Stefan Zweig kitaplarından Castellio Calvin’e Karşı kitap alıntıları sizlerle…
Castellio Calvin’e Karşı Kitap Alıntıları
Bir insanı yakmak, öğretiyi savunmak anlamına gelmez; bir insanı öldürmek anlamına gelir.
Yüreği yılmadan düşen, dizleri üstünde savaşır der Seneka. Ölüm tehlikesi karşısında kılı kıpırdamayan, can verirken düşmanına yiğitçe yukarıdan bakan, bize değil talihe alt olmuştur; yenilmiş değil öldürülmüştür. En yiğit kişiler en mutsuz insanlardır kimi zaman Montaigne, Denemeler
Fikir savaşlarının tümünde en iyi savaşçılar, kolayca ve pür heves kavgaya girenler değil; içlerinde bir kararın, bir yargının oluşması zaman alan, uzun süre tereddüt edenler, barışı içtenlikle sevenlerdir.
Bir fikir, insanı bir kez ele geçirmeye görsün, düşüncelerinin ve duygularının son hücrelerine kadar egemen olur ve içinde durdurulamaz bir ateş yaratır. Yaşayan bir fikir asla ölümlü bir insanla birlikte yaşayıp onunla birlikte yok olup gitmez; kendine bir yer; bir dünya ve özgürlük ister. Bu nedenle de düşünen herkes için hayatın fikrinin şişmiş parmaktaki kıymık gibi, ana rahmindeki çocuk gibi, kabuğundaki meyve gibi içeriden dışarıya taşacağı bir an gelir. Serveto gibi tutkulu ve kendine güvenen bir adam da hayatının fikrini uzun vadede kendine saklamaya dayanamaz; karşı durulmaz bir biçimde düşüncesini bütün dünyayla paylaşmayı arzu eder.
Calvin’in sırrı yeni değildir, diktatörlerin tümüne ait çok eski bir şeydir: Terör.
Kimse aldanmamalı. Hiçbir şeyden korkup gerilemeyen, her türlü insancılığı zaaf diye alaya alan zorbalık müthiş bir kuvvettir. Sistemli bir biçimde düşünülüp tasarlanmış, despotça uygulanan devlet terörü, bireyin iradesini
etkisiz hale getirir, toplumu çözer, altını oyar. Bitiren bir hastalık gibi ruhları kemirir ve – bu onun son sırrıdır – çok geçmeden toplumsal korkaklık onun yardımcısı ve yardakçısı olur; ve herkes kendini zanlı hissettiği için diğerlerini suçlar ve korkaklar korkularından tiranın buyruklarına ve yasaklarına hevesle itaat eder.
Kimse aldanmamalı. Hiçbir şeyden korkup gerilemeyen, her türlü insancılığı zaaf diye alaya alan zorbalık müthiş bir kuvvettir. Sistemli bir biçimde düşünülüp tasarlanmış, despotça uygulanan devlet terörü, bireyin iradesini
etkisiz hale getirir, toplumu çözer, altını oyar. Bitiren bir hastalık gibi ruhları kemirir ve – bu onun son sırrıdır – çok geçmeden toplumsal korkaklık onun yardımcısı ve yardakçısı olur; ve herkes kendini zanlı hissettiği için diğerlerini suçlar ve korkaklar korkularından tiranın buyruklarına ve yasaklarına hevesle itaat eder.
Ama bir insanın bedeni de ruhu gibi gelişmek ister, onu zora sokan, bunun ceremesini korkunç bir şekilde çeker. Her organ dünyevi yaşamında doğasının gereği olan duyguları güdüsel olarak doya doya yaşamak ister. Kan, arada bir daha çılgınca akmak, kalp, daha ateşli atmak, ciğerler haykırarak boşalmak, kaslar devinmek, tohum serpilmek ister ve kim bu hayati iradeyi aklıyla sürekli engelleyecek olursa, ona karşı direnirse, organları sonunda isyan eder.
Calvin için bir başkasıyla sürdüreceği ikili konuşma, diğerinin onun fikrine rücu etmesi ve onu kabul etmesi anlamını taşır: Aslında berrak bir zihinle düşünme yetisi olan bu kişi ömrü boyunca, Tanrı’nın sözünü yorumlama hakkının sadece kendine ait olduğundan ve hakikati yalnız kendinin bildiğinden bir an olsun bile şüpheye düşmemiştir.
Her zaman etkileyici olan şeylere kapılan insanlık, asla sabırlı ve adil olanlara değl, sabitfikirlilere, kendi hakikatlerini mümkün olan tek gerçek, kendi iradelerini dünya kanunun temel biçimi olarak ilan etme cesaretini gösterenlere biat eder.
Bir halkın, diktatörlüğün sağladığı, sıkı disiplin ve artan ortak vurucu güç gibi geçici avantajların bedelinin daima bireyin kişisel haklarıyla ödendiğinin ve her yeni kanunun, kaçınılmaz olarak eski bir özgürlüğe mal olduğunun ayırdına varması çoğunlukla zaman alır.
Bir kasın aralıksız olarak fazla gergin, fazla kasılı kalamayacağı gibi, bir tutkunun sürekli akkor halini koruyamayacağı gibi, din diktatörlükleri de müsamahasız radikalliklerini asla devam ettiremez: Onların baskısına acılı bir şekilde katlanmak zorunda kalan, çoğu kez sadece tek bir kuşak olur.
Hiçbir küçümseme bir ölüyü incitemez.
Yanlış olan ve suç oluşturan şey, her zaman için sadece bir insanı şiddet kullanarak inanmadığı bir dine zorlamaktır.
Bütün despotların trajedisi, politik açıdan etkisizleştirdikten ve seslerini kestikten sonra bile bağımsız insanlardan hala korkmalarıdır.
Heyhat, terör karşısında ne hukuk vardır ne de yargıç! Bir yerde zorbalık egemen oldu mu bir kez, yenik düşene itiraz hakkı verilmez; orada ilk, aynı zamanda son merci terör olur.
Ve bir hakikat istediği kadar Tanrı’ya atfedilsin, kendini kutsal saysın – asla Tanrı’nın yarattığı insan hayatının kutsallığını ihlal etmek hakkına sahip olamaz.
İnançlar bireysel deneyimler ve hadiselerdir; ait oldukları birey dışında kimsenin hükmüne tabi olamazlar, kurallara bağlanamazlar, şekillendirilemezler.
Bağırmakla, çağırmakla hiçbir öğreti daha doğru, hiçbir hakikat daha hakiki olmaz; hiçbiri şiddet içeren propagandalarla, yapay olarak bireysel alanlara sızamaz. Özellikle de, samimi fikirleri uğruna direnen insanlara zulmetmekle hiçbir öğreti, hiçbir ideoloji asla daha fazla gerçeklik kazanamaz.
Despot bir mizacın ilk düşüncesi karşıt fikri baskılamak, sansürlemek ve susturmak olur.
Şiddet uygulayanların uyguladıkları şiddeti her zaman herhangi bir dinle, ideolojik bir fikirle mazur gösterdiklerini bilir; ama kan, her düşünceyi kirletir; zorbalık, fikrin değerini düşürür.
Birbirimize tahammül gösterelim ve ötekinin inancını yagılamayalım!
Castellio için dünyamızın caniyane deliliğinin ve çılgın şaşkınlığının suçlusu, ezeli suçlusu fanatizmdir; her zaman kendi fikrini, kendi dinini ve ideolojisini geçerli saymak isteyen ideologların tahammülsüzlüğüdür.
Bir insanın düşüncelerini yargılamak, iç dünyasındaki özel inancını adi suçlarla bir tutmak kimin hakkıdır?
Bir kitaba değerini kazandıran şey gizli imalar değil, yazılmış kelimelerdir daima.
Zorbalığa ancak kurnazlıkla karşı durulabilir.
Hakikati aramak ve onu kendi düşündüğü gibi ifade etmek asla suç olamaz. Kimse bir inanca zorlanamaz. İnanç özgürdür.
Kimse aldanmamalı. Hiçbir şeyden korkup gerilemeyen, her tür insancıllığı zaaf diye alaya alan zorbalık müthiş bir kuvvettir. Sistemli bir biçimde düşünülüp tasarlanmış, despotça uygulanan devlet terörü, bireyin iradesini etkisiz halet getirir, her toplumu çözer, altını oyar. Bitiren bir hastalık gibi ruhları kemirir ve – bu onun son sırrıdır – çok geçmeden toplumsal korkaklık onun yardımcısı ve yardakçısı olur; ve herkes kendini zanlı hissettiği için diğerlerini suçlar ve korkaklar korkularından tiranın buyruklarına ve yasaklarına hevesle itaat eder.
Yasak, yasak, yasak: korku verici bir ritim.
İnsanlığını doyasıya ve keyif içinde yaşamamış olan biri, insanlara karşı daima insanlık dışı davranır.
Bütün diktatörlükler bir fikirle yola çıkar. Lakin her fikir, biçimini ve rengini onu gerçekleştiren insandan alır.
Dogmaya dayalı zorba egemenlikler bir özgürlük hareketinden doğmuşsa, özgürlük fikrine karşı, kökten gelmiş iktidarlardan daima daha sert ve daha müsamahasız olur. Egemenliklerini bir devrime borçlu olanlar, sonrasında her tür yeniliğe her zaman daha hoşgörüsüz, daha tahammülsüz biçimde karşı dururlar.
Her zaman etkileyici olan şeylere kapılan insanlık, asla sabırlı ve adil olanlara değil, sabitfikirlilere, kendi hakikatlerini mümkün olan tek gerçek, kendi iradelerini dünya kanununun temel biçimi olarak ilan etme cesaretini gösterenlere biat eder.
Bir halkın, diktatörlüğün sağladığı, sıkı disiplin ve artan ortak vurucu güç gibi geçici avantajların bedelinin daima bireyin kişisel haklarıyla ödendiğinin ve her yeni kanunun, kaçınılmaz olarak eski bir özgürlüğe mal olduğunun ayırdına varması çoğunlukla biraz zaman alır.
Hiçbir diktatörlük, güç olmaksızın düşünülemez ve ayakta kalamaz. Gücü elinde tutmak isteyen, gücün aygıtlarını da eline geçirmelidir: emir vermek isteyen, cezalandırma yetkisine de sahip olmalıdır.
Başkalarına zorbalıkla dayatıldığında, en temiz inançlar bile akla karşı işlenmiş bir günah olur.
Dini ve siyasi ideolojinin diktatörlüğe dönüştüğü her sefer, tiranlık biçiminde yozlaşma laneti yeniden tekrarlanır.
Özgürlük ile otorite arasındaki sınır her zaman gereklidir ve hiçbir halk, hiçbir çağ, düşünen hiç kimse bundan uzak kalamaz. Zira otoriteden yoksun bir özgürlük (kaosa dönüşeceği için) ve özgürlükten yoksun bir otorite (tiranlığa dönüşeceği için) mümkün değildir.
Çünkü dönemin kudret sahiplerine ya da kudret dağıtanlarına karşı seslerini yükseltenler, ölümlü neslimizin ölümsüz korkaklığı içinde hiçbir zaman kendilerine taraftar bulmayı umamaz.
Yüreği yılmadan düşen, dizleri üstünde savaşır (der Seneka). Ölüm tehlikesi karşısında kılı kıpırdamadayan, can verirken düşmana yiğitçe yukarıdan bakan, bize değil talihe alt olmuştur; yenilmiş değil öldürülmüştür. En yiğit kişiler en mutsuz insanlardır kimi zaman
Bahane arayan, her zaman bulur.
Örgütlenmemiş bir memnuniyetsizlik, örgütlü bir terörle asla baş edemez.
İnsanlığını doyasıya ve keyif içinde yaşamamış olan biri, insanlara karşı daima insanlık dışı davranır.
Unutulmuş bir kişiye minnet borcu nasıl ödenir !Buradaki bu müthiş haksızlık nasıl telafi edilir !
Zira tarihin adil davranmaya vakti yoktur .
Zira tarihin adil davranmaya vakti yoktur .
Çünkü dönemin kudret sahiplerine ya da kudret dağıtanlarına karşı seslerini yükseltenler, ölümlü neslimizin ölümsüz korkaklığı içinde hiçbir zaman kendilerine taraftar bulmayı umamaz.
İsa’yı öldürmüş bir dünyanın yargısını bir kenara bırakalım, sadece şiddet uygulayanların davalarının kazanıldığı mahkemelerine de aldırmayalım
Bir insanı öldürmek, asla bir öğretiyi savunmak demek değildir. Bir insanı öldürmek demektir.
Zira gerekli olan şeyler hiçbir zaman fazladan, hakikatler de boşuna söylenmiş sayılmaz. Söz, galip gelmese bile, hakikatin ebediyen baki olduğunu göstermiş olur; böyle zamanlarda söz söyleyen , kendi adına, hiçbir terörün özgür bir ruh üzerinde etkili olamayacağını kanıtlamış olur. Ve en insanlık dışı yüzyılda bile, insanlığın sesine yer olduğunu.
Şiddet uygulayanların uyguladıkları şiddeti her zaman herhangi bir dinle, ideolojik bir fikirle mazur gösterdiklerini bilir; ama kan, her düşünceyi kirletir; zorbalık, fikrin değerini düşürür.
Hakikati aramak ve onu kendi düşündüğü gibi ifade etmek asla suç olmaz. Kimse bir inanca zorlanamaz. İnanç özgürdür.
Sebastian Castellio, 1551
Sebastian Castellio, 1551
Otoriter tabiatlı kimseler , bağımsız düşünen herkesi tahammül edilemez bir hasım olarak görürler
-hangi fikir, farklı kanaatleri tek kalıba döküp düzene sokmak üzere şiddete başvurursa, o andan itibaren artık bir ideal değil, vahşettir. Başkalarına zorbalıkla dayatıldığında , en temiz inançlar bile akla karşı işlenmiş birer günah olur.
Hakikati aramak ve onu kendi düşündüğü gibi ifade etmek asla suç olamaz. Kimse bir inanca zorlanamaz, inanç özgürdür.
Manevi konularda zorlama, salt ruha karşı işlenmiş bir suç değildir; aynı zamanda beyhude bir gayrettir de. Kimseye zorbalık etmemeliyiz! Zira zor, hiç kimseyi olduğundan daha iyi kılmamıştır. Bir insanı bir inanca zorlamaya kalkanlar, hasta insanın ağzına sopayla yemek tıkmak kadar anlamsız davranmaktadırlar.
Stefan Zweig, Vicdan Zorbalığa Karşı
Stefan Zweig, Vicdan Zorbalığa Karşı
Manevi konularda zorlama, salt ruha karşı işlenmiş bir suç değildir; aynı zamanda beyhude bir gayrettir de. Kimseye zorbalık etmemeliyiz! Zira zor, hiç kimseyi olduğundan daha iyi kılmamıştır. Bir insanı bir inanca zorlamaya kalkanlar, hasta insanın ağzına sopayla yemek tıkmak kadar anlamsız davranmaktadırlar.
Stefan Zweig, Vicdan Zorbalığa Karşı
Stefan Zweig, Vicdan Zorbalığa Karşı
ve her zaman bütün Calvin’lere karşı bir Castellio ayağa kalkar, iktidarın bütün zorbalığına karşı düşüncenin mutlak bağımsızlığını savunur.
Sonsuza doğru uzanan ilerleme, her sistemden sadece işine yarayanı alır, engel olan şeyleri ise sıkılıp posası kalmış meyve gibi ardında bırakır.
Kalvenizm, egemenliğine giren bütün uluslar içinde, hizmette kusur etmeyen, mütevazı ve sabırlı, çoğunluğa uyan, mükemmel memur, yani ideal vasat insan tipini canlı bir biçimde yaratmıştır.
Diktatörler işin başında kaçınılmaz olan bazı krizleri bir kez aştılar mı, genellikle bir süre için yerlerini sağlamlaştırmış olurlar;
Hoşgörüsüzlük kaçınılmaz olarak savaşa sürükler, hoşgörü ise barışa.
tarafgir kimseler için önemli olan asla hakkaniyet değil, zaferdir.
ruhunda İsa’nın sözlerini hiç mi hissetmiyorsun: ‘Sebepsiz yere kardeşine karşı hiddete kapılanlar, yüce divana çıkacaktır,’ ve, ‘kardeşine kötü diyenler karanlıklara atılacaktır.’”
Bulunamayan sebep, suni olarak yaratılır ve nefret edilen kişiyi pataklamak üzere rasgele sopaya sarılınır.
Heyhat, bir bağnaza bir şey öğretilebileceğini ya da onun yumuşatılabileceğini sanmak ne kadar da aldatıcı bir düşüncedir!
Ahlaklı bir kimse, salt varlığıyla bile etkileyici olur; çünkü varlığı etrafında ikna edici bir hava yaratır;
Ya siz fani yargıçlar, kendi keyfî kararlarınızla insan kanı akıtmaya ne zaman son vereceksiniz?”
“Görmüyor musun,” diye suçlunun üzerine yürür Castellio, “kitabın ve eylemin nerelere uzanıyor? Tanrı’nın onurunu koruduğunu iddia eden pek çok kişi var ve şimdi bunlar, insanlara kıymak istedikleri zaman senin içtihadından yararlanabilecekler. Senin belalı yolundan giderek kendilerini kanla lekeleyecekler. Kendilerinden farklı inançta olan herkesi, idam ettirecekler senin yaptığın gibi.”
Bağırmakla, çağırmakla hiçbir öğreti daha doğru, hiçbir hakikat daha hakiki olmaz; hiçbiri şiddet içeren propagandalarla, yapay olarak bireysel alanlara sızamaz.
Hakikatler yaygınlaştırılabilir ama dayatılamaz.
Cinayetten suçludur ve ideoloji nedeniyle işlenmiş hiçbir cinayet asla haklı gösterilemez.
“Bir insanı öldürmek, asla bir öğretiyi savunmak demek değildir: Bir insanı öldürmek demektir.
Ama bir insanın olsun, bir öğretinin olsun, sansürün arkasına saklanması, her zaman için ruhen kendinden emin olmayışının en kesin göstergesidir.
“Bütün mezhepler, dinlerini Tanrı’nın sözü üzerine inşa eder; her biri de kendininkini doğru sayar. Calvin’in anlayışına göre her biri diğerini kovuşturmak durumunda. Tabii ki Calvin kendi öğretisinin doğru olduğunu iddia etmektedir. Lâkin başkaları da aynı iddiayı taşımaktadır.