İçeriğe geç

Dahi ve Dindar Isaac Newton Kitap Alıntıları – Enis Doko

Enis Doko kitaplarından Dahi ve Dindar Isaac Newton kitap alıntıları sizlerle…

Dahi ve Dindar Isaac Newton Kitap Alıntıları

Newton’a göre Tanrı hakkında bilgi edinmemizin iki yolu vardı, birincisi kutsal kitaplar, ikincisi de Tanrı’nın diğer eseri olan doğa. “Tanrı eserleri aracılığıyla bilinir.” sözü Newton’un bilim felsefesini özetlemektedir.

Newton, hayatı boyunca, Evren’e objektif bir biçimde baktığımız zaman tasarım göreceğimize ve bu tasarımdan Tanrı’yı bulacağımıza inanmıştır. Dolayısı ile Newton günümüz felsefecilerinin “tasarım kanıtı” dedikleri “Tanrı varlık kanıtı”nı savunmuştur. Daha üniversite öğrencisiyken canlılardaki simetrinin şans eseri açıklanamayacağını, ancak bir tasarım eseri gelişebileceğini savunmuştur. Bentley’le mektuplaşmaları sırasında Newton, Güneş sisteminin yapısının ancak üstün bir yaratıcı ile açıklanabileceğini söylemiş, aynı görüşü devrim niteliğindeki Principia’nın “Genel Açıklama” bölümünde de tekrarlamıştır. Ona göre Güneş sisteminde aynı yönde, eliptik yörüngelerde hareket eden
gezegenler ve özellikle de kuyruklu yıldızlar büyük bir Matematikçi ve Mekanikçi’yi işaret etmektedir. Ancak Newton’a göre Tanrı Evren’deki yasaları yaratıp çekilmemiştir, hâlâ aktiftir ve Evren’e müdahale etmektedir. Newton’un yerçekimi teorisine göre bütün cisimler birbirini çekmektedir. Doğal olarak Newton’un aklında şöyle bir soru canlanıyordu, neden her şey bir noktada birleşmiyor, Evren sabit duruyordu? Newton’a göre bunun olmasını Tanrı engelliyordu, devamlı olarak gökcisimlerini birbirinden uzakta tutuyordu. Dolayısı ile Newton, yerçekiminin hem Tanrı’nın var olduğunu, hem de Tanrı’nın devamlı olarak Evren’de aktif olduğunu gösterdiğini düşünüyordu.

Enis Doko’nun bu kitapta amaçladığı, yaygın bir mitle hesaplaşmak ve Newton’un görüşleri üzerinden şu mesajı vermektedir: Bilim tarihi, düşünüldüğü gibi, dinle çatışmanın tarihi olmaktan çok uzaktır. Bilim insanları sanıldığı -ve bazıları tarafından umulduğu- gibi dini, kendilerini sınırlayıcı, kendisinden kurtulunması gereken bir unsur olarak görmemiştir. Tersine birçok bilim insanı, yukarıda da belirttiğim gibi, bilimi, Tanrı’ya ulaşmada bir araç olarak görmüş, bu motivasyonla bilim yapmışlardır. Yani insanı cehaletin değil, bilimin Tanrı’ya götüreceğine inanmışlardır. Bu eser mütevazı hacmine karşılık bu iddiayı örneklendirmesi bakımından büyük önem taşımaktadır.
Doç. Dr. Alper Bilgili
…Tüm bu düzgün hareketlerin kökeni mekanik nedenler olamaz…Bu en zarif Güneş, gezegenler ve kuyruklu yıldızlar sistemi zeki ve güçlü bir varlığın tasarımı ve egemenliği olmadan ortaya çıkamazdı…
Evrene Objektif bir şekilde baktığınızda kesinlikle bir tasarım göreceksiniz ve bu tasarımdan tanrıyı bulacaksınız.
Ebedi ve ezeli, her yerde olan, her şeyi bilen, yüce, Dünya’yı ve gökleri yaratan tek Tanrı vardır: Baba ve O’nunla insanlar arasında tek bir aracı vardı: İnsan İsa.
Baba hiçbir gözün görmediği ve göremeyeceği görünmez Tanrı’dır, diğer bütün varlıklar
bazen görünebilir olurlar.
Baba’nın kendinde yaşamı vardı ve Oğul’a da kendinde yaşam verdi.

Baba her şeyi bilendir ve bütün bilgiyi öncelikle kendi göğsünde taşıyordu ve gelecekteki şeylerin bilgisini İsa’ya anlattı ve ne gökte ne yerde ne de yer altında Kuzu hariç hiçbir şey direkt Baba’dan geleceğin bilgisini almaya layık değildir. Ve bu yüzden İsa’nın tanıklığı Peygamber’in “Ruhu”dur ve İsa “Söz”dür ya da Tanrı’nın Peygamberi’dir.

Baba hareketsizdir, hiçbir şey ondan daha boş ya da daha dolu olamaz o yüzden O doğanın ebedi mecburiyetinden dolayıdır: O’nun dışında diğer bütün varlıklar bir yerden başka bir yere hareket edebilirler.

İsa gelmeden önce Baba’ya yönelik olan her türlü tapınma (ister dua olsun ister yüceltme
ya da şükran) hâlâ O’na (Baba’ya) yöneliktir. İsa, Baba’sına yönelik tapınmayı azaltmak için gelmedi.

En etkili dualar Oğul adıyla Baba’ya yapılan dualardır.

Bizi yarattığı için ve bize yiyecek ve giyecek verdiği için ve hayatın diğer nimetleri için sadece O’na teşekkürlerimizi sunmalıyız ve dileklerimizi yerine getirmesi için İsa adına direkt O’ndan istemeliyiz.

Aracılık için İsa’ya yalvarmak zorunda değiliz. Eğer Baba’ya doğru düzgün yalvarırsak o
bizim için aracılık edecektir.

Kurtuluş için Oğul adıyla Baba dışında birine dua etmemiz gerekli değildir.

Tanrı adını Melek ve Krallar’a vermek birinci emre karşı gelmek değildir. Melek ve Krallar’a Yahudilerin Tanrısı’na tapar gibi tapmak ona karşı gelmektir. Çünkü emrin anlamı: “Başka Tanrılara değil bana tapmalısınız”dır.

Bize göre, her şeyin kaynağı ve bizim kaynağımız olan bir Tanrı vardır ve her şeyin ve
bizim aracılığı ile yaratıldığımız bir Rab İsa vardır. Diğer bir deyişle, biz sadece Baba’ya
yüce Tanrı olarak tapacağız ve sadece İsa’ya, katledilerek ve kanıyla kefaretimizi ödeyerek
bizi kral ve papaz yapan Efendi, Mesih, büyük Kral, Tanrı’nın Kuzusu olarak tapacağız.

Şöyle ki; onlara göre evren yasalarının bugüne kadar değişmemesi yine değişmeyeceğini gösterir. İyi ama bu cevap bizi döngüsel mantığa sokar, zira tümevarım kullanımını tümevarımla gerekçelendirmemiz mümkün değildir. Bu İncil’in Tanrı sözü olduğunu nereden biliyorsun? sorusuna Çünkü İncil’de yazıyor. cevabını vermekten farksızdır.
İnanç kelimesi çoğu zaman yanlış bir şekilde, delilsiz, körü körüne, dogmatik bir şekilde bir iddianın doğru olduğunu düşünmek olarak algılanır. Oysa bu doğru değildir, inançlar ikiye ayrılır: Gerekçelendirilmiş inançlar ve gerekçelendirilmemiş inançlar. Söz konusu tanım sadece gerekçelendirilmemiş inançlar için geçerlidir, gerekçelendirilmiş inançlar herhangi bir makûl gerekçe ya da delile bağlı olarak bir iddianın doğru olduğunu düşünmektir. Bazı yeni ateistler bu yanlış algıdan hareketle İnanmak istemiyorum, bilmek istiyorum gibi sloganlarla dini eleştirdiğine rastlarız.
Ateistler genelde, hassas ayar olgusunu çok evrenler hipotezi ile açıklamaya çalışırlar. Bu hipoteze göre, fizik yasaları ve temel sabitleri birbirinden farklı çok fazla sayıda evren vardır. Bu evrenlerin çoğunda yaşam olmasa da çok az sayıda evrende parametreler yaşama uygun şekildedir. Biz işte bu az sayıdaki evrenlerden birindeyiz ve dolayısıyla parametrelerin hassas ayarlı olmasına şaşırmamalıyız.
Mesela, yaşadığımız evren üç uzay boyut yerine başka bir boyut sayısına sahip olsaydı, kararlı atomlar oluşamaz, bunun sonucunda kimya ve dolayısıyla yaşam oluşmazdı.
Diğer bir deyişle, fiziğin yaşama izin verecek şekilde olması olasılığı, olmamasına göre astronomik derecede düşüktür. Bu olgu fizikçiler tarafından hassas ayar terimi ile ifade edilmeye başlandı.
Orta Çağ’da İncil’e dayanarak bilime sınırlama getirenleri eleştiren doğalcıların, kendi felsefi görüşleriyle bilime sınırlama getirmeleri şaşırtıcıdır.
Zira biri sahte tanrılara ne kadar fazla zaman ve özveri harcarsa, gerçek Tanrı’ya o kadar az harcayabilir.
Kralların ölü atalarının gördükleri hürmete zaafları vardır.
Tanrı kelimesi her tarafta rab anlamında kullanılır, fakat her rab, tanrı değildir.
Tanrı’nın Dünya’nın ruhu sananların düşündüğü gibi vücudu üzerinde değil, hizmetkârları üzerindedir.
Yüce Tanrı ezeli ve ebedi, sonsuz ve kesinlikle mükemmel bir varlıktır; fakat bir varlık ne kadar mükemmel olursa olsun hâkimiyetsiz Rab, Tanrı olamaz.
Şeytanın bir varlık değil kişinin kötü tarafının metaforik bir gösterimi olduğunu düşünmüştür.
İnsan beyni günde elli binden daha fazla düşünce üretmek zorunda olmasına rağmen piyasada niçin bu kadar aptal var?Çünkü beynin sana günde elli binden fazla düşünce üretmek zorundasın demiş ama aynı düşünceyi tekrar tekrar üretmek yasaktır dememiş!
Amacı diğer simyacılar gibi metalleri altına çevirip zengin olmak değildi. Doğayla Tanrı’yı anlamayı hedefleyen Newton, simya yoluyla Tanrı’ nın Evren’i ve yaşamı nasıl yarattığını bulmayı hedefliyordu.
Yani insanı cehaletin değil, bilimin Tanrı’ya götüreceğine inanmışlardır.
Bacon, Öğrenmenin Gelişimi isimli eserinde yer alan bu paragrafta, insanların Tanrı’nın işleri ile Tanrı’ nın sözleri arasında bir tercihe zorlanmaması gerektiğini ifade eder. Tanrı’nın sözleri olan Kutsal Kitaplar ile Tanrı’ nın işleri olan doğa kanunları ancak birbirlerini tamamlayıcı olarak görülebilir.
Gezegenlerin günümüzdeki hareketinin kendi başına bir doğal nedenden kaynaklanamayacağı ancak zeki bir özne tarafından verilmiş olduğudur
Bilim insanları sanıldığı gibi dini, kendilerini sınırlayıcı kendisinden kurtulunması gereken bir unsur olarak görmemişlerdir. Tersine birçok bilim insanı bilimi, Tanrı’ya ulaşmada bir araç olarak görmüş, bu motivasyonla bilim yapmışlardır.
Tanrı eserleri aracılığı ile bilinir.
Bir kişinin size çok büyük bir zenginlik verdiğini
hayal edin, mesela 1 milyar dolar. Sizden paranın küçük bir kısmı ile alakalı talimatlar veriyor gerisini ise size bırakıyor. Bu talimatları yerine getirmek ve bu kişiye minnet duymak sizin ahlaki yükümlülüğünüz mü? Bence bu sorunun cevabı net bir şekilde evettir. Eğer teizm doğru ise o zaman sahip olduğumuz her şey Tanrı tarafından verilmiştir, sadece zenginliğimiz değil, beş duyumuz, bedenimiz ve varlığımız. Dolayısı ile bu zengine olan ahlaki yükümlülüklerden kat ve kat
fazlası Tanrı’ya karşı da vardır. Bedenimizi ve zamanımızın en azından bir kısmını O’nun istediği şekilde harcamak ona karşı ahlaki borcumuzdur.
Ateizm, pratik olaraksa putperestliktir. Ateizm insanlık için o kadar anlamsız ve iğrençtirki hiçbir zaman fazla savunucusu olmamıştır. Bütün kuşların, hayvanların ve insanların sağ ve sol taraflarının aynı olması (bağırsakları hariç) ve sadece iki gözlerinin olması ve yüzlerinin iki tarafında başka göz olmaması, kafalarının iki
tarafında sadece iki kulak olması ve burunlarında sadece iki delik olması, göz arasında başka hiçbir deliğin olmaması ve burnun altında bir ağız olması ve iki ön ayak veya iki kanat veya omuzlarında iki el olması ve bir kalçanın biri bir tarafında diğeri diğer tarafında iki ayak olması ve daha fazla olmaması tesadüfen olabilir mi? Hepsinin dış şeklindeki bu düzen bir Sanatçı’nın gaye ve düzenlemesi olmadan nasıl ortaya çıkmış olabilir? Her türlü canlının gözlerinin köküne kadar transparan olması ve gözlerin vücutta, dış tarafında katı transparan deriler olan ve transparan sıvılarla dolu ortada kristal
lens olan ve lensin önünde bebeği olan tek yer olması, hem de hepsinin görmeyi olanaklı kılacak düzgün şekle sahip olması, hiçbir Sanatçı’nın onları tamir edememesi neye bağlanacaktır? Kör şans, ışığın var olduğunu ve onun kırılmasını biliyor muydu ve bütün varlıkların gözlerini bunu garip bir biçimde kullanacak şekilde mi düzenledi? Bu ve bunun
benzeri düşünceler her zaman insanoğlunu her şeyi yaratan,her şeye gücü yeten ve o yüzden korkulması gereken bir varlığın olduğuna ikna etmiştir ve her zaman ikna edecektir.
Gezegenlerin iyi tanımlanmış yörüngelerde ve aynı yönde hareket etmeleri mekanik yasalarla açıklanamaz. Newton’a göre bu düzenin arkasında mekanik yasalar olmadığına göre bir zekâ ve irade olmak zorundadır.
Newton’a göre Tanrı’nın özelliklerini
bildirmek bilimin işidir, biz Evren’i inceleyerek Tanrı hakkında bilgi alırız. Dolayısı ile Newton’un bilim yasalarını kullanan bir inançsız, Newton’a göre ister istemez Tanrı’ya inanmaya başlayacaktır.
Newton’un yerçekimi teorisine göre bütün cisimler birbirini çekmektedir. Doğal olarak Newton’un aklında şöyle bir soru canlanıyordu, neden her şey bir noktada birleşmiyor, Evren sabit duruyordu?
Newton’a göre Tanrı hakkında bilgi edinmemizin iki yolu vardı, birincisi kutsal kitaplar, ikincisi de Tanrı’nın diğer eseri olan doğa.
Bütün kuşların, hayvanların ve insanların sağ ve sol taraflarının aynı olması (bağırsakları hariç) ve sadece iki gözlerinin olması ve yüzlerinin iki tarafında başka göz olmaması, kafalarının iki tarafında sadece iki kulak olması ve burunlarında sadece iki delik olması, göz arasında başka hiçbir deliğin olmaması ve burnun altında bir ağız olması ve iki ön ayak veya iki kanat veya omuzlarında iki el olması ve bir kalçanın biri bir tarafında diğeri diğer tarafında iki ayak olması ve daha fazla olmaması tesadüfen olabilir mi? Hepsinin dış şeklindeki bu düzen bir Sanatçı’nın gaye ve düzenlemesi olmadan nasıl ortaya çıkmış olabilir? Her türlü canlının gözlerinin köküne kadar transparan olması ve gözlerin vücutta, dış tarafında katı transparan deriler olan ve transparan sıvılarla dolu ortada kristal lens olan ve lensin önünde bebeği olan tek yer olması, hem de hepsinin görmeyi olanaklı kılacak düzgün şekle sahip olması, hiçbir Sanatçı’nın onları tamir edememesi neye bağlanacaktır? Kör şans, ışığın var olduğunu ve onun kırılmasını biliyor muydu ve bütün varlıkların gözlerini bunu garip bir biçimde kullanacak şekilde mi düzenledi? Bu ve bunun benzeri düşünceler her zaman insanoğlunu her şeyi yaratan, her şeye gücü yeten ve o yüzden korkulması gereken bir varlığın olduğuna ikna etmiştir ve her zaman ikna edecektir.
Bazı yeni ateistlerin bu yanlış algıdan hareketle “İnanmak istemiyorum, bilmek istiyorum” gibi sloganlarla dini eleştirdiğine rastlarız. Oysa bilginin kendisi de bir inanç türüdür, bilgi doğru olma özelliğine sahip gerekçelenmiş bir inançtır.
Yuhanna 20:17. Bu pasaj İsa’nın Tanrı olmadığına bir başka delil teşkil etmesinin yanında, Tanrı’nın sadece İsa’nın değil hepimizin babası olduğunu söylemesi açısından önemlidir. Dolayısı ile İncil’de geçen Baba kelimesinin biyolojik değil mecazi manada kullanıldığını bu pasaja dayanarak rahatlıkla söyleyebiliriz.
Tanrı’yı hurafe ya da efsanelerden öğrenmek mümkün değildir, O ancak ve ancak eserlerini inceleyerek bilinir. Nitekim Newton’a göre eserlerini terk edip Tanrı’yı çeşitli dinî otoritelerden öğrenmeye kalkmak dinlerin bozulup, tahrif edilmesine, çeşitli insanî özelliklerin Tanrı’ya atfedilmesine yol açmıştır
İnsan beyni günde elli binden daha fazla düşünce üretmek zorunda olmasına rağmen piyasada niçin bu kadar aptal var?Çünkü beynin sana günde elli binden fazla düşünce üretmek zorundasın demiş ama aynı düşünceyi tekrar tekrar üretmek yasaktır dememiş!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir