İçeriğe geç

Cesaret Kitap Alıntıları – Osho

Osho kitaplarından Cesaret kitap alıntıları sizlerle…

Cesaret Kitap Alıntıları

&“&”

Dua kendiliğinden oluşan bir histir. Dua ederken bunu hatırla; bırak duan kendiliğinden oluşan bir şey olsun. Eğer duan bile içten olamıyorsa ne olabilir? Eğer Tanrı’yla birlikteyken bile, önceden hazırlanmış şeyleri kullanıyorsan, ne zaman içten, doğal ve gerçek olacaksın?
Sana tanıdık olanlar, yaşamış oldukların sana ne verdi? Nereye ulaştın? Hâlâ boş değil misin? İçinde derin bir tatminsizlik, derin bir hüsran ve anlamsızlık yok mu?
Masumiyet elde edilecek bir şey değildir. Öğrenilecek bir şey değildir. Resim, müzik, şiir, heykel gibi bir yetenek değildir. Bu tip bir şey değildir. O daha çok nefes almak gibidir; doğuştan varolan bir şey.
Bu koca dünyada ne elde edebilirsin? Yanında ne götürebilirsin? Adını mı, itibarını mı, saygınlığını mı? Paranı, gücünü mü; neyi? Diplomanı mı? Hiçbir şey götüremezsin. Her şeyi burada bırakmak zorundasın. İşte o anda, sahip olduğun her şeyin aslında senin olmadığını anlarsın: Sahip olma fikri temelden yanlıştı. Ve sahip olduğun o şeyler yüzünden de çürümüş durumdaydın.
Eğer cesur değilsen samimi olamazsın.
Eğer cesur değilsen sevemezsin.
Eğer cesur değilsen güvenemezsin.
Eğer cesur değilsen, gerçeğin peşine düşemezsin.
O yüzden önce cesaret gelir.
Ve diğer her şey onu izler."
Sana söylenmiş olan her şeyi unut: Bu doğru ve bu yanlış!" Hayat o kadar kesin değil. Bugün doğru olan bir şey, yarın yanlış olabilir; şu an yanlış olan bir şey, bir sonraki an doğru olabilir. Hayat o kadar kolay istiflenemez, onu bu kadar kolay etiketleyemezsin: "Bu doğru ve bu yanlış." Hayat her şişenin etiketli olduğu ve neyin ne olduğunu bildiğin bir eczane dükkanı değil. Hayat bir gizemdir: Bir an, bir şey uygundur ve o yüzden doğrudur; bir sonraki an, köprünün altından o kadar çok su akmıştır ki, artık uymaz olur ve yanlıştır
Eğer gözlerin varsa, her anın sürprizle dolu olduğunu ve hiçbir önceden hazırlanmış yanıtın uygulanabilir olmadığını görürsün
Yanlış yola sapabilir, ama insan böyle doğruya ulaşır. Birçok kere yanlış yola sapınca, insan yanlış yola sapmamayı öğrenir. Pek çok hata yaparak insan hatanın ne olduğunu öğrenir ve nasıl yapmayacağını görür. Hatanın ne olduğunu bilerek insan gerçeğe daha fazla yaklaşır.
Korkunun tabanına ulaştığın zaman ise sadece güleceksin, korkacak bir şey yoktur.
Ve korku kaybolduğu zaman geride masumiyet kalır.
Ve o masumiyet summum bonum,
yani dindar adamın gerçek özüdür.
O masumiyet güçtür.
O masumiyet varolan tek mucizedir.
Bir gerçek duyduğun zaman onu unutmak imkansızdır. Gerçeğin niteliklerinden biri budur:
onu hatırlamaya ihtiyacın olmaz. Bir yalanın sürekli hatırlanması gerekir; yoksa unutabilirsin.
Yalanı alışkanlık hale getirmiş birinin doğru söylemeyi alışkanlık hale getirmiş birinden daha fazla hafızaya ihtiyacı vardır.
Ego bir yumurtadır ve ondan çıkmak zorundasın.
Coşkulu ol!
Bütün korumalardan, kabuklardan ve güvencelerden kurtul.
O zaman daha geniş bir dünyaya ulaşırsın; engin, sonsuz bir dünyaya.
Gerçek bir uçurum gibidir, çünkü gerçek büyük bir boşluktur. Sınırları olmayan engin bir gökyüzüdür. Buda durangama der… ötesi için kendini hazır tut. Asla sınırların içinde hapis kalma, her zaman sınırların ötesine geç
Hayat bir problem değildir. Onu bir problem olarak ele almak yola yanlış adımla başlamaktır. O,yaşanacak, sevilecek, deneyimlenecek bir gizemdir. 
Altı duyu vardır: Beş tanesi dış duyudur; sana dünyayı anlatırlar. Gözler ışık hakkında bir şeyler söyler; gözlerin olmadan ışığı bilemezsin. Kulaklar ses hakkında bir şeyler söyler;
kulakların olmadan ses hakkında hiçbir şey bilemezsin. Sonra bir de altıncı duyu var, iç ses.
Bu duyu sana kendin ve her şeyin sonsuz kaynağı hakkında bir şeyler söyler.
Kimse kalabalıkla birlikte yuvasına dönemez. İnsan yuvasına ancak tek başına ulaşabilir.
Gerçek varlıklarıyla yaşamış ve gerçek varlıklarıyla ölmüş o çok az sayıdaki insan gerçekten şanslı olanlardır. Çünkü onlar hayatın sonsuz ve ölümünse kurgu olduğunu bilir.
Sen doğdun; bu dünyaya bir canlı olarak, bilinçle, inanılmaz bir duyarlılıkla geldin. Küçük bir çocuğa bir bak; gözlerindeki o tazeliğe bak. Bunun üstünü sahte kişilikle örtüyorlar.
Korkacak bir şey yok. Sen ancak kaybedilmesi kaçınılmaz olan bir şeyi kaybedebilirsin. Onu ne kadar erken kaybedersen o kadar iyi olur çünkü ne kadar uzun kalırsa, o kadar güçlenir.
Kimse yarın ne olacağını bilmez.
Gerçek varlığının farkına varmadan ölme.
Egosuzluk seni yaşamın sonsuz gizeminin korkusuz bir arayışçısı haline getirir.
Bütün aptallar kendini güvende hisseder. Aslında sadece aptallar güvende hisseder.
Sevgi için büyük bir cesarete ihtiyaç vardır. Çok büyük bir cesarete ihtiyaç vardır çünkü egonun kurban edilmesi gerekmektedir. Sadece bir hiç olmaya hazır olabilen insanlar sevebilir.
İnsandaki her türlü başkaldırı duygusunu yok ediyorlar; ve sevgi bir başkaldırıdır, çünkü sevgi sadece kalbin sesini dinler ve başka hiçbir şeyi umursamaz.
Sevgi tehlikelidir çünkü seni bir birey yapar. Ama hükümetler ve kiliseler kesinlikle bireyleri istemez. Onlar insan değil koyun ister.
eğer gerçekten kalpten konuşuyorsan, sadece konuştuğunu hissetmezsin, karşılığı da oradadır.
Bir tapınağa girip ezberlediğin bir duayı tekrar ediyorsan, sadece bir aptalsın. Kalpten kalbe bir konuşma yap.
Dua çok güzeldir; onun sayesinde çiçek açmaya başlarsın.
Tanrı ile de mi resmi olacaksın? Tüm doğallığı yitirirsin.
Duana sevgi kat. O zaman konuşabilirsin. Bu çok güzel bir şey; evrenle diyalog kurmak.
Sevgi herşeyden önce sevenlere yardımcı olur. Ancak ondan sonra sevilenlere yardım eder.
Zihin, biriktirilmiş geçmişten başka bir şey değildir, hafızadır. Kalp ise gelecektir, kalp her zaman umuttur, kalp her zaman gelecekte bir yerdedir. Kafa geçmişi düşünür; kalp geleceği hayal eder.
Eğer cesur değilsen samimi olamazsın.
Eğer cesur değilsen sevemezsin.
Eğer cesur değilsen güvenemezsin.
Eğer cesur değilsen, gerçeğin peşine düşemezsin.
O yüzden önce cesaret gelir.
Ve diğer her şey onu izler.
“Cesur insanlara bakarsan içlerinde korktuklarını, etraflarına bir zırh ördüklerini göreceksin. Cesaret korkusuzluk değildir; iyi korunan, iyi savunulan, zırhla kaplı korkudur.”
“Bilgelik, kalbin ve zekanın buluşmasından gelir.”
“Ama temelde cesaret, bilinmeyen uğruna bilineni, alışılmadık bölge uğruna tanıdık bölgeyi, rahatsız yer uğruna rahatı riske atmak demektir.”
Kendi deneyimimden yola çıkarak konuşuyorum: Korku on beş santimden daha derin değil. O dala tutunup hayatını bir kabusa çevirme ya da dalı bırakıp ayaklarının üzerinde durma arasındaki tercih tamamen sana kalmış.Korkacak bir şey yok
Korkunun tabanına ulaştığın zaman ise sadece güleceksin, korkacak bir şey yoktur.Ve korku kaybolduğu zaman geride masumiyet kalır.
Senin korkmamanı sağlayan bu Tanrı fikrini bırakmalısın. Korkuyu yaşaman ve insanoğlunun bir gerçeği olarak kabullenmen gerekir. Ondan kaçmaya gerek yok. Asıl gerekli olan onun derinine girmen. Ve korkunun ne kadar derinine inersen aslında olmadığını o kadar net görürsün.
Ama İsa gücünü ve yetkisini Tanrı’dan alıyor: Onun kutsal oğlu. Papa yetkisini İsa’ya dayandırıyor: Onun şaşmaz ve tek temsilcisi. Bu şekilde devam ederek, en alt seviyedeki rahibe kadar ulaşıyorlar… Ama bir Tanrı yok; o, sadece senin korkun. Sen tek başına yaşayamadığın için Tanrı’nın icat edilmesini istedin. Hayatı yaşama, onun güzellikleriyle, keyifleriyle, sıkıntılarıyla ve sancılarıyla yüzleşme gücün yoktu. Seni koruyan biri olmadan, üzerinde bir korunma şemsiyesi olmadan onları tek başına yaşamaya hazır değildin. Sen korktuğun için bir Tanrı istedin. Ve her yerde kalpazanlar vardır. Sen istediğin zaman her şeyi hemen yaparlar.
Bilim adamları henüz rahim kadar sıcak bir yuva yaratamadığımızı ifade ediyor. Çabalıyoruz; hepimizin evleri bu sıcak yuvayı yaratma çabasıdır.
Bize o hissi vermesi için su yatakları alıyoruz. Küvetlerimiz var; bir küvette uzandığın zaman bir bebeğin yaşadığı hisse yaklaşabiliyorsun. Gerçek bir keyif yapmayı bilenler bu küvetin içine banyo tuzları da ekleyecektir çünkü annenin rahmindeki su çok tuzludur… Deniz suyunda bulunan tuz oranıyla aynıdır. Peki ama bir küvette ne kadar uzanabilirsin? Kaybetmiş olduğun rahmi tekrar bulma arayışından başka bir şey olmayan izolasyon tankları vardır
İnsanlar psikanalistlere aslında tedavi olmak için değil, mutsuzluklarının nedenini öğrenmek için gidiyor. Ve psikanaliz çok yardımcı oluyor; ilaç olduğu için değil, açıklama getirdiği için. İnsan açıklamayı bildiğini düşündüğü zaman rahatlıyor. Artık her şey netleşmiştir. Artık kelimelere dökebilir, üzerinde düşünebilir, mantık yürütebilir
Kendini kabullen dediğim zaman, yaşam kalıbını kabullen demiyorum; beni yanlış anlamaya çalışma. Kendini kabullen dediğim zaman, başka her şeyi reddet diyorum; sadece kendini kabullen. Ama sen beni kendine göre yorumlamış olmalısın. Bu işler böyledir…
Kendini öğrenmek için bir fikre gerek yok. Hatta bütün fikirlerin bırakılması gerekir; ancak o zaman kim olduğunu bilebilirsin.
Kişilik yapmacıktır, bireylik ise öze dayanır. Kişilik sadece bir aldatmacadır, bireylik ise senin gerçeğindir. Kişilik dışarıdan empoze edilir; o bürünülmüş bir kişiliktir, bir maskedir. Bireylik ise senin gerçeğindir… Tanrı’nın seni yarattığı şekildir. Kişilik bir toplumsal komplikasyondur, toplumsal bir ciladır. Bireylik ise hamdır, çılgındır, kuvvetlidir ve inanılmaz bir gücü vardır.
Şimdi, birden gerçek yüzünü açığa çıkarmak seni varlığının özüne kadar titretiyor. İçinde bir korku yükseliyor: İnsanlar beğenecek mi? İnsanlar kabullenecek mi? İnsanlar seni hâlâ sevecek, sayacak mı? Kim bilir?… Maskeni sevmişlerdir, karakterine saygı duymuşlardır, kıyafetlerini övmüşlerdir. Şimdi bir korku yükseliyor: Eğer birden çıplak kalırsam beni hâlâ sevecekler mi, saygı duyup, takdir edecekler mi; yoksa hepsi benden kaçacak mı? Belki sırtlarını çevirirler, yalnız kalabilirim."
O yüzden, insanlar rol yapmaya devam ediyor. Bu korkudan gösteriş çıkıyor, bütün sahtelikler çıkıyor. İnsanın kendisi olabilmesi için korkusuz olması gerekiyor.
Kimse kendini bir kitap gibi açamaz. Korku hakim olur: İnsanlar hakkımda ne düşünür?" Çocukluğundan itibaren sana maske takman öğretilmiştir; güzel maskeler. Güzel bir yüze sahip olmaya gerek yoktur, güzel bir maske yeterlidir; ayrıca maskeler çok ucuz. Yüzünü dönüştürmek çok meşakkatlidir. Yüzünü boyamak basittir.
Kim korkmuyor ki? İnsanın kendini ortaya koyması büyük bir korku yaratır. Bu çok doğal, çünkü kendini ortaya koymak demek, zihninde taşıdığın çöpleri açığa çıkarmak demektir; yüzyıllardır, birçok hayat boyunca biriktirmiş olduğun bütün çöpleri. İnsanın kendini ortaya koyması demek bütün zayıflıklarını, sınırlarını, hatalarını ortaya koyması demektir.
Sana korkularından kurtulacaksın dediğim zaman hayatta hiçbir korku olmayacak demiyorum. Sadece korkularının yüzde doksanının hayal gücünün bir ürünü olduğunu göreceksin. Yüzde onu gerçektir ve insan onları kabullenmek zorundadır. Ben insanları cesur yapmam. Onları daha duyarlı, hassas ve farkında yaparım ve onların farkındalığı yeterlidir. Korkularını birer basamak olarak kullanabileceklerinin farkına varırlar. O yüzden endişe etme, tamam mı?
Asıl sorun kimsenin bu dünyaya kölelik yapmak için gelmemiş olması. Kimse köle olamaz. Herkes özgür bir bireydir… bütün varlık özgürlükten oluşur. İnsan özgürlüktür.
Sevgiyi düşünmek çok kolaydır. Sevmek çok zordur. Bütün dünyayı sevmek çok kolaydır. Asıl zor olan tek bir insanı sevmektir. Tanrı’yı ya da insanoğlunu sevmek çok kolaydır. Asıl sorun gerçek bir insanla karşılaştığın zaman yaşanır. Onunla birlikte yürümek için büyük değişimler geçirmek, büyük mücadeleler vermek zorundasın.
Gerçek insanları sevmek zordur çünkü gerçek bir insan senin beklentilerini gerçekleştirmeyecektir. Böyle bir amacı yok. O, bir başkasının beklentilerini gerçekleştirmek için yaşamıyor, kendi hayatını yaşamak zorunda. Ve ne zaman sana karşı olan ya da senin duygu, düşünce ve varlığınla uyum içinde olmayan bir alana kayarsa bu sevgi zorlanıyor.
Bastırılan her şey suçluluk duygusu yaratır; yasak olan her şey suçluluk duygusu yaratır; doğaya karşı olan her şey suçluluk duygusu yaratır. O zaman başkalarına yalan söylediğin, kendine yalan söylediğin için suçluluk duygusu hissetmeye başlarsın. Eğer kabullenirsen ve bu konuda bir çabaya girmezsen -yapacak bir şey yok- o zaman özgürlüğe dönüşür, korkusuzluğa dönüşür
Ölümün ötesine gitmenin tek yolu ölümü kabullenmektir. O zaman kaybolur. Korkusuz olmanın tek yolu korkuyu kabullenmektir. O zaman enerji serbest kalır ve özgürlüğe dönüşür. Ama eğer onu lanetlersen, bastırırsan, korktuğun gerçeğini gizlersen – eğer kendine bir zırh oluşturursan, kendini korumaya alır, savunmaya çekilirsen – o zaman suçluluk duygusu oluşuyor.
Herkes korkar… korkmak zorunda. Hayat öyle ki, buna mecbur kalınıyor. Ve korkusuz olan insanlar, cesurlaşarak korkusuz olmaz; çünkü cesur insan sadece korkusunu bastırmış insandır, aslında korkusuz değildir
Her zaman bilinmeyeni seç ve kafanın dikine git. Sıkıntı çeksen bile buna değer; her zaman değer. Her zaman daha büyümüş, daha olgun, daha zeki çıkarsın.
Basit bir egzersizle başla: Sakın unutma, ne zaman karşına bir seçenek çıksa, bilinmeyeni, riskli olan, tehlikeli ve güvencesiz olanı seç. Hiçbir zaman zarara uğramazsın
Korkunun olduğu yerde korkaklık vardır ve orada zihnin geriliği ve sıradanlığının olması kaçınılmazdır. Onlar hep birliktedir, birbirlerini desteklerler.
Eski olan her şey altın değildir" diye bir söz vardır. Ben şöyle diyorum: Eski olan her şey altın olsa bile, unut gitsin. Yeniyi seç; altın ya da değil, bu önemli değil. Önemli olan şey senin seçimin: öğrenmeyi seçmen, deneyim yaşamayı seçmen, karanlığa adım atmayı seçmen. Yavaş yavaş cesaretin işlemeye başlayacak. Keskin zekâ ise cesaretten ayrı bir şey değildir, neredeyse organik bir bütündür.
Adım adım gitmeli, her anı ayrı ayrı yaşayıp hazırlanmalısın. Ve bilinmeyenin güzelliğine alışmaya başladığın zaman içinde yeni bir nitelik ortaya çıkmaya başlar. Her zaman oradaydı, ama daha önce hiç kullanılmamıştı. Ölüm gelmeden önce, bilinenden bilinmeyene doğru adım adım yol almaya devam et. Sakın unutma, yeni her zaman eskiden iyidir.
Bilinmeyen bilinenden daha kötü çıksa bile daha iyidir; konu o değil. Önemli olan senin bilinenden bilinmeyene geçmeye hazır olmandır. Asıl değerli olan budur. Ve yaşadığın her türlü deneyimde bunu yapmaya devam et.
Sadece tek bir tavsiyede bulunabilirim. Şu anda geçmişteki ölümüne dönemezsin ama bir şey yapmaya başlayabilirsin: Her zaman bilinenden bilinmeyene geçmeye hazır ol, her konuda, her deneyimde.
En büyük korku kesinlikle ölüm korkusudur. Cesaretine en büyük darbeyi o vurur.
Her zaman bilineni bırakmaya hazır ol: hatta bunun için hevesli ol, olgunlaşmasını bile bekleme. Hemen yeni olan bir şeyin üzerine atla; onun yeniliği, tazeliği insanı zaten çeker. O zaman cesaret vardır.
Sadece yavaş yavaş insanların ne kadar aptal olduğunu fark etmeye başladım. Önceleri cesur olduğumun farkında değildim; daha sonra anladım. Önceleri herkesin aynı olduğunu düşünüyordum. Zamanla öyle olmadığını idrak ettim.
İnsanlar bana soruyor: Sen çocukken bile akıllı, zeki ve cesurmuşsun; ben şimdi bile o kadar cesur değilim." Bunun nedeni benim bir önceki hayatımda sizden daha farklı bir şekilde ölmüş olmam. Bu, çok büyük bir fark yaratıyor çünkü nasıl ölürsen, öyle doğuyorsun. Ölüm, bozuk paranın bir yüzü, doğum ise aynı paranın diğer yüzüdür.
Başarı geldi, başarısızlık geldi; zevk geldi, acı geldi; sıkıntılar yaşadın, mutluluklar yaşadın. Her şey bu çemberin üzerinde oluştu ama varlığının merkezi her zaman her noktadan eşit mesafede oldu. Bunu çemberin üzerindeyken görmek zordu; olayların çok içindeydin, onun bir parçasıydın. Ama şimdi, birden hepsi ellerinin arasından kayınca, boşlukta kaldın
Zevklerin birer hiçti, sadece su üstüne atılan imzalar gibiydi. Acıların ise mermer üzerine kazınmıştı. Ve bütün bu acıları, suya atılacak imzalar için çekmişsin. Hayatın boyunca uğruna çok acı çektiğin bütün o küçük zevkler, şimdi bu yükseklikten, bütün hayat vadisini görebildiğin bu açıdan bakınca birer oyuncağa benziyor. Başarıların da başarısızlıktı. Başarısızlıklar, tabii ki başarısızlıktı; zevkler ise birer acı çekme dürtüsünden başka bir şey değildi.
Yaşadığın bütün mutluluklar, birer rüyadan başka bir şey değildi. Ellerin boş gidiyorsun. Bütün hayatın bir kısırdöngüden ibaret oldu: Aynı çember üzerinde dönüp dönüp durdun. Ve sonuçta hiçbir şeye ulaşamadın çünkü sürekli çember çizersen nereye ulaşabilirsin ki? Çemberin neresinde olursan ol, hep merkezden aynı mesafede oldun.
Ölüm anında ne yaptığın, doğumunun nasıl olacağını belirliyor. Çoğu insan hayata yapışarak ölür. Ölmek istemiyorlar ve insan neden istemediklerini anlayabiliyor: Sadece ölümle yüz yüze geldikleri zaman aslında hiç yaşamamış olduklarını fark ediyorlar. Hayat sanki bir rüya gibi gelip geçmiş ve ölüm kapıya dayanmıştır. Artık yaşayacak vakit kalmamıştır; ölüm gelmiş ve kapıyı çalıyor. Yaşayacak vakit olduğu zaman bin bir çeşit aptalca şey yapıyordun, yaşamak yerine vaktini harcıyordun.
Hayatın, doğumundan çok önce, annen hamile kalmadan önce başlıyor. Daha önce, geçmiş hayatının sonunda başlıyor. O son, bu hayatın bir başlangıcı oluyor. Bir bölüm kapanıyor ve bir başkası açılıyor. Şimdi, bu yeni hayatının nasıl olacağının yüzde doksan dokuzu, ölümünün son anına göre belirlendi. Topladıkların, bir tohum gibi yanında ne getirdiğine bağlı olacak. O tohum bir ağaca dönüşecek, meyve verecek, çiçek verecek ya da ne olacaksa olacak. Bunu tohumdan okuyamazsın ama bütün bu bilgiler tohumda bulunur.
Öldüğün zaman, hayat kitabının bir bölümü sona erer; insanlar bunun bütün bir hayat olduğunu sanır: Aslında sonsuz bölüme sahip bir kitabın tek bir bölümü. Bir bölüm kapanır ama kitap sona ermiş değildir. Sayfayı çevirdiğin zaman yeni bir bölüm başlar.”
BİR ÇOCUĞUN DOĞDUĞU ANI, HAYATIN BAŞLANGIÇ ANI OLDUĞUNU SANIRSIN. Bu doğru değil. Yaşlı bir adam öldüğü zaman, hayatının sona erdiğini düşünürsün. Bu doğru değil. Hayat, doğum ve ölümden çok daha büyük bir şeydir. Doğum ve ölüm, hayatın iki ucu değildir; hayat içinde birçok doğum ve ölüm gerçekleşir. Hayatın bir başlangıcı ya da sonu yoktur; hayat ve sonsuzluk aynıdır. Ama sen hayatın ne kadar kolay ölüme dönüşebildiğini anlamıyorsun; bunu kabullenmek bile imkansız.
Hayatın ne olduğunu şahsen bildiğin zaman, ölüm seni hiç rahatsız etmez.
Sen her zaman varsın. Formlar gelip geçer ve yaşam nehri akmaya devam eder. Bunu yaşamadığın sürece ölüm korkusu seni bırakmaz.
Sen asla doğmadın ve asla ölmeyeceksin…”
Her gün değişiyorsun. Doğduğun gün, sadece bir günlükken de, yine kendini tanıyamazsın. Aman Tanrım, bu ben miyim?" dersin. Her şey değişiyor; yaşlanacaksın ve gençliğin gidecek. Çocukluğun çok uzun zaman önce kayboldu ve bir gün ölüm de gelecek. Ama sadece form, biçim ölecek; öz değil. Hayatın boyunca değişen hep form oldu.
O yüzden, nasıl alkolikler varsa, bir de işkolikler vardır. Kendilerini sürekli bir işle meşgul ederler; iş yapmaktan vazgeçemezler. Tatiller korku verir; sessiz oturamazlar. O sabah üç kere okumuş oldukları gazeteyi tekrar okurlar. Sürekli meşgul olmak isterler çünkü bu sayede ölümle aralarına bir perde çekmiş olurlar. Ama özüne bakıldığı zaman, tek korku sadece ölümdür.
Birçok korku vardır ancak bunlar temel olarak tek bir korkudan türemiş filizlerdir, dallarıdır, tek bir ağacın dallarıdırlar. Bu ağacın adı ölümdür. Bu korkunun ölümle ilgili olduğunun farkında olmayabilirsin ama her korku ölümle bağlantılıdır
Ama korku seni sakatlıyor. Bebek de, rahimden dışarı çıkmadan önce, çıkıp çıkmamak konusunda kararsız kalıyor olmalı. Olmak ya da olmamak. Bir adım ileri atıp, sonra bir adım geri çekiliyor olmalı. Belki de o yüzden anne bu kadar acı çekiyor. Bebek kararsız ve coşkuyu yaşamaya henüz tam olarak hazır değil. Geçmiş onu geri çekiyor, gelecek ise ileri çağırıyor. Bebek ise bölünmüş durumda.
Etiketler:

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir