İçeriğe geç

Çileci Kitap Alıntıları – Nikos Kazancakis

Nikos Kazancakis kitaplarından Çileci kitap alıntıları sizlerle…

Çileci Kitap Alıntıları

İlkesizliğe [anarkhia] düzen koyuyorum, bir yüz veriyorum, kendi yüzümü, kaosa.
Ama ben, Us, sabırla, erkekçe, baş dönmesinin içinde ayık, yokuşa vuruyorum. Tökezleyip yerle bir olmamak için imi baş dönmesinin yukarısına durağanlıyor, köprüleri savuruyor, yolları açıyor, dipsiz kuyuyu yapılandırıyorum.
Her şey akmakta yanımda yöremde bir nehir gibi, raks etmekte ve dönmekte, yüzler sular gibi aşağı dökülmekte, kaos inlemektedir.
Yeraltı hücrelerimin içinde, beş dokumacılarım çalışmakta, örmekte ve sökmekteler uzamı ve zamanı, üzüntüyü ve sevinci, tini ve özdeği.
Usum haykırır: Yalnız ben varım!
Yıldızlar parlar beynimin içinde, düşünceler, insanlar ve de hayvanlar otlar kısasüreli kafamda, türküler ve ağıtlar kulaklarımın sarmal salyangozlarını doldururlar ve fırtınalar koparırlar bir an için havada; aklım kapanır ve her şey, yer, gök yok olur.
Güneş kafatasımın içerisinde yükselmekte ve alçalmaktadır. Şakaklarımın birinde doğar güneş; ötekisinde batar güneş.
Yatışma ve arılıkla bakmaktayım acuna ve diyorum ki: Gördüğüm, işittiğim, tattığım, kokladığım ve dokunduğum her şey usumun yaratımlarıdır.
Ödevimiz ise bu iki kocaman ilkesiz ve yok edilemez dürtüyü kapsayan ve ahenklendiren görüyü kavramak ve bu görüyle düşünmemizi ve eylemimizi dizeme sokmaktır.
Yoksa, nereden fırlatmaktadır bizi doğmamış olandan doğmuşa ve bizi bitkileri, hayvanları, insanları- çekişmede nereden yüreklendiriyor insanüstü güç? Her iki karşıt yönlü akım da kutsaldır.
Kapkaranlık dipsiz bir kuyudan gelmekte, kapkaranlık dipsiz bir kuyuda sona ermekte; aradaki aydınlık uzaklığa ise Yaşam demekteyiz.
En büyük erdem özgür olman değil; özgürlük için savaşmakta olmandır
Bir tohumdur bütün yeryüzü aklımın çevresine ekilmiş
En büyük suç doyuma ulaşıp da mutlu olmaktır.
Evet, Yeryüzünün amacı yaşam değildir. İnsan değildir. Bunlar olmadan yaşandı, yaşayacak da bunlar olmadan. Bunlar gündelik kıvılcımlarıdır zorba döngülerin.
Bir gerekçe bulmayı istiyorum yaşamak için,
Yakışıksızlığın, haksızlığın ve de ölümün bu görüntüsüne katlanmamı haklı çıkaracak.
Ne diye yitip gidiyoruz olanaksız olanın ardına düşerek? Beş duyunun kutsal kuşatması içerisinde insanın sınırlarını tanımaktır ödevimiz.
Yaşamın amacı ölümdür.
Şimdi anlıyorum artık toplumdan uzak yaşayan ermişleri
Ne demektir mutluluk? Bütün mutsuzlukları yaşa­mandır. Ne demektir aydınlık? Bulanmamış gözle bütün karanlıklara bakmandır.
Bir anlık zavallı bir gövde değilsin; akıp geçen bal­çık maskenin ardında bin yıllık bir yüz pusuya yatmış. Tutkuların ve düşüncelerin daha eski yüreğinden ve aklından.
Evet, amacı Yeryüzü’nün yaşam değildir, insan değildir. Bun­lar olmadan yaşadı, yaşayacak da bunlar olmadan. Bunlar gündelik kıvılcımlarıdır zorba döngülerin.
Bir çocuk görüp kalbi yumuşamayan birden
Utansın gözünde yaş belirmeyen..
İnsanın yüreğine inanmaktayım, topraktan harman yerine
Çilenin en yüce aşamasının adı: Susku.
Yangın ilk ve en son yapay yüzüdür Tanrı’mın.
Düzen koy, aklının düzenini; acunun akış içindeki ilkesizliğine.
Usumuzun yardımı ile özdeği bizimle gelmeye zorlamaktayız.
Yoldan çıkarmaktayız yokuş aşağı inen güçleri, akımı değiştirmekte, köleliğin özünü dönüştürmekteyiz özgürlüğe.
Ola ki kadın isen, sev.
Katılıkla seçesin, bütün erkeklerin arasından, çocuklarının babasını.
Sev bedenini; bu yeryüzünde yalnızca onunla güreştutabilirsin ve yalnız onunla tinleştirebilirsin özdeği.

Sev özdeği; Tanrı onun üzerine tutunmuş ve savaşmaktadır. Sen de savaş onunla birlikte.

Ölesin her gün. Doğasın her gün. Her gün neye iyeysen olumsuzlayasın. En yüce erdem özgür olman değil; özgürlük için savaşmakta olmandır.

Her bir kişi onu kurtuluşa taşıyacak olan kendi özel yoluna iyedir – birisi erdeme, bir başkası kötülüğe.
Çağımız bir dengeleniş anı değildir, soyluluğun, uzlaşmanın, barışın ve sevginin birer doğurgan erdem olabileceği.
Değişti hava, artık ağır bir ilkyazdır solumakta olduğumuz, tohumlarla doludur. Bağırışlar yükselmekte her yandan. Kim o haykıran?
Biz haykırıyoruz, biz insanlar diri olanlar, ölü olanlar ve de doğmamış olanlar.
Ama kaplar kaplamaz korku bizi, keseriz sesimizi.
İner insanların üzerine, nasıl severse öyle. Raks gibi, kösnü gibi, açlık gibi, din gibi, kıyım gibi. Sormaz bize.
Yaşam ordusal bir görevdir, Tanrı’nın hizmetinde. Kutsal Sin’in değil, özdeğin içine ve de ruhumuzun içerisine gömülmüş olan Tanrı’yı özgürleştirmek için, isteyerek ya da istemeyerek, haçlılar gibi devinime geçtik.
Yolalmamaktayız kaosun birinden bir öteki kaosa. Ne de bir ışıktan bir öteki ışığa ya da bir karanlıktan bir öteki karanlığa. O zaman ne değeri olacaktı ki şol yaşamımızın? Ne değeri olacaktı ki bütünüyle yaşamın?
Yüreğimiz taştı yeni tedirginliklerle, yepyeni parıltı ve suskunlukla. Yabanıllaştı gizem, kalabalıklaştı Tanrı. Yukarı çıkmakta karanlık güçler, onlar da kalabalıklaşmakta, salınmakta insansal adanın bütünü.
Eylem en geniş kapısıdır arınmanın. Yalnızca bu karşılık verebilir yüreğinin sorgulamalarında.
Usunun çok dolambaçlı dolaşıklıklarında, budur en kestirme yolu bulan. Bulan da değil; yaratandır yolu, sağak solak keserek mantığın ve özdeğin direncini.
Ben de varım, yaşayan her şey gibi, evrensel burgacın özeğindeyim.
Bir tohumdur bütün yeryüzü aklımın çevresine ekilmiş.
Her ne ki sayımsız yıllardır özdeğin karanlık dölyatağının içerisinde savaşmakta açılmak ve ürün vermek için; kafamın içerisinde suskun ufak bir yalabık çakmakta.
Tanrı’nın bütün dürtülerinden insanın kavrayabileceği dürtü hangisidir? Yalnızca budur:
Yeryüzünün üzerindeki kırmızı bir çizginin ayırdına varmaktayız, kıpkırmızı kanlanmış bir çizginin, özdekten bitkilere, bitkilerden hayvanlara, hayvanlardan insana doğru çekişmeyle yokuş yukarı çıkan.
Yokedilemez insanöncesi bu dizem Görünmez Olan’ın bu yeryüzü üzerindeki görünür tek yaya yolculuğudur. Bitkiler, hayvanlar, insanlar üstlerine basıp yükselmek için Tanrı’nın yarattığı basamaklardır.
Ağlamaktasın, tutunmuşsun üzerime, kanımla beslenmekte, erkekleşmekte ve yüreğime basmaktasın tekmeyi. Göğüs kafesimin üzerinde tutmaktayım seni, senden korkmakta ve bağrıma basmaktayım seni.
Çığlığın bedenimizden geçtiği bu korkunç anlarda insanönsel acımasız bir gücün bizi iteklediğini duyumsarız. Uğultulu bir sel arkamızda kanla, gözyaşıyla, terle, sevinç, haz ve ölüm haykırışlarıyla dolu.
Kanın içerisinde sıçrayan ve atan değildir bu yürek. Büsbütün Yeryüzü’dür.
Anımsamakta, ayartmaktadır tutkularını. Yüreğimin içerisinde açmakta, sermekte belleğini, ele geçirmektedir zamanı.
Korkmaktayım! Karanlık yokuşun yok sonu.
İnsanın yapıtı varolmayanın okyanusunun içerisinden, yavaşça, korkunç bir çekişmeyle yükselmektedir bir ada gibi.
Ne demektir mutluluk? Bütün mutsuzlukları yaşamandır. Ne demektir aydınlık? Bulanmamış gözle bütün karanlıklara bakmandır.
Nereye doğru devineceksin? Yaşamı ve de ölümü, erdemi ve de korkuyu nasıl karşılayacaksın?
Ölme sakın, ölmememiz için diye içinde haykırmakta ölmüşlerin.
Sorumluluğu sevesin. Ve diyesin ki: Ben, birbaşıma ben, yeryüzünü kurtarma ödeviyle yükümlüyüm. Ola ki kurtulmazsa, suçlusu benim.
Işık değilim, geceyim; ama bir yalaz ki yuvalanmış içorganlarımın arasına, yemekte beni.
Ben ışığın yediği geceyim.
lyi değilim, katkısız değilim, sessiz değilim. Dayanılmazdır mutluluğum ve de mutsuzluğum, dile dökülemez sesler ve karanlıkla doluyum..
İmdiye dek yüreğim akmaktaydı, Evren’le inmekte ve çıkmaktaydı. Ama Çığlık’ı işitmeme değindi, bağrım ve Evren iki ordugâha ayrıldı.
Tehlikeye düşmüş birisi içimde, ellerini kaldırmış bana seslenmektedir: Beni kurtar! Birisi içimde yükselmekte, tökezlemekte ve seslenmekte: Yardım et!
Bu iki bengi yoldan hangisini seçeyim? Birdenbire seziyorum ki, tüm yaşamım bu karardan ötürü askıda; Evren’in tüm yaşamı askıda.
Bilmekteyim ki şimdi; hiçbir şey ummam, hiç bir şeyden korkmam, ustan ve yürekten kurtuldum, daha yukarı çıktım, özgürüm. Budur istediğim. Istemem başka hiçbir şeyi. Özgürlüktü arandığım.
bir beyin ve bir yürek yaratalım Yeryüzü’ ne, insanca bir anlam verelim insanüstü çekişmeye!
Bir gerekçe bulmayı istiyorum yaşamak için,
sayrılığın, yakışıksızlığın, haksızlığın ve de ölümün bu görüntüsüne katlanmamı haklı çıkartacak.
Gündelik, güçsüz bir yaratığım, çamurdan ve düşlemlerden yapılmış. Ama sezmekteyim ki Evren’in tüm güçleri içimde semah çekmekteler.
Ben tansıkçı fakirim devinimsiz, duyuların dörtyol ayrımına oturmuş, izlemekte olan doğsun ve yitsin diye acunu, izlemekte yığınları sallansınlar ve bağrışsınlar diye boşunalığın çok renkli yolağında.
Sezinlemekteyim ki bu çarpışan öz görüngülerin ardında yüreğimle kavuşmak için savaşmakta. Ama beden arada dikilmekte ve bizi ayırmaktadır. Us arada dikilmekte ve bizi ayırmaktadır.
Bir buyruk ki içimde: Kazsana! Nedir gördügün?

– Insanlar ve kuşlar, sular ve taşlar!

– Daha da kaz! Nedir gördügün?

– Düşünüler ve düşlemler, yalabıklar ve hort laklar.

– Daha da kaz! Nedir gördüğün?

– Hiçbir şey görmüyorum! Dilsiz gece, yoğun ölüm gibi. Ölüm olmalı.

– Daha da kaz!

-of! Delip geçemiyorum karanlık araduvarı.
Sesler işitiyorum ve ağlayışlar, kanat çırpmaları işitiyorum öte kıyıdan!

-Ağlama! Ağlama! Öte kıyıda değil! Sesler, ağlayışlar ve çırpınışlar kendi yüreğinde.

Ötesinde! Ötesinde! Ötesinde! Insanın ötesinde, onu kırbaçlayan ve çekişmeye iten görünmez kamçının arayışındayım.
Us bunu beceremeyecekse, sınırların ötesindeki kahramanca umutsuz çıkışa yeltenebilecegi bir iş değilse bu; becerirdi yüreğim.
Tek bir şey özlem duyduğum: Görüngülerin arkasında neyin saklandığını, beni doğuran ve öldüren gizemin ne olduğunu, evrenin görünür ve durdurulamaz akışının arkasında görünmez ve salınmaz bir varoluşun saklanıp saklanmadığını kavramak.
Benimsemiyorum sinirlari, görüngüler beni kapsamıyor, boğuluyorum!
a) Insan usu yalnızca görüngüleri kavrayabilir, özü hiçbir zaman;
b) bütün görüngüleri de değil, yalnız özdeğin görüngülerini;
c) üstelik daha da kıttır: bırak özdeği, ilinekler arası görüngülerin ötesini bile kavrayamaz;
d) bu ilinekler ise ne gerçek ne de insandan bağımsızdırlar, onlar da insanın doğurmalarıdır;
e) dahası tek insanca olanaklı olanlar da değil; yalnızca kılgısal ve ussal gereksinimler için en sıkıntısız olanlardır.
Yeraltı gözelerimin içinde, beş dokumacılarım çalışmakta, örmekte ve sökmekteler uzamı ve zamanı, üzüntüyü ve sevinci, tini ve özdeği.”
Yatışmışlık ve arılıkla bakmaktayım acuna ve diyorum ki: Gördüğüm, işittiğim, tattığım, kokladığım ve dokunduğum her şey usumun yaratımlarıdır.
Güneş kafatasımın içerisinde yükselmekte ve alçalmaktadır. Şakaklarımın birinde doğar güneş; ötekisinde batar güneş.
İlkin yaşam afallatır, yasaya aykırı gibi görünür, doğaya aykırı gibi, kapkaranlık bengi pınarlara gündelik tepki gibi; ama daha derinden duyumsarız ki: bu yaşam ilkesizdir. Evrenin yok edilemez istencini fora edişidir.
Sonlu, yaşayan bedenlerde bu iki akım güreşe durmaktadırlar: a) yokuş yukarı bir araya koyuma doğru, yaşama doğru, ölümsüzlüğe doğru;
b) yokuş aşağı bozunuma, özdeğe, ölüme doğru.
Doğar doğmaz geri dönüş de başlar, eşzamanlı olarak döngü de devinime geçer, her an ölmekteyizdir. Bu nedenledir ki, pek çok kişi buyurmuştur: Yaşamın amacı ölümdür.
Kapkaranlik dipsiz bir kuyudan gelmekte, kapkaranlık dipsiz bir kuyuda sona ermekte, aradaki aydınlık uzaklığa ise Yaşam demekteyiz.
Insan, gizemli ve dirimsel erklerin uzun, evrimsel ve yukarı doğru yürüyüşünün yalnızca bir dışavurumudur – ola ki yeryüzünün tarihindeki en ince evrimleşmiş olan, tinsel arınmaya en yetkin olandır; ancak kesinlikle yeryüzünün olanaklı en son ya da en iyi dışavurumu değildir.
Küçük bir çocukken kuyunun içine düşme tehlikesiyle karşı karşıya kaldım; büyüdüğümde ise bengilik sözcüğünün içine düşme tehlkesiyle ve daha pek çok sözcüğün: kösnü,’ ‘umut, yurt, tanrı. Her düşüşümde kurtuldum sanıp ilerledim. İlerlememişim; yalnızca sözcüğü değiştiriyor ve buna Kurtuluş diyormuşum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir