İçeriğe geç

Çocuklar Anneleri Büyütür Kitap Alıntıları – Tuğba Akbey İnan

Tuğba Akbey İnan kitaplarından Çocuklar Anneleri Büyütür kitap alıntıları sizlerle…

Çocuklar Anneleri Büyütür Kitap Alıntıları

Çocuklar da yoğun bir “fark edilme” arzusu taşırlar. Çoğu zaman onların bu arzusunu yaramazlık, kıskançlık, şımarıklık olarak yorumladığımız için , ilişkilerimizi çok daha karmaşık hale dönüştürebiliyoruz..
Bazen şikayet sebeblerinin ardında gizlenen şükrü unutuyoruz.
Kızı zarafet ve nezaket sahibi, oğlu beyefendi olsun isteyen anne ve babalar bu konuda kendilerini ne kadar sorguluyorlar peki?
Hayat kendi dünyamızda ve çocukların zihinlerinde yaptığımız ve söylediğimiz şeylerin çelişkisinden değil, gösterdiğimiz tepkiler üzerinden şekil buluyor. Tam da bu sebeple yaptıklarımızın ve söylediklerimizin sorumluluğunu almaya ihtiyacımız var. Bunun için de gerçekten büyümek gerekiyor. Ben de zaten bu yüzden Çocuklar anne ve babalarını büyütür. diyorum.
Her tepkimizin sorumlusu olarak başkasını gösterip: Sen öyle olduğun için böyleyim diyerek, çocuklara: Tepkilerinden başkalarını sorumlu tutabilirsin mesajı veriyoruz. O kadar başkalarını suçlayarak yol alıyoruz ki, sorunu çözmek aklımıza gelmiyor. Peki, gösterdiğimiz tepkilerden biz sorumlu değilsek, Onlar bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcayanlar, öfkelerini yenenler, insanları affedenlerdir. Allah, iyilik edenleri sever. (2/Âl-i İmran, 134) âyetini hayatımızın neresine koyacağız?
Kendi çocuğunu seven nefsini sever, başkasının çocuğunu seven Allah’ı..
Çocuklarımızın zihninde ve kalbinde biriktirdiklerimizden de sorumlu olduğumuzu unutmayalım.
Çocuk bir yaşından dört yaşına kadar merak eden, karıştıran, peşinden koşturan, her şeyi kendi yapmak isteyen, inat eden, kendi kimliğini oluşturan, dediği olsun diye ağlayan, annesine son derece bağlı, hep oynamak isteyen sevimli bir yumurtacıktır.
Saygılı çocuklar için saygın, sözümüzü dinleyen çocuklar için sözü dinlenir, güven duygusu gelişmiş çocuklar için güvenilir biri olmalıyız.
İnsan önce içindeki çocuğu büyütmeyi öğrenmeli Onun ihtiyaçlarını görmeli, isteklerini ertelemeyi öğrenmeli Çoğu zaman kendine bile tahammülü olmayanların, bir çocuğun her haline sinir olması bu sebeple. Aslında kızdığı, içindeki çocuk İşte bu yüzden, büyümek dediğin uzun bir yolculuk.
Sıkça değişim denilen şeyin zorluğundan bahsedilir. Bu, bizi öfkelendiren şeylerin bizden uzaklaşmasını beklemek yerine, benzer olayların üzerimizdeki etkilerini değiştirme çabasıdır. Kriz anlarında çözülmeyi değil, çözen olmayı istemektir.
Haz dediğimiz şeyin önce büyüğün dünyasından çıkması gerekiyor. Yani büyüklüğümüz, yaşımızdan değil, terk edebildiklerimizden gelmeli.
Öyle bir an gelir, bir alışkanlığı terk etmenin hazzı, o alışkanlığı yapmanın hazzından daha fazla haz verir insana.
.. ne söylersek söyleyelim, hâl dilimiz güçlü bir irade yi yansıtmıyorsa çocuğun dünyasında bir şey ifade etmiyor.
Hayat kendi dünyamızda ve çocukların zihinlerinde , eylediğimiz ve söylediğimiz şeylerin çelişkisinden değil,gösterdiğimiz tepkiler üzerinden şekil buluyor. Tam da bu sebeple, yaptıklarımızın ve söylediklerimizin sorumluluğunu almaya ihtiyacımız var. Bunun için de gerçekten “büyümek” gerekiyor.
Çocuk insanı uzaklaştığı masumiyetine yeniden çağırır.
Bazen iyileşme; düştüğümüz yerden kalkarak olur.
Edilmeyen sohbetlerin,dinlenilmeyen çocukların , eskiden böyle miydi hatırlanmalarının hepsi bedel istiyor ve çocuk ancak kendisini dinleyen bir yüzde anlam buluyor.
Hayat büyük cümleler kurmak için fazla kısa.
Mesele yüzleşmek.
Bunun da derin bir farkındalık istediği muhakkak.

Fark etmenin, değişmenin ve güvenlik alanımız için yeni bir bilgiyi normalleştirmenin hemen gerçekleşmeyen bir süreç olduğu muhakkak.

Neden karşımdaki değişmiyor? , Onca uğraşa rağmen neden değişemiyorum? diye düşünenler varsa, bunun alışılmış ve sonucu bilinen eylemlerimizden kaynaklandığını söylemeliyim.
Ancak özgür ruhlar değişime açıktır, değişimle gelecek bedelleri göze alır, güzelliklerin tadını çıkarır.

İnanıyorum ki arayışı olanlara okumak iyi gelir.
İnsanın şifası, yine insandır Huzur soluduğu bir evi, şüphe duymadığı bir eşi ve çevresinde gördüğünde tebessüm edebildiği, konuşabildiği insanlar olduğunda manalı olacaktır dünya.
Çocuklarınızla çocuklaşın. diyen Efendimiz’i (as) anlamamız için çocuk olmayı yeniden hatırlamak gerekiyor sanırım.
Zira kalpler gözyaşlarıyla yumuşadıkça sabredenlerden olmak kolaylaşıyor.
Asıl delilik aynı şeyi defalarca yapıp farklı sonuç beklemektir. diyor Einstein.
Büyümek sancılı bir şey, ilacı ise daha da sarmalamak, sevmek ve yol göstermek.
Hatta uzmanlar hamilelik dönemindeki gözyaşı artışlarının, vücudu gerginlikten ve toksinlerden uzak tutup bebeği koruduğunu söylüyor. Ne büyük bir şükür sebebi
Yaşamak biraz da pek çok duygunun arasında gezinmek ve bu arada kendini bulmak demek .
Bize düşen yalnızca zalime sövmek, laf söylemek değil; çocukların Nasıl biri olacağım? sorusunun cevabını kolaylaştıracak örnekler olabilmek.
Herkes için sığınak olması gereken evlerimiz,erkekler ve çocuklar için barınak haline geliyor yalnızca.
İnsan en çok nerden yara alıyorsa, düzelmeyede oradan başlıyor. Acılarımız aynı zamanda ilacımız bizim
Bizi pişmanlıklarımız ve dualarımız iyileştirecektir.
İnsan güvendiği birilerinin lafını dinler,güvendiği birilerinin yanında kendini rahat hisseder. Ancak güvendiği kişinin işaret ettiği zaaflarını fark eder.
Aslında annelik,çocuğumuzla cocukluğumuzu el ele tutuşturup yürümek gibi bir şey.
Dökemediğimiz gözyaşlarımızı depolarız..
Çocuğun neden ağladığını bilmeniz gerekmez,önemli olan kabul etmenizdir..
Kendi kişisel yolculuğumdan öğrendiğim o ki;insan en çok nereden yara alıyorsa ,düzelmeye de oradan başlıyor.Acılarımız aynı zamanda ilacımız bizim..biliyorum zorlu bir yolculuk ama başkaları tarafından mutlu edilmeyi beklemekten daha kestirme bir yol olduğu muhakkak..
Bizi kıran üzen,depresyona sokan her bir şey,bizi kendimize çağıran sinyaller aslında.Bu yüzden en çok neye ve kime kalkan kaldırıyorsak,kendimizi tanımaya da oradan başlamalıyız bence.
Aslında çocuğumuzla, çocukluğumuzu el ele tutuşturup yürümek gibi annelik..
Oysa insan kaç yaşında olursa olsun anne ve babası yaşadığı sürece çocuk hissediyor kendini
Belki de herşey bizim bakışımızdaki olumsuzlukla alakalıdır
Ben böyleyim kabulüyle daha anlaşılır olmayı beklemek delilik değil de nedir?
Kendi hislerimizi doğru okuyamadığımızda eyleme/şiddete yöneliyoruz
Çocuğun hisleri büyük gibi davranmayı, eylemleri çocukça olduğunu hatırlatır bize
Huzur soluduğu bir evi, şüphe duymadığı bir eşi ve çevresinde gördüğünde tebessüm edebildiği, konuşabildiği insanlar olduğunda manalı olacaktır dünya
Kuşlar uçar, balıklar yüzer ve insanlar hisseder.
//HAİM GİNOT//
Gandi, Dünyada görmek istediğimiz değişimin kendisi olmalıyız der. Saygılı çocuklar için saygın, sözümüzü dinleyen çocuklar için sözü dinlenir, güven duygusu gelişmiş çocuklar için güvenilir olmayı anlıyorum ben bu sözde.
“Yavrum ,suyun ve sabunun temizleyeceği hiçbir şey seni utandırmasın .” diyor .
Hayatı ekranlardan ,internetten değil çocuğun gözünden okusak eminim çok saçma gelir kendimize büyümüş sanmışlığımız.
Herkes bir vakitler çocuktu işte .
Ne kadar şikayet etsek de dünyanın daha kötüye gittiğini düşünmüyorum ben. Olsa olsa biz -ya da Rabbimizin beklediği – olmaktan uzaklaşmışızdır.Ya da başkasına duyarsız ,kendimize aşırı duyarlı olmuşuzdur o kadar .
Mesele bu sebeple “iyi olmak “değil ,”iyi kalabilmekte “ bence .
“Bir annenin çocuğuna verebileceği en güzel hediye kardeştir .”
ülkemizde çocukların her geçen gün çocuk olduğunu unutan insanların anlamsız cümlelerini muhatap olduğunu görüp üzülüyorum.

Kaybedilmiş dönemin adına çocukluk diyoruz .

Üzülmek zikzağın alt tarafıysa,sevinmek üst tarafı.Huzur bir yanıysa ,sıkıntı diğer yanı.Acı çizgisi varsa mutluluk çizgisi de var .Çünkü yaşıyoruz ve bu çizgiler yaşam ibaresi .Sürekli aynı duyguda yaşarsak zikzakta değil,girdaptayız demektir .
Oysa minicik yürekler çokca kırılıyor ne yazık ki bizim ülkemizde
Bir çocuğun kalbini yapamayacağı şeylerin hayal kırıklıklarıyla doldurmaya kimsenin hakkı yok.
Ne kadar şikâyet etsek de dünyanın daha kötüye gittiğini düşünmüyorum ben. Olsa olsa biz, beklediğimiz kişi- ya da Rabbimizin beklediği- olmaktan uzaklaşmışızdır. Ya da başkasına duyarsız, kendimize aşırı duyarlı olmuşuzdur o kadar.
Bir arkadaşımız evimizdeki fincan takımını beğenip istese, pek çoğumuz paylaşmak güzeldir dediğimiz halde vermeyiz. En sevdiğimiz kıyafetimizi çıkarıp paylaşmayız. Pek çoğumuz en sevdiğimiz kitabı bile ödünç vermekte zorlanırız. Ama konu çocuğa gelince misafir çocuğu ile en sevdiği oyuncağı paylaşmasını bekler ve ona PAYLAŞMAK GÜZELDİR deriz. Çocuk buna ne kadar inandı sizce ???
Birbirimizin hanımlığını, beyliğini, kız çocuğu latifliğini, erkek çocuğu asilliğini; rahatlığımız daha önemli diyerek öldürdük.
Biz daha çok tecrübe sahibi iken, çocuklardan daha çok şey bilirken, kendimize gösterdiğimiz toleransı onlara gösteremiyoruz.
bu gerçekten üzerinde saatlerce düşünülebilecek bir konu
İnsan en çok nereden yara alıyorsa, düzelmeye de oradan başlıyor. Acılarımız aynı zamanda bizim ilacımız.
Evler dağınıksa, burada yaşanmışlık var deriz sıklıkla. İnsanın dağınıklığı da böyledir. Çünkü yaşadık. Dağıldık, dağıtıldık.
bir çiçeği bile, ancak emek vererek canlı tutabiliyorken, neden kendi çocuklarımız söz konusu olduğunda herşey kolaylıkla olsun istiyoruz?
toplumumuzda ‘mutsuzllugumuzu’ sağlayacak ‘oteki’ olmadığı sürece kendimizi ‘sürekli mutsuz’ hissedeceğimiz bir edilgenlik algısı oluşmaya başladı. Ne yazık ki eşinin kendisini sürekli mutlu etmesi gerektiğine inanan bireylerin oluşturduğu ailelerin catirdamasi da bu yüzden çok da zor olmuyor
evler o kadar çok kadına ait ki ; herkes için sığınak olması gereken evlerimiz, erkekler ve çocuklar için yalnızca barınak haline geliyor. Eşyaların konması gereken yerleri kadın / anne belirliyor. Onun dediği oluyor, yapılmazsa kızıyor, söyleniyor ve en önemlisi her iş kendi istediği düzende yapılsın istiyor
daha çok yer gören, daha çok seminere katılan, daha çok kursa giden daha çok şey bilen, daha kalabalıklarda yaşayan, kendinden hızla kaçan ve bildikleri içlerindeki acıyı dindirmeyen insanlara dönüşüyoruz..
ismini söyler söylemez yanına gelmediği için çocuğuna kızan birine, * ezan okunurken hemen namaza duruyor musun? * diye sormuştum.
Cevabı * hayır * oldu tabii.
allahin davetinden daha mı kudretli sayıyoruz davetimizi???
o yüzden bir yazıyı, bir insanı, çocuğu, eşi, dostu, akrabayı, komşuyu anlamaya çalışırken önce kendimize dönüp sormaliyiz, *bugün ruh halim nasıl *diye. Zira ruh halimiz iyiyse herşey halledilebilir,kotuyse herşey manasızlasabilir.
geç gelen babanın yerine babalık yapmak, öğretmenin anlatamadığı yeri tamamlamak, her yaşa uygun ilgi göstermek, ev işleri yapmak, akrabalık ilişkilerini dengelemek, içine bir de suçluluk duygusu katılınca çok çekilmez olur bilirim!.
Aslında annelik, çocuğumuzla çocukluğumuzu el ele tutuşturup yürümek gibi bir şey.
Her birimiz aynada kaybolan yüzümüzü çocukluğumuzda arıyoruz.
Son dönemde sosyal medyada bizi ne kadar çok kişi takip ediyor üzerinden yapılan tüm konuşmalar bu varlığının görülme ihtiyacının karşılığı aslında.Gerçek dünyada varlığı görülmeyenler, sanal alemin görüneni olarak rahatlıyorlar.Psikolojik problemlerin kökeni de bu fark edilme duygusunun sonucu değil mi nihayetinde?
Kendi kişisel yolculuğumdan öğrendiğim o ki; insan en çok nereden yara alıyorsa, düzelmeye de oradan başlıyor. Acılarımız aynı zamanda ilacımız yani…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir