İçeriğe geç

Cumhuriyet’in İlk Yüzyılı (1923-2023) Kitap Alıntıları – İlber Ortaylı

İlber Ortaylı kitaplarından Cumhuriyet’in İlk Yüzyılı (1923-2023) kitap alıntıları sizlerle…

Cumhuriyet’in İlk Yüzyılı (1923-2023) Kitap Alıntıları

Sultan Abdülaziz hem alaturka hem alafranga bestekâr olmasının yanı sıra ,ressamdır.
“Biz batıyoruz” ne demek, 75 milyonluk bir kitle batar mı? Bu mümkün değildir. Bu sikleti emecek deniz bulunmaz. Bu tarihe yakından baktığınız zaman, görürsünüz ki bu insanlar her zaman devlet şuuruna sahip olmuştur. Her zaman mücadele etmek zorunda kalmışlardır ve mücadele de etmişlerdir.
İslâm âleminde Türkler için model yoktur; çünkü biz modern bir dünyada muasır medeniyeti hem benimsemek, hem de onunla kavga ederek tarihimizi ve kimliğimizi korumak zorunda olan bir milletiz.
Tarih öğrenilmeli; devamlı öğrenerek saplantılarımızdan kurtulabiliriz. Tarihin yakasına yapışarak hesaplaşmak çıkar yol değildir. Tarihin bilançosu çıkarılır.
Kurmay sorumluluğu ve yükü alır ama başkasına yaptırır. Yaptırmayı bildiği için alır. Kurmayın hamallık yapanı büyük olmaz.
Rus Maliye Nazırı Kont Vitte 1. Dünya savaşı için şöyle der: Bu savaşta kimse kazanmayacak, sadece siz değil, hiç kimse kazanmayacak; tahtlar, taçlar, anane, din her şey yok olacak.
“Eğitim inkılabı hurma ağacı gibi değildir, yüzlerce sene beklemek gerekmez. Eğitim başka bir kültürdür, şeftali ağacı gibi birkaç yıl içinde meyve verir ama dikkat ve yenilik yoksa çabuk yozlaşır.”
“Atatürk Latin harflerini sadece Türkçenin imlasına ve ses uyumuna uygun olduğu için benimsedi; yoksa bazılarının ifade ettiği gibi bir medeniyet değişimi ve savaşı değildir.”
“Devlet dediğimiz şeyin şekli değil, kendisi mühimdir. Mühim olan hükümdar değil, ilahi bir karakteri olan devlettir.”
“Biz batıyoruz ne demek, 75 milyonluk bir kitle batar mı? Hiçbir şekilde battığımız falan yoktur. Biz diriyiz. Daima değişiyoruz. Daima değişen dünya şartlarına kendimizi uydurmaya çalışıyoruz ve öncü olmak için kavga ediyoruz.”
Dostoyevski Rusya’nın büyük adamı değil, toptan büyük adam. Dünyanın büyük adamı.
Bir ülke için en büyük talihsizlik iç harptir.
Önemli bir sorun, üniversite öğrencisinin geleceğin aydını olarak düşünülmemesidir. Küçük vilayetlerin küçük merkezleri, hatta kasabaları üniversite istiyor. Bunun ilim irfan aşkından çok alışveriş ve kira gelirlerini artırmak için istendiği açıktır.
Ecevit’in kendine göre bir karizması vardı. Bazı saldırılarda, talihsiz olaylarda adam yara almıyor. Çok namuslu olduğu için yara almıyor. Ecevit’in kabahati iyi adam tanımamaktı. Listeye ve makama iyi adam koyamazdı. İkincisi; Ecevit noktası, virgülü ile düzgün konuşanlardandı.
Değişiklik bütün milletlerin en masum isteğidir
İmam-Hatip okullarının sayıları arttığı zaman Millet yobazlığa gidiyor, diyenler önce rağbetin nedenlerini araştırsınlar. Rağbetin nedeni ilim ve İslâm’dan çok; geleneksel disiplin.
Bize hep başkalarının söylediği, bizim hep tanıdığımız unvanı bu kez kendimiz kabul ettik: Türkler. Başkaları Türkiye diyordu; ilk defa biz kendimize Türkiye dedik. Kullanılan kimliği resmileştiriyorsun. Memleketinin adı Türkiye oluyor.
20. yüzyılda bir devletin de tarih ve coğrafyaya hâkim olacak bir şuuru olmalı, milletin de. Yoksa üçüncü dünya mensubu olarak kalırsın. Atatürk Dil-Tarih, Edebiyat Fakültesi gibi örnekleri kurdu. Bunlar Başbakanlığı kurmaktan daha pahalıdır, binaları bile daha maliyetlidir. Bunu, tahılla geçinen bir ülkede yaptı ama maalesef Atatürk’ün kendisinden sonrakiler bunu anlayamadılar. Güzelim müesseseleri mahvettiler.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Enver Paşa aslında yetenekli ve cesur bir adamdır. Ama zamansız bir atılımla bazı hataların içine düşüyor. Daha temkinli giden, kurmay olarak bakabilen, bilgili kimseler de var. Mesela tipik bir kurmay olan İsmet Paşa. Yazdığı raporlardan da anlaşılır bu. Atatürk ise uzağı gören, dâhi bir kişilik
Abdülhamidçi anlayış; insanlar okusunlar, mühendis olsunlar, zabit olsunlar, zanaatkâr olsunlar istiyor, fakat filozof olmaları zinhar hedef değil.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Geçmişi unut, ileriye bak yavesiyle yakın tarih unutuluyor, zihinden çıkarılıyor. Hakikat çarpıtılarak ortaya konuluyor.
Dünyaya açılan dünyayı tetkik eden, kendine bakmayı bile, değerlerine sahip çıkan, maziye bakan insanlara ihtiyacımız var.
Atatürk kimin ne yapabileceğini, kendisinin ne yapması gerektiğini ve nereye kadar ne yapabileceğini bilir.
Kimse de 1924 yılında tarikatların çok parlak bir durumda olduğunu söyleyemez. Tarikatlar o dönemde, dejenere olmuş ve yıkılmayı, değiştirilmeyi hak etmiş bir vaziyetteydiler.
Birtakım kimseler diyor ki, Medeni Kanunu olduğu gibi İsviçre’den almışız. Öyle bir şey söz konusu değildir. Medeni Hukukumuzda halen İslam Hukuku’ndan gelen birtakım müesseseler caridir. Hala, bu kanunlardan biri olan karı-koca mal ayrılığı rejimi üzerinde tartışmalar sürüyor. Bu rejim çok eski ve oturmuş bir İslami müessesedir. Evlat edinme, çocukları varken ölenin büyükannesine vs. miras bırakamaması gibi, bu kategoride benzer daha birçok mesele vardır.
Sevmek zorunda değilsin ama saygı duymak zorundasın. Fevzi Paşa neden cumhuriyetçi olsun ki? Ama cumhuriyetçi; çünkü devletin bekası ve şartların getirdiği noktaya itaat eder.
Mustafa Kemal’de Rousseau ve Durkheim’cı bir görüş vardı. Bu, bütün Avrupa’da yaygındı. Bugün bile böyledir; tarih safha safha ilerler, cumhuriyet nihai safhadır.
Modern Osmanlı istibdadının kurucusu Abdülhamid Anadolu’da en güçlü liseleri kuran, Tıbbiye’de ve Harbiye’de yabancı dil eğitimini geliştiren hatta modern anlamda 1900’de Darülfünun’u yeniden teşkil edip açan hükümdardır; ama onun devrinde felsefe eğitimi yoktur, hürriyet konuşulmaz. Türkiye’deki sansürcü eğitimin bir nevi başlangıcı gibi düşünebiliriz.
Mustafa Kemal Paşa’nın etrafındakilerin İttihatçılıkla olan bağları çoktan kopmuştu ve İttihat Terakki liderlerinin onları artık gözden çıkardığı, onların da berikilerden artık hiç hazzetmediği hepimizin malumudur.
Anadolu Hareketi, dağılmayan ve her şeye rağmen ananesini, hiyerarşisini, emir-komuta zincirini elde tutan bir ordu başarısıdır.
Biz Gelibolu’muzla, Sarıkamış’ımızla, Haleb’imizle vatan savunmasını bilen nadir milletlerden olduğumuzu göstermişizdir. Bu, tarihin getirdiği bir seciyedir ama aynı zamanda da bir eğitim ve teşkilatlanma meselesidir.
Cumhurbaşkanımız Celal Bayar, Demokrat Parti’nin baş kurucusudur ama ”Benim partim ” diye söz ettiği Demokrat Parti değil, ”İttihat ve Terakki ” idi ve o Yassıada’da yargılanırken dahi İttihatçıydı.
İttihat ve Terakki Cemiyeti 1918’in sonunda kaybedilen savaşın ardından kendini feshetse ve önderleri yurtdışına iltica etse de, Türk siyasi hayatından çekilmiş değildir. İttihatçılık bir ”şiar ” yani misyondur ve ”İttihatçı ” demek hayatları pahasına dayanışma içinde olan yoldaşlar topluluğu demektir.
İslam aleminde Türkler için model yoktur; çünkü biz modern bir dünyada muasır medeniyeti hem benimsemek, hem de onunla kavga ederek tarihimizi ve kimliğimizi korumak zorunda olan bir milletiz. Bunu yaparken çok büyük kahramanlıklar, çok asil manzaralar çizdiğimiz gibi hayrete şayan kusurlar ve şaşkınlıklar da sergiliyoruz.
Biz diriz. Daima değişiyoruz, daima değişen dünya şartlarına kendimizi uydurmaya çalışıyoruz ve öncü olmak için kavga ediyoruz. Üstelik önümüzde model de yoktur.
İtiraf etmek gerekir ki İslam dünyası ilmi üstünlüğünü 15. asırda tamamlamıştır. Yani 15. asırdan sonra İslam dünyası tıbta, astronomide, matematikte, kimyada öncü rolünü terk etmiştir.
Sultan Abdülaziz hem alaturka hem alafranga bestekar olmasının yanı sıra, ressamdır. Biz sadece Sultan Murad’ı biliyoruz ressam olarak ama Abdülaziz ondan daha iyi bir ressamdır. Sporcudur ve söylenenlerin aksine kumarbaz değildir.
”Geçmişi unut, ileriye bak ” yavesiyle yakın tarih unutuluyor, zihinden çıkarılıyor. Hakikat çarpıtılarak ortaya konuluyor.
İlk önce ordu kuruyor. Sonra orduyu yerleştirecek kışla kuruyor ve orada yeni bir hayat başlıyor. Türkiye budur.
Bu memlekette tıbta, mühendislikte hatta resim ve tercümede bile reform askerlerden başlıyor. Unutmayalım; Ahmed Cevdet Paşa gibi hukukçu ve de tarihçi bir adliye nazırı II. Abdülhamid devrinde sistemi modernleştirmeye başlıyor. Bundan önce reformcular askeri kanatlardı, ilk defa Tanzimat’ın büyük adamları bu geleneği değiştirdi.
Türkler, 10. asırda İslamlaşmaya başlamıştır. Çok da uzun sürmüş, 18. asra kadar devam etmiştir. İşte bunun için çok teşkilatçıdır, çok askeridir.
Türklerin son iki asrı bütün Doğu dünyasında ve Balkanlarda dikkatle gözden geçirilmesi gereken büyük bir tarihi yolculuktur. Bu nedenle de Dünya Tarihi’nin önemli bir parçasıdır ve dikkatle üzerinde durulmalıdır.
Ama kader insanları ayırır. Ayırdığı zaman da çok sert bir şekilde karşı karşıya getirir bunu unutmayın.
Çağımızda demokratik temsil ve katılım ve sadece meclis ve siyasi partilerle olmuyor. Maalesef Türkiye’de sivil top­lum kuruluşları son derece güçsüzdür. Bu kuruluşların en büyük zaafı üye sayısı ve aidat toplayamamalarıdır. Batı’daki parlamento, varlığını ve zamanını bu gibi kuruluşlara harca­yan geniş vatandaş kitlesi Türkiye’de hayaldir. Sivil toplum kuruluşlarımız devlet desteğinden ve varlığından geçinmek hevesindedir. Böyle bir mekanizmayı Batı demokrasilerin­ de pek bulamazsınız. Sivil toplum kuruluşçuluğu maalesef anayasa metinleri ile gerçekleştirilemiyor.
Yolsuzluk artan zenginlikle birlikte büyür. Pasta büyükse, ona talip olan da çok olur. Bu, her yerde kontrol edilir ve bu kontrol doğrudan doğruya halkın uyanıklığıyla ilgili bir şeydir. Bizim milletimiz bununla ilgilenmiyor. Daha doğ­rusu, milletimizin çok tuhaf bir hırsızlık anlayışı var. Birisi birinin cebinden altın çalarsa o hırsızlıktır, kötüdür. Böyle­sini asmaya kalksan tasdik edilir. Ama ortada olan maldan hırsızlık yapana biraz söylenirler ve öyle kalır.
Tabii anayasayı okuyarak vermiyor. Ortama bakıyor ve durumun daha fazla karışmaması için böyle bir karar alıyor.
Çok sağduyulu; alimane değil ama akilane bir yaklaşım.
İnsandan anlamayan ve onlara ilgi duymayanın zaten politikacı olamayacağı açık. Ama bizde bu tutarsız adamlar bazen politikaya çekilir ve baş dahi olur.
Çünkü öğrencilerini doğru dürüst okullarda okutuyorlar ve okutmuşlar. Şimdi kötü okuldan, yetişmiş insan çıkar mı?
1950’lerin başında dahi elli tane lise vardı ve bunların hepsi aynı ayardaydı. Yani İstanbul Kabataş veya Vefa Lisesi mezu­ nuyla, Afyon veya Kastamonu Lisesi mezunu aynı ayardaydı.
Korkut Özal, Süleyman Demirel İTÜ’ye nereden girdiler?
Hepsi zeki insanlar ama şimdi düzen zeki olanları hasıraltı­ na iteliyor ya h ut dershaneye yönlendiriyor. O za man İTÜ Mühendislik’ e, Mülkiye’ye veya Cerrahpaşa’ya girebilirlerdi ama şimdi öyle bir başarı çok nadir gerçekleşebilir. Okulların seviyesini düşürdüler ve insanları kasabada tutmaya odak­landılar. Bunu düşman bile yapmaz. Ben bunları kasabada tutayım da, gözleri hayata kapalı kalsın, diye bir düşünce, kolonici zihniyetin bile aklından geçmez. Bunu kim düşünür?
Kasaba insanlarının basit mantığına hitap etmeyi hedefleyen politikacılar düşünür.
1960’ların başında çoğu kişinin gözden kaçırdığı şey, eğitimin en çabuk meyve veren şey olmasıdır.
Yeter ki iyi örgütle, gayretli ol. .. Eğitim inkılabı hurma ağacı gibi değildir, yüzlerce sene beklemek gerekmez. Eğitim başka bir kültürdür, şeftali ağacı gibi birkaç yıl içinde meyve verir ama dikkat ve yenilik yoksa çabuk yozlaşır.
Değişiklik bütün milletlerin en masum isteğidir,İsmet inönü
Olunur. Bir terbiye. Otorite karşısındaki vaziyet. Duruş, cemiyet hayatına bakış tarzın la cumhuriyetçi olursunuz.
Herkes cumhuriyetçi olmaz. Cumhuriyeti teorik olarak be­nimsemeden önce fıtratında ve karakterinde benimsersin.
Herkes cumhuriyeti kabul eder, o başka, ama herkes cum­huriyetçi olmaz.
Atatürk, Leon Caetani’nin dokuz ciltlik İslam Tarihi adlı eserini okurken Tarih, ilerisini göremeyenler için acımasızdır, sözünün altını mavi kalemle çiziyor. İki defa çarpı işareti koyuyor.
Olağandışı, zamanları değiştiren veya büyük tehlikeleri önleyen önder her memlekette çık­maz. Türkiye’ninki de az olacak. Bu bir kıstas değildir. Kaldı ki Türklerin büyük mareşalieri, büyük adamları her asırda vardır. Ama Atatürk dünya tarihinin de ender yetiştirdiği bir dehadır ve şartların ürünüdür. Bazen olumsuz durumlar, bu gibi liderleri yetiştirmekte çok etkindir.
Halkın altı asır boyonca sadık kaldığı hanedan Cumhuriyet’le birlikte gitmiş, idare değiş­miş ve yeni bir rejim gelmiştir ama halkta geriye dönük bir özlem yoktur. Bu nedenle, Türkiye’de Hilafeti getirecekler, , ‘Padişahı getirecekler, gibi sözler sadece fantezidir. Eski monarşilerde monarşist partiler vardır, ama Türkiye’de ne bu türden bir parti ne de böyle bir hareket söz konusudur.
Dünya değişti ve bu değişen dünya birtakım acıların içinden geçmek zorunda kaldı.
İslam aleminde Türkler için model yoktur; çünkü biz modern bir dünyada muasır medeniyeti hem benimsemek, hem de onunla kavga ederek tarihimizi ve kimliğimizi korumak zorunda olan bir milletiz.
Tarih sürekliliktir, kopamaz. Kesintiye uğramış gibi gö­ rünse bile akmaya devam eder. Tarihimiz bir bütün ve onu anlamak için kopuş-süreklilik ilişkisi içinde ona bakmak zorundayız. Biz onu görmesek, yokmuş gibi davransak bile o kendi mekanizmasını çalıştırır.İsmail Küçükkaya
Türk demokrasisinde bu hep olur;birileri kendini halkın temsilcisi yerine koyar ve ona göre hareket eder.
Bizim milliyetçiliğimiz maalesef kasaba milliyetçiliğidir.
Vahhâbilik orta sınıf açgözlülüğü ile çok bağdaşan bir tavırdır.
DP’linin biri camilerin az olduğundan dem vururken, bir yandan da İstanbul’da Vatan Caddesi’nde Mimar Sinan eseri camiler yıkılıvermiştir. DP’nin milli tarihe ve sanata saygısı da bu kadardır.
Rusya tehlikesi sembollerle abartılıyordu. İşte bu CHP zihniyetidir ve DP ile devam eder.
İmam-Hatip okullarının sayısı arttığı zaman Millet yobazlığa gidiyor, diyenler önce rağbetin nedenlerini araştırsınlar. Rağbetin nedeni ilim ve İslam’dan çok;geleneksel disiplin.
Türkiye Cumhuriyeti’nde kalkıp da bana kimse Fransız İhtilali’nin terör devrini, Robespierre devrini veya Stalin Rusya’sının ateist politikalarını çizmeye kalkmasın; gerçek olmaz, kimse buna inanmaz.
Bugün 19.asır devletinin aksine, hükümet tarikatları kontrol etmiyor, edemiyor; tarikatlar onu yönlendirmeye çalışıyor.
Herkes cumhuriyetçi olmaz. Cumhuriyeti teorik olarak benimsemeden önce fıtratında ve karakterinde benimsersin.
Bugün ortaya Türkiyeli diye bir laf çıktı. Abuk subuk, ne olduğu bilinmeyen, hiç tutar bir tarafı olmayan bir laf.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir