İçeriğe geç

Che Guevara Kitap Alıntıları – Yaşar Şahin Anıl

Yaşar Şahin Anıl kitaplarından Che Guevara kitap alıntıları sizlerle…

Che Guevara Kitap Alıntıları

XX.yüzyıl bir çöp yığınıdır.
Ölüm nereden ve nasıl gelirse gelsin.. Savaş sloganlarımız kulaktan kulağa yayılacaksa ve silahlarımız elden ele geçecekse ve başkaları mitralyoz sesleriyle, savaş ve zafer naralarıyla cenazelerimize agit yakacaklarsa ölüm hoş geldi, safa geldi. / Che Guevara
Azatlığın en büyük düşmanı, halinden memnun olan kölelerdir .
Yol uzun, ve güçlükle dolu.
Kaybetmekten kokma, kaybettiğinde değil vazgeçdiğinde yenilirsin.
İlahi adalet diye bir terazi var, asla şaşmaz. Kimsenin hakkı kimsede kalmaz. Gönlü kırılan sabretsin.
İki şeye hakim var
Özgürlüğe ve ölüme
Birine sahip olmasam diğerini isterim
Çünkü kimse beni canlı tutsak edemez
Münafıkın her dediği oluyor
Gül benzimiz sararuban oluyor
Gidi Mervan şad oluban gülüyor
Kâtip ahvalimi Şah’a böyle yaz.
Dönem, özgürlüğün, bağımsızlığın ve insanca yaşamanın şiddetle arzu edildiği ve hatta gereksinim duyulduğu bir dönemdi.
Dünyanın bütün halkları kardeştir.
Onlar senin uzaktan güzel gördüklerin
Obur
Obur utanmaz,
Obur utanmaz yalancı.
Kara parlaması
Bitecek muzun
Bitecek işte
Kurtarıcının kılıcı eğer zamanında kınına geri girmezse zorbanın kılıcına dönüşür.
Mürekkep gibi kararsa da deniz
Kalplerimizdeki bu ışık yeter elbet!
İnsanoğlu adalete susamıştır. Ruhunda bunu kendisinden esirgiyen toplumsal düzene isyan eder; nerede yaşarsa yaşasın bu toplumsal düzen ya da tüm maddi adaletsizlik evrenini suçlar.
Kuşkusuz ki tüm insanlarda kahraman olmak arzusu vardır.
Her devrimcinin görevi devrim yapmaktır.
Che, eşi bulunmaz bir asker, eşi bulunmaz bir liderdi.
Hiç kimse halkın zaferini engelleyemeyecektir.
Tarih beni temize çıkaracaktır.
Bunlardan en çok para kazandığı meslek ise fotoğrafçılık olmuştu.
Che, Meksika’da bulabildiği her işi yapıyordu.
Artık o, yalnızca Markx’ ın meraklı bir okuyucusu değil, militan bir komünistti.
Her on kişiden yedisi okuma yazma bilmiyordu.
Her ok kişiden sekizinin ayakkabısı bile yoktu.
Kurtarıcının kılıcı eğer zamanında kınına geri girmezse zorbanın kılıcına dönüşür.
Bir insanın, iyi bir özgürlük savaşçısı diye ille de adil ve halkın saygı duyduğu bir yönetici olması gerekmez.
Latin Amerika ülkelerinde hak arama ve özgürlük kavgaları hiç bitmedi.
Geleneklerin yasaları hüküm sürmez.
Yerli halk geniş ölçüde kıyıma uğratılarak toprakları ellerinden alındı.
Gerçekçi ol, imkansızı iste.
Hayatta öyle seçimler yap ki kazandığın şeyler , kaybettiklerine değsin
Ernesto, davranışlarındaki sıradışılıklarla dikkat çekmek istiyor gibiydi. Genelde eski ve kirli elbiseler giyiyor; bakımsız olmaya özen gösteriyordu. Günlerce banyo yapmamakla bile övündüğü oluyordu. Tehlikeli işler yapmayı seviyor, dağlardaki sarp arazilerde, uçurumlarda gezmekten hoşlanıyor ve bunları arkadaşlarının yanında bir gösteri havasında yapmaya çalışıyordu. Kuşkusuz ki bütün bu davranışları, arkadaşlarının ona el loco (çılgın) ismini takmalarına bile sebep olmuştu.
Her zaman, zafere kadar! Ya özgür vatan ya ölüm! Seni tüm ateşli devrimci yüreğimle kucaklarım!
Çünkü yakışıklı sayılan fiziğiyle zorbalıklarını; kadınsılığı andıran zarif yüzüyle acımasızlığını, romantik söylemleriyle serseriliklerini, akçalı dürüstülkleriyle adaletsizliklerini ve korkusuz görünümleriyle yetersizliklerini gizlemeyi başarmış bulunan bu özgürlük gerillasının; artık çevresine tüm izleyenleri özendiren, hayran olunası bir görünüm yaydığı kuşkusuzdu.
İnsan her şeyde, herkeste kendisinden bir şeyler arar ve bulur.
‘Che gibi olsunlar’
Seni tüm ateşli devrimci yüreğimle kucaklarım!
Başka gökler altında, son saatim geldiğinde, son düşüncem yine bu halk ve özellikle sen olacaksın.
Kendi ülkeleri ve özgürlükleri için mücadele etmek istemeyen bir halk yararına dövüşmeyi mantıklı bulmuyorlardı.
Füzelerin yerleştirilmiş bulunduğu Türkiye ve Küba halkının olduğu kadar devletlerinin de haberleri olmadan, yapılan bu tehlikeli pazarlıklar, insanlığın nasıl bir tehlike altında yaşamakta olduğunu göstererek tarihteki yerini almıştı.
SSCB ile ABD artık, Küba isimli bir sahada ve bütün dünyanın gözü önünde bilek güreşi yapar gibi, açık bir güç gösterisine girişmişlerdi.
Küba’ya yardıma karar vermiş olan SSCB’nin, bu atamayla; ABD’ye komünizmin kendi kıyılarına yaklaştığının işaretini vermek istediği yadsınamaz.
İyilik yapmaya devam et.Karşındaki o iyiliğe layık olmasa bile sen o iyiliğe layıksın.
Nereye baksan sömürü, yoksulluk Bunların düzelmesi için değişiklikler yetmez Yıkıcı bir devrim gerekir
Geleceğe ait bir inanç olmadığı ve büyük nimetler vaat eden öğeler taşımadığı sürece hiçbir inanç güçlü değildir.
İnsanoğlu adalete susamıştır. Ruhunda bunu kendisinden esirgeyen toplumsal düzene isyan eder; nerede yaşarsa yaşasın bu toplumsal düzen ya da tüm maddi adaletsizlik evrenini suçlar. İnsanoğlu hatırlamak, bir şeyler tasarlamak ve bir şeyler değiştirmek için garip ve inatçı bir dürtüye sahiptir ve içinde hep asla ulaşamayacağı -sadece peri masalarında olan- şeylere sahip olma arzusu taşır. Bu belki de bütün çağların, bütün dinlerin, bütün halkların ve bütün sınıfların kahramanlık destanlarının temelidir.
İyilik yapmaya devam et.Karşındaki o iyiliğe layık olmasa bile sen o iyiliğe layıksın ..
Ben kurtarıcı değilim. Kurtarıcı diye bir şey yoktur. İnsanlar kendi kendilerini kurtarır.
Kaybetmekten korkma kaybettiğinde değil vazgeçtiğinde yenilirsin.
Kaybetmekten korkma .
Kaybettiğinde değil vazgeçtiğinde yenilirsin .
Kuşkusuz ki, ülkelerin zaman zaman bunalım ve değişim süreçleri yaşamaları bütün rejimler için kaçınılmaz görülebilir olaylardır. Ancak burada vurgulanmak istenilen husus, herhangi bir yönetim sisteminin eleştirilmesi değil, fakat “doğruluğunun tartışılmasına izin verilmeyen öğretilerin” içerebilecekleri hatalar ve hazırlayabilecekleri felaketlere ilişkin bulunmaktadır. Özgürlüğün olmadığı yerlerde doğruların yaşama şanslarının da az olduğu gerçeğidir. Hiçbir düşünce ve inancın; karşı düşünce ve inanç sahibinin yok edilmesini haklı kılacak kadar doğru olamayabileceğinin yinelenmesi çabasıdır.
Gerçekten de büyük umutlar ve coşkulu vaatlerle kurulmuş ve kendisinden sonraki komünist rejimlere örnek oluşturmuş bulunan SSCB’nin, toplumu yeni sisteme göre düzenleme dönemlerinde yaşanılan, yerleşme acılarının, tasavvur edilemeyecek vahametlere eriştiği söylenebilir. Umut ve güzel hayallerle başlayan kuruluştan sonra yaşanılanlar, Shakespeare’in; “Çürüyen zambaklar, otlardan daha beter kokarlar” özdeyişine hak verdirecek bir hayal kırılmasına neden olmuştur. Bütün toplum; gelecekte oluşturulması vaat edilen komünist cennet hayaline tutsak edilerek, baskı altına alınmış; milyonlarca insanın katledilmesi bahasına kurulan ve geçici olduğu söylenen zorba yönetimler; insanları belli kalıplara sokarak, rejimin kullanmasına tahsis etmişlerdir. O kadar ki, gelişip serpilmesi için özgürlük iklimine muhtaç bulunan sanat ve edebiyat bile, bu “tek biçimlilikten” ayrık tutulmamıştır.
Che’ye göre, “Maddi özendiricilik, geçmiş toplumlardan kalan bir kötülüktür. Devrimci toplumlarda, başarılar ancak manevi bir haz duygusuyla karşılanabilirler. Maddi ödüller kapitalist toplumlara has pisliklerden biridir. Öyleyse; Yeni İnsan’ın yetiştirilmesinde, hiçbir başarının, maddi ödüllerle karşılanmayacağı bir zihniyetin yerleştirilmesi asla ihmal edilmemelidir.”
Yöneticiler, başında bulundukları kuruluş ya da kurumları, rahatlıkla yönetebilmeleri için, yönetilenlerin, düşünebilenlerden çok, inançlılardan oluşmasını tercih ederler. Çünkü, insanlar ve özellikle de kalabalıklar, ikna edilmekten ziyade, inandırmayla belli yollara sevk edilebilmektedirler. Bu bakımdan, hemen hemen bütün yöneticiler ve özellikle de devlet adamlarının büyük çoğunluğu; yönetilmeyi bekleyenleri, inanmaya hazır kimseler olarak yetiştirmek isterler. Nitekim dinsel cemaatlerden, imparatorluklara, geniş müşteri kitlelerinden, seçmen kalabalıklarına kadar halk yığınlarının teveccühünün beklendiği her türlü oluşumlarda, başlıca çabalardan biri de; denetim altına alınmak istenilen kimselerin kişilik yapılarını belli bir yolda biçimlendirme endişesi olmuştur. Örneğin Hristiyanlıkta, inananların ne gibi davranışlar içinde olacakları saptanmıştır. Ordularda, askerlerin tavır ve tepkileri belirlidir. O kadar ki, kurumlaşmış topluluklarda; emirlerin yayılmasından önce, emirlere muhatap olacakların, istenilen hususlara hazır olmaları için, bütün önlemlerin alınması, modern yönetimlerin; tarihin engin deneyimlerinden kopyaladığı önemli stratejilerinden biridir. Gerçekten de, topluluğun amacının gerçekleştirilmesi için, toplum ya da topluluk üyelerinin belli bir ahlak anlayışı ve eğitime tabi tutulması, en eski çağlardan beri başarı için emin bir yol olarak düşünülmüştür. Bilindiği gibi, devletin eğitim ve öğretim konularındaki çabalarının temel nedenlerinden biri de bu düşüncedir.
Yeryüzünün kurtuluşu; Che’ye göre, insanlığın en büyük düşmanı olarak tanımlanan ABD’ye karşı yapılacak müşterek bir hareketle mümkün olacaktı. Ama devrimin gerçekleştirilmesi; yalnızca ve mutlaka, bir ülkede zaten var olan devrim koşullarına katılmakla değil fakat; hiçbir devrim koşulunun olmadığı hallerde bu öğelerin dışarıdan getirilmesi ve o ülkede yaratılması suretiyle de mümkündü. Çünkü devrim; insan doğasının gelişimine uygun ve onun vazgeçilmez bir öğesi durumundaydı. Devrim, doğa tarafından, gelişme ve evrimleşmenin temel mekanizması olarak kullanılan bir güçtü. Bu bakımdan; ABD gibi, emperyalist unsurların varlığı devam ettiği sürece, devrimlerin varolması da zorunlu olacaktı.
Özetle; kişiler, kendi yarar ve geleceklerin düşünerek davrandıkları zaman devrime ihanet etmiş duruma düşeceklerinden; bir devrimcinin her şeyden önce, toplum içinde erimesi ve kendi isteklerinden kurtularak, yalnızca toplumun bütünü için çaba göstermesi gelişmez bir ilke olmalıydı. Kâr, zenginlik, rahat ve barış, ancak toplum için yararlı olmak koşuluyla bir anlam ifade edebilirlerdi. İnsanlar herhangi bir konuda karar verirlerken o günün gereksinimlerini ve kendi kişisel isteklerini değil, toplumun gelecekteki varlığı için ihtiyaç duyulabilecek değerleri elde etmek amacını taşıyarak düşünmeliydiler. Dolayısıyla, devrimci bir toplumun görevi de, insanlarına böyle bir ahlak kazandırmak olmalıydı.
SSCB ile ABD artık, Küba isimli bir sahada ve bütün dünyanın gözü önünde bilek güreşi yapar gibi, açık bir güç gösterisine girişmişlerdi.
Che’nin bizzat kendisi de giderek, eski arkadaşlarının tanımakta zorluk çektikleri zalim bir zorba olma yolunda bulunuyordu. Kararlarına itiraz edilmesine katlanamayan bir karakter almıştı. Emrinde bulunanları olduğu kadar muhaliflerini de sürgün ya da ölümle tehdit etmekten çekinmiyordu. Che’ye karşı olmak; bütün mal varlığını, mevkiini, yurdunu ya da yaşamını kaybetmeyi göze almak demekti. Hukuku kendisine göre yorumluyor; insan hak ve özgürlüklerini ciddiye almıyordu. Ne olduğu ve amacı belli olmayan, soyut bir devrimcilik anlayışı içinde; insanlığın uygarlaşma sürecinde kazandığı her türlü değerin tahribini göze alabilecek bir umursamazlık içindeydi. Ülkede basın özgürlüğu önce kısıtlanmış ve sonra da yok edilmişti. Muhalif olan bütün yayın organları baskı altına alınmıştı. Karşı yayınlarına devam eden gazeteler, dergiler ve televizyon kanallar, hiçbir bedel ödenmeden kamulaştırılıyor, sahipleri Küba’dan kaçmaya zorlanıyordu. Ama insanların yaşam haklarının ihlalleri yanında bütün bu yapılanlar, yine de fazla önemli olaylar değildi. Bağımsız yargı, savunma hakkı, yasa ya da anayasa gibi kavramlar Che ve yandaşlarının nazarında boş sözler ve devrime karşı bir engel olarak kabul ediliyorlardı.
Castro’nun başkanlığından sonra, Che’nin bütün bu meşguliyetlerine bir de Devrim Mahkemeleri Başsavcılığı eklendi. Bu görevlendirmeyle, onun büyük bir sorumluluk yüklendiği ortadaydı. Nitekim, göreve atanır atanmaz; Temizlik Komisyonu ismi altında oluşturduğu kurumla, devrime karşı çıkmış ve eski rejim zamanında halk aleyhine çalışmış unsurların belirlenmesi için kapsamlı bir çalışmaya girişmişti. Kurumun saptadığı sanıklar; başkanlığını eski bir muhasebecinin yaptığı, hukukçu dahi olmayan hakimlerce yargılanıyor ve mahkemenin verdiği kararlar da 29 yaşındaki, Başsavcı Che’nin onayıyla kesinleşerek infazı kabil hale geliyordu. Olay, Küba Devrimi’nin yaşayabilmesi bakımından zaruri sayılsa bile, doğaldır ki, hukuki yönden tam anlamıyla büyük bir skandal niteliğindeydi. Ama artık, karakterini oluşturan türlu sapkınlık ve aşırılıkları devrim kılıfı altında meşrulaştıran ya da akla uydurarak homeostatik dengesini böylece sağlamaya çalışan Ernesto için, bu görevin çekiciliği tartışılamazdı. Bu yolla 100 gün içinde 55 kişi idam edildi. Daha sonraki birkaç ay içinde de bu sayılar yüzlerce rakama ulaştılar. Öyle ki; hukuka aykırı ve zalim bir yargılama süreci içinde verilen bu idam kararlarını Che, öldüremezsen onlar seni öldürür mantığıyla savunmaktan çekinmiyordu.
Kaldı ki; zaten halk da gerillalar ile ordu birlikleri arasında sıkışmış durumda büyük acı çekiyordu Gerillalar, aldıkları yiyecek ve eşyaların paralarını sahiplerine öder görünüyorlarsa da, genelde her iki taraf da, halkı soymakta ve yağmalamakta birbirlerinden geri kalmıyorlardı.
Halka inanmıyorsanız, halkın büyük güç kaynağını ve savaşçılığını hesaba katmıyorsanız, cumhuriyetin varlığı için kahramanlık ve umut dolu bir anda çabaları engellemek ve boşa çıkarmak için onların kaderlerine el atmaya hakkınız yoktur.
Kuşkusuz ki Che’nin o gün yaşadığı ve daha sonra da devrimin gerçekleştiği günlerde, kendisini terk etmeyecek sorunu, bir yanlışın başka bir yanlışla düzeltilemeyeceği gerçeğini kavrayamamış olmasıydı. Aslında, şiddet uygulayanın; başka bir güçlünün şiddetine maruz kalma tehlikesi altında bulunduğu gerçeği, yöneticiliğe özenen herkesin hiç aklından çıkarmaması gereken değişmez bir kuraldır.
Kurtarıcının kılıcı eğer zamanında kınına geri girmezse zorbanın kılıcına dönüşür.
Mürekkep gibi kararsa da deniz,
Kalplerimizdeki bu ışık yeter elbet!

Bu girdap, Cennet veya Cehennem, dalalım
Yeniyi bulmak için meçhulün dibine!..

Bütün bu karmaşanın; ülkede var olan büyük zenginliklerin paylaşımındaki adaletsizlikten çıktığı açıktı. Olayı devamlı kılan öğe ise; zenginliği sömürenlerin doymak bilmez hırslarından kaynaklanıyordu.
Küçük yaşta yakalandığı hastalığının sınırlandırmaları ile uzun zaman evde kapalı kalmasının hazırladığı kitap okuma alışkanlığı; onu, kültür dünyasına yaklaştırdığı gibi, yaşadığı olaylar ve edindiği bilgilerini değerlendirme ve bu değerlendirmelerini yazıya dökme hevesini de geliştirmişti.
Yeterli derecede tekrar edildiği ve ilgili insanların psikolojileri yeterince iyi anlaşıldığı takdirde bir karenin aslında bir çember olduğunu kanıtlamak da imkânsız değildir.
İmkansızı istemek, var olanın karmaşıklığını inkar etmeden yeni olasılıklar ortaya koyup uygulamaktır.
Sevgi eşit insanlar arasında olabilir. Eşit olmayan insanlar arasında ancak; acıma duygusu vardır.
Yöneticiler, yönettikleri kuruluş ya da kurumları rahatlıkla yönetebilmeleri için yönetilenlerin düşünebilenlerden çok, inançlılardan oluşmasını tercih ederler. Çünkü insanlar ve özellikle de kalabalıklar, ikna edilmekten ziyade, inandırmayla belli yollara sevk edilebilmektedirler.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir