İçeriğe geç

Damla Damla Günler Kitap Alıntıları – Adalet Ağaoğlu

Adalet Ağaoğlu kitaplarından Damla Damla Günler kitap alıntıları sizlerle…

Damla Damla Günler Kitap Alıntıları

Hiçbir şey yapmaksızın ölesiye yorgunum.
“Suçsuz ölenleri gerçeğin yüzü diriltir.”
İnsan kendisinin yabancısıdır.
Gerçek her zaman devrimcidir.
Dünyaya geldim diye sanki suç işlemiş gibi hissediyorum kendimi.
Başımız sıkışınca Atatürk. Atatürk yetiş!
Bu kısır döngü, içine sıkışıp kaldığımız bu akvaryum ne zaman aşılacak?
Okumuş kibarlardan bize hayır gelmez!
Gorki’nin Ana’sını okuyorum Ana, sevdiklerim arasında sayılmaz. Romanı da oyunu da.
Popülist yaklaşımlar bana göre değil.
İnsanın kurdu, en irisinden kendi kurdudur.
Günler birer damlaya dönüştü.
Her gün tek damla gibi; hiçbir şey birikmiyor.
Bir yıl ancak bir bardak ediyor.
~Yine adı soyadı yerli yerinde bir gün.~
~Yarının daha iyi olmasının itici gücü bugünün arızalarına göz yummamaktan kaynaklanır( )~
~Ben de hayata dönük sabırlı seyrimi güzelleştirmeye çalışıyorum.~
~İnsan kendisinin yabancısıdır.~
~Mutluluk, alışılmış bir kötümserlikti.~
~Bağımsızlık gelecek; geldi bile: Yeni bağımlılıklarla.~
~Sırası değil, sırası değil denile denile bütün tarih zamanlarının önemli çağrısı ellerimizden kaçıp gidiyor.~
İnsan beyni günde elli binden daha fazla düşünce üretmek zorunda olmasına rağmen piyasada niçin bu kadar aptal var?Çünkü beynin sana günde elli binden fazla düşünce üretmek zorundasın demiş ama aynı düşünceyi tekrar tekrar üretmek yasaktır dememiş!
~Gerçek her zaman devrimcidir.~
Yazar, kendi çaresizliğini yazamaz. Başkalarını yazması da bundandir
Ey hayat! Sen ne büyük okulsun. Her yere dalıp çıkmak gerek. Gözünü kafanı her şeye açık tut sen, ağzını değil. İyi ama, yazmak ağzı açmak değil mi?
Ama ‘ özgürlük ‘ bedava değil. Hayatın en pahalı şeyi. Pahası oranında da değerli
Kitaplarla aramda daha sahici bir kan dolaşımı bulunduğunu hissediyorum. Diri bir doğa benim için ölüyken, bir nesne, işte şu sayfalar, birbirini izleyen kelimeler, şu kitap capcanlı. Sanki soluk alıp verişim kitap sayfalarını çevirip durmama, okumama bağlı.-
~Dışındakinin değil, kendinin bilincinde olmayan insanlar düşünce üretebilir mi?~
~Kitaplarla aramda daha sahici bir kandolaşımı bulunduğunu hissediyorum.~
~Ben kendimi kendim ne kadar yaşıyorum sanki! ~
~Karşısında durmadan kendi düşüncelerinden söz açan, fikirlerini anlatan bir adam. Kadının iç gezisinden habersiz.~
Devrimcilik, toplumculuk, sanat, sanatçılar… hepsinin bu derece yozlaşmış olabileceğine inanamıyorum. (26 Eylül 1970)
Doğu Anadolu’da, Güneydoğu’da insanlar işkence görüyor. Toprak damdan evleri bir bir boşaltılıyor; aranıyorlar. Bunlara kaz yürüyüşü yaptırılıyormuş. İnsanlara dizçöktürenler köpek milleti değil midir? ‘Devlet’, silahlı milahlıdırlar diye bir şeyden korkuyorsa, “ellerinizi başınızın üstünde kenetleyin” de öyle çıkın, diyemez mi? Yok. Diz kır, yere yakın çömel, değilse sürün!.. İstenen bu olmalı. (27 Mayıs 1970)
Bir yanda Marcuse, bir yanda Maoizm. Bir yandan da Maxime Rodinson; Hepsinin üstünde ülkede türlü biçimde yorumlanan Marx ve her derde şifa Atatürk! (23 Ekim 1969)
“Yazara saygı istiyorum efendim, böyle kapıkulu gibi davranılmasını istemiyorum!” der demez telefonu kapatıvermeyeyim mi? Ohh, iyi oldu. İlle yalakalık bekliyorlar. (24 Eylül 1969)
Yeni bir çağın başlangıcı. … ABD, Apollo 11 adını taşıyan uzay füzesini aya fırlatıyor. … Bir de biz Şubat’ta 6. Filo’yu denizlerimizden kovalayarak soğuk savaşın canına okuduk sanıyoruz. … O günden bugüne uzay programına harcanan para 23 milyar dolar’mış. … Bu parayla dünyanın bütün açları tıkabasa doyardı. Şimdi şu girişim ilimin-bilimin, teknolojinin zaferini Ay’a bayrak dikerek kutlamak anlamına mı geliyor, bir gücün başka bir güce karşı daha güçlü silahlanması anlamına mı? (16 Temmuz 1969)
Yüründü. Anıt Kabir’e doğru: Laik Türkiye Cumhuriyeti’ni(!) savunuyoruz. (…) Söylemem akıllılık mı, aptallık mı? İşte söylüyorum. Başımız sıkışınca Atatürk. Atatürk yetiş! Bu kısır döngü, içine sıkışıp kaldığımız bu akvaryum ne zaman aşılacak? Bir yandan onun açtığı kapıdan geçmeye kalkıyor, daha geçerken iki çelme üç namlıyla geri püskürtülüyoruz: Atatürk yetiş!.. Beri yanda: “İşçiler nerdesiniz, koş gel!”ler… Taban nerde? Orada ne var? İşçileşememiş köylü. Sivil ve özellikle askerden üretimsiz bürokrat. Halim yanımda yürürken: “Kendimi vitrine konmuş gibi hissediyorum” dedi durdu. İki yanlı kaldırımlarda ‘halk’ bizi seyrediyor. Onlar tarafından yürüyüşe katılım, yok denecek kadar azdı. Peki yürüyüşü dışardan izleyenler alkışlarıyla aramıza katılmış olmuyorlar mıydı? Hattâ içlerinden biri: “Atatürk geliyor!” diye bağırdı. (Böylece kendi üstüne mim konulmayacağını biliyor muydu ne?) Ankara Palas’ta ilk baloma götürüldüğüm akşam bütün kederiyle canlandı içimde ve gözümde. Cumhuriyet baloları… Dönüşüme inanmışların acemi dansları, valsleri; annelerimizin çeyiz sandıklarından çıkarılma ipek bürümcüklerden yapılma tuvaletlerimiz ve neşve-rüba hallerimizle objektife acemi tebessümlerimiz. Cumhuriyet’in Hayatı: Roman! İki de bir içimi dürtükleyen bu romanı yazmalıyım. Yürüyüş boyunca roman yazdım sanki. (7 Mayıs 1969)
Cumhuriyetin ilk, ikinci kuşakları, bir ideolojinin emir erleri… (29 Ocak 1969)
Şu ‘öykü’ sözcüğüne alışamadım. Hikâye, hikâyedir. Öyle denmeli. Öykü’nün fiili yok. (3 Haziran 1970)
İnsan kendisinin yabancısıdır.
Bizim kuşak, gerçek mutluluğun mutsuzluğu olduğunu öğreniyor.
Machiavel’in Prens’inin yakasına yapışmanın tam zamanı. Neredeyse on yıloldu okuyalı. Her şey güçlüden yana manâsını tam dört asır öncesinden kıvırdığı için fellik fellik kaçtım ondan.
Öyle çok şeye inandık ki gele gele inançsızlığın tam göbeğine düştük galiba.
Hep kadının özgürleşmesinin erkeği özgürleştireceğini düşündüm. Erkeği ‘kendinden kurtarmadan’ bize kurtuluş yok.
Ülkeyi kurtaracağız elbet, kendimizi kurtarabilirsek.
Kendinin bilincinde olmayan insanlar düşünce üretebilir mi?
Varoluşumuza bir sebep yakıştıracağız ister istemez.
Şimdi müthiş bir özgürlük duygusu içindeyim. Ama ‘özgürlük’ bedava değil. Hayatın en pahalı şeyi. Pahası oranında da değerli.
Çok açlık var ve fazla tokluk değil mi?
Ayrılmalıyım oradan, buradan ya da her şeyden
Kurallarını ögrenemedim; çünkü öğrenme isteğim olmadı.
İnsanlık sürecekse ben yine geleceğim. İnsansızlık ve vurdumduymazlık sürecekse ben yine böyle öleceğim; silinip gideceğim.
Babamı bundan üç gün önce toprağa verdik. 21 Aralık salı sabahı, saat 11.45’de öldü.
Annem, bir genç kadın çocuğuna nasıl bakarsa, 52 yıllık kocasına öyle baktı.
” zaman bizi güdüyor. ”
Genç yazanınız Selim İleri, bana yakınlık gösterdi. Özellikle ilk hikaye kitabı Ankara’da, Ahmet Küflü’nün Bilgi YayınlaRI arasında çıktıktan sonra arada sırada görüşebilmeye de başladık. Türkiye Defteri dergisinin genç kadrosuyla tanışmam taze bir nefes oldu benim için. Felsefe okuyormuş,
Şairlerle konuşmak demek, alkolle derinine buluşmak demek.
” kahramanımla aynı zamanda, aynı yerde buldum kendimi. Yazarın yarattığı roman kahramanıyla aynı yolu katetmesi kadar keyifli bir yolculuk yokmuş meğer? ”
Dış koşulların insanın iç dünyasına katkısını görmezden gelmeyen Orhan Kemal benim baştanberi hayranlıkla bağlandığım yerinde duruyor.
Sanatın insanı insan kılacağına, bu yüzden de gerekliliğine elbette inanıyorum; insanı hayvandan ayıran tek şey, bu yaratıcılık. Yaratıcılığın yeryüzüne ateşi getirmek demeye geldiğini damarlarımda hissediyorum.
Uzunun uzunu bir sessizlik ardından babamın duyulur duyulmaz bir sesle: Kurtuluşta İsmet Paşayı Bolu’dan Ankara’ya kaçak getiren jandarma erlerinden biriydim ben demesi. Baktım, gözlerinden yaşlar akmakta. Babamın ağladığını ömrümde bir kere bile görmemiştim ben. O ‘babaya çocukların önünde ağlamak yakışmaz’ eğitimi almışlar sınıfından.
Benim derdim, birbirinin tekrarı her şeyden uzak durmak. Kendimi bile tekrarlayamam ben. Arayış. Yaratının anlamı bu: Arayış.
Bir roman için ‘önsöz’ denen şey neden gerekli acaba?
Bazı geceler ağlayıp sızlıyor; ölmek istiyorum. Yedi katlı bloğun 6. katındayız. Çık işte balkona, at kendini aşağıya. Ohh! (Ya hemen ölünmezse?.. )
Donkişot’un hayalleri ruhuma işlemiş olduğu için, düşüne düşüne yeldeğirmenlerini yerle bir etmeyi düşünebiliyorum.
” faşizmi yeni doğmuş temiz bebek, goncaları umut dolu gül gibi milletin kucağına uzatıyor. Millet de gözünü açacaksa açsın artık. Onun daha güzel yarınları adına kimler kendini kurban etmedi, kimler intiharın eşiğine kadar gelmedi? Bir ses olsun da bari vicdan borcunu ödesin. Millet derin sularda boğulmak üzre olan insanın, kendisini hayata çekmeye çalışana da asıla asıla ikisini birlikte derin sularda yokeden cahillik korkağı sanki. ”
Doğrusu, kimselerin olumlu yaklaşmadığı, benimse yılın en sevdiğim eserinin Tutunamayanlar olduğunu açıklamış bulunmamın da sorumluluğunu hissetmekteyim.
Sağmalcılar Cezaevi müdürü de, Sağmalcılar’ın Balkanlar’ın en büyük, en modern hapishanesi olmasıyla övünmekte. Şimdi artık böyle övünülecek bir şeyimizi bulmuş olduk. Hapishanelerimizin büyüklüğü, eşittir diktanın büyüklüğü
Yazmak kaçmaktır gibi bana bıkkınlık vermiş bir laf vardır; onu tersyüz etmek iyidir: Kaçmak yazmaktır.
Melali anlamayan nesle aşina değiliz!

Ahmet Haşim

Ona kendisinden başka kimse yardım edemez.
Yaşar, radyonun kültür-kitap programlarından birinde adının anılmasını, romanından parçalar okunmasını sağlayanın ben olduğumu öğrenmiş de Ne teşekkürü Yaşar’cığım? Tependeki biri sana: ‘Yayınlarda üç Kemal adı yasak! Ona göre davran ‘ dese ne yaparsın? Kemal Tahir, Orhan Kemal, Yaşar Kemal yasağının duvarını delmez misin? Ama kimsenin göze alamayacağı bir şeyi erkekçe göze aldın sen. Sağol.
Söylesene Mümtaz, şu güzel huzursuzluğumla ne yapmalıyım? Ne yapmalıyım huzursuzluğumu?
Ben de hayata dönük sabırlı seyrimi güzelleştirmeye çalışıyorum: Bir buzlu votka içsem? Garson, lütfen bir limonla votka! Haa sahi, buz koymayın olur mu?
Bu kuşak adına tek teselli noktası Bülent Ecevit; o sessizce inatlaşan çocuk.
” tek kırmızı gülünü bir şişe rakıyla çoğaltmak gerekmekte Bakkala koşuyor, rakısını ona ‘çaktırmadan’ getiriyorum. Gülüyor-oynuyoruz. Umarım bu son görüşmemiz değildir. Ölüm dışı bir anlamda ”
” ırk ayrımı gibi bir ayrımdan hoşlanmadığımı itiraf ettim. İnsanın özgürlüğü, dolayısıyla bütünleşmesi için dayanışmaya daha yakınlık duyuyorum. ”
Her şeyi karşılıklı açık seçik bilerek dostluk ne güzel.
Yaşasın sanat,yaşasın edebiyat
Her zamanki aptallığım=kötülüğün en baştan aklıma gelmemesi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir