İçeriğe geç

Çok Yaşasın Ölüler Kitap Alıntıları – Cahit Irgat

Cahit Irgat kitaplarından Çok Yaşasın Ölüler kitap alıntıları sizlerle…

Çok Yaşasın Ölüler Kitap Alıntıları

Hasta toplumda darmadağınığız.
Gün ışıdı çöplükte
Ben kaçıncı kattayım.
Işıktan son gelenim.
“Şu pis bedeni ayakta tutabilmek için her dakika ölen
insanım.
Ama yaşamak gerek.
Bile bile, göz göre göre, inadına yaşamak. Olgun bir başak
gibi, tırpanı yiyeceğini bilerek.
Bugün çok sevdiğim dünyaya doyamayacağım gibi
geliyor bana. Daha koklamadığım çiçekler var, tadamadığım
meyvalar, havasını teneffüs edemediğim, insanlariyle omuz
omuza gezemediğim şehirler .
Benim savaşım daha güçlü, daha
düzenli, daha mutlu bir dünya yaratmak.
Aç insan sesleri duyun, muhtaç
insan sesleri duyun, isterseniz kurbağa sesleri duyun. Ama
insan sesi duyun biraz. İnsansanız biraz.
İnsan yüreğinin üstüne basılmaya görsün, bir zemberek gibi
fırlar o yürek.
Her gidenin ardından üç beş anı, üç beş yazı. Ve sonra bir
laf,
“Ölenle ölünmez, başın sağ olsun”; ne kaba laf.
Gençliğimden bu güne, gözlerim kadar dost bildiklerim vardı.
Açlık yalnızlık gibi bir şeymiş bırakılmak. Şu meyhaneler de
olmasa, nerede yazacaktım yazdıklarımı?.. Yalnızdım tüm ilgilerle. Kutsal şeffaf yalnızlık. Tüm çıkmazları aydınlığa
vardırmak için. Anılar, kül rengi akşamlarda duman Pırıl
pırıl, parlak, zaman zaman Ve gitmişlerin peşinden yazılmış yazılar ve söylenmiş şarkılar. Hepsi o kadar. O kadar.
Ölümsüz olan gerçek olandır, biz gerçek değiliz.
“Biz hepimiz bir kıyıda kaldık. Elimizden bir halt gelmiyor. Yüreklerimizi eski gazeteler gibi buruşturup atıyoruz.”
Her gidenin ardından üç beş anı, üç beş yazı. Ve sonra bir
laf,
“Ölenle ölünmez, başın sağ olsun”; ne kaba laf.
“Şu pis bedeni ayakta tutabilmek için her dakika ölen insanım ”
ölüm mü? ilerde belki onu düşünmeye de vakit bulabilirim. ama, hiç ölmeyecekmiş gibi çalışıyorum ve “üstümde yıldızlı gök, içimde ahlâk kanunu” olarak.
“ bugün çok sevdiğim dünyaya doyamayacağım gibi geliyor bana. daha koklamadığım çiçekler var, tadamadığım meyvalar, havasını teneffüs edemediğim, insanlariyle omuz omuza gezemediğim şehirler. ve nihayet yazamadığım şiirler. ben ölecek adam değilim Salâh. fakat bilinmez ki, mukadderat ”
öleceğini biliyordu. hem de yakın günlerde öleceğini. umutlarını yitirmişti. pek göstermek istemiyordu ama, insanlara küsmüştü. dünyadan elini ayağını çekmek istiyordu bir an önce. eğilmeden, boyun eğmeden insanoğluna.
“biz hepimiz bir kıyıda kaldık. elimizden bir halt gelmiyor. yüreklerimizi eski gazeteler gibi buruşturup atıyoruz.”
“şu pis bedeni ayakta tutabilmek için her dakika ölen insanım ”
Korkuyorum
Anılar insanı aldatırmış,
Beni de aldattığı olmuştur .
Yüreğime kan oturmuş,
Dağlar gökler boyu hasretim .
Senin gidişine anılar yazıldı.
Yalnızlığımı duydum orda.
Bekle !
Zor gelecek .
Şu bedeni ayakta tutabilmek için her dakika ölen insanım ..
Kalbimizin ortasında güvercin,
Güvercinin kursağında bir kurşun:
Kefenimiz arşın arşın,
Parasıyla peşin peşin.
Çiçek verdi, gülesiye
şiir verdi, kıyasıya
yaşaması ölesiye.
Bir yolcu beklemekteyiz
Yükselttigimiz yapıdan
Açtığımız kapıdan
Kurduğumuz şehirden
Yaşadığımız şiirden
Bir yolcu beklemekteyiz.
Isınmaz eli kişinin
dost bir yüz sürünmeyince
Siz paranızı, ben kendi kendimi yerim, derdi.
Cahit zaten azalarak yaşayanlardan değil çoğalarak ölenlerdendi.
Karamsar değil, umut kapısını aralık bırakan huzursuz bir şairdi.
Sağırlığını bilmez gibi insanların, döküyorum içimi
Öyle kırgınlıklar varki ilaç tesir etmez..
Her yerde aynı hava, aynı koku,
aynı dert Korkuyorum.
Sen de kaçma bu şehirden
Yalnız bırakma beni
Gökler bile değişiyor lahzada,
Ardımdan geliyor bak
Güneşiyle bulutuyla gökyüzü Bütün şehir, bütün deniz, yeryüzü.

Sen de kaçma bu şehirden
Yalnız bırakma beni,
Ben fakir bir sahilin
Kahır yüklü çocuğu,
Korkuyorum.
__Cahit IRGAT__

Sensiz yaşanılmaz bu şehirde sanırdım. Ve bir gün dost sandığım dostlar gölgemi süpürmeyi düşündüler şehrin caddelerinden Gölgemi çamur gibi fırlattılar peşimden. Sanmıştım ki bana öyle geliyor. Sanmıştım ki sen gidersen, ben gidersem, o giderse şehrin başı döner hasretten.
Her gidenin ardından üç beş anı, üç beş yazı. Ve sonra bir laf, “Ölenle ölünmez, başın sağ olsun”; ne kaba laf.
Bir kadına tutkundum o sıra. Bilmiyordum Orhan’ın da aynı
kadına tutkun olduğunu. O bana küs gibiydi, soğuk. Ben ona küs gibiydim, soğuk. Sonra sorduk kadına.
– Seni seviyorum, dedi kadın.
O uzaklaştı bizden uzun bir süre. Sonra Lâmbo’da karşılaştık bir akşam, canciğer olduk o ölünceye dek ikimiz.
Bu topraktan biriydi
Adı Orhan Veli’ydi
Elleri dost omuzunda
Yaşamak kaderiydi

Kendi gitti ismi kaldı yadigâr.

Çiçek verdi, gülesiye Şiir verdi,
kıyasıya Yaşaması ölesiye

Kendi gitti ismi kaldı yadigâr.

onun en belirgin özelliği insana ve insan adaletine olan yaklaşımıydı. Sanırım, onu duygusal yapan ondaki adalet duygusuydu; çünkü o, şair sorumluluğu içinde, ezilenlerin, sıkıntı içinde olanların, topraksız köylülerin, haksızlığa uğrayan insanların yanındaydı. Dostluğun değerini vurgulayan, savaşa karşı barış sevgisini işleyen Cahit Irgat, duygularını oldukça kızgın ve alaycı bir anlatımla ortaya koymuştur. Şiirleri daha çok toplumcu sanat dergilerinde çıktığı için tutucu dergilerde ona “karamsar” şair sıfatını yakıştırmışlardı. Oysa o karamsar değil, umut kapısını aralık bırakan huzursuz bir şairdi.
(Lüleburgaz, 1916-İstanbul, 1971) Şair, yazar ve oyuncu. Edir65ne Öğretmen Okulu’nu bitirdi. Ankara Devlet Konservatuvarı’nda son sınıfa kadar okudu. Ödenekli ve özel tiyatrolarda ve sinema alanında oyunculuk yaparak yaşamını kazandı. Kendini geliştirmek için kısa süreler Paris ve Londra’da yaşadı. İlk şiirlerini 1935’te yayımladı. Tiyatro için eleştirel ve kültürel yazılar; hikâye ve romanlar yazdı. 1940 Kuşağı şairleri arasında yer aldı.
Yapıtları: Şiir: Bu Şehrin Çocukları (1945), Rüzgârlarım Konuşuyor (1947), Ortalık
(1952), Irgatın Türküsü (1969), Seçme Şiirler (1999). Roman: Geri Dönemezsin
Yalnızlığımı duydum orda. Koca şehir boğdu beni.
“Sen karıncayı bile incitmez, karıncaya bile iyilik etmek isterdin.”
“Anılar insanları aldatırmış.
Beni de aldattığı olmuştur.
Ama tüm anılar değil.”
“Attilâ İlhan’ın dediği gibi: “Biz hepimiz bir kıyıda kaldık. Elimizden bir halt gelmiyor. Yüreklerimizi eski gazeteler gibi buruşturup atıyoruz.”
“Duysa basarsın küfürü! Basarsın küfürü yalan dünyaya, yalan insana!
Hiç de haksız değilsin.
Seni yalnızlıklar öldürdü. Seni umutsuzluklar öldürdü. Seni insan acıları, insan acılıkları öldürdü. Mutsuzdun.”
“Sabır sabır; sabır acıydı ama yemişi tatlıydı bizim için. Zalim aldı biz verdik, zalim aldı biz verdik. Hep biz verdik. Hep biz verdik.”
“İnsanı insanda aradın hep. Birbirine kazık atan insanda.”
“Kazık atar durmadan insan insana. Bu yüzden küsüm çoğu insana. Gece züppe bir maviyle dolu. Bunalmış yürüyorum, yalnızlık kaldırımlarında. Yalnızlık, yalnızlık, yalnızlık Yalnızlık öldürmüştü seni de Ne evin, ne kitapların, ne köpeklerin, ne aşkların, ne dost görünen dostların doyurmuyordu, doldurmuyordu dünyanı.”
“O her seferinde,
‘Eve geç kaldım’ diyor.
Ve her seferinde
Kolunda iki okka ekmek.”
“Her gidenin ardından üç beş anı, üç beş yazı. Ve sonra bir laf, “Ölenle ölünmez, başın sağ olsun”; ne kaba laf.”
“Sanmıştım ki bana öyle geliyor. Sanmıştım ki sen gidersen, ben gidersem, o giderse şehrin başı döner hasretten.”
“Güzel konuşmazdı, daha çok güzel susardı.”
“Bir kadına tutkundum o sıra. Bilmiyordum Orhan’ın da aynı kadına tutkun olduğunu. O bana küs gibiydi, soğuk. Ben ona küs gibiydim, soğuk. Sonra sorduk kadına.
– Seni seviyorum, dedi kadın.”
“kötü bir şairin dediği gibi
“Şu bedeni ayakta tutabilmek için her dakika ölen insanım.”
“ORHAN VELİ’YLE
AYNI KADINI SEVMİŞTİK

Bu topraktan biriydi
Adı Orhan Veli’ydi
Elleri dost omuzunda
Yaşamak kaderiydi

Kendi gitti ismi kaldı yadigâr.

Çiçek verdi, gülesiye
Şiir verdi, kıyasıya
Yaşaması ölesiye

Kendi gitti ismi kaldı yadigâr.

Ayni renkte üstümüzde gök/yüzü,
Altımızda aynı toprak
Ve toprakta ölüler
Ölüler, sorun yaşayanlara
Niçin ayrı gömüldüğünüzü
Seni yalnızlıklar öldürdü.
Seni umutsuzluklar öldürdü. Seni yalnızlık, iç yalnızlık öldürdü.
Seni hikâyelerinde yarattığın insanların insan olamayışları öldürdü
Aynı renkte üstümüzde gökyüzü,
Altımızda aynı toprak
Ve toprakta ölüler
Ölüler, sorun yaşayanlara
Niçin ayrı gömüldüğünüzü
Aziz Nesin’in dediği gibi: “İşin doğrusu şudur ki, Sabahattin Ali hikâye yazmak için yaşayan bir adamdı. Bütün hayatı parça parça hikâyelerdir. İşte bunun için mücadele eder, bunun için gizlenir, bunun için kaçardı. Hikâyeleri için kendi kurduğu hayallere kendisi de inanır ve başkalarını da inandırmaya çalışırdı.
Onu anlamayanlar yalan söylüyor sanırlar.
Halbuki o, kimseyi de aldatmış değildir. Daima hikâyelerinin ve hayalinin uğruna kendi kendini aldatmıştır.”
“Dostsuz yaşanılmaz bu şehirde sanırdım. Sensiz yaşanılmaz bu şehirde sanırdım.
Ve bir gün dost sandığım dostlar gölgemi süpürmeyi düşündüler şehrin caddelerinden
Gölgemi çamur gibi fırlattılar peşimden.
Sanmıştım ki bana öyle geliyor. Sanmıştım ki sen gidersen, ben gidersem, o giderse şehrin başı döner hasretten.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir