İsmail Güzelsoy kitaplarından Değil Efendi’nin Renk ve Korku Meselleri kitap alıntıları sizlerle…
Değil Efendi’nin Renk ve Korku Meselleri Kitap Alıntıları
Adalet hissi korkudan daha ağır basmıyorsa ilim irfan ne işe yarar ki?
Fani dünyada hiç kimse hiç kimseyi gönülsüz olduğu bir hususta ikna edememiştir.
İnsanın her yaşta ölümden korkması için bir sebebi varmış meğer.
Gitme fikri çok güzel ama o an yaklaştıkça insanın gönlü kararıyor.
Teneke gibi bir şey altın dediğin. Ne işe yarar ki? Kıymet bizim içimizde. Bir sabah yataktan kalkar kalkmaz desek ki, ulan altın artık benim için kıymetli bir cevher değil, ne olur?” Değil Efendi bir an düşündükten sonra, “pek bir şey olmaz aslında; siz yine bir şeyler icat edersiniz. Bu sefer de tutturursunuz ki bakır kıymetli bir cevherdir, diye.”
At konuşur muymuş? Dedim: Ulan çatır çatır konuşur da sen anlamıyorsun diye hayvanı ne diye hakir görüyorsun, avanak? Kedi miyavlarken, köpek havlarken ne dediğini anlıyor musun ki? Konuşuyor işte hayvan! Sen anlamıyorsan ne yapayım? Ama ya ben anlıyorsam? Öyle ya!
Akılsızlar her şeyi kendisine düşman eder, akıllılar ise düşmanın gücünü bile kendi lehine kullanmayı bilir.
İnsanoğlu sürekli yeni bir şeyler yapma ihtiyacı hisseden tatminsiz bir mahlûktu neticede
Hiçbir şey istemeyen insan yenilmezdir.
Kesik fotoğraflar her zaman acı veren nesnelerdi. Bir zamanlar, birlikte fotoğraf çektirebilecek kadar yakın duran insanların düşmanca kopuşunu özetleyen hazin ve hastalıklı bir davranıştı. Hastalıklıydı çünkü geçmişte –her kimse, onunla bir arada bulunmuş olma fikrini öylesine reddederdi ki fotoğrafın yarısını kesen insan, geride hiçbir işaret, kanıt kalmasın isterdi.
Doğu medeniyetindeki pek çok şey gibi, muhtemelen bu hizipleşmenin(gruplaşma,ayrışma) de sebebi bilimsel bir görüş farkından çok, kişisel bir husumettir.
Acıma bir sevme vaadiydi..
Yabancının bakışlarındaki masum merak nasıl da üzücüydü? Bir Kelime, bir cümle, bir harf bir, şey arıyor. Yaşadığı her şeyin bir hayal olduğunu işitmek istiyor, aldatılmadıgini, satılmadığını orta yerde bırakılmadığını işitmek istiyor
Size yalan söyledim, evet ama sizi kandırmak için değil gözünüzü açmak için yaptım bunu. Zira bazı yalanlar insanları uyandırır, nasıl ki bazı hakikatler bizleri kandırmak için kullanılıyorsa
Sen öldükten sonra , ustalıkla halledebildidiğim tek iş: bilememek.
Bazen hiçbir şey yaparak da büyük bir iş gerçekleştirebiliriz.
Bir şeyi çok didiklersen, onu hissedemeyecek hale gelirsin.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Bazı yalanlar insanları uyandırır, nasıl ki bazı hakikatler bizleri kandırmak için kullanılıyorsa.
Sırlar, ya büyük dostlukların ya da büyük husumetlerin yatağıdır.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Beyin denen organ nasıl bir canavar? Bizden bu kadar bağımsız çalışmasına ne demeli? Kime güvenip kime güvenemeyeceğimizi nereden biliyor?
Korkmaktan korkan birinin yapabileceği çok fazla bir şey yok gibi
Korkunun açıklanamaz, erotik bir yanı vardı. Bizi ürperttiği ölçüde kışkırtan, baştan çıkaran bir şey Peki neden? Bir yanımız içten içe korkmak mı istiyordu? Korku bir ihtiyaç mıydı? Dehşet anları neden gönül maceralarımızdan daha derin izler bırakıyordu bizde? Bütün bu soruları sormuş ve cevabını bulabilmiş birileri var mıydı bu dünyada?
Çektiğimiz ıstırapları mukayese edebilecek bir tartı yok ki ! Senin en büyük korkun belki benim için sadece sıradan bir tedirginlikten ibaret.
Galiba insanlar ikiye ayrılıyor: Dünyayı olduğu gibi kabul edenler ve onu tatsız bir başlangıç olarak görüp gözünü ötelere dikenler, şeklinde
Bazı kelimeleri fısıltıyla tekrarladığı zaman bedeninde hafifleme hissediyordu. Bazı kelimeler onu hayallere sürüklüyordu. İçini sevinçle dolduran sıcak kelimeler vardı; lezzetli ve baştan çıkarıcı şeylerdi onlar. Bazıları mayhoştu, ağızda buruk bir tat bırakırdı. Bazı kelimeler onu efkârlandırırdı; hiçbir şey olmasa da onları duyduğu anda dertlenirdi. “Merhamet, ne kadar kışkırtıcı bir kelime, düşünsene. Tek başına merhamet hissi var onda. Düşün yahu, gaddar kelimesi gerçekten gaddar birinin kaba saba eli gibi bir şey değil mi? Kelimeler nasıl kuvvetli. Hayatın taştan, çelikten nesneleri bile bunların karşısında uçarı bulutlar gibi geliyor mu sana da?”
Renklerin sihirli dünyasından kovulmuş olmasından dolayı kelimelerle arasında hastalık derecesinde bir bağ kurulmuştu.
İnsanın yapmaktan zevk alabileceği bir şeyi zorla yapması ne kötü!
Adalet hissi korkudan daha ağır basmıyorsa ilim irfan ne işe yarar ki?
Allah’ın fazladan şefkat göstermemizi buyurduğu canlıları delirtiğine inanırdı. Ona göre delilik, aklın nail olabileceği son mertebeydi. Hatta bir seçilmişlik alametiydi.
Dile gelmemiş sözler nasıl da zamanla küflenir, paslanır, çöker, bozulur ve gönlünüze kasvet yükü haline gelir, değil mi?
Konuşmayı reddeden biri kadar yürek daraltıcı şey var mıydı dünyada?- Bilhassa hoş bir sohbeti sizden esirgeyen şahıs hayatta en sevdiğiniz insansa –
Düşünürseniz inanmanız imkânsızlaşır. İnsan, üzerine düşündüğü bir şeye inanmaz; onun doğruluğuna ya da yanlışlığına kanaat getirir sadece.
Adalet hissi korkudan daha ağır basmıyorsa, ilim irfan ne işe yarar ki?!
İnsanların birbirine verebileceği en büyük hediye, güzel bir sohbettir, naçiz fikrimce. Kendi sefilliğimizi unutabileceğimiz güzel bir hikaye o kadar.
Ne kadar iyi anlatıcı olursan ol, karşındaki senin anlatacaklarına hazır değilse, saçmalamaya mahkumsun demektir.
Hayata hazırlanmak için bir insanin geçtiği binlerce karmaşık aşama ve işlem varken ölüme bu kadar hazırlıksız, bu kadar bilgisizce gitmek ne acıydı.
Onca emek verdiği hayatın bu kadar incinebilir oluşu ne gülünç bir durumdu.
Fırının önünden geçerken, burnuna gelen, taze pişmiş somun kokusu baştan çıkarıcıydı.
-Bu kokunun parfümünü yapsalar birkaç şişe alırdım ülkemden ayrılırken. dedi buruk bir gülümsemeyle.
“Yaşadığı ıstıraptan damıtıp ömrünün zulasında biriktirdiği zehri, gecenin kalbine döke saça ilerleyecek şimdi.”
Efendim, hayatta bizi rahatsız ettikleri nispet merakımızı da gıdıklayan şeyler vardır ya, onları hayal edin. Yeni ölmüş biri mesela diye açıklardı bunu Değil efendi.
Mührü kırın ve renklerin dilini çözün. Onlar konuşsunlar ve korkutucu karanlığı insanların kalbinden kovsunlar.
Istırabı dimdirmek için onu anlamak elzemdir. Bir şeyi anlamak için onun tam tersine vakıf olmak şarttır. Tersini bilmediğimiz hiçbir şeyi tam manasıyla anlama şansımız bulunmaz.
Bir şeyi görürsünüz ve ona inanırsınız. İnsanın bu fani âlemdeki en büyük hastalığı, en büyük gafleti, en büyük ıstırabı budur; gördüğüne inanmak.
Sırlar ya büyük dostlukların ya da büyük husumetlerin yatağıdır. Ayriyetten, dostluk ile düşmanlık arasındaki en byük fark da şudur ki dostluk acemi başlar efendim; gayet sakar ve ürkektir. Bir serçe kadar ürkek Halbuki düşmanlık vakur ve ihtişamlıdır.
Ne söylersek söyleyelim, galiba insanlar hakikaten ikiye ayrılıyor: Dünyayı olduğu gibi kabul edenler ve onu tatsız bir başlangıç olarak görüp gözünü ötelere dikenler.
İnsan, üzerine düşündüğü bir şeye inanmaz; onun doğruluğuna ya da yanlışlığına kanaat getirir sadece.
Adalet hissi korkudan daha ağır basmıyorsa ilim irfan ne işe yarar ki?
Kaybedeceklerimiz nispetinde korkuyoruz.
Gözünle gördüysen yalandır. Kokusunu aldıysan ya da sesini işittiysen düşünmeye değer.
Bazı yalanlar insanları uyandırır, nasıl ki bazı hakikatler bizleri kandırmak için kullanılıyorsa.
..yeni tanıştığınız birine büyük bir sırrınızı açın bakın neler neler olacak. Sırlar ya büyük dostlukların ya da büyük husumetlerin yatağıdır. Yalan mı?
Ayrıyeten, dostluk ile düşmanlık arasındaki en büyük fark da şudur ki, dostluk acemi başlar efendim; gayet sakar ve ürkektir. Bir serçe kadar ürkek halbuki düşmanlık vakur ve ihtişamlıdır.
“Başkalarının korktuğunu bilmek bizi kendi korkularımızdan kurtarır Birinin bizim ıstırabımızı bilmesi de yaz sıcağında esen bir şimali rüzgâr gibi gönlümüzü ferahlatır. Birinin çektiği çilenin bir yerde bittiğini bilmek, oğlanın sevdiği kızı aldığını bilmek, garibin hazineyi kaptığım bilmek bize birer vaattir. Bu dünyanın o kadar da zalim olmadığına dair birer alâmettir.
Kesik fotoğraflar her zaman acı veren nesnelerdi Bir zamanlar, birlikte fotoğraf çektirebilecek kadar yakın duran insanların düşmanca kopuşunu özetleyen hazin ve hastalıklı bir davranıştı. Hastalıklıydı çünkü geçmişte -her kimse-onunla bir arada bulunmuş olma fikrini öylesine reddederdi ki fotoğrafın yarısını kesen insan, geride hiçbir işaret, kanıt kalmasın isterdi.
yeni tanıştığınız birine büyük bir sırrınızı açın bakın neler neler olacak. Sırlar ya büyük dostlukların ya da büyük husumetlerin yatağıdır. Yalan mı?
Ayrıyeten, dostluk ile düşmanlık arasındaki en büyük fark da şudur ki, dostluk acemi başlar efendim; gayet sakar ve ürkektir. Bir serçe kadar ürkek halbuki düşmanlık vakur ve ihtişamlıdır.
Çektiğimiz ıstırapları mukayese edebilecek bir tartı yok ki. Senin tahammül edemeyeceğin acılar ona basit bir iç sıkıntısı gibi gelmiş olabilir mesela. Bütün duygular böyle değil mi? Sen bir lokma tatlısı yerken benim hayatımda hiç hissetmediğim kadar büyük bir haz alıyor olabilirsin. Senin en büyük korkun belki benim dünyaya bakarken yaşadığım sıradan bir tedirginlikten ibarettir. Acı da öyle Yorgo’nun yaşadığı acılar senin için basit gündelik gailelerdi belki de.”
Bir şeyin gerçek değerini anlayabilmemiz için ne lazım,biliyor musun? Onun olmadığını hayal etmemiz.
Insanın yapmaktan zevk alabileceği bir şeyi zorla yapması ne kötü!
Bir insanın kendi hayatında bulduğu deger baskalari için sıkıcı bir hikayeden başka bir şey olmayabilir .
Korku gerekli ve bizi teşvik edici bir kudret kaynağı mıydı yoksa şeytani bir ayak bağı mı?
O güne kadar sahip olduğu bütün hünerleri, meziyetleri, erdemleri korku sayesinde edindiğini düşündü. Aklındaki her bilgi ve anı kırıntısı kuşkuya yer bırakmayacak biçimde bu akıl yürütmeyi doğruluyordu. Çocukluğundan itibaren yaptığı her iyi şeyde kılavuzu korku olmuştu. Başarısızlık korkusu, sevilmeme korkusu, zayıf biri olarak görülme, incinme korkusu..
Artık neden korktuğunu bilemez hale gelirsin ama aynı şekil korkarsın. Bir vaziyet, bir insiyak, bir davranış, bir huy olur. Farkına varmadan korkarsın. Sonra bir ihtiyaç halini alır korku. Bir iş yapabilmek için korkarsın. Bir sığınak İşte o merhale çok tehlikelidir.’
Eğer korku olmasa dünya gayet sıkıcı bir cennet olabilirdi ya da insansız bir seyyare.
Korku neden zayıflık olarak kabul edilir ki? Sevdiğimizi kaybetmekten, envaiçeşit kazadan, gülünç düşmekten ne hallerde olurduk?
İnsanın kendi zaafları kadar kudretinin sırrından mahrum oluşu da bir korku nedenidir
“Korkunun tersinin ne olduğunu anlayabilirsen onu yenmeye ihtiyacın da olmayacak. Onunla birlikte yaşayıp onu terbiye edersin.
Bazen hiçbir şey yaparak büyük bir iş gerçekleştirebiliriz.
dostluk acemi başlar efendim; gayet sakar ve ürkektir. Bir serçe kadar ürkek halbuki düşmanlık vakur ve ihtişamlıdır.
Sırlar ya büyük dostlukların ya da büyük husumetlerin yatağıdır.
İnsanın kendi zaafları kadar kudretinin sırrından mahrum oluşu da bir korku nedenidir..
(Kelimeler)Bazıları mayhoştu, ağızda buruk bir tat bırakırdı. Bazı kelimeler onu efkârlandırırdı; hiçbir şey olmasa da onları duyduğu anda dertlenirdi. “Merhamet” diyordu Yorgo’ya, “ne kadar kışkırtıcı bir kelime, düşünsene. Tek başına merhamet hissi var onda. Düşün yahu, gaddar kelimesi gerçekten gaddar birinin kaba saba eli gibi bir şey değil mi?
Nuh’un gemisi hakkında kafanız karışık mı?( )
“Neden mi sordum? Ah, söylerim ama yanlış anlamayın lütfen. Bence insanlar Nuh’un hikâyesine inananlar ve inanmayanlar şeklinde ikiye ayrılır. Nuh’un izinden gidenler ve gitmeyenler Eğer Nuh’a dair anlatılanlara inanmıyorsanız bir tufan geçecektir üzerinizden. Ağır ve kahreden bir tufan, anlıyor musunuz? Sonra inanacaksınız ama çok geç olacak. Derhal inanın, lütfen! Çünkü Nuh, günahı yeryüzünden kaldırmaya çalışan büyük bir liderdi.
İskender, yere düşen, saçma şeyler yapan birileri karşısında iki tavır olabileceğini düşünüyordu:
Onlara gülmek ya da onların utancını paylaşmak.
Merakın arkasında iki şey gizlenir: Teskin olmayan bir ümit ve kendi kendini dölleyen bir korku.
Ne kadar iyi anlatıcı olursan ol, karşındaki senin anlatacaklarına hazır değilse, saçmalamaya mahkûmsun demektir.
Son yıllarda onu rahatsız eden yılgınlığın, hatta yenilmişliğin gölgesi vardı artık gözlerinde. İki gün sonra, Önce gözler yaşlanır dizesini, aynada o sabah gördüğü yorgun bakışlarından esinlenerek yazacaktı.
İskender yere düşen, saçma sapan şeyler yapan birileri karşısında iki tavır olabileceğini düşünüyordu: Onlara gülmek ya da onların utancını paylaşmak. Bu ikinciye yönelen insan türü hızla azalmaktaydı. İskender’e göre dünyanın giderek zalimleştiğinin alametlerinden biriydi bu.
Apartman zillerini çalıp çalıp kaçarken yaya
Rüzgara yakalanan çocukları hatırla İskender Sof
Sırlar ya büyük dostlukların ya da büyük husumetlerin yatağıdır.
dostluk ve düşmanlık arasındaki en büyük fark da şudur ki, dostluk acemi başlar efendim; gayet sakar ve ürkektir. Bir serçe kadar ürkek Halbuki düşmanlık vakur ve ihtişamlıdır.
Adalet hissi korkudan daha ağır basmıyorsa ilim irfan ne işe yarar ki?