İçeriğe geç

Cebi Delik Kitap Alıntıları – Paul Auster

Paul Auster kitaplarından Cebi Delik kitap alıntıları sizlerle…

Cebi Delik Kitap Alıntıları

“Para, dünyayı kazananlar ve kaybedenler, sahip olanlar ve olmayanlar diye bölmüştü. Bu, kazananlar için eşi bulunmaz bir düzendi, peki ya kaybedenler ne olacaktı?”
“Amerikan yaşamının sağlıklılığı, haysiyeti, dürüstlüğü yutturmacadan, reklam palavrasından başka bir şey değildi. Gerçekleri irdelemeye başladığın anda, çelişkiler su yüzüne vuruyor, ikiyüzlülükler açığa çıkıyordu ve her şeye yepyeni bir açıdan bakma olanağı doğuyordu Bizlere herkese özgürlük ve adalet kavramını öğretmişlerdi; oysa gerçekte özgürlük ile adalet çoğu kez birbiriyle çelişiyordu. Para peşinde koşmanın adil olmakla ilgisi yoktu; o konuda geçerli toplumsal ilke her koyun kendi bacağından asılır görüşüydü.”
“Koca ülke daha fazla satın almak, daha fazla kazanmak, daha fazla harcamak, çevresindekilere ayak uydurma tutkusuyla yorgunluktan tükenip yere yığılıncaya kadar dolar ağacının çevresinde tepinerek dans etmek nöbetine tutulmuş devasa bir televizyon reklamına dönüşmüştü.”
“Para hiçbir zaman yalnızca para demek değildir. Para her zaman bir başka şeydir, her zaman daha başka bir şeyler demektir ve son sözü de hep o söyler.”
“Yazar olmak, doktor ya da polis olmak gibi bir meslek seçimi değildir. Yazarlıkta seçmekten çok seçilmiş olursun ve başka bir işe yaramayacağın gerçeğini de bir kez kabullenince, ömrünün sonuna kadar uzun, çetin bir yolda yürümeye hazırlıklı olman gerekir. ”
Acıya dayanmasına dayanırdım da, acıya katlanmak için gösterdiğim çaba beni kendi içime daha da hapsediyor, sosyal bir varlık olmaktan çıkartıyordu.
Bakıyorum da, kendimi bir muamma, içinde anlaşılmaz fırtınalar kopan, çelimsiz, deli bakışlı, biraz dokunaklı, umarsız dürtülerin, ânında değişen kararların tutsağı, başında kavak yelleri esen biri olarak görüyorum.
Fazla bir yüküm olmadıkça, ayaklarımın dayandığı yere kadar gitmekten hiçbir şey alıkoyamazdı beni.
Yaşamın bir noktasına gelince bir de bakıyorsun ki, ölülerle geçirmiş olduğun zaman dirilerle geçirdiğinden daha çok.
O anda kendimi kontrol edebildiysem bunu ancak kendimi bir tahta parçasına dönüştürerek başarabildim.
Ya yiyeceksin ya da seni yiyecekler. Buna orman kanunu derler arkadaş ve eğer bunu kaldıramayacaksan, vakit varken kendini dışarı atmaya bak.
Yaşamın bir noktasına gelince bir de bakıyorsun ki, ölülerle geçirmiş olduğun zaman dirilerle geçirdiğinden daha çok.
Para dediğin neydi ki; insanlar ona değer vermeyi seçtikleri için bir değer kazanan kâğıt parçasıydı.
Yazar olmak, doktor ya da polis olmak gibi bir meslek seçimi değildir.
Yazarlıkta seçmekten çok seçilmiş olursun ve başka bir işe yaramayacağın gerçeğini de bir kez kabullenince, ömrünün sonuna kadar uzun, çetin bir yolda yürümeye hazırlıklı olman gerekir.
Aptallara inanırsan, kendini aptal durumuna düşürürsün.
Babalık, bir sınır çizgisi, gençlikle yetişkinliğin arasına dikilen koca bir duvardı.
Ama tabii, para hiçbir zaman yalnızca para demek değildir. Para her zaman bir başka şeydir, her zaman daha başka bir şeyler demektir ve son sözü de hep o söyler.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Son söz paranındı ve onun sesine kulak verip dediklerini yaptığınız ölçüde, yaşamın dilini öğrenmiş olurdunuz.
Tek bir kişiyi kurtarmak bile yeterince zorken, bir anda bütün dünyayı kurtarmaya kalkışmak düş kırıklığından başka sonuç veremez.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Ayaklarımın üzerinde duruyor, adım adım ilerliyordum; fakat nasıl koşacağımı henüz bilemiyordum.
Kendime hem inanıyor, hem güvensizlik duyuyordum.
Hem yürekli, hem ödlektim.
Hem çevik, hem hantal, hem dediğim dedik, hem duruma göre değişkendim; sözün kısası çelişkili bir ruhun yürüyen, soluk alan, elle tutulur bir anıtıydım.
Para, dünyayı kazananlar ve kaybedenler,
sahip olanlar ve olmayanlar diye bölmüştü.
Bu, kazananlar için eşi bulunmaz bir düzendi, peki ya kaybedenler ne olacaktı?
Okuduklarım, bana bu dünyada benim gibi düşünenler olduğunu, benim yeni yeni kurcalamaya başladığım kapıları başkalarının çoktan açtıklarını öğretti.
Yazar olmak, doktor ya da polis olmak gibi bir ‘meslek seçimi’ değildir.
Yazarlıkta seçmekten çok seçilmiş olursun ve başka bir işe yaramayacağın gerçeğini de bir kez kabullenince, ömrünün sonuna kadar uzun, çetin bir yolda yürümeye hazırlıklı olman gerekir.
Babalık, bir sınır çizgisi, gençlikle yetişkinliğin arasına dikilen koca bir duvardı ve ben artık hep duvarın öteki tarafında kalacaktım.
Yaşamın bir noktasına gelince bir de bakıyorsun ki, ölülerle geçirmiş olduğu zaman dirilerle geçirdiğinden daha çok.
Kaçınılmaz son gelip çattığında, üzüntü, gözyaşı ve son dakika pişmanlıkları yaşanmadı. Aile sessiz sedasız dağılıverdi.
Bütün dünya halimizin vaktimizin ne kadar yerinde olduğunu anlasın diye alınmış o gıcır gıcır, yepyeni, pahalı arabamıza her binişimde ezilip büzülüyordum. Yoksullara, yokluk içindekilere, toplum düzeninin mağdurlarına acıyordum ve öyle bir arabaya binmek, yalnızca kendi adıma değil, bu tür şeylerin olmasına fırsat veren bir dünyada yaşadığım için utanç veriyordu bana.
Annemle babamın para yüzünden kavga etmeleri, kavga edecek kadar paraları olduğu gerçeğinin yanında devede kulak kalıyordu.
Para her zaman bir başka şeydir, her zaman daha başka bir şeyler demektir ve son sözü de hep o söyler.
Oysa annem, değişen koşulların keyfini alabildiğine çıkarmaya bakıyordu. Kutsal bir ayine dönüştürülen tüketicilikten tat alıyor; kendisinden önceki ve sonraki pek çok Amerikalı gibi o da alışverişi bir tür kişilik göstergesi olarak yorumluyor, hatta kimi zaman bir sanat mertebesine yüceltiyordu.
Bir yazarın üniversiteye kapanmasını, çevresini kendisi gibi düşünen insanlarla doldurmasını, rahata ve kolaycılığa alışmasını da ilke olarak yanlış buluyordum.
Yazarlıkta seçmekten çok seçilmiş olursun ve başka bir işe yaramayacağın gerçeğini de bir kez kabullenince, ömrünün sonuna kadar uzun, çetin bir yolda yürümeye hazırlıklı olman gerekir.
Para uğruna kitap yazmanın karşılığı bu kadar ediyordu. Kendimi satmanın karşılığı bu kadardı işte.
Bir seferinde elime bütün bir elli sentlik geçtiğini anımsıyorum. [ ] ister birisi vermiş olsun, ister ben kazanmış olayım, o paranın benim için ne kadar önemli olduğunu ve ne kadar büyük bir meblağ sayıldığını çok iyi biliyorum.[ ]Yarım doları arka cebime koyup bu minik serveti nasıl harcayacağımı coşkuyla hesaplayarak dükkânın yolunu tuttum. Ama yolda, hâlâ kavrayamadığım bir nedenden ötürü para yok oldu. [ ] Cebim mi delikti acaba? Parayı son kez yoklarken pantolonun paçasından mı düşürmüştüm? Hiç bilmiyorum. Altı-yedi yaşlarındaydım, o anda nasıl yıkıldığımı bugün bile anımsıyorum. [ ] Böyle bir şeyi nasıl yapabilmiştim? Herhangi bir mantıklı açıklama bulamadığım için, sonunda Tanrı’nın beni cezalandırdığına karar verdim. Nedenini bilmiyorum, ama Kadir-i Mutlak’ın cebime uzanıp parayı bizzat kendisinin aldığından da kuşkum yoktu.
“ Akıllara durgunluk verecek kadar çok sayıda kitabı su içercesine hatmediyor, kitaplardan oluşan ülkeleri, koca kıtaları bir oturuşta yutuyor, yine de okumaya doyamıyordum.”
Ama tabii, para hiçbir zaman yalnızca para demek değildir. Para her zaman bir başka şeydir, her zaman daha başka bir şeyler demektir ve son sözü de hep o söyler.
Sanat kutsaldı ve sanatın çağrısına ayak uydurup ilerlemek demek, senden istenen her özveriyi yerine getirmek, ne olursa olsun amacının saflığından dönmemek demekti.
Yapacak daha iyi bir şey bulamadığımız için bira içiyorduk ve bize çıkarılan yemeği yutabilmek için umudumuzu katık ediyorduk.
Para dediğin neydi ki; insanlar ona değer vermeyi seçtikleri için bir değer kazanan kâğıt parçasıydı.
Bence önemsiz olan para konusunun nasıl olup da aralarını öylesine bozduğunu bir türlü anlayamazdım. Ama tabii, para hiçbir zaman yalnızca para demek değildir. Para her zaman bir başka şeydir, her zaman daha başka şeyler demektir ve son sözü de hep o söyler.
Babalık, bir sınır çizgisi, gençlikle yetişkinliğin arasına dikilen koca bir duvardı ve ben artık hep duvarın öteki tarafında kalacaktım.
Bize “herkese özgürlük ve adalet” kavramını öğretmişlerdi; oysa gerçekte özgürlük ile adalet çoğu kez birbiriyle çelişiyordu. Para peşinde koşmanın adil olmakla ilgisi yoktu; o konuda geçerli toplumsal
ilke “Her koyun kendi bacağından asılır,” görüşüydü. Bu piyasanın insanlıktan nasıl uzak olduğunu kanıtlamak istercesine, neredeyse bütün atasözleri de hayvanlar âleminden alınmıştı: kurtlar sofrası, insan insanın kurdudur, boğalar ve ayılar, batan gemiyi önce fareler terk eder, yaşamak güçlünün hakkıdır. Para, dünyayı kazananlar ve
kaybedenler, sahip olanlar ve olmayanlar, diye bölmüştü. Bu, kazananlar için eşi bulunmaz bir düzendi; peki kaybedenler ne olacaktı? 
Yazar olmak, doktor ya da polis olmak gibi bir ‘meslek seçimi’ değildir. Yazarlıkta seçmekten çok seçilmiş olursun ve başka bir işe yaramayacağın gerçeğini de bir kez kabullenince, ömrünün sonuna kadar uzun, çetin bir yolda yürümeye hazırlıklı olman gerekir.
Yaşamın bir noktasına gelince bir de bakıyorsun ki, ölülerle geçirmiş olduğu zaman dirilerle geçirdiğinden daha çok.
Kesin olarak bildiğim tek şey, Kosinski’nin labirent kadar karmaşık bir kişi olduğuydu. 1980’lerin ortalarında onunla ilgili söylentiler yayılmaya, başkalarının yapıtlarından çalıntı yaptığı, kitaplarını başkalarına yazdırdığı, geçmişinin karanlık olduğu yolunda magazin yazıları çıkmaya başlayınca hiç şaşırmadım. Ama yıllar sonra kafasına plastik torba geçirerek intihar ettiğinde çok şaşırdım. 1974’te onunla birlikte çalıştığım evde, ellerimi yıkayıp tuvaletini kullandığım banyoda öldü. Bir an gözlerimi kapayıp düşündüğümde, her şeyi gözümde canlandırabiliyorum.
Yaşamım, ancak ve ancak kendi silahlarıma tutunup boyun eğmeyi reddedersem iyi olacaktı. Sanat kutsaldı ve sanatın çağrısına ayak uydurup ilerlemek demek, senden istenen her özveriyi yerine getirmek, ne olursa olsun amacının saflığından dönmemek demekti.
Hayır, sana tezgâhlamaya çalıştıkları dogmaları artık yutmak zorunda değildin. Onlara karşı koyabilir, dalga geçebilir, blöflerini görebilirdin. Amerikan yaşamının sağlıklılığı, haysiyeti, dürüstlüğü yutturmacadan, reklam palavrasından başka bir şey değildi. Gerçekleri irdelemeye başladığın anda, çelişkiler su yüzüne vuruyor, ikiyüzlülükler açığa çıkıyordu ve her şeye yepyeni bir açıdan bakma olanağı doğuyordu Bizlere ‘herkese özgürlük ve adalet’ kavramını öğretmişlerdi? oysa gerçekte özgürlük ile adalet çoğu kez birbiriyle çelişiyordu. Para peşinde koşmanın adil olmakla ilgisi yoktu? o konuda geçerli toplumsal ilke ‘her koyun kendi bacağından asılır görüşüydü. Bu piyasanın insanlıktan nasıl uzak olduğunu kanıtlamak istercesine, neredeyse bütün atasözleri de hayvanlar âleminden alınmıştı:
kurtlar sofrası, insan insanın kurdudur, boğalar ve ayılar, batan gemiyi önce fareler terk eder, yaşamak güçlünün hakkıdır. Para, dünyayı kazananlar ve kaybedenler, sahip olanlar ve olmayanlar diye bölmüştü. Bu, kazananlar için eşi bulunmaz bir düzendi, peki ya kaybedenler ne olacaktı?
O anda bir mucize oldu, düşlerim gerçeğe dönüştü sandım.
Şansını, kendisi yaratan biriydi.
Okuduklarım, bana bu dünyada benim gibi düşünenler olduğunu, benim yeni yeni kurcalamaya başladığım kapıları başkalarının çoktan açtıklarını öğretti.
para hiçbir zaman yalnızca para demek değildir. Para her zaman bir başka şeydir, her zaman daha başka bir şeyler demektir ve son sözü de hep o söyler.
Aptallara inanırsan, kendini aptal durumuna düşürürsün.
Eğer bu işe biraz zaman ve emek harcamaya gönüllü değilsem, bir boka yaramaz ödleğin teki sayılırdım.
Ve her gün kaç sayfa yapacağımızı planlayarak çalışmaya başlardık.
Hiçbir neden, bizi hedefimizden caydıramazdı.
Günde şu kadar sayfa yapacağız diye kararlaştırırdık;
ve canımız çalışmak istese de istemese de her gün oturur, o kadar sayfayı bitirirdik.
Tek bir kişiyi kurtarmak bile yeterince zorken, bir anda bütün dünyayı kurtarmaya kalkışmak düş kırıklığından başka sonuç veremez.
Kimseye güvenme;
izini belli etme;
kanıtları yok et.
Herhalde bir yerden başlamak gerekiyor.
Belki istediğim hızla ilerleyemiyordum, ama en azından ilerleme yönünde adım atıyordum.
Ayaklarımın üzerinde duruyor, adım adım ilerliyordum;
fakat nasıl koşacağımı henüz bilemiyordum.
ama çoğunlukla yalnızdım; kimi zaman kafamın içinde sesler duyacak kadar yapayalnızdım.
Artık bir yerlere gidip de sonunda dönülecek bir yer yoktu;
yapılacak tek şey çekip gitmekti.
Önemli olan kendimi tanımak ve bu dünyadaki yerimin neresi olduğunu anlamaktı.
Para uğruna kitap yazmanın karşılığı bu kadar ediyordu.
Kendimi satmanın karşılığı bu kadardı işte.
Oralarda başıma önemli bir şey gelmiş olmalıydı ama ne olduğunu hiç kestiremiyordum.Korkunç bir şey olmalıydı;belki de o günlerin yalnızlığı içinde kendi içimdeki karanlığa bakmış,kendi derinliklerimle karşılaşmış ve kendimi ilk kez görmüştüm.
Aptallara inanırsan, kendini aptal durumuna düşürürsün.
Yaşamın bir noktasına gelince bir de bakıyorsun ki, ölülerle geçirmiş olduğu zaman dirilerle geçirdiğinden daha çok.
Bazı işler belirli bir biçimde başlıyor, bambaşka bir biçimde bitiyordu
Yaşam adil değildi. Sonunda bu karara varmıştım ve bunu kendi kendime keşfettiğim için, gökten vahiy inmişçesine sarsıldım.
Son söz paranındı ve onun sesine kulak verip dediklerini yaptığınız ölçüde, yaşamın dilini öğrenmiş olurdunuz.
Ama tabii, para hiçbir zaman yalnızca para demek değildir. Para her zaman bir başka şeydir, her zaman daha başka bir şeyler demektir ve son sözü de hep o söyler.
Yirmileri devirip otuzlardan gün almaya başladığım yıllarda, elimi değdiğim her şeyin kuruduğu bir dönem geçirdim.
Yaşamın bir noktasına gelince bir de bakıyorsun ki, ölülerle geçirmiş olduğu zaman dirilerle geçirdiğinden daha çok.
Korkumu açığa vurmaktansa, alaycılık ve küstahlık çığının altına gömmeye çalışıyordum.
Yaşamın bir noktasına gelince bir de bakıyorsun ki, ölülerle geçirmiş olduğun zaman dirilerle geçirdiğinden daha çok.
Aptallara inanırsan, kendini aptal durumuna düşürürsün.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir