz bir yığındı. üzerimize, çılgın penguenleri eziyor ve onun ve türünün o kadar kötü bir şekilde süpürdüğü tüm çöplerden arınmış parlak zeminde kayıyor."
Konuşmaya zorlandım çünkü bilim adamları nedenini bilmeden tavsiyelerime uymayı reddettiler. Antarktika’nın -geniş fosil avı ve toptan sıkıcı ve eski buzulların erimesiyle- bu düşünülen istilasına karşı çıkmamın nedenlerini tamamen kendi irademe karşı söylüyorum ve daha isteksizim çünkü uyarım şu olabilir boşuna. Gerçek gerçeklerden şüphe duymak, onları ifşa etmem gerektiği gibi, kaçınılmazdır;
Duyduğumuz şey, çağların inkar ettiği bir kutup güneşinin olağanüstü sertliğinden korkunç bir tepki uyandırdığı, yaşlı dünyanın gömülü küfürlerinin muhteşem notası değildi."
Burada, tam yirmi bin fit yüksekliğindeki cehennemi andıran eski bir sofra toprağında ve beş yüz bin yıldan daha az olmayan bir süre önce insanlık öncesi bir çağdan beri yerleşim için ölümcül olan bir iklimde, düzenli bir taş yığını neredeyse vizyonun sınırına kadar uzanıyordu. sadece zihinsel öz savunma çaresizliği bilinçli ve yapay bir neden dışında herhangi bir şeye bağlanabilir. "
“Zavallı Yaşlılar! Bilim adamları sonuna kadar — onlar ne yaptılar da bizim onların yerinde yapmayacağımız? Tanrım, ne zeka ve ısrar! O yontulmuş akrabalar ve atalar daha az inanılmaz şeylerle karşılaşmışlarsa, inanılmaz olanla ne kadar da yüzleşmişlerdi! Işınırlar, sebzeler, canavarlar, yıldız yumurtlaması – her ne iseler, onlar insandı!”
Gördüğümüz şey – çünkü sisler gerçekten çok kötü bir şekilde incelmişti – tamamen farklı ve ölçülemeyecek kadar çirkin ve iğrenç bir şeydi. Fantastik romancının “olmaması gereken şey”inin mutlak, nesnel somutlaşmış haliydi;
“İnsanlığın huzuru ve güvenliği için, dünyanın bazı karanlık, ölü köşeleri ve keşfedilmemiş derinliklerinin bir yana bırakılması kesinlikle gereklidir; uyuyan anormallikler yeniden canlanan hayata uyanmasın ve kafirce hayatta kalan kabuslar kıvranıp kara inlerinden daha yeni ve daha geniş fetihlere sıçramasın.”
Cennete Keşke onlara hiç yaklaşmamıştık, ama yağlı pürüzsüz zeminler ve yozlaşmış duvar resimleri ile o küfürlü tünelden en yüksek hızda geri koşmuştuk ve yerine geçtikleri şeyleri taklit edip alay ediyorduk. gördük ve aklımız bir daha asla rahat nefes almamıza izin vermeyecek bir şeyle yanmadan önce!”
“İnsanlığın huzuru ve güvenliği için, dünyanın bazı karanlık, ölü köşeleri ve keşfedilmemiş derinliklerinin bir yana bırakılması kesinlikle gereklidir; uyuyan anormallikler yeniden canlanan hayata uyanmasın ve kafirce hayatta kalan kabuslar kıvranıp kara inlerinden daha yeni ve daha geniş fetihlere sıçramasın.”
Onların şeytani şeyler olduğunu hissetmekten kendimi alamadım – daha uzak yamaçları lanetli bir uçsuz bucaksız uçuruma bakan delilik dağları. Bu kaynayan, yarı-ışıklı bulut-arka plan, karasal olarak uzaysal olmaktan çok, belirsiz, eterik bir öteliğin tarif edilemez önerilerini barındırıyordu; ve bu ayak basılmamış ve dipsiz avustralya dünyasının mutlak uzaklığını, ayrılığını, ıssızlığını ve çağlar boyu süren ölümünü dehşete düşüren hatırlatıcılar verdi.”
İnsanlığın en eski ve en güçlü duygusu korkudur.
En eski ve en güçlü korkusu ise bilinmeyenin korkusudur."
…ayrıntılardan ya da fiziksel çabadan yoksun, sadece saf rüya parçaları.
Sanki bulanık bir dünyada veya zamansız bir boyutta ne sebep sonuç ilişkisi ne de yön hissi olmaksızın uçuyormuş gibiydik.
&” eski hikâyeler ve korkular hakkında bir zamanlar olduğum kadar şüpheci değilim artık.&”
Bir an için manzaranın dünyadışı kozmik güzelliği karşısında ağzımız açık kaldı, sonra belirsiz bir dehşet sürünerek ruhlarımızın içine ilerlemeye başladı.
Bu aşamanın beni sertleştirmesi gerekirdi ama bazı deneyimler ve imalar vardır ki, insanı iyileşmesine izin vermeyecek denli derinden yaralarlar ve geriye sadece o ilk dehşeti çağrıştıran, artmış bir hassasiyet bırakırlar.
Bilinen şartlarda bu tünele dalmak kesinlikle intihar demek olacaktı ama bilinmeyenin cazibesi bazı insanlarda tahmin edildiğinden daha etkili oluyor.
Devirler öncesinden gelen bir ses, ancak diğer devirlerin yattığı mezarlığa yakışırdı.
Bu olağanüstü uçuruma çıplak gerçeklikte bakmak bu şeyi bir kez öğrendikten sonra karşı konulamayacak bir cazibeye sahipti.
İnsan merakının ölümsüz olduğunu başından bilmeli ve duyurduğumuz sonuçların başkalarını da bilinmeyenin peşindeki çağlar boyu süren yola çıkmaya teşvik etmeye kâfi geleceğini düşünmeliydik.
O günden sonra onumuz da -ama herkesten çok ben ve öğrencilerden Danforth- duygularımızdan hiçbir şeyin silip atmayacağı ve eğer yapabilirsek insanlıktan saklayacağımız, gizli dehşetlerin iğrenç bir şekilde güçlenmiş dünyasıyla yüz yüze gelmek zorundaydık.
Bu noktadan sonraki motivasyonumuz, benim artık psikologlara havale ettiğim bir şey.
Eğer mantıksız ve inanılmaz gözüken şeyleri çıkaracak olsaydım, geriye hiçbir şey kalmazdı.
Her şey alçalmış güneşin kızıl ışığında harika görünüyor. Tıpkı düşlerdeki esrarengiz bir alem ya da ayak basılmamış harikaların yasak dünyasına bir geçit gibi."
Hayvan mı, bitki mi karar veremiyorum..
Eski hikayeler ve korkular hakkında bir zamanlar olduğum kadar şüpheci değilim artık…
Zavallı şeytanlar! Ne olursa olsun, kendi türlerine karşı kötü değildiler. Onlar bir başka çağın ve düzenin adamlarıydılar…
İnsanlığın güvenliği ve huzuru için, dünyanın bazı karanlık, ölü köşelerinin ve el değmemiş derinliklerinin olduğu gibi bırakılması mutlak ve zorunluluktur… Uyuyan tuhaflıklar dirilmesin.. yeni ve geniş fetihlerde bulunmasınlar…
Eğer mantıksız ve inanılmaz gözüken şeyleri çıkaracak olsaydım, geriye hiçbir şey kalmazdı.
Bu noktadan sonraki motivasyonumuz, benim artık psikologlara havale ettiğim bir şey…
Bilinmeyenin cazibesi bazı insanlarda tahmin edildiğinden daha etkili oluyor.
Fakirlik, fakirlikten değil organizasyon ve dayanışma eksikliğinden gelir."
Söze devam etmenin çok güç olduğu bir aşamaya geldim. Bu aşamanın beni sertleştirmesi gerekirdi; ama bazı deneyimler ve imalar vardır ki, insanı iyileşmesine izin vermeyecek denli derinden yaralarlar ve geriye sadece o ilk dehşeti çağrıştıran, artmış bir hassasiyat bırakırlar.
Ayrıntılardan ya da fiziksel çabalardan yoksun, sadece saf rüya parçaları. Sanki bulanık bir dünyada veya zamansız bir boyutta ne sebep-sonuç ilişkisi ne de yön hissi olmaksızın uçuyormuş gibiydik.
Bu arkaik sır yumağının içine girmiş olsak da, doğası gittikçe daha iğrenç şekilde açıklık kazanan olağanüstü eski alemin, bu tam ve sağlam kalan binasının içinde yol almamız yeni bir azim gerektiriyordu."
Bu çıplak, karabasan kuleler, rüyaların yasak ülkesine, uzak zamanın ve mekanın çapraşık uçurumlarına ve boyutlararasılığa açılan korkunç bir geçidin kapısını işaretliyor gibiydiler. Bunların kötü şeyler olduğunu – uzak yamaçları lanetli, nihai bir dipsiz uçuruma bakan deliliğin dağları olduğunu- düşünmeden edemiyordum. "
Yarı bitkisel yapıda olan, eşeysiz Eskiler’in memeli canlılardaki aile safhası için biyolojik temelleri yoktu, ama -aynı evi paylaşanların eğlencelerinden ve resimlenmiş mesleklerinden çıkardığımız kadarıyla- görünen o ki rahat yer kullanma prensibi ve kafa dengini bulmaya dayalı zihinsel ilişki gereğince, kalabalık ev halkı halinde örgütleniyorlardı.
Bir anlık bir bakışla, bu kadar çok şeyi görmüş olamazdı.
Bizi, belki de mantığın yapabileceğinden daha iyi bir şekilde kurtaran sadece içgüdüydü; gerçi kurtarıcımız bu idiyse bile, ağır bir bedel ödedik. Mantıktan geriye çok az şey kaldı bizde.
Eğer mantıksız ve inanılmaz gözüken şeyleri çıkaracak olsaydım, geriye hiçbir şey kalmazdı.
Konuşmak zorunda bırakıldım…
Bazı şeylerin diğer insanlarca bilinmemesi ve umursamazca tartışılmaması gerektiğine karar verdik."
Bazı deneyimler ve imalar vardır ki, insanı iyileşmesine izin vermeyecek denli derinden yaralarlar ve geriye sadece o ilk dehşeti çağrıştıran, artmış bir hassasiyet bırakırlar."
Bilinen şartlarda bu tünele dalmak kesinlikle intihar demek olacaktı ama bilinmeyenin cazibesi bazı insanlarda tahmin edildiğinden daha etkili oluyor."
Devirler ötesinden gelen bir ses, ancak diğer devirlerin yattığı bir mezarlığa yakışırdı."
Belki de delirmiştik, dememiş miydim size, o zirveler deliliğin dağlarıydı diye?"
Dünyanın en derin sularının ışıksız ve dokunulmamış çukurlarında, bugün bile nelerin sağ kalıp nelerin kalmadığından emin olmak mümkün mü?"
Etrafımızdaki uçsuz bucaksız, ölü dev şehir ırkın son genel merkeziydi anlaşılan."
Hakikaten de geleneklerin kendisi her nesnenin betimlediği asıl özü ve hayati farklılığı sembolize etmeye, vurgulamaya yarıyordu."
Buharların dalgalandırdığı ve alçak kutup güneşinin aydınlattığı bir gök vardı; daha önce hiçbir insan gözünün görmediğini hissettiğimiz, uzaklardaki o âlemin göğü…"

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir