Jack Weatherford kitaplarından Cengiz Han kitap alıntıları sizlerle…
Cengiz Han Kitap Alıntıları
Her mücadelede yeni fikirleri, sürekli değişen askeri taktikler, stratejiler ve silahlarla birleştirdi. Aynı savaşı asla iki kez yapmadı..
Gözlerinde ateş, yüzünde ışık var
Gözlerinde ateş, yüzünde ışık var.
Moğollar yalnızca savaş halini değiştirmekle kalmamış, aynı zamanda evrensel bir kültür ve dünya sisteminin çekirdeğini de oluşturmuşlardır Moğolların önemle vurguladıkları serbest ticaret, açık iletişim, paylaşılan bilgi, seküler siyaset, dini birliktelik, uluslararası hukuk ve diplomatik dokunulmazlık konularıyla birlikte çağdaş dünya sisteminin temellerini oluşturuyordu.
Yıllarını ve şanını tamamladığında, son nefesiyle oğullarına Çin İmparatorluğu’ nu fethetmelerini emrederek öldü.
Her mücadelede yeni fikirleri, sürekli değişen askeri taktikler, stratejiler ve silahlarla birleştirdi. Aynı savaşı asla iki kez yapmadı.
Tarih fatihlerin birçoğunu acılı ve zamansız ölümlere mahkum etmiştir. Büyük İskender otuz üç yaşındayken, Babil’de esrarengiz koşullar altında, yandaşları ailesini öldürüp topraklarını paylaşırken ölmüştü. Jül Sezar, aristokrat dostları ve eski müttefikleri Roma Senatosu’ nun salonunda bıçaklayarak öldürmüşlerdi. Fethettiği toprakların yağmalanarak elinden alındığını gören Napolyon, yalnız ve hayata küsmüş bir şekilde, gezegendeki en uzak ve ulaşılmaz adalardan birinde yalnız bir mahkûm olarak ölümü karşıladı. Neredeyse 70 yaşında olan Cengiz Han ise, kamp yerinde yatağında, kendisini seven ailesi, vefalı dostları ve emrettiği taktirde hayatlarını vermeye hazır sadık askerleriyle birlikteyken can verdi.
Cengiz Han’ın atlıları 13. yüzyılın başından sonuna kadar savaştı, dünyanın sınırlarını baştan çizdi. Mimarisi taştan değil, milletlerden oluşuyordu.
“Bir hedefi olmadan,bir adam değil diğer insanların hayatlarını,kendi hayatını bile sürdüremez”
Bozkır kültüründe koku derin ve önemli bir yere sahiptir. Diğer kültürdeki insanlar, karşılaştıklarında veya ayrılırken kucaklaşır veya öpüşürlerken, bozkır göçebeleri yüzlerini yaklaştırıp birbirlerini koklarlar. Koklama, anne ile çocuğu arasındakinden, sevgililer arasındaki koklamaya kadar farklı duygusal anlamlar içerir.
Liderliğin ilk anahtarının,özellikle boyunduruk altına alınması vahşi bir aslandan bile daha zor olan kibri ve yenilmesi en büyük güreşçiden bile daha zor olan öfkeyi kontrol edebilmek olduğunu öğretmeye çalıştı.gururunuza kapılırsanız,liderlik edemezsiniz diyerek onları uyardı.asla en güçlü ve en akıllının kendileri olduğunu düşünmemelerini öğütledi.
Cengiz han’ın insan katilinden ziyade bir şehir talancısı olarak tarif edilmesi daha doğrudur zira genellikle intikam almak korku salmak için veya stratejik nedenlerden ötürü şehirleri tümüyle yerle bir etmiştir.
Temuçin kendisi için gür han veya tayang han gibi eski kavim unvanlarını reddetti ve yerine halkının kendisine hitap ettiği unvanı, yani cingiz han’ı kullandı.bu isim daha sonra Batı dünyasına cengiz han olarak geçti.moğollarda cin güçlü,sıkı,sarsılmaz ve korkusuz anlamına gelir.ayrıca yine Moğolcada çino,yani kurt anlamına gelen kelimeye benzerliği vardır ki,Cengiz Han’ın soyunun kurda dayandığı söylenir.
Geleneksel bozkır düşünce sistemine göre akrabalık ağının dışında kalan herkes düşmandı ve evlat edinme ya da evlilik bağlarıyla bir şekilde aileye katılmadığı sürece daima düşman olarak kalacaktı.
Bozkır kültüründe koku, derin ve önemli bir yere sahiptir.diğer kültürlerdeki insanlar, karşılaştıklarında veya ayrılırken kucaklaşır veya öpüşürken,bozkır göçebeleri yuzlerini yaklaştırıp birbirlerini koklarlar.koklama,anneyle çocuğu arasındakiden,sevgililer arasındaki koklamaya kadar farklı duygusal anlamlar içerir.
Efsaneye göre Moğollar,boz kurt’la güzel maral’ın bir göl kıyısında birleşmesinden ortaya çıkmışlardı.
Zafer,kuralına göre oynayanların değil,kuralları belirleyen ve düşmanına karşı bunları kullananların oluyordu.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Yenilgiye uğratılan insanların sayısı,ele geçirilen ülkeler veya işgal edilen toplam alan hesap edildiğinde,cengiz han tarihteki en büyük fetihin iki katından fazla yeri fethetti.
Cengiz Han ‘büyük bir iş ‘ peşindeydi çünkü ‘tüm dünyayı tek bir imparatorluk altında birleştirmeye’ çalışıyordu. O artık bir oymak şefi değildi ve güneşin doğduğu yerden batı yere kadar olan tüm insanlar ve toprakların yöneticisi olmaya çalışıyordu.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Gözlerinde ateş, yüzünde ışık var.
Yüzyıllar geçtikçe araştırmacılar, İskender, Sezar, Şarlman veya Napolyon gibi adamlar tarafından işlenen gaddarlık ve saldırganlığı, elde ettikleri başarıyla veya tarihteki özel görevleri ile kıyasladılar. Ne var ki Cengiz Han ve Moğollar söz konusu olduğunda, başarıları bir kenara bırakılarak işledikleri suçlar ve gaddarlıkları ön plana çıkarıldı. Cengiz Han barbar, kana susamış yabani insanların, sırf kendi zevkleri için şehirleri yakıp yıkan acımasız fatihlerin simgesi haline geldi.
Hâkim olduğu topraklar üzerinde dini özgürlük tanıdı ancak fethedilen yerlerden tam sadakat istedi. Yasaların hâkimiyetinde ısrar etti ve işkenceyi kaldırdı, baskıcı haydutların ve terörist suikastçıların bulunarak öldürülmeleri için seferberlikler yürüttü. Rehin almayı reddetti ve bunun yerine savaş halinde olduğu ülkeler de dahil olmak üzere, tüm büyükelçi ve delegelere diplomatik dokunulmazlık verilmesi uygulamasına başlatan kişi oldu.
Cengiz Han, aristokrasiye ayrıcalıklar tanıyan feodal sistemi yıkarken, bireye ait erdemlere, sadakat ve başarıya dayanan yeni benzersiz bir sistem kurdu. İpek Yolu üzerindeki birbiriyle bağlantısı olmayan ve bitkin durumdaki ticaret kentlerini alarak bunları tarihin en büyük serbest ticaret merkezi haline getirdi. Herkes için vergileri düşürdü, doktorları, öğretmenlere, rahipleri ve eğitim kurumlarını vergiden tamamen muaf tuttu.
Cengiz Han’ın atlıları 13. yüzyılın başından sonuna kadar savaştı, dünyanın sınırlarını baştan çizdi. Mimarisi taştan değil, milletlerden oluşuyordu.
Her ne kadar Moğollar ”savaşmak için can atan ” bir topluluk olsalar da bu kadar ilerlemelerinin nedeni ”boş zamanlarını felsefeye ayırmalarıydı ”
Yok edilen bir şehir bir daha isyan çıkaramazdı.
Kadınlar üzerine deve alışverişindeki gibi sıkı pazarlıklar yapılması erkekler arasında bitmez tükenmez anlaşmızlıklara neden olduğu için kadınların satılmasını yasakladı
Temuçin kendisi için Gür Han veya Tayang Han gibi eski kavim unvanlarını reddetti ve yerine halkının kendisine hitap ettiği unvanı, yani Cingiz Han’ı kullandı. Bu isim daha sonra Batı dünyasına Cengiz Han olarak geçti. Moğollarda Cin güçlü, sıkı, sarsılmaz ve korkusuz anlamına gelir. Ayrıca yine Moğollarda çino, yani kurt anlamına gelen kelimeye benzerliği vardır ki, Cengiz Han’ın soyunun kurda dayandığı söylenir. Bu nedenle Cengiz Han yeni hükümdar için uygun bir unvandı.
Moğol İmparatorluğu, zihinlerde yer eden son Moğol lideri olan ve tüm Moğolistan’da Büyük Han olarak kabul edilen son kişi olan Mengü Han zamanında en geniş sınırlarına ulaşmıştı.
Moğol ordusu sadece iki sene içerisinde Avrupalı Haçlıların batıdan, Selçuklu Türklerinin ise doğudan sürekli yapmaya çalıştığı şeyi başarmışlar, Arap dünyasının kalbini fethetmişlerdi. Bağdat veya Irak’ı 2003 senesinde Amerika ve İngiliz orduları gelene kadar başka bir gayrimüslim ordusu işgal etmeyecekti.
Cengiz Han ‘büyük bir iş’ peşindeydi çünkü ‘tüm dünyayı tek bir imparatorluk altında birleştirmeye’ çalışıyordu. O artık bir oymak şefi değildi ve güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar olan tüm insanlar ve toprakların yöneticisi olmaya çalışıyordu.
Cengiz Han’ın ‘İnsan Katilinden’ ziyade bir ‘Şehir Talancısı’ olarak tarif edilmesi daha doğrudur zira genellikle intikam almak, korku salmak için veya stratejik nedenlerden ötürü şehirleri tümüyle yerle bir etmiştir.
Moğollar kendi hayatları kurtulduğu sürece düşmanın hayatına önem vermezdi. Esirler savaş alanında yere düştükçe bedenleri hendekleri doldurur, düşmanın kurduğu savunma deliklerinden Moğolların daha kolay geçmelerini sağlarlardı.
Timur’un torunları tarihte Hindistan Moğolları olarak bilinmekteydi. 1519’da yeni hanedanlığın kurucusu olan Babür, Cengiz Han’ın ikinci oğlu olan Çağatay’ın soyunun on üçüncü nesliydi. Moğol İmparatorluğu, 1556 yılından 1608 yılına kadar hükümdarlık yapan Babür’ün torunu Akbar döneminde zirvesine ulaşmıştı. Tıpkı Cengiz Han gibi o da ticarete önem vermişti, aynı zamanda onun yönetim dehasına da sahipti. Müslüman olmayanlardan alınan bir vergi olan cizyeyi kaldırmıştı. Akbar onlu birliklerden oluşan geleneksel Moğol atlı askerlerini düzenlemiş ve terfi sistemine dayanan devlet sistemini kurmuştu. Moğollar Çin’i nasıl dönemin en üretken ticaret merkezi yaptıysa, onlar da Müslüman ve Hindu geleneklerine zıt olarak kadınların statüsünü yükselterek Hindistan’ı dünyanın en büyük üretim ve ticaret bölgesi haline getirmişlerdi. Akbar Moğolların dinlere karşı güttüğü evrenselcilik anlayışını devam ettirdi, tüm dinleri tek bir ilahi kudrete inanacakları ve tüm dünyayı tek bir imparatorun yöneteceği bir sisteme göre birleştirdi.
1348 yılında İtalyan şehirlerini harap etti, aynı yılın Haziran ayında ise İngiltere’ye girdi. Veba, 1350 kışında İzlanda’nın içinden Faeroe Adaları’na oradan Kuzey Atlantik’e geçmişti. İzlanda halkının %60’ının ölümüne yol açmıştı ve belki de Grönland’daki Viking kolonisinin yok olmasının en önemli sebebi vebaydı.
Aynı Hesaplara göre 1340 yılından 1400 yılına kadar geçen 60 yıl içinde, Afrika’da nüfus 80 milyondan 68 milyona, Asya’da 238 milyondan 201 milyona düşmüştü. Veba hastalığının sonraki iki yüzyıl boyunca vurmadığı Amerika da dahil olmak üzere, toplam dünya nüfusu yaklaşık olarak 450 milyondan 350-375 milyona düşmüştü, bu en az 75 milyon kayıp demekti. Daha fazla delil toplandıkça, bilimsel araştırmalar kayıpların daha yüksek olduğunu göstermektedir. Avrupa’nın nüfusu 75 milyondan 52 milyona düşmüştü.
Aynı Hesaplara göre 1340 yılından 1400 yılına kadar geçen 60 yıl içinde, Afrika’da nüfus 80 milyondan 68 milyona, Asya’da 238 milyondan 201 milyona düşmüştü. Veba hastalığının sonraki iki yüzyıl boyunca vurmadığı Amerika da dahil olmak üzere, toplam dünya nüfusu yaklaşık olarak 450 milyondan 350-375 milyona düşmüştü, bu en az 75 milyon kayıp demekti. Daha fazla delil toplandıkça, bilimsel araştırmalar kayıpların daha yüksek olduğunu göstermektedir. Avrupa’nın nüfusu 75 milyondan 52 milyona düşmüştü.
Vücuttaki oksijen yetersizliği ve derinin altındaki kanın donması hastanın renginin siyaha dönmesine sebep oluyordu; bu dramatik belirtiden dolayı hastalık Kara Ölüm olarak da bilinmektedir. Oldukça ıstırap verici birkaç günün ardından hasta ölmekteydi.
Tarihçiler 1331 yılında Hopei vilayetindeki insanların %90’ının öldüğünü kaydetmiştir. 1351 yılına gelindiğinde ise Çin, kayıtlara göre nüfusunun yarısı ile üçte ikisi arasındaki bir kısmını vebaya kurban vermişti. 13. yüzyılın başlangıcında yaklaşık 123 milyon kişi yaşamasına rağmen 14. yüzyılın sonunda ülkenin nüfusu 65 milyona düşmüştü.
Kubilay Han 1260’larda Ulusal Tarih Ofisi’ni kurdu. Çin uygulamalarını da devam ettirerek Song Hanedanlığı’nın yanı sıra Jurched ve Kitan krallıklarının tarihlerinin derlenmesini de emretmişti. Bu proje belki de bugüne kadar gerçekleştirilmiş en büyük tarih projesiydi ve tamamlanması 1340’lara kadar, yaklaşık sekiz yıl sürmüştü. Moğol İran’daki İlhanlı Gazan Han, ilk dünya tarihinin derlenmesi için Cüveyni’nin halefi olan Raşid al Din’i görevlendirmişti. Raşid al Din Çinlilerin, Türklerin ve Moğolların Avrupalılar olarak adlandırdıkları Frenklerin tarihlerini derlemek için çok farklı ilim adamlarını ve çevirmenleri görevlendirerek büyük bir girişimde bulunmuştu.
Tarihteki fetih imparatorluklarının çoğu, fethettikleri topraklarda kendi medeniyetlerini kabul ettirmeye çalışmışlardı. Romalılar Latin dilini, kendi sözde tanrılarını, benimsetmeye ve gelişmemiş yerel bölgelere zeytinyağı ve buğday tarımı uygulatmaya çalışmışlardı. Anadolu’daki Efes’ten Almanya’daki Köln’e kadar her Roma şehrinde çarşı ve hamamlardan sütunlara ve kapı aralıklarındaki en küçük ayrıntılara kadar aynı şehir düzeni ve mimari tarz uygulanmıştı. Diğer dönemlerde ise İngilizler Bombay’daki Tudor binalarını, Hollandalılar Karayibler’deki yel değirmenleri yapmışlar, İspanyollar Meksika’dan Arjantin’e kadar kendi tarzlarında katedraller ve büyük binalar inşa etmişler, Amerikalılar Panama’dan Suudi Arabistan’a kadar kendi özel yerleşim komplekslerini oluşturmuşlardı. Arkeologlar bir yerin yalnızca fiziksel kalıntıları üzerinde çalışarak Hindu, Aztek, Mali, İnka ya da Arap imparatorluklarının gelişiminin izlerini bulabilmektedir.
Moğollar fethettikleri dünyada oldukça ölçülü ve tedbirli hareket etmişlerdi. Fethettikleri bölgelerde özel bir mimari tarz uygulanmasını zorunlu kılmamışlardı. Dillerini ve dinlerini de bu ülkelerdeki insanlara kabul ettirmeye çalışmamışlar, hatta Moğol olmayanların kendi dillerini öğrenmelerine engel olmuşlardı. Moğollar yabancı bir ürünün yetiştirilmesi konusunda zor kullanmamışlar, ayrıca vatandaşlarının yaşam tarzında köklü değişiklikler yapılmasını talep etmemişlerdi.
Moğollar fethettikleri dünyada oldukça ölçülü ve tedbirli hareket etmişlerdi. Fethettikleri bölgelerde özel bir mimari tarz uygulanmasını zorunlu kılmamışlardı. Dillerini ve dinlerini de bu ülkelerdeki insanlara kabul ettirmeye çalışmamışlar, hatta Moğol olmayanların kendi dillerini öğrenmelerine engel olmuşlardı. Moğollar yabancı bir ürünün yetiştirilmesi konusunda zor kullanmamışlar, ayrıca vatandaşlarının yaşam tarzında köklü değişiklikler yapılmasını talep etmemişlerdi.
Cüveyni ister Batı’nın en ucunda, ister Uzakdoğu’da olsun, tüccarların her yerde Moğol yollarını takip ettiklerini söyler.
Ogeday, kendisi ve Altın Aile’nin diğer üyeleri için yaptırdığı saraylara ek olarak Budist, Müslüman, Taoist ve Hristiyan tebaası için de pek çok ibadethane yaptırmıştı. Moğol saraylarında Hristiyanlar ağırlık kazanmaya başlamıştı çünkü Ogeday da diğer üç kardeşi gibi, Kereyit ve Nayman’ın fethinden sonra Hristiyan Hristiyan eşler almıştı. Torunlarından bazıları, özellikle de en sevdiği torunu Süleyman Hristiyanlığı seçmişti. Moğolların Hristiyanlığa ilgi göstermesinin bir nedeni Moğolca Yesu olan Hz. İsa’nın ismiydi. Yesu aynı zamanda tüm hanedanın kurucusu olan Cengiz Han’ın babası Yesügey’in ismiydi. Hristiyanların bu yüksek statüsüne rağmen küçük bir şehir olan Karakurum dünyanın değişik dinlere belki en fazla hoşgörü gösteren şehriydi. Dünyanın hiçbir yerinde bu kadar değişik dine mensup insan yan yana barış içinde ibadetlerini yerine getiremezdi.
Moğollar herkes için yaşam kalitesini geliştirme yolu olarak gördükleri okuryazarlığı desteklemişti. Kubilay Han, köylü çocukları da dahil olmak üzere tüm çocuklar için temel eğitim sağlamak amacıyla halk okulları yaptırmıştı. O güne kadar yalnızca zenginler çocuklarının eğitimini karşılayabiliyordu ve bu sayede okuma yazma bilmeyen köylüler üzerinde nesilden nesile daha fazla güç elde etmişlerdi. Moğollar köylü çocuklarının kışın eğitim almaları gerektiğini fark ettiler. Onlara klasik Çince eğitim vermek yerine, öğretmenler daha uygulamalı dersler için gündelik dil kullanmışlardı. Moğol Hanedanlığı kayıtlarına göre listelenen 20.166 devlet okulu, Kubilay Han’ın hükümdarlığı döneminde yapılmıştı. Kayıtlarının sayısını arttırmaya çalışan yetkililerin olası abartılı rakamlarına rağmen Moğolların eğitim konusundaki başarıları hayret vericidir, öyle ki başka hiçbir ülke temel eğitim alanında bu şekilde bir girişimde bulunmamıştır. Yazarların gündelik dilde yazmaya başlaması için Batı’da bir yüzyıl daha geçmesi gerekecekti. Hükümetlerin sıradan insanların çocukları için genel eğitim sorumluluğunu almaları içinse yaklaşık 500 yıl daha vardı.
Tarihin büyük aktörleri, bir kitabın sayfaları arasına düzgün bir şekilde sıkıştırılamaz ve kurutulmuş çok sayıdaki bitki örneği gibi dosyalanıp kaldırılamaz. Onların yaptığı işler, gelip geçen çok sayıdaki tren gibi özel bir tarifeye göre açıklanamaz.
Cengiz Han orduların tam ortasında yer alırdı; batıdaki Sağ Ordusu sağdan, doğudaki Sol Ordusu da sol kanattan saldırırdı. Küçük bir birlik öncü olarak önden gider ve keşif yapar, arkadan gelen diğer bir küçük birlik de fazladan hayvanlarını taşırdı.
Cengiz Han sadece askeri yetenekleri olan bir kişi değil, aynı zamanda en yetenekli Şaman’dan daha fazla ruhsal güce sahip bir insandı. Pek çok Moğol için Cengiz Han bugün bile kuvvetli bir Şaman’dır.
Liderliğin ilk anahtarının, yenilmesi en büyük güreşçiden bile daha zor olan ÖFKEYİ kontrol edebilmek olduğunu öğretmeye çalıştı. Asla en güçlü ve en akıllının kendileri olduğunu düşünmemelerini öğütledi.
Temuçin kendisi için Gür Han veya Tayang Han gibi eski kavim unvanlarını reddetti ve yerine halkınım kendisine hitap ettiği unvanı, yani Cingiz Han’ı kullandı. Bu isim daha sonra Batı dünyasına Cengiz Han olarak geçti.
Yegüsey, Höelün’ü kaçırdıktan kısa süre sonra Tatarlara karşı bir sefere katıldı ve Temuçin Uge adında bir savaşçıyı öldürdü. Oğlunun doğumundan hemen sonra geri geldiğinde, oğluna Temuçin adını verdi.
Luksten nefret ediyorum ve ordan bir yol çiziyorum
Cengiz Han’ın inşa ettiği tek kalıcı yapı, köprülerdi. Her ne kadar fetihleri sırasında kaleleri, hisarları, şehirleri veya duvarları yıkıp geçtiyse de büyük olasılıkla tarihteki tüm yöneticilerden daha fazla köprü inşa etmiştir.
Cengiz Han’ın hüküm süren son torunu Buhara emiri Âlim Han, Sovyet Devrimi’nin etkisiyle 1920 yılında tahtan indirilene kadar Özbekistan’da iktidarda kaldı.
Moğol ordusu yirmi beş yıl içinde, Romalılardan dört yüz yılda fethettiğinden daha çok toprak ve insan zaptetti. Cengiz Han oğulları ve torunlarıyla birlikte, 13.yüzyılın en yoğun nüfuslu medeniyetlerini fethetti.
Korkunun en iyi yayılış şeklinin savaşçılarla değil, yazar ve bilim adamları ile sağlandığını fark etmişti.
Her ne kadar Moğollar “savaşmak için can atan” bir topluluk olsalar da bu kadar ilerlemelerinin nedeni “boş zamanlarını felsefeye ayırmalarıydı”.
Güzel giysileriniz, hızlı atlarınız ve güzel kadınlarınız olduğunda vizyonunuzu ve amacınızı unutmanız kolay olur.
Cengiz Han kendinden emin bir şekilde Benim hikâyemi anlatacaklardır! diye iddia etmiştir.
Moğollar hakkında kafada beliren basmakalıp bilgilerin aksine, Cengiz han, aslında ileriye dönük bir yöneticiydi ve çocukları da bu geleneğini sürdürdü.Bu halkı için temel insanlık haklarını korudu, hatta kadın haklarını bile!
Muhtemelen türünün ilk örneği olan bir yasayla,Cengiz han, din özgürlüğünü yasallaştırdı.Anlayışlı olmasının bir kaç geçerli nedeni vardı.Budizm,Hristiyanlık,ve İslâm da dâhil olmak üzere,imparatorluğunda pek çok inanış barındırıyordu.Kendisi şamanizm’e inanmadına rağmen,dinler arası çatışmaların savaşlara neden olabileceğini biliyordu.
Aynı savaşı asla iki kez yapmadı.
Cengiz Han’ın herhangi bir portresi olmadığı için dünya onu istediği gibi hayal edebilirdi. Ölümünden yarım yüzyıl sonrasına kadar hiç kimse resmini çizmeye cesaret edemedi. Daha sonra ise her kültür kendi izlenimine göre ortaya bir Cengiz Han portresi çıkardı.
Cengiz Han İmparatorluğu, istasyonları birleştiren inanılmaz bir iletişim ağı kurmuştu. Bu istasyonlar 32 km uzunluğunda ve her tarafa yayılmıştı.
Göçebe yaşayan Moğollar sürekli hareketli bir hayatları olması nedeniyle kitaplarını ve resimlerini şarkı şeklinde yanlarında taşıyorlardı.
Cengiz Han dünya tarihinin son büyük kabile imparatorluğu. Göçebe hayatı ile Uygar Dünya Arasında 10000 yıllık savaşın avcılarla çobanların Çiftçilere karşı verdikleri mücadelenin mirasçısı ile kardeşi habil’i öldüren Kabil’in hikayesi kadar Eski Bir Hikaye idi.
Tarihin büyük aktörleri.bir kitabın sayfaları arasına düzgün bir şekilde sıkıştırılamaz ve kurutulmuş çok sayıda bitki örneği gibi dosyalanıp kaldırılamaz.
Moğollar yalnızca savaş halini değiştirmekle kalmamış, aynı zamanda evrensel bir kültür ve dünya sisteminin çekirdeğini de oluşturmuşlardı. Bu yeni global kültür, Moğol İmparatorluğu’nun çöküşünden sonra da uzun zaman boyunca gelişmeye devam etti ve sonraki yüzyıllarda sürekli gelişerek Moğolların önemle vurguladıkları serbest ticaret, açık iletişim, paylaşılan bilgi, seküler siyaset, dini birliktelik, uluslararası hukuk ve diplomatik dokunulmazlık konularıyla birlikte çağdaş dünya sisteminin temelini oluşturuyordu.
Aynı devirde, birçok krallıkta diğer dinlere hoşgörüsüzlük resmi bir politikaydı. Kutsal Toprakları istila edememenin veya Doğu Avrupa’ya açılamamanın verdiği hayal kırıklığı içerisinde, Katolik Kilisesi diğer dinlere tahammül edememeye başlamıştı. 1255 yılında kilise sapkın din mensuplarına işkence yapılmasını destekliyordu ve çoğu Dominikan tarikatından olan rahipler, şehir şehir gezerek şüphelileri bulup işkence yapmayı kendilerine iş edinmişti.
Ne var ki, din adamları Karakurum’da birbirleriyle belli sınırlar dahilinde medenice tartışırken, Moğol İmparatorluğu sınırları dışında kalan yerlerde din kardeşleri birbirlerini hançerleyip diri diri yakıyordu.
Görünüşe bakılırsa taraflar bir diğer tarafı hiçbir şekilde herhangi bir konu üzerinde ikna edemiyordu. Sonunda alkolün etkisi daha da ortaya çıkınca, Hristiyanlar mantıkla birbirlerini ikna etmeyi bırakıp şarkı söylemeye başladılar. Şarkı söylemeyen Müslümanlar, Hristiyanların sesini duymamak için kendilerini Kuran okumaya verdi. Budistler de derin bir meditasyona çekildi. Tartışma, sonunda birbirlerini kendi inançlarına döndürmeyi veya yenmeyi başaramadan, tipik Moğol kutlamalarının bittiği gibi yani herkesin kendi işine bakmasıyla bitti.
Rubruck ve diğer Hristiyanlar, Müslümanlarla tek bir takım oluşturarak Budist öğretilerini çürütmeye çalıştı. Cüppe ve görkemli giysileriyle tozlu Moğol ovalarındaki çadırlarda boy gösteren bu insanlar, o güne kadar tarihte hiçbir grup din adamı veya teoloğun yapmadığı bir şeyi yapıyorlardı. Değişik kanatlardan bu kadar çok Hristiyan’ın tek bir toplantıda bir araya gelmeleri ancak Müslüman ve Budistlerle gereği gibi tartışamamaları şüphe vericiydi. Din adamları, arkalarında hiçbir silah, herhangi bir hükümdarın otoritesi veya ordusu olmadan, sadece kendi inanç ve fikirleri doğrultusunda tartışacaklardı. Tek silahları kelimeler ve fikirleri olacaktı.
Moğollar her türlü rekabetten hoşlanır, herhangi bir spor dalında yarışma düzenler gibi karşı dinler arasında tartışmalar düzenlerlerdi Mengü’nün olmasını emrettiği bu tartışma da bir Hristiyan, bir Müslüman ve bir Budist din adamından oluşacak bir hakem kurulunun gözetiminde gerçekleşecekti. Büyük bir dinleyici kitlesi resmi ve ciddi bir ortam içerisinde olayı seyretmek için bir araya geldi. Bir memur Mengü’nün tartışma sırasında uyulmasını istediği kuralları bildirdi: Ölüm bile gelse kimse kavga başlatan sözler sarf etmeyecekti.