İçeriğe geç

Cumhuriyet’in Dindar Kadınları Kitap Alıntıları – Fatma Barbarosoğlu

Fatma Barbarosoğlu kitaplarından Cumhuriyet’in Dindar Kadınları kitap alıntıları sizlerle…

Cumhuriyet’in Dindar Kadınları Kitap Alıntıları

Gülsen Ataseven
Tıbbiyede okuduğu yıllarda öğrendiği bir hadis-i şerif hayatının temel eksenini oluşturur:”İlmini muhtaç olandan esirgeyene, gökteki kuşlar ve denizdeki balıklar lanet eder.” Yaradılıştan gelen paylaşma eğilimini bu hadis-şerif iyice kamçılar.Tuttuğu notları, derse gelmeyenlerin arkasından koşarak ulaştıracak kadar sorumluluk duyar.
-2009 yılınfa Gülsen Ataseven’e TBMM tarafınfan üstün hizmet ödülü verildi.
“Hikmetin başı, Allah korkusudur.”
Resmi tarih, kadınları “çağdaş kadın” paydasında eşitledi. Eşitliğin dışında kalanlar görünmeyecek, bilinmeyecekti. Oysa Cumhuriyetin bir de dindar kadınları vardı. Hayatları geçmiş ile gelecek arasında kurulmuş köprü Hayatlarının kimyası gayret, hizmet, edep ve zarafet olan kadınlar
Fakihe Hanım
Geçmiş ile bugünü mukayese edince Fakihe Hanım’ı en çok üzen şey haram ile helalin birbirine karışmış olması.

Fakihe Hanım bir evde çoluk çocuk çalışıldığı halde bereket olmadığı için insanların yine de geçim sıkıntısı çektiklerini düşünüyor. Şükrün olmadığı yerde bereketin olmayacağına inanıyor.

Münir Yarar
.. bir öğrenci muhiti olan Ankara’da gençleri tarihi ve politik açıdan şuurlandırmak, yanlış bildiklerini düzelterek doğrusunu öğrenmelerine vesile olmaktır.
Dr. Ayşe Hümeyra Ökten
namaz kıldığını üniversiteye kadar bütün arkadaşlarından saklar: “ Nasıl saklamazdım? Derslerde ülkeyi geri bırakanların dindarlar, gericiler olduğu anlatılıyordu sürekli. civar okullarda imamları çok küçümseyen, alay eden piyesler oynanıyordu. “
Atiye Akyıl-Şeyh Efendinin Muallim Kızı
Öğrencilerine sadece Türkçe dersi öğretmez. Bir genç kızın hayatta sahip olması gereken bütün bilgileri ve birikimleri elde etmelerine de yardımcı olmaya çalışır. Anadolunun çeşitli yerlerinden gelen genç kızlar dini aşka sahip ailelerin kızlarıdır, fakat görgüleri azdır. Atiye Hanım, sofra kurma adabından börek, kek yapmaya ve bir genç kızın bakımlı olması için riayet etmesi gereken temizlik kurallarına kadar pek çok konusa öğrencilerini yetiştirmeye çalışır.
Behiye Temelli İsmet İnönü’nün derviş yengesi’
Geçmişe dönüp baktığında yeni hocaların eskiler gibi disiplinli olmadığını söylüyor Behiye Hanım. Nehy-i an’il münker konusunda eski hocalar ne kadar titizdir. “Ahir zaman yaşıyoruz” düşüncesi, hocaları titiz olmaktan alakoymaktadır sanki. Eski ihvanın birbirine duyduğu muhabbet şimdilerde yoktur. Niçin?
1970’li yıllarda dindar kadınlar ve genç kızlar, görünmez alandan görünür alana geçerken kendilerini ifade eden giyim dilini, “estetik zevkin incinmesi”ne ideolojik bir önem atfeden Cumhuriyet kamusunu “üzmeyecek” bir şıklık içinde dışa vurmaya çalışmışlardır.
Cumhuriyet sonrası kadınların kendilerini inşa ederek oluşturduğu “tesettürlü şehirli kadın” kimliği, bilindiği gibi Huzur Sokağı adını taşıyan tek romanı ile zamana karşı direnen bir isim kazanmış olan Şule Yüksel Şenler’ in şahsında popülerleşmişti.
Neden cumhuriyet , erkekleri tanımlayan ve tamamlayan bir sıfat değildir? Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırları içinde kendisini cumhuriyet erkeği olarak tanımlayan, tamamlayan bir grup yoktur mesela. Çünkü Kemalist devrim, imajını kadınlara emanet etmiştir: Her devrim ideal bir erkek tanımı getirir, ama Kemalist devrim için reformların simgesi ideal kadın imajıdır (Nilüfer Göle, Melez Desenler. İstanbul: Metis yayınları, 2000, s.118)
Hikâyelerini kaleme aldığım ilk kuşağın şehirli kimliğine vurgu yapmamın sebebi, başörtüsü ve köylülük üzerinden kurulmuş olan yanlış bağlantının altını çizmek. Şehirdeki başörtülü kimliğin köylülük üzerinden tanımlanması, Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar uzanıyor. Şerif Mardin bu süreci estetik zevkin incinmesi kavramı eşliğinde ele alıyor. 1970’li yıllarda dindar kadınlar ve genç kızlar, görünmez alandan görünür alana geçerken kendilerini ifade eden giyim dilini, estetik zevkin incinmesi ne ideolojik bir önem atfeden Cumhuriyet kamusunu üzmeyecek bir şıklık içinde dışa vurmaya çalışmışlardır.
Dindar kadın kimliğini, kamusal alana verdiği konferanslar üzerinden taşıyan aktör kimlik olarak Şule Yüksel Şenler’in uyumlu giyimi, baş bağlama şekli, başörtüsüne taktığı broşlar kamusal alanın estetik olarak incinmesini önleyici tedbirlerdir.
Merhume Münire Yarar’ın söylediği gibi yaşlarını sadece ellerine baktıklarında anlayan çalışkan bir kuşak onlar. Fitneden korkan, şikayet etmekten utanan bir kuşak. Bugün başını örten milyonlarca şehirli genç kızın, kadının dolaylı ya da doğrudan rol modeli olmuş olan bir kuşak.
Ben bu çalışma ile terbiye oldum aynı zamanda. Atiye Hocahanım’dan kendisini evinde ziyaret etmek üzere izin aldık. Bu çalışmadaki bazı görüşmelerde eşlik etmiş ve kitabın tekrar okumalarında göz nurunu esirgemeyerak bana büyük destek vermiş olan değerli arkadaşım Nazife Şişman ile görüşme öncesi buluşacağımız yeri tespit ediyorduk. Nerede buluşacağımız üzerinde karar vermeye çalışırken Nazife, Atiye Hanım’ın evine yakın olan hastanenin kafeteryasını önerdi. A olur mu hiç? diye itiraz edişimi Bir şey olmaz, sanki hasta yakınıymış gibi otururuz diye cevapladı. Söz vücut bulur hatırlatmasının hayata geçtiği an olduğunu ertesi gün bizzat yaşayarak öğrenecektik. Bizim bu konuşmayı yaptığımız saatlerde Nazife’nin eşi bir trafik kazası geçirmiş, kırılan kolu bahsi geçen hastanede ameliyata alınmıştı. Ve evet biz o gün o hastanenin kafeteryasında hasta yakınları olarak buluştuk.
(Bir evladı olduğu haberini alan) Müridinin bu coşkusu karşısında Mustafa Feyzi Efendi şu nasihatte bulunur: ‘Evladım kalbine sakın aşırı bir şekilde evlat sevgisi sokma. Çünkü Allah-u Teala insanın kalbini kendisine beyt olarak seçmiştir. Orada iki sevgi bir arada bulunmaz. Sonra Allah elinden alıverir.’ Bunun üzerine Ömer Lütfi Efendi kızına Allah’ın hediyesi manasına gelen Atiye ismini koyar.
Mutlu evlilikler yapmaları için de öğrencilerine İslamiyette hakimiyetin erkekte olduğu prensibini benimsetmeye dikkat eder. Atiye Hanım, kadın ve erkek baş başa vererek Kur’an hükümlerinde anlaştı mı, bu evliliğin en iyi evlilik olacağına inanmaktadır.
Sokakta hanımların çarşaflarının yırtıldığı, Hafız Azize Hanım’ın bu sebeple manto giydiği bu dönemde, Kur’an öğretimi de yasaktır. Hatme-i Hace için Cumhuriyet Bayramı, 23 Nisan gecesi, Yılbaşı gecesi gibi polislerin izinli olduğu dönemler seçilerek o gecelerde toplanılmaktadır.
Kur’ân öğrenmenin ve öğretmenin yasak olduğu yıllardır. Mahallelerinde her ikisi de dul bir ana ile kızı vardır. Bu iki hanım evlerinde çocuklara Kur’ân öğretmeye çalışırlar. Polis sık sık baskın yapar. Polislerin geldiğini anlayınca evin kızı birden çocuklara ilahiler okutmaya başlar ve burada toplanıp ne yaptıklarını soran polislere mevlit okuduklarını söyler. Polisler bu defa yaşlı anneye sorarlar ne yaptığını. Anne Allah yolunun yolcusu olduğunu, hile ile saklamaya tenezzül edeceklerden değildir. Tok bir edayla Kur’ân öğretiyorum der. Polisler üzülür Anne derler, bizde emir kuluyuz. N’olur sen de kızın gibi söylesen. Biz şimdi seni nezarethaneye götürmek zorundayız. Anne pes etmez. Her defasında nezarethane ile sonuçlanacak olsa da Kur’ân öğrettiğini saklamaz.
Geçmişe dönüp baktığında yeni hocaların eskiler gibi disiplinli olmadığını söylüyor Behiye Hanım. Nehy-i an’il-münker konusunda eski hocalar ne kadar titizdir. Ahir zamanı yaşıyoruz düşüncesi, hocaları titiz olmaktan alakoymaktadır sanki. Eski ihvanın birbirine duyduğu muhabbet şimdilerde yoktur. Niçin?
Sen bu yola girebilir misin ?
Nefsini Allah’ın emrine verebilir misin?
Hak ölçüler budur.
Sen bu yola girebilir misin ?
İlmini muhtaç olandan esirgeyene , gökteki kuşlar ve denizdeki balıklar lanet eder.
Cemil Meriç der ya hani inanmayanlar inananların imanını kıskanır.
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Kime ait olduğunu hatırlamadığı bir söz Hümeyra Hanım’ın hayatı boyunca şiarı olmuştur: Söz bitti ama biz konuşmaya devam ediyoruz.
Ölçülü davranışlarından dolayı arkadaşları onun dindar bir insan olduğunu anlasalar da asistan olduğu yıllarda namaz kıldığını bilen sadece Satanik adındaki Ermeni kütüphane memurudur. Okuldaki iki kütüphaneden birinin anahtarını Hümeyra’ya vererek onun namaz kılmasına yardımcı olmaktadır Satanik. Kütüphaneye gelip de kapıyı kapalı bulanlara karşı Aa! Hızlıca kapatınca tokmağı düşmüş olmalı. diye cevap vermektedir.
Hz. Ayşe valideye duyduğu muhabbet sebebiyle babası kızına Hz. Ayşe’nin lakabı olan ve kırmızı yanaklı manasına gelen Hümeyra ismini koyar.
Kur’ân öğrenmenin ve öğretmenin yasak olduğu yıllardır. Mahallelerinde her ikisi de dul bir ana ile kızı vardır. Bu iki hanım evlerinde çocuklara Kur’ân öğretmeye çalışırlar. Polis sık sık baskın yapar. Polislerin geldiğini anlayınca evin kızı birden çocuklara ilahiler okutmaya başlar ve burada toplanıp ne yaptıklarını soran polislere mevlit okuduklarını söyler. Polisler bu defa yaşlı anneye sorarlar ne yaptığını. Anne Allah yolunun yolcusu olduğunu, hile ile saklamaya tenezzül edeceklerden değildir. Tok bir edayla Kur’ân öğretiyorum der. Polisler üzülür Anne derler, bizde emir kuluyuz. N’olur sen de kızın gibi söylesen. Biz şimdi seni nezarethaneye götürmek zorundayız. Anne pes etmez. Her defasında nezarethane ile sonuçlanacak olsa da Kur’ân öğrettiğini saklamaz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir