Emil Michel Cioran kitaplarından Çürümenin Kitabı kitap alıntıları sizlerle…
Çürümenin Kitabı Kitap Alıntıları
Keşke dalgın olabilsem, o zaman düşüncelerim kederlerimden kopardı.
Hayat her an çürümekte olandır
aslında her fikir yansızdır ya da öyle olmalıdır; ama insan onu canlandırır, alevlerini ve cinnetlerini yansıtır ona; saflığını yitirmiş, inanca dönüştürülmüş fikir, zaman içindeki yerini alır, bir olay çehresine
bürünür; mantıktan sara hastalığına geçiş tamamlanmış olur.. ideolojiler, doktrinler ve kanlı şakalar böyle doğar.
Varoluşa nasıl bir çare bulmalı, o sonu olmayan iyileşmeyi nasıl nihayetine erdirmeli? Ve doğumun etkisini üzerimizden nasıl atmalı?
Sıkıntı, kendi kendine yarılan zamanın içimizdeki yankısıdır, boşluğun açığa çıkmasıdır.
Yeri belirlenemeyen ve hiç sarih olmayan, iz bırakmadan vücudun üstüne çöken, ruha işaret vermeden sızan bir dert nasıl iyileştirilir?
Zira her yoğun acı doluluk benzeri bir durum yaratır ve bilince, içinden çıkamayacağı korkunç bir gerçeklik sunar; oysa sıkıntı denen o zaman matemindeki maddesiz acı, bilincin karşısına, onu kazançlı bir girişime zorlayan hiçbir şey çıkarmaz.
Evreni adaletsizlik yönetir.
Bu dünyanın prangaları ve solunmaz havası her şeyi elimizden alır, kendimizi öldürme özgürlüğü hariç; bu özgürlük de, bunaltıcı ağırlıkların üstesinden gelen bir kuvvet ve gurur verir bize.
Bize artık ne Leibniz ne Kant ne de Hegel bir yardımda bulunabilir. Kendi ölümümüzle felsefenin kapılarının önüne gelmişizdir.
Yeryüzü, varılamayan hidayetler ve ayaklar altına alınmış sırlarla doludur.
Her insan derinliklerinin zararına ilerler; her insan kendinden kaçan bir mistiktir
Hayatın bir mucize gibi ortaya çıkmadığı, ânın tabiatüstü bir titreme içinde inlemediği her defada, ister istemez mahvolmaya yöneliriz
Beklenti içinde, henüz olmayanın içinde yaşamak, gelecek fikrinin varsaydığı kışkırtıcı dengesizliği kabul etmektir.
Başlangıçta şeylerden kaçmak için düşünürüz; sonra fazla uzağa gittiğimizde, kaçışımızın pişmanlığıyla kendimizi mahvetmek için
Zaman’ın cümlesinde, insanlar virgüller gibi yer alırlar; sense, onu durdurmak için, nokta olarak hareketsizleştin.
Her şey, unsurlar ve fiiller, seni yaralamada elbirliği ederler.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Lânetlenme karşısında uysal olan bizler, acı çektiğimiz ölçüde var oluruz
Fakat yalnızca kendimizin matemini tutarız.
BÜTÜN HAKİKATLER BİZE KARŞIDIR .AMA YAŞAMAYA DEVAM EDERİZ ÇÜNKÜ ONLARI OLDUKLARI GİBİ KABULLENİRİZ ,ÇÜNKÜ ONLARDAN SONUÇ ÇIKARMAYI REDDEDERİZ.
Tabiatta bütün varlıkların kendi yerleri varken, insan, metafizik olarak başıboş dolaşan, Hayat’ın içinde kaybolmuş, Yaratılış içinde tuhaf kaçan bir yaratık olmayı sürdürmektedir.
İnsan, güneşin altında doğan ve ölen şeylerin değerini bilmemiştir, güneş hariç; ümit içinde ölen şeylerin de, ümit hariç.
”( )Monologun sınırına , yalnızlığın ucuna varıldığında, -başka muhatap olmadığından- en yüksek diyalog bahanesi, Tanrı, icat edilir. O’nun adını andığınız sürece cinnetinizin kılık değiştirmiş olduğu anlaşılmaz ve her şey size mübah olur. Hakiki mümini deliden ayırt etmek güçtür; fakat onun deliliği yasaldır, kabul görür; sapıtmaları her nevi imandan arınmış olsaydı, sonu tımarhane olurdu. Fakat bu sapıtmalar Tanrı’nın güvencesi ve meşruiyeti altındadır. Yaratıcı’ya hitap eden bir sofunun çalımı yanında, bir fatihin gururu bile soluk kalır Nasıl buna cüret edilebilir? Sonsuz’u elinin altında zanneden tiridi çıkmış bir yaşlı kadın şimdiye kadar hiçbir tiranın kalkışamadığı bir cüret düzeyine yükselirken, tevazu nasıl bir tapınak meziyeti olabilir?( ) ”
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
”( )Hayvan için yaşam bir mutlaktır; insan içinse bir mutlak ve bahanedir.Evrenin evrimi içinde , bize mahsus olan o bütün nesneleri bahaneye çevirme; günlük girişimlerimizle ve son hedeflerimizle oynama; kaprisin tanrılaşması sayesinde bir tanrı ile bir süpürgeyi aynı düzleme koyma imkanından daha önemli bir olgu yoktur( ) ”
Hayat, ancak muhayyilemizin ve hafızamızın zayıflıklarıyla mümkündür.
Eğer her kederlendiğimizde ağlayarak kurtulma imkanımız olsaydı, teşhissiz hastalıklar ve şiir ortadan kalkardı.
yeisle birleşeceğim ruhuma karşı,
ve düşmanı olacağım kendimin.
Nerede tükettin ömrünü?
Bir hareketin hatırası, bir tutkunun işareti,
bir maceranın parıltısı, güzel ve firari bir cinnet
– geçmişinde bunların hiçbiri yok;
hiçbir sayıklama senin ismini taşımıyor,
seni hiçbir zaaf onurlandırmıyor.
İz bırakmadan kayıp gittin; senin rüyan neydi peki?
Kurnazlara, düzenbazlara, zirzoplara güvenilmezİ halbuki tarihteki hiçbir büyük kargaşa onlara isnat edilemezdi; hiçbir şeye inanmadıkları için ne yüreklerinize ne de artdüşüncelerinize karışırlar; sizi kendi gevşekliğinizin ümitsizliğinizin ya da yararsızlığınızın eline bırakırlar; insanlık yaşadığı azıcık refah anlarını onlara borçludur.
Birisinin idealden, gelecekten, felsefeden içten bir şekilde söz ettiğini, emin bir ses tonuyla ”biz ” dediğini, ”diğerleri ”ni andığını duymam; kendimi onların tercümanı olarak gördüğüne şahit olmam onu kendime düşman görmem için yeterlidir.
ÖNE ÇIKMA İŞTAHI
Bir Sezar, üstün bir biçimde zihni açık ama hâkimiyet içgüdüsünden yoksun olan bir zihinden ziyade, bir kasabanın belediye başkanına yakındır. Önemli olan olgu buyurmaktır: İnsanların neredeyse tamamı buna heves eder. Elinizde bir imparatorluk da olsa, bir kabile, bir aile Veya bir uşak da olsa, muzafferane ya da karikatürümsü tiran yeteneğinizi buna hasredersiniz: Bütün bir dünya ya da tek bir kişi emriniz altındadır. Öne çıkma ihtiyacından doğan bir dizi uğursuzluk böyle yerleşir Sadece satraplarla (Persler de il yöneticisi, vali) muhatap oluruz: Herkes elinden geldiğince kendine bir sürü köle arar ya da bir tanesiyle yetinir. Hiç kimse kendine yetmez: En mütevazisi bile, otorite düşünü hayata geçirebilmek için daima bir arkadaş ya da bir refika (Kadınların dostu) bulacaktır. İtaat eden sırası geldiğinde kendine itaat ettirir: Kurbanken cellat olur; herkesin en yüksek arzusudur bu. Sadece dilenciler ve bilgeler bunu hiç hissetmezler, belki de onların oyunları daha incedir
”( )Romalı tarihçilerin imparatorlarının can çekişmesini tasvir etmeyi hiç unutmamaları, bunların söyledikleri ya da öyle olduğu iddia edilen bir özdeyişi veya bir hayret nidasını araya yerleştirmek içindir. Bütün can çekişmeler için, en sıradanlar için bile geçerlidir bu.Hayatın hiçbir anlama gelmediğini herkes bilir ya da sezinler: O zaman , hiç olmazsa bir söz oyunuyla kurtarılmalıdır! Hayatlarının dönüm noktalarında söylenecek birer cümle – büyüklerden ve küçüklerden bütün istenen hemen hemen budur. Bu talebe, bu zorunluluğa cevap vermedikleri taktirde hepten mahvolurlar; zira cinayete varıncaya kadar her şey affedilir, zarif bir şekilde yorumlanması- ve miadını doldurması- şartıyla. Başka hiçbir ölçüt işe yaramadığı ve muteber olmadığı zaman insan tarihin tamamını böyle bağışlar; kendisi de genele yayılmış boşunalığı özetleyerek, ancak yenilgi edebiyatçısı ve kan esteti ünvanını alır.
Isırapların birbirine karıştığı ve silindiği bu dünyada, sadece Formül hüküm sürer( ) ”
”( )Kusursuz marifetler, kamu teşebbüsleri seviyesine düşer; kutsanma en hafif gözyaşını bile soldurur. Jandarma tarafından korunan bir melek- doğrular böyle ölür, coşkuların miadı böyle geçer. Bir başkaldırının haklı çıkması ve ateşli taraftarlar yaratması, bir vayhin yayılması ve buna bir kurumun el koyması, zamanında yalnızlığa mahsus olan- birkaç hayalci çömezin hissesine düşen- ürpertilerin satılmış bir varoluşla kirlenmesi için yeterlidir. Bana şu dünyada iyi başlayıp kötü bitmeyen tek bir şey gösterin. En kibirli çarpıntılar, tabii vadelerini doldurmuş gibi, bir lağıma gömülür ve atmaz olurlar. Bu güçten düşme, yüreğin faciasını ve tarihin negatif yönünü teşkil eder. Başlangıç aşamasındaki sekterlerin kanıyla beslenen her ”ideal ” yıpranır, kalabalık tarafından benimsenince de sönüp gider. Okunmuş su kabı tükürük hokkasına dönmüştür: ” İlerlemenin ” kaçınılmaz ritmidir bu( ) ”
Keşfedilmemiş bir gezegen kadar uzaksın kendinden
binlerce göz gerekirdi bize,saklı gözyaşlarımız için
Hepimiz,düşündüğümüzden çok daha fazla şeye inanırız.
Yanılmak, kandırılmış olarak yaşamak ve ölmek; insanların yaptığı budur.
Hayat, ancak muhayyilemizin ve hafızamızın zayıflıklarıyla mümkündür.
Kendi hükmünü mutlak olarak elinde bulundurmak ve bunu kullanmamak… bundan daha esrarengiz bir yetenek var mıdır?
Omuzlarımızın ve düşüncelerimizin üzerinde ağır yüklerle bir hapishanede doğmuşuz
Kendi içimize mıhlanmış olduğumuzdan, doğuştan gelen ümitsizliğimizin çizdiği yoldan ayrılma melekemiz yoktur.
Bir tükeniş ikliminde yaşarız: Yaratma, uydurma, imal etme fiili, kendi başına değil kendini takip eden boşlukla, düşüşle anlamlıdır.
”( )Şu ki, geçmiş yıkımlarına bir göz atan bütün insanlar – gelmekte olan yıkımlardan kaçınabilmek için- kökten yeni bir şeye başlayabilme gücünde olduklarını hayal ederler. Kendi kendilerine görkemli bir vaatte bulunur ve kaderin onları batırdığı o vasat uçurumdan çıkartacak bir mucize beklerler. Ama hiçbir şey olmaz. Herkes aynı olmaya devam eder.; sadece hepsine damgasını vurmuş olan o düşkünlük temayülünün sivrilmesiyle değişirler. Etrafımızda yoğunluğu azalmış ilham ve coşkulardan başka şey görmeyiz: Her insan her şeyi vaat eder; ama her insan, kıvılcımının dayanıksızlığını ve hayattaki deha noksanlığını öğrenmek için yaşar. Bir varoluşun aslına uygunluk derecesi kendi yıkımından ibarettir( ) ”
Aşkın tek işlevi, bizi bir haftalığına-ve sonsuza dek- yaralayan ölçüsüz ve acımasız Pazar öğleden sonralarına dayanmamıza yardım etmesidir.
Etrafımızda saçtığımız kelimeler oranında ölürüz Konuşanların sırrı yoktur ve hepimiz konuşuruz. Kendimize ihanet eder, kalbimizi teşhir ederiz; her birimiz dile gelmezliğin celladıyızdır; her birimiz sırları, en başta da kendi sırlarımızı yok etmek için yırtınırız.
Hayat sayıklama içinde yaratılır ve sıkıntı içinde dağılır
”( )Kendine tapmayan kişi daha doğmamıştır.Yaşayan her şey kendisini çok sever; hayatın derinlikleriyle yüzeyini kasıp kavuran dehşet başka türlü nereden gelirdi ki? Herkese göre evrendeki tek sabit nokta kendisidir. Eğer bir insan bir fikir için ölürse, bunun nedeni onun fikri olmasından, onun hayatı olmasındandır.
..Hiçbir aklın hiçbir eleştirisi ” dogmatik uykusu ”dan uyandırmayacaktır. Eleştiri felsefede bol bol rastlanan düşünülmemiş kesinlikleri sarsabilecek ve katı tasdiklerin yerine daha esnek önermeler koyabilecektir; fakat dogmaları üzerinde pinekleyen yaratığı telef etmeden akılcı bir tutumla sarsmayı nasıl başarabilecektir ki?( ) ”
Mahvolmamış bir ruh mu? Her neredeyse bulunsa da tutanağa geçirilse; bilim, azizlik ve komedi tarafından zaptolunsa!
Bütün varlıklar mutsuzdur; ama ne kadarı bunu bilir?
Mutsuzluk bilinci, bir can çekişme aritmetiğinde ya da Devasızlık sicilinde boy göstermeyecek kadar vahim bir hastalıktır.
Burun kıvırmanın zırhına mı bürünmelisin? Kendini bir tiksinti kalesinde tecrit mi etmelisin? İnsanüstü kayıtsızlıklar mı düşlemelisin? Zamanın yankıları seni son yokluklarının içinde de mağdur edeceklerdir…
Yalnızlığın bütün uyuşturucularını tıka basa alıyorum; dünyanın uyuşturucuları bana benliğimi unutturamayacak kadar hafiftiler.
”( )Cani, özgürlüğünü sınırsız bir biçimde kullanır ve gücünün fikrine karşı koyamaz. Başkalarının hayatına son verme konusunda,, o da her birimizle aynı düzeydedir. Eğer düşüncede öldürdüklerimiz hakikaten yok olsalardı, yeryüzünde kimse kalmazdı. İçimizde çekingen bir cellat, hayata geçmemiş bir katil taşırız. İnsan öldürme eğilimlerinin kendilerine itiraf etme cüreti olmayanlar da cinayetlerini rüyalarında işlerler, kabuslarını cesetlerle doldururlar. Mutlak bir mahkeme önünde, bir tek melekler beraat eder. Zira başka bir varlığın ölümünü – en azından bilinçsizce- dilememiş hiçbir varlık olmamıştır. Her birimiz ardımızda bir dost ve düşmanlar mezarlığı sürükleriz; bu mezarlığın yüreğin uçurumlarına atılmış veya arzuların yüzeyine yansıtılmış olması da pek mühim değildir( ) ”
”( )En konuşkan gerilime dönemleri bile , bizi mutsuzluk üzerine bir çobanın kekemelerinden daha fazla aydınlatmazken; hasılı, bir budalanın sırıtışından laboratuvar araştırmalarından daha fazla bilgelik varken; zamanın yollarında – ya da kitaplarda- hakikatin peşine düşmek çılgınlık değil midir? Yalnızca birkaç şey okumuş olan Lao-Tse, her şeyi okumuş olan bizlerden daha safdil değildir.Derinlik bilgiden bağımsızdır.Devrini kapatmış zamanların açıkladıkları başka düzlemlere tercüme ederiz, ya da düşüncenin son kazanımları aracılığıyla kökendeki sezgilerden yararlanırız. O halde Hegel, Kant’ı okumuş bir Herakleitos’tur; Sıkıntımız da bir Elea’cılıktır, maskesi düşmüş ve içe doğmuş çeşitliliğin kurgusudur( ) ”
”( )Temas ettiğimiz şeyler ve tasarladıklarımız, duyularımız ve aklımız kadar gayri muhtemeldir, ancak keyfine kullanabilen – ve tesirsiz olan- sözlü evrenimizin içinde emin oluruz. Varlık dilsizdir ve zihin gevezedir. Bunun adına bilmek denir( ) ”
Şu yeryüzü – Yaratıcı’nın günahı! Fakat artık başkalarının günahlarının kefaretini ödemek istemiyorum. Kıtaların dışındaki bir can çekişmede, akışkan bir çölde, gayri şahsî bir batışta, doğumumun etkisinden kurtulmak istiyorum.
Dinden uzaklaştığında bile insan dine tabi kalır.
Hangi günahı işledin de doğdun?
Kayıp gitmemiz yakındır, ama kaçınılmaz değildir; ilginç bir kazadır, ama hiç yeni değildir.
Acı, güç iştahını azaltmak şöyle dursun, onu azdırır.
Hakiki katiller, dini veya siyasi düzeyde bir ortodoksluk kuranlardır; mümin ile mezhep sapkını arasında ayrım yapanlardır.
Bir doğruyu, kendi doğrusunu elinde bulunduran kişinin yanında şeytan bile epey soluk kalır.
Yeisle birleşeceğim ruhuma karşı , Ve düşmanı olacağım kendimin.
Başlangıçta şeylerden kaçmak için düşünürüz; sonra fazla uzağa gittiğimizde, kaçışımızın pişmanlığıyla kendimizi mahvetmek için
Zaman’ın cümlesinde, insanlar virgülller gibi yer alırlar; sense, onu durdurmak için, nokta olarak haraketsizleştin.
“Nasıl bir uçurumun kusursuzluğuna ulaşmışım ki düşecek yerim kalmamış?”