İçeriğe geç

Cogito – Sayı 1 Kitap Alıntıları – Cogito Dergisi

Cogito Dergisi kitaplarından Cogito – Sayı 1 kitap alıntıları sizlerle…

Cogito – Sayı 1 Kitap Alıntıları

Modernliğin Batı ile özdeşleştirilmesi, müslümanların onu hep bir dış mesele olarak görmelerine neden olmuştur.
“Devrimler, omuzdaki yükü değiştirmez, yalnızca omuz değiştirir.
-Shaw
ne yönetim (veya devlet) ne de devlet başkanı hukuku meydana getirmez; tam aksine devleti ve başkanı var kılan hukuktur.
“Bir adam öldüren katildir; binlercesini öldüren, fatih; hepsini öldüren, bir tanrı.”
-Rostand
akılcı yaklaşımlardan uzaklaşınca karanlık güçler din duygusunu sömürür.
Kör inanca sarılmak gövdesi sağlam ama kökü zayıf bir ağaca benzer (İbid. 31).
Aslında devlet desteğinde olan ya da devlet çatısı altında yer alan hiçbir din, laik olamaz. Devlet, manevi bir destekle iktidarını sürdürmek isteyince, teokratik düzenler ortaya çıkar.
Türkiye’deki tarihi, siyasi ve sosyal koşullar, dini işlerin yönetiminin başka ellere bırakılmasına elverişli olmadığı inancını yerleştirmiş ve devletin din işlerine müdahalesini meşrulaştırmıştır.
Halkın halk için halk tarafından ezilmesine demokrasi diyoruz.
-Oscar Wilde
Halk, ihtilallere kalkıştığında, bu özgürlüğünü istediğinden değil, daha sağlam despotluklar talep ettiğindendir. Halkın nefret ettiği bir şey varsa o da özgürlüktür. Dehşete düşer özgürlükten, ona bakmaya bile tahammül edemez. Halk çağlar boyu süren bütün ahmaklıkların sergilendiği gerçek bir müzedir, her şeyi yutar, her şeye hayranlık duyar, her şeyi savunur, hiçbir şeyi anlamaz.
Cumhuriyet’in ilk 20 yılında tek parti yönetiminin doğası gereği ve Cumhuriyet’in kurumsallaşmaya olan ihtiyacı nedeniyle, izlenen laiklik yanlısı kamu politikaları ve alınan tedbirler, çoğu okur yazar olmayan ve köylerde geleneksel bir yaşam tarzı süren kitleler tarafından anlaşılamadığı gibi, dini kültürlerine bir tehdit olarak da algılandı. Okullaşma oranının çok düşük olduğu, kitle iletişim araçlarından sadece küçük bir zümrenin yararlanabildiği 20’li ve 30’lu yıllarda, Atatürk devrimleri geniş kitlelere anlatılamadı ve mal edilemedi.

-Nilüfer Narlı

Eski Yunanlılar ”laikos ” terimiyle, ”halktan olan ” kişiyi ifade etmektedir.
Laikliğin ilk anlamı, Birleşik Devletlerde bir Yüksek Mahkeme Yargıcınn söylediği gibi, “Hiçbir makamın, politikada, milliyetçilikte, dinde ya da düşünce ile ilgili herhangi bir alanda, tek doğrunun ne olduğunu buyurma yetkisine sahip olmamasıdır”.
Halkın halk için halk tarafından ezilmesine demokrasi diyoruz.
Fransız Devrimi’nden sonra birçok din adamı giyotine yollanmış, manastırlar kapatılmıştır. 3. Cumhuriyet döneminde Fransa’da manastırların kapısına sürgü çekilmiş, din adamları Hollanda’ya kaçmak zorunda kalmıştır.
Rasyonel tutum, bireysel plandan toplumsal boyuta kadar her alanda temel yaşam ilkesidir. Duyguların, tutkuların, safsatanın, nefretin, horlama duygusunun, küçümsenmenin tutsağı olursak, akıldışı tutumumuzla olumsuzluklar evreninde boğulup gideriz.
Akılcılık sorunu Osmanlı devleti içinde de önemli bir görünüm sunmaktadır. “Osmanlı kültüründe egemen düşünce tarzı akılcılık değildir”.
Aklı bir yana birakan, sadeve resmi devlet filozoflarının, seyhülislamların fetvaları ile salt boyun eğmeye itilen insanlar, kendilerini tevekküle bırakınca, İslam toplumları gerilemiştir. Oysa akılcılığı benimseyen Endülüs Emevileri güçlerini ve ileri uygarlıklarını 14-15. yüzyıla kadar sürdürmüşlerdir.
Aklın sesinin dinlendiği dönemlerde, o dine bağlı toplumlar tarih sahnesinde ilerlemeler kaydetmiştir. Bunun en tipik örneğini Müslüman ve Hıristiyan toplumlar yaşamıştır. Hz. Muhammet’ten itibaren 10. yüzyıla kadar yoğun bir düşünsel tartışma ortamı içinde yaşayan Müslümanlar, bu dönemde akılcılığın gereği olarak bilim, fen, matematik, kültür ve sanatta büyük ilerlemeler kaydetmiştir.
Dinlerin temel amacı değerlerin gerçekleştirilmesidir. Doğruluğu, dürüstlüğü, ahlâki, iyiyi güzeli yaşama sokmak isteyen dinlerde, bu amaçları hiçbir zaman gözden uzak tutmamak gerekir. Dinler içerisindeki birimler, kurallar bu amaçların gerçekleşmesine yöneliktir.
Din Tanrı ile bağ kuran yol olarak, insanlar arası ilişkileri de kapsamaktadır. İnsanlararası ilişkiler de bilimsel açıdan felsefi ve sosyolojik bir görünüm sunar.
Hıristiyanlık, Hz. İsa’nın tek tanrılı bir din olan Hz. İbrahim’in yolunu özüne uygun olarak canlandırma çabasıdır. Tüm peygamberler gibi o da İsrailoğullarına mensuptur. Başlangıçta Hıristiyanlık kölelerin, ezilelerin, horlananların diniydi. Bu nedenle kendi kabuğuna çekilmişti; köle statüsünde olanların devlet düzeniyle ilişkileri olamazdı. Hz. İsa’nın önceleri özel mülkiyeti ve bu dünyaya ilişkin işleri reddeden bir Musevi mezhebine mensup olduğu ileri sürülmektedir.
Alevi Tanrıyı kendi içinde bilir, yeri göğu Tanrı ile dolu görür. Akıl sahibi insan, Tanrının bir parçası olması nedeniyle doğayı, evreni ve toplum düzenini kavrayarak kendi niyet ve fiillerinden doğan kaderini kavrayarak kendi niyet ve fiillerinden doğan kaderini bizzat kendi belirler. Alevi geleneği şerri Allah’a layık görmez Insanların fiillerinin Allah tarafından yaratılmadığını savunan Anadolu Aleviliğine göre, yüce güç, insana iyi ve kötüyü işleyebilecek bir potansiyel vermiştir. İnsan kendi fiillerinden sorumludur.
Yaratılış, Sünni teolojide tanrının yoktan varetmesidir. Oysa Alevi teolojisi ne göre yaratılış Tanrının kendi özünden fışkırmasıdır. Başka bir anlatımla alevi felsefesinde varoluş tanrı özünün fışkırmasıdır. Bu nedenledir ki Anadolu Aleviliğinde yaratan-yaratılan ikilemi değil, birliği vardır.
Yöneticiler, İslamın esasları olan iyiye, güzele, adile, ahlaklıya, doğruya uygun hareket ediyorlarsa ne mutlu onlara. Cennet onları beklemektedir, sorumlulukları bireyseldir. Yok baskı, zulüm, yalan dolan, haksızlık içindeyseler, sorumludurlar, cehennem ateşi onların üzerindedir.
Yetkin insanın buyruklarına uymak, İslamiyetin zorunlu ana ilkesidir. Emeviler bu siyasal anlayışı yozlaştırarak halifenin, peygamberin değil, Tanrı’nın halifesi olduğunu ileri sürmüşlerdir.
İslam düşüncesi içinde de tutuculuk-özgürlükçülük ikilemi her zaman gündemdedir. Ne yazık ki yukarda belirttiğimiz gibi genelde tutucu eğilimler ağırlık kazanmıştır. Bu nedenle ülkemizde uzman olmayan kişiler kolaylıkla islamın tümüyle laikliğe elverişsiz bir din olduğunu iddia ederler.
İnsan aklı, hukukun kaynağıdır. İnsan, hiçbir aracıya gereksinim duymadan kendi aklıyla evrensel adalet ilkesini anlar
Kilisenin manevi baskısını, ancak başkaldıran akıl yıkabilirdi. Kilisenin gücü yıkıldığında, aristokrasinin yıkılması kolaylaşacaktı. İşte bu nedenle laiklik benimsendi. Kilisenin yerini insan akıl aldı.
Tarikat ve cemaatlerin etkin faaliyetleri ile güçlenen İslâmi hareket, 1960’ların sonunda mevcut sistem partileri içinde barınmaktansa bağımsız bir parti tarafından temsil edilmeyi yeğledi. 1970 yılında Erbakan liderliğinde Milli Nizam Partisi kuruldu. Fakat 12 Mart 1971 askeri muhtırasından sonra Türkiye’de teokratik bir yapıyı yeniden kurmayı amaçladığı gerekçesi ile Anayasa Mahkemesince kapatıldı. 1972 yılında Milli Selamet Partisi adı altında tekrar kuruldu.
1973 seçimlerinde toplam oyların yüzde 11.8’ini alarak, Meclis’teki 450 sandalyeden 48’ini kazandı.
Demokratların oy toplama silahı olarak İslâmı kullanması ve siyasi söyleme İslami unsurlar eklemesi, laiklik karşıtı Ticani tarikatı mensuplarının sistematik Atatürk karşıtı saldırılara başlamalarına yer vermiştir. Bu saldırılara karşı gerekli önlemler alınarak dini siyasete alet etme cezalandırılmıştır. Adnan Menderes’in yönetim hataları, ülkedeki mâli kriz ve İslâmi kıpırdanmalardan rahatsız olan silahlı kuvvetler, merkezdeki asker, bürokrat ve aydın ittifakından da aldığı destek ile 1960 da yönetime el koymuştur.
Cumhuriyet’in illk 20 yılında tek parti yönetiminin doğası gereği ve Cumhuriyet’in kurumsallaşmaya olan ihtiva nedeniyle, izlenen laiklik yanlısı kamu politikaları ve alınan tedbirler, çoğu okur yazar olmayan ve köylerde geleneksel bir yaşam tarzı süren kitleler tarafından anlaşılamadığı gibi, dini kültürlerine bir tehdit olarak da algılandı.
Fransa’da din ile devlet işlerinin ayrılığı ilkesi ve özellikle devletin laik niteliği, açık anayasa kuralı halinde öngörülmüşken, kimi ülkelerde geleneksel resmi devlet dini ilkeleri, anayasada (örneğin Norveç) ya da anayasal göreneklerde (İngiltere) saklı tutulmuştur.
Ortaçağın her türlü karanlığın, kötülüğün, geriliğin beşiği, geometrik yeri olduğuna ilişkin çok yaygın ve diğer nedenlere hiç gerek kalmaksızın, yanlışlığı sırf bu yaygınlığından ötürü aşikâr olan inanç, Antikiteyi laik ve Ortaçağı da koyu bir dinsel tahakküm dönemi olarak görür.
İzm’li kelimeleri büyük bir dikkatle kullanmak gerekir, çünkü bu cins terimler, çok büyük çoğunlukları itibariyle bir ideolojiyi belirler ve gene büyük bir sıklıkla, bu ideolojinin dayatılması anlamını da içerirler.
Kavramı ithal eden toplum veya kültür onu yeni bir yoğurmadan geçirmekte ve bunun sonucunda, onu esas içeriğinin çok uzağında bir yere yerleştirmektedir.
İçerikler yerine çoğunlukla kalıpların, görünüşleri ve parlak sözlerin peşinden koşulması yüzünden özde getirilebilen olumlu değişikliklerin sayısı çok düşük kaldı.
Düşünmeye Alışmak, Ahmet Cemal
Cogito Dergisi Sayı 1 Laiklik Yaz 1994
Düşünme eyleminin artık çok azınlıkta kalması, eğitimin neredeyse bütünüyle düşündürtmeme amacına yönelikliği, özgün düşünce üretiminin hemen hiçbir alanda talep edilmemesi, bu dönemi belirleyen başlıca özellikler arasında sayılabilir.
Charlemagne’ın 800 yılında, Roma İmparatoru olmasıyla, kilise dini iktidarının yanısıra dünyevi iktidarı da kendi bünyesine katmıştır. Bu durumda, kiliseye mensup olmayan biri, yönetilen bir kişiden ibaret. Ancak, vurgulanması gereken nokta, ”laicus ” kelimesinin metinlerde XIII. yüzyıldan sonra görülmeye başlamasıdır.
Ortaçağ Kilise Latincesinde, bu kelime ”laicus ” biçimini alarak, Ruhbandan olmayan, kiliseye mensup olmayan, herhangi bir dinsel işlevi ve ünvanı olmayan kişi anlamında kullanılır.
Eski Yunanlılar ”laikos ” terimiyle, ”halktan olan ” kişiyi ifade etmektedir.
İçerikler yerine çoğunlukla kalıpların, görünüşleri ve parlak sözlerin peşinden koşulması yüzünden özde getirilebilen olumlu değişikliklerin sayısı çok düşük kaldı.
Düşünmeye Alışmak, Ahmet Cemal
Cogito Dergisi Sayı 1 Laiklik Yaz 1994

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir