Halil Cibran kitaplarından Çıkılamayan Yolculukların Dönüşü kitap alıntıları sizlerle…
Çıkılamayan Yolculukların Dönüşü Kitap Alıntıları
Ve sanmayın yön verebilirsiniz sevginin akışına, çünkü sevgi, yolunu kendi çizer, sizi değer bulduğunda.
Bir tohum ek, toprak sana bir çiçek verecektir. Düşünü gökle donat, sana sevgilini gönderecektir.
İçinizden kim ruhunun seçtiği kişiyi bulmak için uzak denizlere açılmaz, çölleri aşmaz, dağların doruğuna tırmanmaz?
Yaşamın özüne ulaştığında, her şeyde güzellik bulursun, hatta güzelliği görmezden gelen gözlerde bile.
Kendini av gibi gösteren avcıya ne diyeyim?
Aranızda, özündeki sevme gücünün sınırsızlığını hissetmeyen var mıdır acaba? Yine de bu hudutsuzluğuyla aynı sevginin, bir sevgi düşüncesinden diğerine, bir sevgi davranışından bir başkasına, kendi varlığının tam orta yerinde sımsıkı ve hareket etmeden durduğunu kim hissetmez?
Siz kurallar koymayı çok seversiniz, ama kuralları bozmayı daha çok seversiniz. Tıpkı okyanus kıyısında sabırla kumdan kuleler yapan, sonra da kahkahalarla onları deviren çocuklar gibi. Ancak siz kumdan kulelerinizi yaratırken, okyanus kıyıya kum taşımaya devam eder. Ve siz onları yerle bir ederken, okyanus da sizinle birlikte güler. Gerçekten de okyanus, daima masum olanla beraber güler.
Nasıl huzur içinde ve üzülmeden gidebilirim?
Hayır, ruhum yara almadan bu şehri terketmeliyim.
Duvarlar arasında acı dolu geçen uzun günler, yalnızlık içinde uzun geceler; kim acıdan ve yalnızlıktan pişmanlık duymadan buradan kopabilir?
Bu caddelere ruhumdan o kadar çok parça saçtım ki, özlemimin o kadar çok çocuğu bu tepelerde çıplak dolaştı ki, sıkıntı ve ıstırap çekmeden onlardan kendimi ayıramam.
Bugün üstümden çıkardığım bir giysi değil, kendi ellerimle yırttığım derim, kabuğum. Geride bıraktığım bir düşünce değil, açlık ve susuzlukla tatlandırılmış bir gönül. Yine de daha fazla oyalanamam. Herşeyi kendine çeken deniz beni de çağırıyor; yola çıkmalıyım. Çünkü kalmak, saatler geceyle yanarken, donmak, kristalleşmek ve bir kalıba dökülmek demek. Buradaki herşeyi memnuniyetle yanıma alırdım, ama nasıl? Bir ses, dili ve ona kanat olan dudakları taşıyamaz. Boşluğu yalnız başına aramalı. Ve kartal, tek başına, yuvasını taşımadan Güneş’e uçmalı
Kardeşlerim, her kim olursanız olun, ister kilisenizde tapının, ister tapınağınızda diz çökün, ister caminizde dua ediyor olun, sizi seviyorum. Siz ve ben bir inancın çocuklarıyız. Çünkü dinin değişik yolları hepimize uzanmış O yüce varlığın sevgili parmaklarıdır.
Ve deliliğimde hem özgürlüğü hem güvenliği buldum; yalnızlığın özgürlüğü ve anlaşılmazlığın güvenliğini, bizi anlayanlar bizden bir şeyleri tutsak ederler çünkü.
Sözler zamansızdır. Onları zamansızlıklarını bilerek söylemeli ya da yazmalısın.
Şiir, üzerinde yorum yapılabilir bir görüş değildir. Kanayan bir yaradan yahut gülümseyen dudaklardan yükselen bir şarkıdır o.
Eğer çirkinlik diye bir şey varsa, o da, gözlerimizdeki önyargılı ölçekler ve kulaklarımızı tıkayan balmumunun ta kendisidir.
Sonsuzluğu istiyorum. Çünkü yazılmamış şiirlerim ve çizilmemiş resimlerimle buluşacağım orada.
Unutulmuş bir gerçek ölebilir. Ama cenaze masrafları ve kabrinin inşası için yedi bin gerçeği vasiyet olarak bırakır.
Kendimi senin bildiklerinle doldurmuş olsaydım, bilmediklerimi hangi odama yerleştirirdim.
Yanlışlarımızı doğrularımızdan daha büyük bir coşkuyla savunmamız ne gariptir!
Eğer aranızdan biri çıkar da ihanet etti diye bir zevceyi yargılanmak üzere ortaya getirirse, O kadının kocasının kalbi de teraziye konsun ve ruhu ölçeklerle ölçülsün. Suçluyu tokatlayacak olan kimse, suçun işlenmesine neden olan kimsenin de yüreğine baksın. Aranızdan biri çıkıp ta hak saydığı için kötü bir ağaca baltasını indirmeye kalkarsa, ilkin köklerine de bir gözatsın. Çünkü orada, toprağın sessiz yüreciği içinde, iyi ve kötü, bereketli ve bereketsiz köklerin bir arada sarmaş dolaş bulunduklarını görecektir.
Menekşenin iç çekişinden daha naziktir aşk,
Ve daha serttir şiddetli bir fırtınadan.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Sadece sevgi ve ölüm her şeyi değiştirir.
Eğer kış, baharı yüreğimde saklıyorum deseydi, ona kim inanırdı?
Bir elmanın yüreğinde gizlenen tohum görülmez bir elma bahçesidir. Ama bu tohum bir kayaya rastgelirse ondan hiçbir şey çıkmaz.
Akşam çökünce çiçek, taç yapraklarıyla sarar özlemini, koynuna alır, uyur.
Büyük adamın iki kalbi vardır;
Birisi acı çeker ve diğeri ümit eder.
Büyük adamın iki kalbi vardır:
Birisi acı çeker ve diğeri ümit eder.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Bir balık istediğin halde sana bir yılan verenlerin ellerinde yılandan başka verecek bir şeyleri olmayabilir. Bu durumda onların davranışları bir özveri ve cömertlik sayılır.
Sırtını güneşe çevirirsen gölgenden başka bir şey göremezsin. Onlara güneşi işaret ettim, onlar parmaklarıma baktılar.
Gerçekte biz kendi kendimizle konuşuruz;
ama ara sıra diğerleri de bizi işitebilsin
diye sesimizi yükseltiriz.
Sözlerimizin hepsi aklımızdaki ziyafetten dökülen kırıntılardan başka bir şey değildir.
Akıllı insanlar tarafından söylenen sözleri ezberleyin, yaşayın. Gündelik yaşamınızda uygulayın onları, fakat olur olmaz yerlerde ezbere okumayın. Yoksa sırtına kitap vurulmuş bir eşekten farkınız kalmaz.
Dost sizin sevgi ektiğiniz, şükran biçtiğiniz tarladır. Dost size kendi fikrini anlatınca içinizden gelen hayır veya evet’i esirgemeyiniz. Dost susunca, kalbiniz onun kalbini dinlemeye devam etsin.
Ve arkadaşlığın hoşluğunda, kahkahalar, paylaşılan hazlar olsun. Çünkü küçük şeylerin şebneminde, yürek sabahını bulur ve tazelenir.
Ve arkadaşınıza, kendinizi olduğunuz gibi sunun. Eğer dalgalarınızın cezrini bilecekse, meddini de bilmesine izin verin. Çünkü salt zaman öldürmek için bir arkadaş aramanızın anlamı olabilir mi? Onu, zamanı yaşatmak için arayın. Çünkü o gereksiniminizi karşılamak içindir,
boşluğunuzu doldurmak için değil.
Arkadaşınız sizinle içinden geldiği gibi konuştuğunda, ne ‘hayır’ demek zor gelir, ne de ‘evet’ demekten çekinirsiniz. Ve o sessiz kaldığında, kalbiniz onun kalbini dinlemek için sessizleşir. Çünkü arkadaşlıkta, kelimeler susunca, tüm düşünceler, tüm arzular ve beklentiler, gürültüsüz bir sevinç içinde doğar ve paylaşılırlar.
Anne kalbinin sessizliğinde saklı duran şarkılar, çocuğunun dudaklarında yankılanır.
Çocuklarınız, sizin çocuklarınız değildir. Onlar, Hayat’ın kendine olan özleminin oğulları ve kızlarıdır. Onlar sizin aracılığınızla oldular, ama sizden değil; Ve sizle olsalar da, size ait değiller. Onlara sevginizi verebilirsiniz ancak, düşüncelerinizi değil; Çünkü onların kendi düşünceleri olacaktır. Onların bedenleri için bir yuva sunabilirsiniz; ama ruhları için değil; Çünkü onların ruhları, yarın’ın evini mesken tutmuştur, sizin rüyalarınızda bile ziyaret edemiyeceğiniz. Onlar gibi olmaya çalışabilirsiniz; ama onların sizin gibi olmaları için değil. Çünkü hayat ne geri sarar, ne de dünde oyalanır. Sizler, yaşayan oklar olarak çocuklarınızı ileriye fırlatan yaylarsınız. Yayı kullanan, sonsuzluğun içindeki hedef noktasını görür ve bütün gücüyle sizi gerer ki, okları hızla uzaklara erişebilsin. Okçunun elleri altında sevinçle eğilin, çünkü o, uçan okları olduğu kadar, sarsılmaz yayları da çok sever.
Birbirinizi sevin; ama sevgi bir bağ olmasın, daha ziyade, ruhlarınızın sahilleri arasında hareket eden bir deniz gibi olsun. Birbirlerinizin bardaklarını doldurun; ancak aynı bardaktan içmeyin. Ekmeklerinizi paylaşın; ama birbirinizinkini yemeyin.Beraberce şarkı söyleyin, dans edin, coşun; fakat birbirinizin yalnızlığına izin verin; Tıpkı bir lavtanın tellerinin ayrı ayrı olup, yine de aynı müzikle titreşmeyi bilmeleri gibi. Birbirinize kalbinizi verin; ama diğerinin saklaması için değil; çünkü yalnızca Hayat’ın eli, sizin kalplerinizi kavrıyabilir. Ve yanyana ayakta durun; ama çok yakın değil, çünkü bir mabedin ayakları arasında mesafe olmalıdır; Ve meşe ağacıyla, selvi ağacı, birbirinin gölgesi altında büyüyemez.
Zihnimiz bir süngerdir, yüreğimizse bir nehir. Çoğumuzun akmak yerine, sünger gibi emmeyi seçmesi ne garip!
Ne gariptir ki toplum olarak, aklı yavaş olana değil de ayağı yavaş olana, yüreği kör olana değil de gözü kör olana acırız.
Senin aklın rakamlarla yaşamaktan vazgeçmedikçe ve benim kalbim sis içinde yaşamayı sürdürdükçe, hiçbir zaman anlaşamayacaklar.
Bir insanın yüreğini ve aklını anlamak için başardıklarına değil başarmak istediklerine bak.
Hükümetler için, deliler yerine akıllılar için akıl hastaneleri yapmak daha ekonomik olmaz mıydı?
Bazı insanları görmemek için gözlerimi kapattığımda, onlara göz kırptığımı sanıyorlar.
Yalnız benden aşağı olan beni kıskanabilir veya nefret eder. Ne kıskanıldım, ne de nefret edildim; çünkü kimseden üstün değilim. Yalnız benden üstün olan beni övebilir, ya da hor görür. Ne övüldüm, ne de hor görüldüm; çünkü kimseden aşağı değilim.
Neşeli yüreklerle birlikte neşeli şarkılar söyleyen kederli bir kalp ne kadar yücedir.
Fakat pişmanlık aklın bulutlandırılmasıdır, uslandırılması değil.
Bugünün acısı, dünün hazzının anısıdır
Bazılarınız, “Haz, ıstıraptan daha anlamlıdır” der; diğerleri ise, “Hayır, ıstırap daha anlamlıdır”. Bense, ikisi birbirinden ayrılamaz, diyorum. Onlar beraber gelirler. Ve siz, bir tanesiyle masanızda otururken, unutmayın ki, diğeri de yatağınızda uyuyordur.
Kendinizi neşeli hissettiğinizde kalbinizin derinliklerine inin. Farkedeceksiniz ki, size bu sevinci veren, daha önce üzülmenize neden olmuştu.
Üzgün olduğunuzde, tekrar kalbinize dönün. Göreceksiniz ki, daha önce sevinciniz olan bir şey için ağlıyorsunuz.
Ben, gönlümün kederlerini, kalabalığın sevinçleriyle değiştirmeyecektim. Ve üzüntülerimin her parçamdan akıttığı gözyaşlarım, gülüşlere dönmeyecekti. Yalnızca bir damla yaş ve bir gülümseyiş olacaktı benim hayatım.
Acınız, anlayışınızı saklayan kabuğun kırılışıdır.
Eğer başınıza bir despot geçmişse bunun sorumlusu sizlersiniz; Yüce Yaratan, alnınıza diktatörleri yazmamıştı, bunu sizler kendi kendinize yazıyorsunuz.
Zindana götürülen bir adam görürsen, kalbinden şöyle geçir: “Kim bilir, sürüldüğü daha dar ve karanlık bir zindandan kaçıyordur belki.”
Öbür “Siz” hep size üzülür durur. Ama öbürü de üzüntülerden beslenerek büyür; yani işler yolunda.
Sahip olduklarınızdan verdiğinizde, çok az şey vermiş olursunuz; Gerçek veriş, kendinizden vermektir.1
İhtiyaç korkusu da, ihtiyaçtan başka birşey değil midir? Kuyunuz tamamen doluyken susuzluktan korkmak, tatmin olamayan bir susuzluk göstermez mi?
Sahip olduklarınızdan verdiğinizde, çok az şey vermiş olursunuz; Gerçek veriş, kendinizden vermektir. Çünkü sahip olduklarınız, yarın ihtiyacınız olabilir diye saklayıp koruduğunuz şeylerden ibaret değil mi?
İhtiyacından fazlasını yiyemezsin. Somunun yiyemediğin yarısı başkasının hakkıdır ve bir parça da Tanrı misafirine ayırmalısın.
Büyük adamın iki kalbi vardır:
Birisi acı çeker ve diğeri ümit eder.
En zengin ile en yoksul arasındaki fark, sadece açlık çekilen bir gün ve susuz geçirilen bir saatten ibarettir.
Onlar bizim önümüze altın ve gümüşten olan zenginliklerini sererler, bizse onların önüne kalplerimizi ve ruhlarımızı sereriz. Buna rağmen onlar, hâlâ kendilerini ev sahibi, bizi ise misafir sayarlar.
İnsanın kürsüsü, geveze aklı değil suskun kalbidir.
Onlar uyanık halde bana derler ki, “Sen ve içinde yaşadığın âlem sonsuz bir denizin sonsuz sahilinde yalnızca bir kum tanesisiniz.” Ben düşümde onlara şöyle derim, “Sonu olmayan o denizin ta kendisiyim ben ve bütün âlemler benim sahilimde kum taneleridir.”
Siyah beyaza şöyle dedi,
“Gri olsaydın, sana karşı hoşgörülü olurdum.”
Dostum, sen iyisin, dikkatlisin, akıllısın; hatta sen mükemmelsin –ve ben de seninle akıllıca ve dikkatli konuşurum. Ve ben yine de deliyim. Fakat deliliğimi gizlerim. Tek başıma deli olmak isterim.
Ne söylediklerime inanmanı, ne de yaptıklarıma güvenmeni isterim –çünkü sözlerim senin düşüncelerinden ve yaptıklarım, gerçekleşmiş umutlarından başka bir şey değil.
Sana açıkladıklarında değil, açıklayamadıklarındadır insanın gerçeği. Bu yüzden, onu tanımak istediğinde söylediklerine değil, söylemediklerine kulak ver. Söylediklerimin yarısı anlamsızdır, ama diğer yarısı anlaşılsın diye söylüyorum bunları.
Onlar uyanık halde bana derler ki, “Sen ve içinde yaşadığın âlem sonsuz bir denizin sonsuz sahilinde yalnızca bir kum tanesisiniz.”
Ben düşümde onlara şöyle derim, “Sonu olmayan o denizin ta kendisiyim ben ve bütün âlemler benim sahilimde kum taneleridir.”
Bedenim ruhuma âşık olup da evlendikleri gün, ikinci kez doğdum.
Bana diyorlar ki: “Kendini tanırsan, insanların hepsini tanırsın.”
Ben de onlara diyorum ki: “Ancak bütün insanları tanıyınca kendimi tanıyabilirim.”
Dostum, ben göründüğüm gibi değilim.
Görüntü, kuşandığım bir giysidir ancak –beni senin kuşkularından ve seni benim ihmallerimden koruyacak dikkatle dokunmuş bir giysi.
İnsan, binlerce yıl evvel, deniz ve rüzgârın sözcükleri kendisine hediye etmesinden önce; sık ormanlar içinde kaybolan benliğini arayan, zihni karışmış bir yaratıktı. Durum bundan ibaretken, yalnızca dünü bilen cılız seslerle eski günlerimiz hakkında nasıl yorum yapabiliriz?
Eğer var oluş, var olmamaktan daha iyi olmasaydı, hiçbir varlık olmazdı.
Eğer kış, ‘Bahar yüreğimdedir.’ deseydi, ona kim inanırdı?
” Vahim olan, yolun yolcusuz olması değil; asıl vahim olan yolcunun yolsuz olmasıdır; yolsuz, hedefsiz, amaçsız, şaşkın, hercai ve seyyal. ”
” Dostum, güneşe bak, toprağa bak, suya bak, buluta bak; fakat arkana bakma. Kimin geldiği önemli değil, kimin gelmediği de. Unutma, yolcu değişir, yol değişir, ama menzil değişmez. Yolcuya bakıp, yolunu tanıma. Yola bak, yolcuyu tanı, yolcu hakkındaki kıymet hükmünü ona göre ver. ”
” Yaşamın özüne ulaştığında, her şeyde güzellik bulursun, hatta güzelliği görmezden gelen gözlerde bile. ”
”
Menekşenin iç çekişinden daha naziktir aşk,
Ve daha serttir şiddetli bir fırtınadan. ”