İçeriğe geç

Çocukluk Sırrı Kitap Alıntıları – Adem Güneş

Adem Güneş kitaplarından Çocukluk Sırrı kitap alıntıları sizlerle…

Çocukluk Sırrı Kitap Alıntıları

Bir insanın ihtiyacı olan şey anlaşılmaktan çok hissedilmektir.
Çocuk fizyolojik olarak anneden ayrılsa da 4 yıl boyunca ruhsal bağımlılığını devam ettirir.
iyi niyetle çıkılan yollar,ne kadar yıpratıcı sonuçlar çıkartıyormuş meğer.
Anne-babalar, maalesef insanın içindeki mükemmel yaratılıştan habersiz, bir tek şeyin peşindedir, çocuklarını adam etmek. Oysaki, çocuk dünyaya geldiği andan itibaren, zaten oldukça mükemmel bir adamdır. Önemli olan o aziz misafirin mükemmel yaratılışını zarara uğratmamaktır.
Bir insanın ihtiyacı olan şey anlaşılmaktan çok hissedilmektir.
Akıllı bir anne baba, çocuğuna zoraki davranışlar kazandırmak yerine,onun benliğini güçlendirmelidir.
Yaşama güven, anneyle oluşur.
O zaman şahin bakışlı çocuklar, çelik kanatlı kuşlar gibi semalarda süzülür.zulme Yavuz, mazluma yunus gibi olma cesaretini kazanır
İnsan mükemmel bir ruhla yaratılmaktadır.yeter ki bu ruh tahribata uğratılmasın.
‘Çocuk terbiyesinde minnet duygusu benliği tahrip eden, kişilik gelişiminin önüne geçen zararlı davranışların başında gelir.’
Çocuğa daha ilköğretim çağlarından itibaren zorla bir şey öğretmeye çalışmak, insanın varlığına saygısızlık değil de nedir? Çocukta varolan ‘merak’ hissinin, ceza ve mükafat gibi suni birtakım tedbirlerle öldürülmeye çalışılması, insanın yaşadığı dram değil de nedir? Düşünün lütfen, ölümü göze alıp vahşi bir hayatı kameraya çekmeye çalışan belgesel yapımcısına, ‘Bu belgeseli yapmazsan, ceza veririm’ tehdidinde bulunuyor olsanız, ölümü göze alıp bir ağacın başında haftalarca bekler mi? Ya da ölümü göze almış bir kişiye, ‘ Aferin çok iyi yapmışsın’ demek, acaba onu motive eder mi? Yoksa kişiyi, merak hissini ağaç üstünde gidermesi mi; kamera objektifinde gördüğü hayretler uyandırıcı sahneler mi daha büyük bir iştiyak ile yeni belgesellere adım arttırır?
Hızlanmış bir biyolojik ritim, çocuğun his dünyasının artık algılamada zayıf kalacağının da bir işaretidir. Zira bir insan hızlı yaşamaya başlarsa, algılaması azalır. Algının azalması, hissetmeyi de azaltır. Hissetmesi azalan bir kişinin duygu dünyası yeterince hassas değildir. Yavaş yavaş duyarsızlaşma başlar. Anadolu Pedagojisi’nde bu duruma, ‘arsızlaşma’ adı verilmektedir. Belki de bir çocuğun en çok korkulacak şey, onun duygu dünyasını böyle kaybetmiş olmasıdır.
Aslında yetişkinlerin çocuk sevme şekilleri, kendilerinin ne derece sevgiye aç büyüdüklerinin bir işaretidir ya da tam tersi olarak yetişkinlerin çocukları sevememe halleri de kendilerinin ne denli sevgiden yoksun bir çocukluk yaşadıklarının bir belirtisidir.
‘Akıllı bir anne baba, çocuğuna zoraki davranışlar kazandırmak yerine, onun benliğini güçlendirmelidir. Vicdanının sesini duyabilmesi için çocuğu rahat bırakıp, onun kendi ruh dünyasına derinleşmesine izin verilmelidir. Eğer bir ebeveyn, davranış kazandıracağım, diye çocuğun adım adım gerçekleştirdiği benlik inşasına engel olursa, o çocuk dünyanın en tertipli, en zeki ve derslerinde en başarılı kişisi olsa da, ruh dünyasındaki yoksunluklar açısından acınacak bir çocuktur.’
Bir insanın ihtiyacı olan şey ,anlaşılmaktan daha çok hissedilmektir.
“Yani bir yetişkinin, çocuğun bilgi eksikliğinden faydalanarak, her söylenene inanan bir insan olmasından istifade ederek ya da her zaman yetişkinlere güveniyor olmasından yararlanarak, onu kendi çıkarlarına uygun olarak kullanması, çocuk suistimalidir.”
Bir insanın ihtiyacı olan şey, anlaşılmaktan daha çok hissedilmektir. Anlamak; duyguları işin içine koymadan, zihinsel olarak bir kişiye yakınlaşmaya çalışmak demekken, hissetmek; karşıdaki kişinin acılarını kendi acısı gibi ‘duymak’ demektir.
Zira insan, duygu dünyasını kullanabildiği kadar insandır.
Çocuk ancak, hiç kimseyi taklit etmeye mecbur bırakmayan, zoraki bir kişilik oluşturmaya çalışmayan, kendini incitmeyen, ezmeyen, aşağılamayan, ürkek ve çocuksu bir heyecanla dışa vurmaya çalıştığı gizli dünyasına saygı duyan ve kendisi olmasına izin veren bir yetişkinin yanındaysa, yaratılış sırrını bedenine yükleyecektir.
Çocuğun ruhundaki gizemli sır, çocuğun olduğu gibi kabul edilmesiyle ortaya çıkacaktır
İnsan mükemmel bir ruhla yaratılmaktadır, yeter ki bu ruh tahribata ugratılmasın
Anne-babalık çocuğun fıtratını kendi emel ve istekleriyle bozup zoraki yeni bir fıtrat oluşturma gayreti değildir
Anna babalar, Allah’ın çocuk ruhuna yerleştirdiğive sadece o çocuğa ait olan kişilik ve karakter özelliklerinin ortaya çıkması için gayret sarf eden rehberlerdir
Çocuk eğitmek çocukluk sırrının ortaya çıkmasına yardımcı olmaktan başka bir şey değildir
İnsan ruhunun yeniden uyanışı, çocuklarla olacaktır. Bu uyanış, çocuklar için bir şey yapmakla değil, çocuklarla işbirliği yapmaya çalıştıkça gerçekleşecektir!..
Teenni: Anadolu pedagojisi’nin Can damarıdır. Bir insan, yavaş ve sükunet içinde hareket ediyorsa onun hissetme yeteneği açıktır algısı açıktır, olayları görebilecek kadar zamanı vardır ama bir kişi acele ile iş yapıyorsa, o kişi de algı zayıflar, hissetme azalır, duyarsızlık artar. O yüzdendir ki; bir hadis-i şerifte Resulullah aleyhisselatu vesselam teenni, Allahu Teala’dandır, acele de şeytandan diye buyurmuştur. Acele hareket etmek bu şekilde bir duyarsızlığı oluşturduğu içindir ki ibadet ederken de yavaş hareket etmek duyumsayarak ibadet etmek tavsiye edilmiş ve ibadet esnasında yavaş hareket etmeye teenni içinde bulunmaya ‘huşu’ denilmiştir. Örneğin; namazı huşu ile kılınmasının önemi vurgulanmıştır. Sadece namazda değil Anadolu Pedagojisi’ne bakıldığında yürümede, konuşmada, gülmede bile yavaşlık tavsiye edilmiştir. Hızlı ve güçlü gülmeye kahkaha denilmiş ve kahkaha atarak gülmek yerine yavaş bir gülme olan tebessüm tavsiye edilmiştir. Yine peygamber efendimiz tarif edilirken onun her an mütebessim olduğu ve bir ömür boyu hiç kahkaha atmadığı belirtilmiştir. Bunun da ötesinde yemek yerken yavaş davranılması tavsiye edilmiş ki yenilen yemeğin tadı hissedilsin duyumsansın hızlı hızlı yemek yemek doğru bulunmamış. Günümüzdeki gibi ayaküstü yemek yerine, oturarak yavaş, ve sindirerek yemek yemek tavsiye edilmiştir. Hatta sadece yemek değil su içerken bile efendimizin yudum yudum içtiği vurgulanarak suyun dahi duyumsanarak dudaklarda ve ağızda hissedilerek içilmesi tavsiye edilmiştir. Çünkü, insan duyabildiği kadar insandır. Eğer çevresindeki yaşamı duyamıyorsa ruhunda hissedemiyorsa o insan insan olmaktan o kadar uzaktır. O halde anne babaların çocuklarına bırakacakları en büyük miras, onları yavaşlatmak olacaktır. onlara sekine içinde olmaları konusunda zemin hazırlamak gerekir. Halbuki görüyoruz ki televizyonun ses ve görüntü efektleri, internetin o karmakarışık dünyası, anne babanın çocuk üzerindeki baskısı sevgisizlik ve ilgisizlik çocuğun hızlanmasına neden olur. Çocuk bütün bu acıları hissetmemek için kendini bir şeylerle meşgul etmeyi hızlanarak duyumsamamayı bir yetenek haline getirir. Çocuklar öğrenirken duyumsamadığı için hatta çoğu defa neyi öğrendiğini dahi bilmediği için öğrenme güçlüğü çekmektedir. O halde anne-babalar çocuklarını hızlandıracak tavır ve davranışlardan kaçınmalı onları yavaşlaması için ev içindeki düzeni onlara göre ayarlamalıdır.
|Adem Güneş
Bazı nedenlerden dolayı hızlanmış bir biyolojik ritim, çocuğun iç dünyasının artık algılamada zayıf kalacağının da bir işaretidir. Zira bir insan hızlı yaşamaya başlarsa, algılaması azalır. Algının azalması hissetmeyi de azaltır. Hissetmesi azalan bir kişinin duygu dünyası yeterince hassas değildir. Yavaş yavaş duyarsızlaşma başlar. Anadolu Pedagojisi’nde bu duruma ‘arsızlaşma’ adı verilmektedir belki de bir çocuğun yetiştirilmesinde en çok korkulacak şey onun duygu dünyasını böyle kaybetmiş olmasıdır.
Anne, hamilelik boyunca sükûnet içinde olmadıysa, her an sıkıntı ve huzursuzluk içindeyse,onun yaşadığı bütün bu olumsuzluklar,çocuğun duygu dünyasında santim santim oturacak olan iç dinamiklerin de zarara uğratılması anlamına gelir. Huzur ve sükûnet içinde geçen bir hamilelik boyunca çocuğun da huzur ve sükûnet içinde hem iç dinamikleri düzene konulur hem de biyolojik ritmi dengeli bir şekilde çalışmaya öğrenir.
|Adem Güneş
Çocuğun duygu dünyasında sükûnet ve sekine hali oluşturulmadan davranış eğitimine başlanması, ancak çocuğun ebeveyn ile çatışmasına neden olur. Çünkü çocuklarda ‘iç düzen’ oluşmadan ‘dış düzen’ oluşmaz.’
|Adem Güneş
Çocuk, ceza korkusu ile olması gerektiği gibi davransa da veya bir mükâfat kazanmak için kendisinden bekleneni sergilese de, bu çocuğun iyi eğitildiğini düşünmek acınacak bir yanılgıdır. Çünkü o, sadece cezadan kurtulmak için kurnazlığı öğrenen, mükâfat alabilmek için de olduğu gibi olmaktan vazgeçip istendiği gibi olmaya çalışan zavallıca bir kişilik değişimine, sevecen bir şekilde uğratılan kişidir.
|Adem Güneş
Birçok anne baba çocuklarını eze eze, onları yıprata yıprata, çaresiz bıraka bıraka kendilerine saygılı olmaya zorlamaktadır. Böyle muamelelere maruz kalan çocuklar anne babaları tarafından ne kadar sevilirlerse sevilsinler, kendilerine saygı duyulmayan bir ortamda yetiştikleri için, anne babalarından bizzat yaşayarak öğrendikleri saygısızlıkları, yine onlara karşı sergileyeceklerdir.
|Adem Güneş
Anadolu pedagojisinde bir insanın duygu dünyasını kullan{a}mıyor oluşuna hastalıklı bir ruh hali olarak bakılır. Zira insan duygu dünyasını kullanabildiği kadar insandır. Yaşam çok acımasız diye bir çocuğun duyarsızlaştırılması acılara karşı hissetme yeteneğinin kaybolması insanlığının da kaybolması şeklinde değerlendirilir. Çünkü Anadolu Pedagojisinde ‘insan hissedebildiği kadar insandır.’
|Adem Güneş.
Başkalarının beklentilerine göre hareket eden ve içine salınmış olan korkularından dolayı kendi kişiliğini ortaya çıkarmak yerine, kendisine korku salanların görüş ve düşüncelerini benimseyen kişi kaç yaşında olursa olsun karakter eğitimini tamamlamamış bir bireydir. İşte bu noktadan baktığımızda çocuk terbiyesinde asla EDİLGEN ÇOCUK karakterinin benimsenmediğini Anadolu pedagojisinin kişilikli onurlu dik duran ama diklenmeyen bireyler yetiştirmeyi bir gelenek haline getirdiğini görüyoruz
*Birçok bürokrat, yönetici öğretmen kendi üzerinde oluşturulmaya çalışılan zoraki kişiliğin kurbanıdır.Mesleklerinde başarılıdırlar çünkü başarısızlık onları çok mutsuz eder, çocukluk yıllarında onurları kırılmış kişilikleri zedelenmiş hatta kaybolmuştur bilinçaltı bu kişilere o mutsuzluğu tekrar hatırlatmasın diye hep ama hep başarmak zorunda hissederler kendilerini..Bu bir çocukluk dramıdır.Başarısızsam yokum Bu kişiler öyle başarılıdırlar ki onlar çocuklarının ya da yönetimi altında bulunan kişilerin kişiliğini zorlayarak değiştirmeyi marifet zannederler. Onlara yaptıkları baskıların gerekçesi olarak da Onların iyiliği için derler Bu tip kişiler ogretmense şöyle tabir edilir Çok disiplinli bir ögretmenmiş 30 kişilik azılı bir sınıfı muma çevirmiş bir bakışı bile çocukları adam edermiş biz de araya hatırı sayılır kişiler sokarak cocugumuzu onun sınıfına yazdırdık vah ki vah..vah Adem Güneş /Çocukluk Sırrı
**Zoraki kişilik oluşumları esnasında duygu dünyasını kaybetmiş kişiler çok hırslıdırlar,yenilgilere öfke ile tepki verirler.Başarısızlıklara tahammülleri yoktur.Zira her bir başarısızlık bilinçaltı acılarını hatırlatır.Bu kişiler dışarıdan çok güçlü-kuvvetli görünseler de ruh dünyaları çalkantılar içindedir,sevgilere açtır, kimseyle güvenmedikleri hâlde güven duygusuna çok ihtiyaçları vardır.İç dünyalarında çaresiz ve bitkin, dış
dünyalarında gösterişli ve güçlüdürler.Bunlar zoraki kişiliğin duyarsızlaşmış hâlinin en belirgin özelliğidir.
Çocuğun ruhundaki sır çocuğun olduğu gibi kabul edilmesiyle ortaya çıkar.
Her insan ,minik bir çocuk bedeninin içine gizlenmiş bir sırdır.Bir tırtılın koza içine gizlenmiş hâli gibi bir sır.Bembeyaz ipek kozanın içindeki tırtılın bir süre sonra şaşkın bakışlar içerisinde göz kamaştırıcı güzellikte kelebeğe dönüşmesi gibi çocuk da Çocuk kozası içindeki başka bir insandır.Vakti geldiğinde o kozanın içinden nasıl bir insan çıkacağını kimsecikler bilemez.
İnsan ruhu; kendisini ezene karşı bir ‘eziklik’ , kendisini dışlayana karşı bir ‘dışlama’ hisseder.
Her insan,minik bir çocuk bedeninin içine gizlenmiş bir sır taşır.
Bir insanın ihtiyacı olan şey,anlaşılmaktan daha çok hissedilmektir.
Dengeli. Yavaş. Sûkun içinde
Anne karnındaki bebeğe, ışığın olmadığı, sakin ve sıcak bir ortamda, gece-gündüz demeden, yaklaşık 9 ay boyunca düzenli bir ses eşlik eder: annenin kalp atışları.
Diğergâmlık, akıldan ruha inme, muhatabıyla kişinin ‘hemhal’ olması, acıyı aynı şekliyle hissetmek, ayrı vücutlarda aynı ruhu taşır vaziyete gelmek olarak karşımıza çıkıyor.
Çünkü insan, hissedebildiği kadar insandır.
Zira acıyı çeken,acı çektirmeyi iyi bilir.
Yol göstericilik ve rehberlik esnasında çocuk incitilir, küçük düşürülür ve minnet duygusu içine itilirse, yanlışı görse bile, kendi kişiliğini korumak adına, kendisini inciten yetişkinin gösterdiği doğru yola girmemeyi tercih eder.
Halbuki, ruhen hasta olmayan hiç kimse yanlışı bile bile yapma eğiliminde değildir.
Anadolu Pedagojisi’nin temel felsefelerinden bir tanesi de duyguda özgürlük, davranışta disiplindir.
Batı pedagojisi duygusallığa yer vermemektedir. Batı Pedagojisi’nde çocuk, duygu dünyasından, gözyaşlarından, hissetme yeteneğinden arınmış olarak yetiştirilirken, Anadolu Pedagojisi’nde çocuğa hissedebilme kabiliyeti kadar insan olma makamı verilmiştir.
Çocukların hayatı yaşamasına izin vermek lazım. Kendi korkularımızı onlara yansıtarak aldığımız tedbirler, kişiliklerinin sağlam bir zemine oturmasını engellemiş oluyor ve biz bunu fark edemiyoruz.
Bir gün engellendiği, izin verilmediği ölçüde isyan ediyor çocuk. Sonra da adı ‘Asi evlat’ oluyor
Nice çocuk vardır; bir dönem aile içinde ahlak ve fazilet timsali olduğu halde, bir süre sonra ailenin yüz karası durumuna düşmüştür. Ya da nice çocuk 10 yaşında namaza başlamış 15 yaşında alkolik olmuştur. Zira çocukların benliği yetişkin tarafından teslim alınarak, o benlik üzerine baskı oluşturularak davranış kazandırmaya çalışmak, çocuğun vicdanî karar mekanizmasını devre dışı bırakmak demektir. Halbuki çocuk benliğini kendisi kontrol edebilir. Dahası, kendisini yönetebilirse, onurlu ve ahlaklı olur.
“Heyecanli ve bir sey yapma derdinde olan çocuklarina iyi bir gelecek hazirlamak için onlari “bos bir kap “ gibi gören birçok anne-baba, buyurucu iç klavuzu dikkate almadan çocuklarini yönetmeye ve yönlendirmeye gayret sarf ediyor. Halbuki gerek yok! Bir evebeynin çocuguna yapacagi en büyük iyilik, onun biliçsizce verdigimiz bu benlik insasi sürecinde, sadece ‘rehberlik’ etmektir.”
Bugün babam yok, hayatıma baktığımda rahatlıkla söyleyebilirim ki, babamın olaylar karşısındaki dik duruşu,bir işi sonuna kadar sürdürme iradesini sergileyişi, şu an benim başarılarımın tek sebebidir.
Ne kadar dramatiktir ki anne babanın keyfi yerinde değilse, çocuğun sevgi ihtiyacı hep ötelenir.
Çocuk, benliğini tehdit altında hissederse, iktidarı tamamen kendi elinde tutmaya gayret sarf eder.
Çocukla konu hakkında görüş alışverişi yapılarak, işbirliği içerisinde konuşularak problemler çözülmelidir. Böyle olduğu takdirde, çocuk, ‘vicdanî bir kabul’ ile olayları kabullenir ve ruhu ile beraber anne-babaya eşlik eder.
Çocuk, ceza korkusu ile olması gerektiği gibi davransa da veya bir mükâfat kazanmak için kendisinden bekleneni sergilese de, bu çocuğun iyi eğitildiğini düşünmek acı bir yanılgıdır. Çünkü o, sadece cezadan kurtulmak için kurnazlığı öğrenen, mükâfat alabilmek için de olduğu gibi olmaktan vazgeçip, istendiği gibi olmaya çalışan, zavallıca bir kişilik değişimine, sevecen bir şekilde uğratılan kişidir.
“Örnegin, kimi çocuk Hz. Ömer fitratlidir. Çelik gibi bir iradeye sahiptir. Basi dimdik, gözleri çakmak çakmaktir. Kimi çocuk ise, Hz. Osman fitratlidir. Konusurken yanaklari kizarir. Hayâ ve edep abidesidir. Baska bir çocugun ruhunda, Mevlana enginligi vardir. Gönlünü ‘Gel’ diye herkese açabilecek bir teselli kaynaginin kodlarini barindiriyor olabilir.”
“Çocugun ruhundaki gizemli sir, çocugun oldugu gibi kabul edilmesiyle ortaya çikacaktir.”
“Her insan, minik bir çocuk bedeninin içine gizlenmis bir sirdir. Bir tirtilin koza içine gizlenmis hali gibi bir sir. Bembeyaz ipek kozanin içindeki tirtilin bir sure sonra saskin bakislar içinde göz kamastirici bir guzellikte kelebe dönüsmesi gibi, çocuk da ‘ çocuk kozasi’ içindeki baska bu insandir. Vakti geldiginde o kozanin içinde nasil bir insan çikacagini kimsecikler bilemez”
“Ceza-siddet ve baski ile çocuklar terbiye olmaz. Olsa olsa içinde farkli, disinda farkli, iki kisilik suni bir insan çikar ortaya.”
Bir insanın ihtiyacı olan şey, anlaşılmaktan daha çok hissedilmektir.
Şiddet, psikolojik bir bulaşıcılık taşır.
Bir insanın ihtiyacı olan şey, anlaşılmaktan daha çok hissedilmektir.
Çünkü ceza-şiddet ve baskı ile çocuklar terbiye olmaz. Olsa olsa içinde farklı, dışında farklı, iki kişilikli suni bir insan çıkar ortaya.
Bir insanın ihtiyacı olan şey, anlaşılmaktan daha çok hissedilmektir.
İnsan, hissedebildiği kadar insandır.
Çok şişirilmiş bir süper ego duygusunun aksine; itibarı zedelenmiş, cezalandırılmış, küçük düşürülmüş bir çocuk, artık etraftan nasıl algılandığını hesaba katmamaya başlar. Duyarsızlaşır, kim ne derse desin umrumda değil, der. Böylece sosyal yaşam içinde kuralsız, vicdansız, sosyal empatiden yoksun, arsız, yüzsüz olmaya doğru gider.
Çünkü, çocuk toplum içindeki anormal davranışlarından dolayı dışlanmaktan, kendisi aleyhinde konuşulmasından etkilenmez, itibar kaybını önemsemez. Zaten bu çocuk, anne-babasının yanlış davranışları yüzünden itibar kaybına uğradığı için, artık çevresinde kendisi aleyhine söylenecek olan sözler umurunda bile değildir. Ya da bunun tam tersi olarak, çocuk hassaslaştırılmış itibarını daha da çok korumak için kendisine söylenen en ufak bir söze karşı anormal büyüklükte tepki göstermeye başlar.
Benliğini ruhu ile hisseden bir kişinin duyması tam da kalp hizasında olur, kalbinden duyar her şeyi. Yağmurlu bir günde bir cam kenarına otursa ve gözlerini kapasa, yağmurun çiseleyişini kulağı ile değil, kalbinin hemen üstünde tarifi imkansız bir yer ile duyar. Zira benliğin duyuşu kulak ile değil, kalp ile olur.
Başkalarının beklentilerine göre hareket eden ve içine salınmış olan korkularından dolayı kendi kişiliğini ortaya çıkartmak yerine, kendisine korku salanların görüş ve düşüncelerini benimseyen kişi, kaç yaşında olursa olsun, karakter eğitimi tamamlanmamış bir bireydir.
Bazen de çocuk aile içindeki problemler karşısında kendisini suçlu ve sorumlu hissederek yaşama sevincini kaybeder. Yapacağı şeyler karşısında hep engellemeler, kırıcılıklar ve baskılar ile karşılaşmışsa, bu çocukta ‘öğrenilmiş yılgınlık’ oluştuğu için artık yaşama sevinci kaybolur.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir