İçeriğe geç

Cumhuriyetten Günümüze Türk Şiiri Antolojisi Cilt 1 Kitap Alıntıları – Refik Durbaş

Refik Durbaş kitaplarından Cumhuriyetten Günümüze Türk Şiiri Antolojisi Cilt 1 kitap alıntıları sizlerle…

Cumhuriyetten Günümüze Türk Şiiri Antolojisi Cilt 1 Kitap Alıntıları

Ne içindeyim zamanın,
Ne de büsbütün dışında;
Ne şair yaş döker, ne aşık ağlar,
Tarihe karıştı eski sevdalar.
Güzelliğin on par’ etmez
Bu bendeki aşk olmasa
Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler; Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler.
Dudağında yangın varmış dediler,
Ta ezelden yayan koşarak geldim.
Alev yanaklara sarmış dediler,
Sevda seli oldum, taşarak geldim.
Uçun kuşlar uçun!.. Doğduğum yere;
Şimdi dağlarında mor sümbül vardır.
Ruha uzak bir şehir içinden gelen rüzgâr,
Ayrılıktan önceler, ayrılıktan sonralar.
Gurbet o kadar acı
Ki ne varsa içimde
Hepsi bana yabancı,
Hepsi başka biçimde.
Ben su istemiyorum
O karanlık kuyudan.
Bana en unutulmaz
Acıları uyutan
Bir baş dönmesi lâzım.
Bütün sevgileri atıp içimden,
Varlığımı yalnız ona verdim ben,
Elverir ki, bir gün bana derinden.
Ta derinden bir gün bana Gel desin.
Dünyâda sevilmiş ve seven nâfile bekler;
Bilmez ki, giden sevgililer dönmeyecekler.
Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden,
Bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden.
Ya şevk içinde harâb ol, ya aşk içinde gönül!
Ya lâle açmalıdır göğsümüzde, yâhud gül.
Hayır, mâtem senin hakkın değil Mâtem benim hakkım:
Asırlar var ki, aydınlık nedir hiç bilmez âfâkım!
Can ne ki, can ne ki
Bir soluk ve bitti,
Ama deniz gene mavi
Buluruz, kaybederiz, yeniden yaşarız
Sen uyandın diye gün doğar,
Şu yol geçtiğin için güzel,
Bakmadığın için çirkin şu adam,
Su aksin,
Dal gölgen içindir
Ve sen varsın diyedir
Bu dünyada yaşamam.
Kimse
Kimseyi, bütün betiklerinde evrenin,
Anlayamaz
Kırılan herşey sağlamından daha çok şey öğretir.Bu bilimsel bir deney veya herhangi bir kuram içinde geçerlidir.Mesela bir proton normalde bize sadece yükü ve kütlesi hakkında bilgi verir.Ama herhangi bir hızlandırıcıda çarpıştırılıp parçalara ayrılan bir proton ,bize bu yükü veya kütleyi nasıl kazandığı hakkında daha detaylı bilgi verir.Yada nöroloji için konuşucak olursak sağlam bir insan beyni bize içindeki hangi kısmın ne işe yaradığı konusunda pek az bilgi verir.Ama nezaman ki bu beynin bir kısmı hasar görür ve bu hasar sonucu kişi bazı duyuşsal yeteneklerini kaybeder.İşte o zaman beynin yapısına dair daha detaylı bilgiye sahip oluruz.Yada biyoloji içinde durum farklı değildir.Mesela tasarımlarında belli hatalara sahip canlılar görmemiz onların varoluşlarını oluşturan mekanizmalar hakkında daha detaylı bilgi sahibi olmamıza yararlar.Aynısı bilimsel kuramlar içinde geçerlidir.Mesela eski insanlar ısıyı,maddenin hareketi olarak değilde maddeden dışarı çıkan birşey olarak düşünüyorlardı.Ve sonra birgün kalayı ısıttıklarında yanan kalay, metal kirecine dönüşüyordu.Ama ilginç bir şekilde yanmadan önceki halinden daha ağır oluyordu.Ve o dönemin bilim insanları bu nasıl olabilir diye düşündüler.Eğer ısı maddenin yanınca dışarıya attığı bir fazlalıksa o zaman bu maddenin yanınca daha hafif olması lazım.Yani bu tarz deneysel bir çatlak o dönemin bilim insanlarına sahip oldukları ısı kuramının yanlışlığı hakkında daha detaylı bilgi verdi.Sosyoloji içinde durum pek farklı değildir.Mesela bir sistemin kendi içindeki çatlakları o sistemin işleyişi hakkında daha detaylı bilgi verir.Aynı bunun gibi insan ilişkilerinde de durum benzerdir.Mesela nezaman ki bir ilişki bozulur ozaman insanlar sahip oldukları gerçek kişilikler hakkında daha detaylı bilgi verirler.Yada konuya dair son bir örnek verecek olursak: Psikolojideki anormal insanlar olmasaydı bugün normal insanın psikolojisinin işleyişi hakkında bukadar detaylı bilgiye sahip olmazdık.Yani demem o ki örnekleri çoğaltmak mümkündür ama bu konunun ana fikrinin önemini arttırmayacaktır.Bu yüzden yazının başında dediğim şeyi tekrarlamakta fayda var:Kırılan herşey sağlamından daha çok şey öğretir!
Tutsam ellerini
Avuçlarımda birikir yaşamak
Seni düşünüyordum penceremde!
(Penceremiz olabilirdi!)
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Hep böyle sensiz mi yolcu edeceğim turnalarla güzü?
Ya sen! ey sen! esen dallar arasından
Bir parıltı gibi görünüp kaybolan
Ne istersin benden akşam saatinde?
Sesin nerde kaldı, her günkü sesin,
Unutulmuş güzel şarkılar için
Bense engin denize bakan bir pencerenin
Önünde gelmeyecek saatleri beklerim
Uzaktan her kımıltı senden bir haber bana,
Arkası bana dönük başların içindesin
İçim dar bulur yerimi,
Gönlüm dağlarda bunalır
Tanımamak tanımaktan iyidir
seni bir kere tanıdıktan sonra
yaşamak acısını da tanıdım
Bu güzel mevsimde kapanmak niçin?
Her şey güzel: Dallar, çiçekler, otlar
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Uzak, çok uzağız şimdi ışıktan,
Çocuk sesinden, gül ve sarmaşıktan
Sana benim gözünle bakan gözler körolsun!
Mâdem ki o iklime erişmeye imkan yok,
Neden böyle vakitsiz enginlere çıkışlar?
Bir şey mi kaybettim, ne? Ellerim bomboş gibi
Rüyalı beldeler yolcusu gibi,
Bu tenha yollarda hep seni andım.
Şimdi tesellisiz ağlayan kalbi,
Unutmaz bir akşam ararsın sandım
Bulsam, bir sihirli anahtar bulsam,
Açsam göğün mavi kapılarını
Güle kıymet verilmezdi
Âşık ve maşuk olmasa
Hani, ey gözyaşım akmayacaktın?
Akşam, yine akşam, yine akşam
Bîçâre gönüller! Ne giden son gemidir bu!
Hicranlı hayâtın, ne de son mâtemidir bu!
İnsan, âlemde hayâl ettiği müddetçe yaşar.
“Aşk olmasa mânâsı nedir sanki baharın!”
Bir serseriyim ki dur aman bilmem,
Kalbinden başka bir mekân bilmem
Hayır, mâtem senin hakkın değil . Matem benim hakkım:
Asırlar var ki, aydınlık nedir hiç bilmez âfâkım!
Seni dinlerken olur kalbim uçan kuşlara eş,
Gün batarken sanırım gölgeni bir başka güneş
İlk yağmur damlası düştü
Kuru yapraklarına güzün.
Ardında kış kıyamet,
Dert, hüzün.

Alınyazısı hepsi Kısmet..
Ha yazı ha kışı geceyle gündüzün,
Kim bilir kaç günü kaldı
Ömrümüzün?
(Ziya Osman Saba)

Çıktığın yolda, bugün, yelken açık, yapayalnız,
Gözlerin arkaya çevrilmeyerek, pervasız,
Yürü! Hür maviliğin bittiği son hadde kadar!
İnsan, âlemde hayâl ettiği müddetçe yaşar.
(Yahya Kemal Beyatlı)
Başımla gönlüm edemedim eş
Biri yüz yaşında, biri yirmi beş

Yalnızlığın kadarsın.
Gün soldu, vakit geç; gitme bırak, kal.
Ben vahşiyim, hiç sevdirtmem kendimi.
Bülbül gibi âşık olma her güle;
Vefâsızdır, gül inanmaz, bülbüle
Sen akşamlar kadar büyülü, sıcak,
Rüyalarım kadar sade, güzeldin
Biliyorum beklemenin de bir güzelliği var.
Yalnızlık dediğin büyük bir zindan
Dünyanın en kalabalık zindanı.
Sana koşuyorum bir vapur içinden
Ölmemek, delirmemek için
Her zaman güzel mi bu kadar,
Bu eşya, bu pencere?
Değil,
Vallahi değil;
Bir iş var bu işin içinde
o günün iktidarının zulmüne baş kaldırmış Şeyh Bedrettin, “doğa ve tanrı bir ve aynı şeydir” diyordu. Şeyh Bedrettin dünyanın oluşmasıyla ilgili 1420 lerde şunları da söylemiş ve İdam edilmiştir: “Evren’in başlangıcı ve sonu yoktur; evren kendisini oluşturup dengeleyen önsüz ve sonsuz süreçtir”
Param olsa satar mıydım
Kahve rengi elbisemi
Damalı gömleği giyerdim
Alaca mendili takardım
Kuş dilinden geçerdim
Param olsa satar mıydım
Kahve rengi elbisemi

Oktay Rifat

Kimi insan otların kimi insan balıkların çeşidini bilir
ben ayrılıkların
kimi insan ezbere sayar yıldızların adını
ben hasretlerin

Nazım Hikmet

Ne güzel geçti bütün yaz,
Geceler küçük bahçede
Sen zambaklar kadar beyaz
Ve ürkek bir düşüncede,
Sanki mehtaplı gecede,
Hülyan, eşiği aşılmaz
Bir saray olmuştu bize;
Hapsolmuş gibiydim bense,
Bir çözülmez bilmecede.
Ne güzel geçti bütün yaz,
Geceler küçük bahçede.

Ahmet Hamdi TANPINAR

Yolum uzundu biraz, kayalıklar çetindi;
Sona yaklaşınca da gün bitti, akşam indi;
Dediler; Pek boş yere değil verdiğin emek,
Eriştin demek

Hazırlık da bir büyük savaş bu yolculukta
Ne uçurumlar aşmak gerekmiş bir solukta!
Bir cılız su başı da bulsam şimdi tasam yok;
Dayandığım kayaya değemez ateş ve ok!

Yalnız,
Gönlümde bir acı var, adını bulamadım;
Kırık gibi kanadım!
Bir şey mi kaybettim ne? ellerim bomboş gibi
Bir yakuttan kadeh ki varlık, çatlamış gibi

Ses mi, çiçek mi desem;
Işık mı, renk mi desem;
Sanki, geçtiğim yolda bir şey unuttum!

Şükufe Nihal Başar

Çıktığın yolda, bugün, yelken açık, yapayalnız,
Gözlerin arkaya çevrilmeyecek, pervasız,
Yürü! Hür maviliğin bittiği son hadde kadar!
İnsan, alemde hayal ettiği müddetçe yaşar.

Yahya Kemal Beyatlı

Başım dedi: Dinlen; gönlüm dedi: Koş!
Başım dedi: Durul; gönlüm dedi: Coş!
Başım yüreksizdi, gönlüm başıboş;
Varlığım arada oynadı gitti…

Başımla gönlümü edemedim eş;
Biri yüz yaşında, biri yirmi beş
En sonunda sardı saçağı ateş;
Varlığım arada kaynadı gitti…

Celâl Sahir Erozan

Günler kısaldı. Kanlıcanın ihtiyarları
Bir bir hatırlamakta geçen sonbaharları.

Yalnız bu semti sevmek için ömrümüz kısa
Yazlar yavaşça bitmese, günler kısalmasa
(Kendi Gök Kubbemiz)
Yahya Kemal Beyatlı

Yalnızlık dediğin büyük bir zindan
Dünyanın en kalabalık zindanı
Yalnızlığın kadarsın
Canımın çekirdeğinde diken
Gözümün bebeğinde sitem var.
Kim bilir kaç günü kaldı
Ömrümüzün?
Uyandırmayın beni, uyanamam
Gün soldu, vakit geç, gitme bırak, kal
Yarını hiç düşünme, ben de düşünmüyorum.
Açıl ruhum, mesafe geniş, zaman gecedir
karanlığa geçelim

karanlığı geçelim

ne uyku
ne ölüm
hem uyku
hem ölüm

düş içime uyu
ve sonsuz büyü
unut renkleri
ve şekilleri
hepi
ve hiçi

beni
ve seni
ve geceyi yuttu
nirvana

adımı unuttum
adı olmıyan yerlerde
Öl ama yaşıyor görün
Ben gurbette değilim,
Gurbet benim içimde.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir