İçeriğe geç

Çocuk Eğitimi – Montessori Metodu Kitap Alıntıları – Maria Montessori

Maria Montessori kitaplarından Çocuk Eğitimi – Montessori Metodu kitap alıntıları sizlerle…

Çocuk Eğitimi – Montessori Metodu Kitap Alıntıları

Bebeğin ilk “yaramazlığı” ruhun ilk hastalığıdır.
Çevresindeki bir şey bebeğin içsel işleyişini engellediğinde bir duyarlı dönemin varlığı kendisini şiddetli tepkiler şeklinde gösterecektir. Bizlerse bu tepkilerin sebepsiz olduğuna inanıp bunları çocuğun yaramazlığına ve öfkesine veririz. Yaramazlık içsel bir sikıntının ve tatmin edilememiş bir ihtiyacın ifadesidir, bir gerginlik hâlidir. Çocuğun ruhu ihtiyaç duyduğu şey için feryat etmekte, kendisini savunmaya çalışmaktadır.
Çevre engelleri asgari düzeye indirilerek gelişim sürecindeki canlının gelişimi kolaylaștırılmalı ve çocuğun enerjisinin kendiliğinden ortaya koyduğu etkinlikler için
gerekli imkanlar oluşturulmalıdır. Yetişkinin kendisi de çocuğun
çevresinin bir parçası olduğuna göre; çocuğun önünde bir engel
olmamak, büyüme ve gelişim için olmazsa olmaz olan etkinliklerde çocuğun yerini almamak için, yetişkin kendisini çocuğun
ihtiyaçlarına göre uyarlamalıdır.
Çocuğun kendini gerçekleştirmesi sevgi sayesinde olur.
Çocuğa verilen faydasız desteğin bütün baskıların kökeni ve dolayısıyla yetişkin bireyin çocuğa verebileceği en tehlikeli zarar olduğunu kim düşünebilirdi ki?
Çocuğun psikolojik gelişimine yardımcı olmanın birinci yolu, hem yatağını hem de onu gereğinden fazla uyumaya zorlama alışkanlığını değiştirmektir. Çocuk, uykusu geldiğinde uyuyabilmeli, yeterince uyuduğunda uyanabilmeli ve istediği zaman yatağından kalkabilmelidir.
Sadece bir gece bir dağın tepesine çıkmayı, oraya uzanıp yıldızlara bakmayı çok isterim
Yeni doğmuş çocuğa davranışımız, merhametten çok yaratılışın bu mucizesine karşı duyduğumuz saygıyla belirlenmelidir.
Bir toplumun işleyebileceği en büyük günah, çocukların yararına kullanabileceği gücünü, varlığını onların zararına kullanmasıdır.
Bir insan bir yerden kaçıyorsa, o yerde dilediğini, ihtiyacını bulamadığındandır; kaçtığı çevrede bir değişme yer alırsa oraya yeniden dönebilir.
İnsanoğlu, kendine uygun olmayan bir çevrede de büyüyüp yetişebiliyor. Hakkı olan cennetin dışında tüketiyor ömrünü.
Bir toplumun işleyebileceği en büyük günah, çocukların yararına kullanabileceği gücünü, varlığını onların zararına kullanmasıdır. Toplum, kendisine emanet edilen çocuğun birikmiş mirasını har vurup, harman sa-vurmuş bir vasi gibidir
İnsanlığı kalkındıracak olan enerji, çocuklarımızın içinde uyur-yatar olan enerjidir
Çocuklar, doğanın ilkelerine göre yetişmedikleri için sapmalara uğradıkları sürece, insanların normalleşmesini beklemek boştur
İnsan yapıcıdır anladık, ama nerde gördünüz, söyleyin, yavrusu için uygun bir yuva yaptığını?
Ama ne yaparsınız ki, insan, o mimar, o kalfa, o üretici, o çevresini dilediğince biçimlendiren usta, kendi yavrusuna böcekler kadar bile yar olamamaktadır
Tek bir sözcükle, bütün doğa şiirle doludur
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
dinlenmenin, istirahatin çocuğun büyümesine daha yararlı olduğunu sanarak sözümona
iyi niyetle çalışmasını kösteklemektedirler. Yetişkinin bütün aklı, çabadan ve zamandan tasarrufa yöneliktir
Bir başka sapma da sevgiyi ezip yerine nefreti geçiren sahip olma tutkusudur. Bu sapma, örgütlenmiş bir çevreye musallat olduğunda sade bireyi değil, toplu çalışmayı da zedeler
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Çocuğa yöneltilen dikkatin çoğu, onu tehlikelerden korumaya yöneliktir. Bu da yaşamının büsbütün kısıtlanmasına yol açar. Dünya içinde çaresiz ve esir bir sürgün gibidir
Ama şimdi gözlerimizin önünde günahsız çocuklar doğal gelişimleri bakımından yüzyıllardır işlenen yanılgıların sonuçlarını ömürleri boyunca çekmeye mahkûm edilmektedir
Suyun içmeye elverişli olup olmadığını anlamak için, sade bir damlacığını inceleriz. Baktık ki bozuk, geri kalanın da zararlı olduğu sonucuna varırız. Aynı şekilde, bir sürü insanın kendi yanılgıları yüzünden mahvolduğunu görünce, bundan bütün insan türünün birtakım temel yanılgılara düştüğü sonucunu çıkarabiliriz
İnsanın bedensel ve ruhsal yaşamları birbirine yakından bağlı olduğuna göre, hastalıkların daima psikolojik bir yanı vardır
Yapılamayacak şey yoktur, yaşam baştanbaşa coşkunluktur. Her çaba, gücünün biraz daha artmasını sağlar.
.. insan, elle yapılmış bir nesneye benzer. Biri öbüründen farklıdır. Her insanın kendine özgü yaratıcı bir ruhu vardır, aşağı yukarı bir sanat yapıtına benzeyişi de bundandır.
Bir çocuğu etkileyen her şey, insanlığı da etkiler; çünkü insanın eğitimi ruhunun en gizli, en yumuşak derinliklerinde gerçekleşir.
En ciddi sakatlıklardan biri de yalan söylemedir. Aldatmaca, ruhu peçeleyen bir çeşit giysidir. Takım takım elbiseyle dolu bir gardıroba da benzetilebilir, çünkü bir değil bir alay tebdili vardır
Yetişkinler, çocuğun cahilliğinden yararlanıp onu ne idüğü belirsiz şeylerle korkutarak yumuşakbaşlı kılmaya heves ederler. Bu bir çocuğa karşı kullanılacak taktiklerin en kötüsüdür, çünkü, çocukta zaten doğal
olan karanlık korkusunu, ürkütücü imgelerle doldurarak büsbütün ağırlaştırmaktadır
Biz öğretmenler, kendimizi başkalarının gözüyle görmeye alışmalıyız.Bu da, öğretmenin her çeşit çileye hazır olması demektir. Çocuğun hatalarını düzeltmek ile uğraşacağım derken, kendi kusurlarını, kendi eğilimlerini incelemeyi bir yana bırakmak kadar büyük hata olmaz
Bir öğretmenden beklenen ilk yetenek, görevine yatkın olmasıdır. Çocuğu gözlemleme yöntemimiz, son derece önemlidir. Eğitimi sadece kuramsal yönüyle bilmek yeterli değildir..
Yapraklarını güneş ışınlarına açtıkça, güzelim kokular salan bir nilüfer çiçeği gibi yaşamları doğal olarak açılıp gelişiyordu. Önemli olan, çocukların gelişimlerinin önüne engel dikilmemiş oluşuydu. Saklayacak, korkacak, çekinecek hiçbir şey yoktu onlar için
Ruhların tomurcuklanıp çiçek açmasına elveren şeylerin neler olduğunu nasıl bilecektik?
Çocukların yardımı da olmasa, yetişkinler bu düzen içinde büsbütün yozlaşırlar. Yetişkin, kendini yenilemeyi unutmuş, yüreği sert bir kabuk bağlamış, vurdum duymazlaşmıştır. Onu uyaracak, uyandıracak yeni bir ses, yeni bir esinti, yeni bir haberci, yeni bir muştu lazımdır .
Sabahları, çocuk, anasını babasını uyandırmaya
gelmeye görsün, kıyamet kopar. Ama çocuğu uyanır uyanmaz onların yanına koşturan sevgiden başka nedir ki?
Yetişkinler, bedensel faaliyetin çocuk için önemini kavrayamadıkları için, çocuğun hiç de amaçsız olmayan hareketlerini baş belası sayar, dizginlemek için ellerinden geleni yaparlar
Çocuk sade eşyalar ister, çapraşık eşyalar gelişimine yardımcı değil, engel olur.
Yetişkinler, çocuğa kendinden büyüklere itaate zorunlu bir varlık, bebekken de yastık gibi taşınacak bir eşya gözüyle bakmaktan vazgeçmeli, çocuğun gelişiminde kendilerine ikinci derecede bir rol düştüğünü kavramalıdırlar. Yardım edebilmeleri için onları anlamaya çalışmalıdırlar.
Çocuğun yetişkinler çevresine uymayan hareketleri, elbet kısıtlanacaktır. Bunu yaparken de yetişkin, savunucu davranışından kendisi de habersiz olduğundan, çocuğun iyiliği için, ona sevgisinden böyle davrandığına inanacaktır.
Yetişkinler, açık konuşalım, miskinliklerinden en kolay çareye sarılırlar, yatırırlar yatağa çocuğu Çocuğun uyuması gerektiğine kim itiraz edebilir ki? Ama şu yerinde duramayan cıvıl cıvıl yavrucak, belli ki, doğuştan uykucu değil. Elbet uykuya ihtiyacı var, yeterince uyuması gerek, ama gerekli olanla zorla yapılanı birbirinden ayırt etmeliyiz değil mi?
Bırakmalı çocuğu yorulduğu zaman uyusun, dinlendiğinde de kalksın.
Birçok ana baba vardır çocuklarının erken yatmasından övünür durur Çocuğun yatağı bile eziyet kaynağı olabilir. Yetişkinlerin o geniş ferah yataklarını düşünün, bir de o çocukların yatırıldığı kafes gibi nesneleri gözünüzün önüne getirin! Yere düşmesinmiş! Yataktan çıkıp onu bunu kırmasınmış! Üstüne üstlük gün ışığıyla uyanmasın diye odası da karartılır. Çocuk değil, kanarya sanki!
Genellikle yoksul çocukları, varlıklıların çocuklarından daha az sinirlidir. Bunun bir nedeni de zengin çocuklarının başının belası uykudur belki. Bir seferinde yedi yaşında bir kızcağız kendisini hep gün batmadan yatırdıkları için ömründe yıldızları görmediğinden yakınmıştı bana.
Zengin evlerinde iki, üç ya da dört yaşında çocuklar gerektiğinden çok uyumaya zorlanır. Yoksul ailelerde olmaz bu. Bütün gün sokakta oynarlar, anaları da ille yatın diye zorlamaz onları, çünkü rahatsız etmezler analarını.
Her çocukça tepkinin huysuzluk olduğunu söylemek kolay, ama huysuzluk öyle sanıldığı kadar basit bir şey değil ki. Huysuzluk her şeyden önce çözümlenmesi gereken bir sorundur. Kimi zaman çözümünü bulmak kolay olmayabilir, ama çözümü aramak bile kendi başına ilginç bir uğraş. Eğer yetişkin bu huysuzluk dediğimiz esrarın cevabını bulabilirse çocuğa karşı davranışı değişmeye başlayacak, ona karşı yeni bir sorumluluk duygusuyla donanacaktır. Düşüncesiz bir hükümdar ya da bir kadı olmaktan çıkıp öğrenciliği benimseyecektir.
Güçlü kişi, telkinle güçsüze istemini kabul ettirebilir.
Çocuğun ruhsal kişiliği, bizimkinden alabildiğine farklıdır. Hem de bu bir nicelik değil, nitelik farkıdır. En ufak ayrıntıları toparlayan çocuk, bizleri hor görürse yeridir. Çünkü bizim hiç durmadan yaptığımız zihinsel birleşimlerden habersizdir. Bu yüzden de bizlere beceriksiz, sakar, savruk, baktığı şeyi iyi göremeyen kişiler gözüyle bakmakta olmalıdır. Çocuğun açısından bizler hiç de dakik kişiler değiliz. Ayrıntılarla ilgilenmediğimiz için bizi kaygısız, az buçuk budala belliyor olmalı. Düşündüğünü dile getirebilseydi, eminim, bize güveni olmadığını söylerdi.
Yetişkinler için çocuğun zihni, anlaşılmaz bir bilmecedir. Onu böyle bir türlü anlayamayışları ise, içindeki ruhsal enerjileriyle değil, sırf dış belirtileriyle değerlendirmeye kalkmaları yüzündendir. Çocuğun hareketlerinin gerisinde doğru işleyen bir zekânın varlığını kavramalıyız. Hiçbir şeyi nedensiz, amaçsız yapmaz.
Bugün kendimizi dünyaya uydurabiliyorsak, çocukluğumuzdaki emeklerimiz sayesindedir. Bugün zenginsek, çocukluğumuzun mirasına konduğumuz için; o hiç yoktan başlayıp geleceğimizin temellerini atan küçücük varlığa borçluyuz her şeyimizi. Bir hiçten girişip işe, gelecek yaşamınızın temellerini atar, ilk ilkelerini saptarken, çocuk o el kadar bedeninden umulmadık nice çabalar gösteriyor. Yaşamın kaynağına o kadar yakın ki, sırf eylem uğruna eyleme girişiyor. Bizim ne bildiğimiz, ne de hatırladığımız yaratıcılığın yolu da budur.
Yetişkinler dediklerimiz de ana, baba, öğretmen olduklarına göre, yetişkinlerin tümü, dolayısıyla çocuğun mutluluğundan sorumlu olan bütün toplum, suçlu sandalyesine oturtulmaktadır. Bu şaşırtıcı suçlamada bir kıyamet alameti niteliği vardır. Adeta mahkeme-i küb-rada yükselecek olan şu ses kadar korkunç ve esrarlı: Size emanet ettiğim çocuklara ne yaptınız?
Zekâ hiç yoktan oluşmaz, zekâ, çocuğun duyarlılık dönemlerinde attığı temeller üzerinde kurulur.
Çocuğa yardım etmek isteyenlerimizin ince gözlemlere, gösterişli yorumlara ihtiyacı yoktur. Yeter ki çocuğa yardım etmeyi gerçekten istesin ve sağduyuyla donatılmış olsunlar.
Tarih öncesi insanlar, iskelet kalıntılarından anladığımıza göre, ameliyatı biliyorlardı. Mısırlılarla Yunanlıların tıp bilimini kurup geliştirmelerine karşılık, iç organların işleyişiyle ilgili bilgilerimiz hep yenidir.

Kan dolaşımının keşfi, on yedinci yüzyıldadır ancak. İnsan vücudunun ilk teşrihi 1700’de yer almıştır. Patolojiyle ilgileniş, hastalıklara duyulan merak, dolaylı da olsa, sonunda yavaş yavaş fizyolojinin sırlarına, normal işlevlerin keşfine ve anlaşılmasına yol açtı.

Doğa kendini açığa vurmadan, davul çalmadan çalışır. Çeşitli güçlerin bu uyum içindeki dengesine de biz, sağlık ya da normal hal deriz. Bir hastalığın en küçük ayrıntılarını bile gözden kaçırmayız, ama sağlığın harikalarını boş veririz.
Çocuğun kişiliğinin oluşması, hiç göze çarpmayan bir çile dönemidir. Hiçbir canlı yaratık, yeteneklerini harekete geçirmek ve düzene sokmak için kendi istemini zorlayan çocuğun o yüreğinden bir parça koparcasına duyduğu coşkunluğu duyamaz herhalde.
Saygıların en büyüğünü çocuğa borçluyuz.
Ezelden beri insanlar, doğal yasalara müdahaleleri yüzünden, çocuklar için çizilmiş tanrısal planı bozmuşlar, doğanın insanoğlu için öngördüğü gelişmeyi baltalamışlardır. İnsanoğlunun bugün karşılaştığı başlıca sorunlardan biri, şu gerçeği anlamakta gösterdiği acizdir: Çocuk, açığa vuramasa da aktif bir ruhsal yaşamı vardır ve bu iç yaşamı uzun bir sürede ve gizlice bütünleyecektir.
Dişi domuzların yavrularını yediği bile olur. Oysa yaban domuzları, memelilerin en şefkatli olanlarındandır. Dişi aslanlar da hayvanat bahçelerinde kafeslerine kapatıldıkları zaman yavrularını yerler. Bundan da anlaşılıyor ki, doğanın koruyucu içgüdüleri ancak yapay zorlamalara uğramadıkları zamanlarda doğru dürüst işleyebilmektedir.
Bence, insanlar, ancak çocukları anlamaya başladıktan sonra onlara daha iyi bakmanın yolunu bulacaklar. Yeni doğmuş çocuğu zarar vermekten ve zarar görmekten korumak yetmez. Aynı zamanda çevresindeki dünya ile ruhsal bir uyum sağlayabilmesi için de tedbirler alınmalıdır.
Her tür, dünyanın genel ekonomisine katkıda bulunmasına elverişli, kendine özgü bünye karekteristiklerini taşır. Bir hayvanın evrendeki yeri önceden bellidir. Şu, karıncadır, ömrü boyunca çalışıp didinecektir. Şu da ağustos böceğidir, kendi başına ötüp duracaktır.
Embriyonun büyümesi yaratılışın bir mucizesidir. Gizlice ve yalnız başına yer aldığı içinde büsbütün hayranlık vericidir. Hücreler bu geniş kapsamlı değişimler boyunca hiçbir yanılgıya düşmezler. Kimi sinir, kimi kıkırdak, kimi deri haline gelir. Hepsinin göreceği ayrı işlevler vardır. Ama yaradılışın bu mucizesi özenle gizlenmiştir. Doğa, içine hiçbir şeyin işleyemediği sargılarla embriyonu kundaklamıştır. Ve embriyon ancak dünyaya yeni bir yaratık getireceği sıra ve tam zamanında bu sargıları kendiliğinden atar.
Bütün memelilerin, dolayısıyla insanoğlunun embriyonunda ilk görülen organlardan biri, giderek kalbi oluşturan bir kabarcıktır. Bu kabarcık, anasının kalbinden iki kat hızlı ve belirli bir ritmle çarpar. Oluşmakta olan canlı dokulara ikmal sağlar ve bıkıp usanmadan çarpmaya devam eder.
Doğumdan hemen sonra çocuk giydirilir. Eskiden sıkı sıkı kundaklanırdı. Anasının dölyatağında kıvrılıp yatmış olan bu nazlı vücut, döşeğe, alçıya konulmuş gibi
hareketsiz, öylece bırakılırdı. Oysa yeni doğmuş bebek için giyim gereksizdir, doğumdan sonraki ilk ay öyle gitmelidir.
Yaşamın hiçbir döneminde insan, doğum sırasındaki kadar çetin ve amansız bir mücadele vermez.
Giysi kendi başına ısı vermez, vücutta varolan ısıyı korumaya yarar. Bunu, hayvanların yeni doğmuş yavrularına gösterdikleri özenden de anlayabilirsiniz. Yavruların çoğu tüylerle kaplı olduğu halde, anaları üzerlerine kapanır, onları kendi vücutlarıyla ısıtır.
Çocuğun yetişkinin yolundan sapması, yetişkinin hemen müdahale edip düzeltmesi gerektiği sanılan bir bela, bir illet, bir kötülüktür. Böyle hareket eden bir yetişkin, istediği kadar çocuğa karşı sevgi, şevk ve esirgemezlik ruhuyla dolu olduğunu sansın, çocuğun öz kişiliğinin GELİŞİMİNİ bilinçsizce baskılamaktadır.
Yetişkin kendini çocuğun yaratıcısı bilir ve onun hareketlerini kendisinin çocukla olan ilişkileri açısından iyi ya da kötü diye yargılar. Yetişkin kendini çocuktaki iyi ve kötü ölçüsü, kıstası sanır. Kendini yanılmaz, çocuğa örnek, model olabilecek tek varlık olarak görür.
Bizler gizli hazineyi aramak için yabancı ülkelere gidip dağları altüst edenler gibi fedakârlık ve coşkunlukla davranmalıyız. Çocuk ruhunun derinliklerinde yatan bilinmeyen etkeni aramaya kararlı yetişkin işte böyle yola çıkmalıdır.
Toplum, yetişkinlere bütün bütüne farklı bir
rol tanımaktadır. Onlara çocuğun eğitimi ve geliştirilmesi görevini gönül rahatlığıyla emanet etmiştir. Ama artık, insan ruhu derinliklerine dek iskandil edildikten sonra, öteden beri insanlığın koruyucusu ve velinimeti sayılagelmiş olanlara karşı bir suçlama yönelmektedir.

Yetişkinler dediklerimiz de ana, baba, öğretmen olduklarına göre, yetişkinlerin tümü, dolayısıyla çocuğun mutluluğundan sorumlu olan bütün toplum, suçlu sandalyesine oturtulmaktadır. Bu şaşırtıcı suçlamada bir kıyamet alameti niteliği vardır. Adeta mahkeme-i küb-rada yükselecek olan şu ses kadar korkunç ve esrarlı: Size emanet ettiğim çocuklara ne yaptınız?

İster bedensel, ister zihinsel olsun, bir hastalığın tedavisinde insanın çocukluğunda olup bitenlerin hesaba katılması gerektiği artık herkesçe bilinmekte. Kökü çocukluğa dayanan bu hastalıklar, genel olarak tedavisi güç ve ağır hastalıklardır. Bunun nedeni de yetişkinin yaşam örgüsünün ilk yıllarında dokunmuş olmasıdır.
Bizler artık kapanmakta olan bir çağın son hayatta kalanlarıyız.
Bir çocuğu etkileyen her şey, insanlığı da etkiler; çünkü insanın eğitimi ruhunun en gizli, en yumuşak derinliklerinde gerçekleşir.
Yetişkinin gerek ruhsal, gerekse fiziksel sağlığı nasıl bir çocukluk geçirdiği ile yakından ilgilidir. Bizim yanlışlarımız çocuklarımızı etkiler, onlar üzerinde silinmez damgalar bırakır. Biz öleceğiz evet, ama yanlışlarımızın cezasını çocuklarımız çekecek.
İnsanoğlu kendisi için yasalar koymuştur, ama öz evlatları için böyle bir gerek duymamış, onları yasa dışı bırakmıştır. Çocuklar, ana babalarının diktatörce heves ve içgüdülerinin insafına bırakılmışlardır. Oysa çocuklar dünyaya geldiklerinde geçmiş kuşakların yanlışlarını düzeltebilecek bir güç, dünyayı değiştirebilecek yeni bir soluk getirirler beraberlerinde.
Çocuğa yapabileceğimiz en büyük yardım, onun için ihtiyaçlarına uygun bir yatak sağlayıp, gerektiğinden fazla uyutma belasından kurtarmaktır. Bırakmalı çocuğu yorulduğu zaman uyusun, dinlendiğinde de kalksın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir