Patti Smith kitaplarından Çoluk Çocuk kitap alıntıları sizlerle…
Çoluk Çocuk Kitap Alıntıları
“Anlamı :Unutma biz ölümlüyüz, ama şiir öyle değildir”
Kahkahalar. Hayatta kalabilmek için önemli bir malzeme.
insanoğlu sanat yaratabiliyordu ve sanatçı olmak başkalarının göremediği şeyleri görmek demekti.
Önüne geleni oyan kör bir heykeltıraş gibiyim
Biliyordum ki bir gün ben duracaktım ve o yürümeye devam edecekti, fakat o ana kadar, bizi hiçbir şey ayıramazdı.
İçimde pencereleri kırmak isteyen bir çocuğun ruhu ..
zamanın burnu havada _____
Tıpkı davul çalmak gibi. Bir vuruşu kaçırırsan, başka bir ritim yaratırsın.
Her şeyin bizden öncekiler tarafından belirlenmesinden ve yol haritasının çıkarıldığı bir dünyada yaşamaktan dolayı kendimi sınırlandırılmış hissediyorum
gençlerin kalbini gençlerden daha iyi kim bilebilir?
Bazen ellerimi kaldırıp durdurmak istiyordum. Ama neyi durdurmak? Belki de büyümeyi.
Solumdaki masada Janis Joplin grubuyla birlikte takılıyordu. Sağımda Grace Slick ve Jefferson Airplane ile Country Joe ve the Fish elemanları vardı. Kapıya bakan son masada Jimi Hendrix oturuyordu; kafasında şapkası, tabağına eğilmiş, karşısında oturan bir sarışınla yemek yiyordu.
“Sonra yıllar boyunca aklımda kalan çalışmalarını düşündüm, tüm o çalışmaların içinde hala en güzel eser sensin. Tüm eserlerin en güzelisin.”
“Az sayıdaki eşyamız gelecekteki yatak odamızın ortasına yığılmıştı. Paltolarımızın üzerinde uyuduk. Çöplerin atıldığı geceler sokakları tarıyor ve her seferinde büyülü bir şekilde ihtiyacımız olanları buluyorduk; sokak lambasının altına atılmış bir şilte, küçük bir kitaplık, tamir edilebilir durumda lambalar, toprak kaplar, dökülen işli çerçeveler içinde Meryem ve İsa tasvirleri ile dünyamızın bana ait olan köşesi için lime lime bir İran halısı.”
Dünyamızın bana ait olan köşesi.
“Henüz on birime bastığımda hayatta beni en çok memnun eden şey köpeğimle birlikte çevredeki ormanlarda uzun yürüyüşlere çıkmaktı. Etrafta görüp görebileceğiniz tek şey kırmızı kil topraktan çıkan çürük tahtalar, Hindistan şalgamı ve kenevir otuydu.Yalnız kalmak için bir köşe bulur, kurbağa yavrularıyla dolu bir çayın yanında devrik bir kütüğe başımı yaslayıp dinlenirdim.”
Uykuyu çok sevmezdim; bitip tükenmek bilmeyen yeminlerim, hayallerim ve planlarımla onun canını oldukça sıkmış olmalıyım.
Özgürlük, mutluluk ve bağımsızlık arayışında olsa da iç dünyasında yalnızlık ve tehlike hüküm sürerdi.
Herkes Ay’dan bahsediyordu. Üzerinde bir adam yürümüştü ama ben fark etmemiştim bile.
Yana yakıla dürüstlük ararken kendi içimde dürüst olmayan bir şeyler bulmuştum.
Kargaya, Locus Solus’un yazarı Raymond Roussel’dan esinlenerek Raymond İsmini koymaya karar vermiştim. Bu lobinin nasıl büyülü bir geçit olduğunu düşünürken,ağır cam kapı sanki rüzgârla savrulmuşçasına açıldı ve içeri siyah kızıl, pelerinli tanıdık biri geldi. Bu kişi Salvador Dali’ydi. Sinirli şekilde etrafına bakındı, sonra kargamı görüp gülümsedi. Zarif ve kemikli elini başımın üstüne koyup: “Sen tıpkı bir karga, gotik bir karga gibisin.”
“İşte.” dedim Raymond’a, “Chelsea’de sıradan bir gün.”
“İşte.” dedim Raymond’a, “Chelsea’de sıradan bir gün.”
Her şey dikkatimi dağıtıyordu, en çok da kendim.
“Yana yakıla dürüstlük ararken,
Kendi içimde dürüst olmayan
Bir şeyler bulmuştum..”
Kendi içimde dürüst olmayan
Bir şeyler bulmuştum..”
”bitmemiş şarkılar ve terk edilmiş şiirlerle kuşatılmış, hatta felce uğramıştım. ilerleyebildiğim kadar ilerliyor, sonra hayalimde yarattığım duvarlara tosluyordum.”
Annemle dükkân vitrinlerinin önünden geçerken, ona insanların neden tekme atıp camları kırmadığını sorduğumu anımsıyorum. Annem de, insanların birlikte yaşayabilmelerini sağlayan, kelimelere dökülmeyen birtakım toplumsal davranış kurallarının varlığından söz etmişti. Bunu duyduğumda, her şeyin bizden öncekiler tarafından belirlenmesinden ve yol haritasının çıkarıldığı bir dünyada yaşamaktan dolayı kendimi sınırlandırılmış hissetmiştim. Yıkıcı güdülerimi bastırıp, yaratıcı olanlara yoğunlaşmak üzere kendimi eğitmiştim. Yine de kurallardan nefret eden tarafım büsbütün ölmüş değildi.
Bize ne olacak? “ diye sordum.
Her zaman biz olacağız. diye cevap verdi.
Her zaman biz olacağız. diye cevap verdi.
Tüm dünya yavaş yavaş masumiyetini kaybediyor gibiydi..
Onların kendi mücadeleleri vardı, benim de artık güvenebileceğim bir yoldaşım
Onun var olduğunu bilmek, yürüyüşüme bile sökülüp atılması kolay olmayan bir güven katıyordu.
Kendimi tamamen kitaplara kaptırmıştım.
Robert ‘la artık çift olmasak da fotoğraflarımız daha samimiydi, çünkü artık anlattıkları sadece aramızdaki güvendi.
Güdülerini tanımlamak zorunda kalmak ve kimliğini cinsel boyutlarla sınırlandırmak ona yabancıydı.
Geleceği, arkamı dönüp bakamayacak kadar çok merak ediyordum.
Gökdelenler çok güzeldi. Sadece büyük şirketlerin dış kabuğu gibi görünmüyorlardı, onlar Amerika’nın küstah ama insansever ruhunun birer anıtı gibiydi.
”bir sancı hissettim içimde, tuhaf bir özlem; etraftakilerin, ağaçların ya da bulutların fark edemedikleri.”
Güvenli bir varoluşmuş ama bir peri masalı değilmiş.
Annemin bir kadın olarak üzerine düşen görevleri yerine getirişini hüzünle izlerdim, gelişkin dişil bedeninin de farkına vararak. Tüm bunlar benim tabiatıma aykırı gibiydi.
Büyü ve din arasındaki savaşta kazanan taraf hep büyü müdür? Belki de rahiple büyücü bir zamanlar aynı kişiydi; fakat rahip, Tanrı’nın huzurunda tevazuyu öğrenince büyüyü bırakıp duaya sarıldı.
Burada öylece yatamam, dedi. Dünya beni ardında bırakarak ilerliyor.
Ağlarını atan balıkçılar gibiydik. Ağlar güçlüydü ama çıktığımız seferlerden eli boş dönüyorduk.
”Bir sancı hissettim içimde, tuhaf bir özlem; etraftakilerin, ağaçların ya da bulutların fark edemedikleri.”
bir sancı hissettim içimde, tuhaf bir özlem; etraftakilerin, ağaçların ya da bulutların fark edemedikleri.
”bir sancı hissettim içimde, tuhaf bir özlem; etraftakilerin, ağaçların ya da bulutların fark edemedikleri.”
Tüm dünya yavaş yavaş masumiyetini kaybediyor gibiydi. Ya da belki de ben artık bunu apaçık görüyordum.
Herkes Ay’dan bahsediyordu. Üzerinde bir adam yürümüştü; ama ben fark etmemiştim bile.
Yana yakıla dürüstlük ararken kendi içimde dürüst olmayan bir şeyler bulmuştum.
Bana baktı; Kızılderili edalı kovboyum. Benimle ilgili hayallerin benim hayallerim değildi, dedi. Belki de, o hayaller senin için.
Özgürlük, mutluluk ve bağımsızlık arayışında olsa da, iç dünyasında yalnızlık ve tehlike hüküm sürerdi.
Özgür düşünceli ortamının yanı başında olmamıza rağmen, bir avuç tutunamayandık.
“Hiçbir şey sen görmeden tamamlanmış sayılmaz” derdi.
”Bitmemiş şarkılar ve terk edilmiş şiirlerle kuşatılmış, hatta felce uğramıştım. İlerleyebildiğim kadar ilerliyor, sonra hayalimde yarattığım duvarlara tosluyordum.”
Kitaplar dışında New York’un ötesini birlikte görmemiş, uçakta yan yana, yeni bir gökyüzüne yükselmek ve başka bir dünyaya alçalmak üzere hiç el ele oturmamıştık.
İlerleyebildiğim kadar ilerliyor, sonra hayalimde yarattığım duvarlara tosluyordum.
Hayatlarımız o kadar hızlı ilerliyordu ki, sadece ayak uydurmaya çalışıyorduk.
Bazen ellerimi kaldırıp durdurmak istiyorum. Ama neyi durdurmak? Belki de büyümeyi.
‘Gençlerin kalbini gençlerden daha iyi kim bilebilir?’
‘Herkes Ay’dan bahsediyordu. Üzerinde bir adam yürümüştü; ama ben fark etmemiştim bile.’
Gömleğim biraz buruşuktu ancak ben de öyleydim.
Hem ayıplanacak, hem de tapınılacak. Aşırılıkları hem lanetlenecek hem de romantikleştirilecek. Gerçek ise, en sonunda, çalışmalarında görülecek; sanatçının ete kemiğe büründüğü eserlerinde Asla kaybolmayacak, asla eksilmeyecek.
Deli at, savaşta zafer kazanacağını bilir ancak ganimeti toplamak için durursa, yenilecektir.
Bitmemiş şarkılar ve terk edilmiş şiirlerle kuşatılmış, dağılmış, hatta felce uğramıştım. İlerleyebildiğim kadar ilerliyor, sonra hayalimde yarattığım duvarlara tosluyordum.
Yana yakıla dürüstlük ararken kendi içimde dürüst olmayan bir şeyler bulmuştum.
“Hadi fotoğraflarını çek” dedi kadın, hayretler içindeki kocasına. “Sanatçılar galiba”
“Hadi canım” dedi adam, omuz silkerek. “Bunlar çoluk çocuk”
“Hadi canım” dedi adam, omuz silkerek. “Bunlar çoluk çocuk”
Bitmemiş şarkılar ve terk edilmiş şiirlerle kuşatılmış, dağılmış, hatta felce uğramıştım. İlerleyebildiğim kadar ilerliyor, sonra hayalimde yarattığım duvarlara tosluyordum. Daha sonra tanıştığım biri bana sırrını verdi; oldukça basitti. Bir duvara tosladığında, tekmeyi bas
– İnsanların seni duymasına izin vermelisin
– Sen beni duyuyorsun. Bu benim için yeterli
– Sen beni duyuyorsun. Bu benim için yeterli
Bazen ellerimi kaldırıp durdurmak istiyordum. Ama neyi durdurmak? Belki de büyümeyi
Annemle dükkan vitrinlerinin önünden geçerken, ona insanların neden tekme atıp camları kırmadığını sorduğumu anımsıyorum. Annem de, insanların birlikte yaşayabilmelerini sağlayan, kelimelere dökülmeyen bir takım toplumsal davranış kurallarının varlığından söz etmişti. Bunu duyduğumda, her şeyin bizden öncekiler tarafından belirlenmesinden ve yol haritasının çıkarıldığı bir dünyada yaşamaktan dolayı kendimi sınırlandırılmış hissetmiştim.
Bitmemiş şarkılar ve terk edilmiş şiirlerle kuşatılmış, dağılmış, hatta felce uğramıştım. İlerleyebildiğim kadar ilerliyor, sonra hayalimde yarattığım duvarlara tosluyordum. Daha sonra tanıştığım biri bana sırrını verdi; oldukça basitti. Bir duvara tosladığında, tekmeyi bas.
Çünkü sanat Tanrı’ya söylenen bir şarkıdır ve nihayetinde yine O’na aittir.
Olacağını sandığım şeyler olmamıştı. Asla olacağını tahmin etmediğim şeylerse, bir bir gerçekleşti.
Hey, dostum. Durum nedir?
Dünyada mı, yoksa evrende mi?
Dünyada mı, yoksa evrende mi?
Tüm dünya yavaş yavaş masumiyetini kaybediyor gibiydi
Bitmemiş şarkılar ve terk edilmiş şiirlerle kuşatılmış, dağılmış, hatta felce uğramıştım. İlerleyebildiğim kadar ilerliyor, sonra hayalimde yarattığım duvarlara tosluyordum