Sadri Ertem kitaplarından Çıkrıklar Durunca kitap alıntıları sizlerle…
Çıkrıklar Durunca Kitap Alıntıları
Ömrümüz bir okyanus gibi mesafelere yayılıyor ve sınır genişledikçe kendimizi tanıyamaz bir hale giriyoruz.
Hele kararsızlıktan kurtulmak ne büyük saadettir.
Bu kadar kötülük Allah’tan gelmez
Tanrı misafirinin kalbini kırmak, âşıkı dilhun etmek (üzmek) bin sene eşkıyalıktan daha fenadır
Ruhunun kapısını döven seslerden kurtulmak ne mümkün
Giden gelmez
Ümit ölmez
Aşık ağlar canan diye,
Garip ağlar vatan diye
Garip ağlar vatan diye
Sevdanın zorlusu, adamı ya bıçak altına yatırır ya da darağacına çıkarır.
Yaş,saç, sakal insanları pek az değiştiriyor tomson.
– Sen Allah’ı bilir misin?
– Tanımam ağam!
– Tanımam ağam!
Kitabı ilahide mezkûrdur ki, ehli bedavet köylüler, şehirlilerden ancak bir sene sonra cennete girebileceklerdir.
Hele kararsızlıktan kurtulmak ne büyük saadettir.
Meçhul bir mucizeye bel bağlamışlardı. Ne bekliyorlarsa meçhulden bekliyorlardı. Çünkü etrafta kendilerini kurtaracak bir şeycikleri yoktu.
Baba, zina edenleri, hırsızları, soyguncuları, orospuları, pezevenkleri bir tarafa; zayıfları, kimsesizleri bir tarafa koyup, iyileri kötülere dövdüren bir Allah’ı anlamıyorum.
Allah’ınız da Sıddıkzade’ye benziyor; astığı astık, kestiği kestik
Köylüler karanlıkta sendeleyen her insan gibi kendilerine biraz ümit verecek herkese derhal uyacak bir haldeydiler.
-Bir kadın evvela seviyorum der. Erkeğin kollarına yaslanır. tenini teninin ateşine bırakır, fakat sonra birden vazgeçer bir başkasını daha güzelini düşünebilir. Kim temin eder ki bu kadın da böyle değildir. Kadın erkekteki şüpheyi sezdi.
Sevgimizi, çocuğumuzu kaybetti iseniz, bilirsiniz. Yataktaki vücudun izleri, yastıktaki kırışıklıklar, yorgandaki yar kokusu sizi onlara dokunmaktan meneder, onları bozmaktan, onları düzeltmekten korkarsınız. Bir çalı, bir minder, bir avuç pamuk şilte ve yarım arşın yün örtüye sahip olmayanlar için ancak bir bahar mevsimi vardır, bir döşek hatırasını ancak o zaman canlandırır. Onun için ot mevsimi Hasan’ı yaktı, harap etti.
..Sıddıkzade kazanacak, kar edecek, bir çeşme yaptıracak. Ömrünün sonunda yapılan bir çeşme yüzünden, kıyamete kadar herkes onu rahmetle anacak . İnsan zengin oldu mu rastıklayıp, sürmeleyip Allah’ı bile koynuna alsa günahı kalmayacak.
-Baba.. Zina edenleri, hırsızları, soyguncuları, orospuları, pezevenkleri bir tarafa; zayıfları, kimsesizleri, bir tarafa koyup; iyileri kötülere dövdüren bir Allah anlamıyorum.
İnsanın soytarı olmadan, başkalarını güldürmeden, başkalarının hodbinlerini şahlandırmadan sevimli olması ne güç şeydir.
Devlet bir şahindir, bir kanadı ordu, bir kanadı işçidir. Kanadı kopuk şahin uçamaz, çöplükte sürünür
Sıddıkzade elinde biriken fabrika mallarından elli top elbiselik kumaşı halka hediye eder. Amacı çıkrıkları bu yolla işsiz bırakmaktır. Köylü ucuz fabrika kumaşına alıştırılınca mesele kalmayacaktır. Bu kez parayla alıp borçlanacak, borcunu ödeyemeyince de Sıddıkzade çıkrıklarını hacize koyacaktır.
Sermaye-emek karşıtlığı, Anadolu halkının bütün kalkışmalarında olduğu gibi dinsel bir çelişki olarak gösterilip Alevi-Sünni çatışmasına dönüştürülür. Çıkarlarını tehlikede görenler: Din elden gidiyor! diye seslerini yükseltirler.
Sevdanın zorlusu, adamı ya bıçak altına yatırır ya darağacına çıkarır.
Sıddıkzade, köylülerin ıstırabına lakayt kalmasaydı, eğer gözyaşlarına karşı gülüp geçmeseydi belki gene bu sonsuz felakete de boyun eğecekler, Sıddıkzade’nin bu işte hiç günahı olmayan iyi bir adam olduğuna hükmedeceklerdi. Halbuki artık Sıddıkzade fabrika eşyası satan bir tüccardı. Sıddıkzade’nin ticaretine yegane engel yerli yün ve tezgahta dokunan kumaşlardı. Onun için haciz yaptırdığı tiftikleri kavurma yapmayı düşünüyordu. Bu sebepten artık maskelenmeden ortaya çıkıyor, bütün arzularının, bütün emellerinin çıplaklığıyla galiz, urlu, yaralı bir beden gibi herkesi tiksindiriyordu.
Ya bizi öldürecekler, ya biz onları öldüreceğiz. Vaktiyle birleşip fabrika yapsaydık mallarına malla karşı koyardık, ama artık iş işten geçti; bıçak kemiğe dayandı, boğuşmak gerek. Başka çıkar yol varsa söyleyin.
Ben Şark’ta seyahate alışmıştım, bu defa açıktan açığa tüccar memuru olduğumu söylemedim ve kendimi tetkikatta bulunan ilahiyat mütehassısı diye takdim ettim. İlahiyat mütehassısı sözü ne güzel anahtarmış, bana başka dinde, fakat iyi kalpli, saf, samimi birçok meslektaşların kalbini açtı.
Bu dostlar müftü, imam denen sürü sürü adamlardı, bunların çok iyiliklerini gördüm. Nereye gitsem onları buldum, onlar koskocaman sakalları altında dünyayı bir mescit halinde görüyorlar, mescit nasıl Rabbil âleminin bir meskeni, bir evi ise onların ruhları da öyle derhal Tanrı misafirine açılıyor, ona ikram ediyorlar, dini mübahaseye başlıyorlar; onlar içleriyle, ruhlarıyla söylüyorlar, inandıklarını pervasızca anlatıyorlar ve hepsinde saf, basit kurunu vustaî bir misyoner aşkı var. Zannediyorlar ki bir ikram, bir hediye derhal bir adamı mescide ibadete sevk edecektir.
Bu dostlar müftü, imam denen sürü sürü adamlardı, bunların çok iyiliklerini gördüm. Nereye gitsem onları buldum, onlar koskocaman sakalları altında dünyayı bir mescit halinde görüyorlar, mescit nasıl Rabbil âleminin bir meskeni, bir evi ise onların ruhları da öyle derhal Tanrı misafirine açılıyor, ona ikram ediyorlar, dini mübahaseye başlıyorlar; onlar içleriyle, ruhlarıyla söylüyorlar, inandıklarını pervasızca anlatıyorlar ve hepsinde saf, basit kurunu vustaî bir misyoner aşkı var. Zannediyorlar ki bir ikram, bir hediye derhal bir adamı mescide ibadete sevk edecektir.
Vaktiyle birleşip fabrika yapsaydık mallarına, malla karşı koyardık ama artık iş işten geçti.
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
– Devlet bir şahindir, bir kanadı ordu, bir kanadı işçidir. Kanadı kopuk şahin uçamaz, çöplükte sürünür
– Namaz kılmıyormuş böyle ağa olur mu?
-Ağanız hakkınızı yiyor
Kenarından geçeyim yol sizin olsun!
Ağular içeyim bal sizin olsun!
Bir su ver içeyim göl sizin olsun
Ben kanlar giyeyim, al sizin olsun
Ağular içeyim bal sizin olsun!
Bir su ver içeyim göl sizin olsun
Ben kanlar giyeyim, al sizin olsun
Aşık ağlar canan diye
Garip ağlar vatan diye
Garip ağlar vatan diye
Hatice’yi türbeye götürdüler. Kadınlar Hatice’nin vücudunu açtılar. Baktılar, sırtında tekme yerleri vardı. Bu hale köyde kimi sustu, kimi yalnız:
Vah, kızcağız dedi, kimi:
Erkektir zengindir, efendidir, döğer de söğer de. Karının ne de pamuk gibi canı varmış! dedi.
Vah, kızcağız dedi, kimi:
Erkektir zengindir, efendidir, döğer de söğer de. Karının ne de pamuk gibi canı varmış! dedi.
Orada Rabbin sevgilileri hile ile kendilerine yiyecek buldulardı. Fakat bu iki insan, Rabbin o kadar sevdiği mahluklar olmayacaklar ki, kalplerine hileden, desiseden bir parça bile girmedi; kimseyi aldatamadılar, Rabbin sevgilileri gibi kendilerine Huda’ dan kalkanlar yapmadılar.
Mezesini gözlerim alsın! Zülfünden, gözlerinden, rengi ruyundan
– Hocam haram değil mi?
– Şaraba tuz koyunca helal olur. Ben üstüne koymuyorum da tuzluyu hemen arkasından yiyorum. Aynı şey, şekil farkı, ahkam zamanla tebeddül eder.
– Şaraba tuz koyunca helal olur. Ben üstüne koymuyorum da tuzluyu hemen arkasından yiyorum. Aynı şey, şekil farkı, ahkam zamanla tebeddül eder.
Vaktiyle birleşip fabrika yapsaydık mallarına, malla karşı koyardık ama artık iş işten geçti.