İçeriğe geç

Cehenneme Övgü Kitap Alıntıları – Gündüz Vassaf

Gündüz Vassaf kitaplarından Cehenneme Övgü kitap alıntıları sizlerle…

Cehenneme Övgü Kitap Alıntıları

Sözcükler sayesinde, yalnız nesneleri değil, kavramlar ve duyguları da sıkı sıkıya egemenliğimize alıyoruz.
Yaşamın anlamı gece duyumsanır ve sorgulanır. Kimse bunu öğlen yemeği sırasında tartışmaz. Yaşam, gecenin konusudur.
Bir yandan spor için başka canlı türlerini öldüren avcılara kupalar, ödüller verirken, bir yandan da kendi türünden olanları öldüren insanları idam cezasına çarptırıyoruz.
Zamanın inim inim inleyen köleleri olmamak için sarhoş olun durmamacasına! Şarapla, şiirle ya da erdemle, nasıl isterseniz.
Bir tartışma günün düzenini bozacaksa, uyuşmazlık çıkarmanın pek bir anlamı yoktur. Anlaşma, totaliterdir.
Özgürlük, son tahlilde, kor­kuyla birlikte yaşama yeteneği, korkuyu göğüsleme, kor­kuyla yüz yüze gelme cesaretidir.
Aşk, sözden önce de vardı.
Geceleri aşık olur, birbirimize aşkımızı geceleri ilan ederiz. Gündüzler bizi mantığımızı kullanmaya, kendi hapishanemize kapanmaya zorlar. Gün boyunca baskı güçleri, aşkın özgürlüğüne karşı savaşır. Ama geceler bizi yeniden aşık eder, bize “seni seviyorum” dedirtir. Gündüzleri söylenen “seni seviyorum”lar geceye gönderme yapar.
Geceleri dünya, birbiriyle haşır neşir olmuş, özgür, meraklı insanların ruhuyla canlanır.
Biz, özgür olmaktan korkuyoruz aslında. Yerleşik düzenin dikte ettiği, herkesin de karşılıklı olarak kabullendiği tutum ve davranış sınırlarının içinde kalmak istiyoruz. Bizi nihai bağımsızlığa götürecek adımı atmaya cesaret edemiyor, kendi içimizdeki sese kulak vermekten çekiniyoruz.
Hükümetlerin yanılgıya düşmüş, her şeyi doğru düşünememiş, kibirlerine yenilip günah iş­lemiş olmaları diye bir olasılık yoktur. Olsa olsa, siyasal partiler arasında seçim yapma şansımız vardır, sözüm ona.
Ölümü hazırlayamazsınız. Hayatı hazırlayamazsınız. Onlar öylesine, olduğu gibi gelir. Hayattan bir ‘an’ ı soyutlayamazsınız. Hiçbir şey o ‘an’ a bağlı olamaz. Her şey sürecin bir parçasıdır.
Ölümün bilincinde olmayan insan, yaşadığının bilincinde de değildir. Her anımız ölüm unutkanlığı içinde geçiyor.
Birbirimizi anlayamayacağımız korkusuyla, sözcükleri çok fazla kullanıyoruz. Konuşmamanın, iletişim kurmayı reddetme anlamına çekilmesinden, kabalık olarak görülmesinden korkuyoruz. Ayrıca çok fazla konuşuyoruz. Sessizlik bizi ürkütüyor. Sessizliği denetleyemiyoruz. Oysa sessizlikte, sezinlediğimiz ama tanımadığımız dürtülerin, özgürlüğün ve gelişigüzelliğin son noktası saklıdır.
C’est la vie?
Şu önceden kestirilebilir totaliter yaşamlarımız, insan ruhuna bir hakaret değilse, nedir?
Herkes ayni yöne çekseydi, dünya alabora olurdu.
Ne yaşamda, ne sevgide belirli amaçlar ya da sabit hedefler vardır.
Amaç peşinde koşma yönündeki tüm davranışlar totaliterdir.
Yıllar yılı hemen hemen her konuda anlaşan iki insanın belirli bir konuda şiddetli bir uyuşmazlığı düşmesi neden bir felaket olarak görsün ve bu durum neden onların birbirlerini hiç tanımamış olduklarının belirtisi sayılsın?
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Bizi ayakta tutan, zamanın geçmesi ve gecenin sunduğu kurtuluş umududur.
Şimdilerde yaşamın amacı, zengin olmak ve sonsuza kadar yaşamak. İdeal ölüm, ani ölüm.
Gün boyunca hayatta kalmaya, geceleri ise yaşamaya çalışırız.
Geçmişin tecrübesi adına, geçmişin hatalarını çok tekrarladık.
Birbirimizi anlayamayacağız korkusuyla, sözcükleri gereğinden çok fazla kullanıyoruz. Konuşmamanın, iletişim kurmayı reddetme anlamını çekilmesinden, kabalık olarak görülmesinden korkuyoruz
Korkuyoruz, itaat ediyoruz, ayakta kalıyoruz.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Hepimizin kalıplaşmış düşünceleri var.
Sözcükler bizi yok eder.
Sessizlik bizi korkutuyor.
Yaşamın anlamı gece duyumsanır ve sorgulanır. Kimse bunu öğle yemeği sırasında tartışmaz. Yaşam, gecenin konusudur.
Dünyayı sözcüklerle tutsak ettik. Bu süreçte biz de, kendi sözcüklerimizin tutsağı olduk.
“Yaşamın anlamı” gece duyumsanır ve sorgulanır. Kimse bunu öğle yemeği sırasında tartışmaz. Yaşam, gecenin konusudur.
Kıskançlık, sürekli bir ilişkinin besinidir.
Yaratıcı çalışma, yaşama eyleminin üstüne geçirilmiş bir deli gömleğidir.
Şairler susacak,
Şair olduğunda herkes.
Dünyayı sözcüklerle tutsak ettik.Bu süreçte biz de, kendi sözcüklerimizin tutsağı olduk
Ozanlar, sessizliğin seslerine kulak verirler.
“Yaşamın anlamı” gece duyumsanır ve sorgulanır. Kimse bunu öğle yemeği sırasında tartışmaz. Yaşam, gecenin konusudur.
Kahramanlar, bizi sakatlayarak yönetirler.
Kahramana duyduğumuz gereksinim, kendi işimizdeki güvensizlikten doğar.
Türümüz, ömürlerin uzamasıyla övü­nüyor. Herkes genç görünmeye,. genç yaşamaya çalışıyor. Bize daha az iş ve daha çok eğlence vaat ediliyor. Robotlar hepimizin köle sahibi olmasını sağlayacak. Aylaklık edece­ğimiz, sürekli tüketeceğimiz zaman hiç durmadan, hiç dur­madan artacak. Öyle umuyoruz.
Şimdilerde yaşamın amacı, zengin olmak ve sonsuza ka­dar yaşamak.
Yalnız ressamı, sanatçıyı değil, bizleri, yani seyircileri de en çok büyüleyen şey cennet değil, cehennemdir.
Yaşamın an­lamı gece duyumsanır ve sorgulanır. Kimse bunu öğle ye­meği sırasında tartışmaz.
Gece, uyku zamanı olduğu gibi, düş görme zamanıdır da. Gördüklerimizi, işittiklerimizi, kokladıklarımızı ve düşün­ düklerimizi sınırlayan diller, formlar, davranış biçimleri ve algısal paradigmalar, kendine özgü bir biçimi ve dili olan düşlerin yapısına aykırıdır.
Totaliter kurumlar uykudayken, uykuya yatırılmış­ken, onlar da yaşama özgürlüğüne kavuşurlar. Çocuklarını yatağa yatıran anne babalar gibi, onlar da artık, her türlü seremoni ve sansürden arınmış olarak, maskesiz yüzlerini gösterme özgürlüğüne sahiptirler.
Zamanın olmadığı yerde özgürlüğü duyumsayabiliriz ancak.
Eylemlerinin bilincinde olmamak, insanoğlunun yüzyıllardır süregelen yıkıcılığının temel özelliklerinden biri.
Korkmayan insan, yüzü kızarmayan bir insan gibidir.Yüzü kızarmayan insanın etik duygusu yok demektir.
Kötülük,düşmanın özelliklerinden ya da kişiliğinden çok, hepimizin içindeki düşman kavramı içinde saklıdır.
Cennete giriş, başkalarının yargılarına bağlıdır.Cennetle olan ilişkimiz, yargılayanların ve yönetenlerin dayattığı bir hiyerarşiye tabidir. Halbuki kişi ile cehennem arasında kimse yoktur.Gözüne girmeye çalışacağımız, yalan söyleyeceğimiz, lütfunu kazanmak için çırpınacağımız ya da adakta bulunacağımız kimse yoktur arada. Bağımsız kişi, kendisine cennete ayrılacak bir yere tenezzül etmez.İnsanın yargılanmayı reddetmesi, onun kibirli biri olduğu anlamına gelmez.Asıl kibirlilik, yargılamaktır.Cehennem sadece yargılayanlar ve yargılamayı kabul edenler için kötüdür. Cenneti ve onun meşrulaştıranların tersine, cehennem özgür ruhun meskenidir.
Nedir taht? Kadifeyle kaplanmış yaldızlı bir parça tahta. Devletim ben. Burada halkın temsilcisi yalnızca ben’im. Hata yapmış olsam bile, beni halkın içinde eleştirmemeliydiniz. İnsanlar kirli çamaşırlarını evde yıkarlar. Fransa’nın bana olan ihtiyacı, benim Fransa’ya olan ihtiyacımdan daha fazla.

Napoléon Bonaparte

Ölümün bilincinde olmayan insan, yaşadığının bilincinde de değildir. Her anımız ölüm unutkanlığı içinde geçiyor.
Kapitalist devletler , kahramanlar icat ederler ve üretirler ,sonra da günün birinde kitle iletişim araçlarının başarılı ve denetimli bir manevrasıyla onları öldürüverirler ..
Aynı mekanda yenilen , içilen , müzik dinlenen,dans edilen ve kanepelere uzanılıp felsefe tartışılan son Roma sempozyumlarındanbu yana 2000 yıl geçti
Yeryüzünde yaşayabileceğimiz bir sürü yer olduğu hâlde o kadar sıkışıp kaldık ki ,ne zaman yürüyüp ne zaman duracağımızı gösteren ışıklara muhtacız..
Kendimizi olduğumuz gibi kabul edinceye dek bizi tutsak edecek kahramanlar. Süpermenler ve tanrılar yaratmaya devam edeceğiz. Özgür toplumda kahramanlara yer yoktur. Özgür insanın kahramanları olmaz.
Radyasyondan çok birbirlerinin kalplerini kırmaktan ölüyor insanlar.
Hayatta olma bilinci kendini daha güçlü bir şekilde hissettirir geceleri, ölümün varlığı da öyle. ” yaşamın anlamı ” gece duyumsanır ve sorgulanır. Kimse bunu öğle yemeği sırasında tartışmaz. Yaşam, gecenin konusudur
Yeryüzünde yaşayabileceğimiz bir sürü yer olduğu hâlde o kadar sıkışıp kaldık ki ,ne zaman yürüyüp ne zaman duracağımızı gösteren ışıklara muhtacız..
Sevişin. Yorum yapmadan. Kayıt kuyut koymadan. O an’ın huzuruna kabul edilmeyi beklemeden öpüşün. Yürüyün, yürüyün, yürüyün. An’ı beklemek için durmayın. An’lar zaman içinde geri götürür sizi.
Delillerin,beklenmedik şeyler yapmaları beklenir.Bizler ise beklenmedik şeyler karşında ne yapacağımızı bilemeyiz.
Şimdilerde yaşamın amacı, zengin olmak ve sonsuza kadar yaşamak.
Öylesine özgürdür ki düşler, onları söze dökmekte güçlük çekeriz.
Gün boyunca hayatta kalmaya, geceleri ise yaşamaya çalışırız.
Sessizlik ,duyularla algılananların tümünün doruk noktasıdır.
Günümüzde cehennem kendilerine inananların,cennet ise paralı askerlerin mekânıdır.
Bizi ayakta tutan, zamanın geçmesi ve gecenin sunduğu kurtuluş umududur.
(Çünkü, sonunda gece olacağını ve (gündüzle kıyaslarsak) dilediğimiz gibi davranma fırsatına kavuşacağımızı biliriz.
Her Allahın günü, aydınlığın karanlığa doğru akışı hızı önüne katıp koşturur. Ama gün boyunca, ister sabahın saat onu ister öğleden sonra üç olsun, hepimiz, günde­lik düzenin, düzen güçlerinin köleleriyiz.
Asıl açıklanması gereken, neden aç insanın çaldığı ya da sömürülen adamın grev yaptığı değil, neden aç insanların çoğunun çalmadığı ve sömürülenlerin çoğunun greve gitmediğidir .
Doğum kontrolü var, ama ölüm kontrolü yok.
Toplumun laikleşmesi ve bunu izleyen ateizm de ölüm unutkanlığını güçlendirmiştir.
Bir zamanlar krallara,sultanlara,ve çarlara saygı duyuyor, monarşiye karşı olanlardan nefret ediyorduk.Bugun cumhuriyetçiyiz ve cumhurbaşkanlarına alkış tutuyoruz.Yarın yeniden monarşist olabiliriz.
Yasamin amacı, ölünceye kadar yaşamaktır.
Ölümlü olduğumuzu, öleceğimizi hemen hiç düşünmeyerek kendimizi zihinsel bir deli gömleği içine sokuyoruz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir