Tuğba Sarıünal kitaplarından Çarpışma kitap alıntıları sizlerle…
Çarpışma Kitap Alıntıları
düşünceli ve hassas bir toplum oluşmadığı sürece, tekerlekli sandalyeler için özel yollar inşa edilmiyor, yaşlılarla empati kurulamıyor, hamilelere saygı gösterilmiyor, hayvanlara bile eziyet ediliyordu. hemen herkes gibi, iyilik de bir yere kadar diye düşünürken kötülüğün sınırlarının olmadığını göremiyordu. savunmasız olanı korumanın kahramanlık sayılmayacağını anlayamıyordu.
Geçmişini unutanlar, belki de onu bir kez daha yaşamak zorunda kalıyordu.
Canavar gibi yaşayan, canavar gibi ölüyor komiser.
“Mutlu olacaksın.” dedi hayat, “Fakat önce seni güçlendireceğim.”
Düşünceli ve hassas bir toplum oluşmadığı sürece, tekerlekli sandalyeler için özel yollar inşa edilmiyor, yaşlılarla empati kurulamıyor, hamilelere saygı gösterilmiyor, hayvanlara eziyet ediliyordu.
Edebiyat
Çarpışma, Tuğba Sarıünal
Sayfa 214 – Olimpos Yayınları
En derin kuyulara atılmış ruhlar bile kendine acımayı bıraktığında ışığın varolduğunu görebiliyordu.
Neyi çok sevse uzaklaşıp gidiyordu işte.
Bizler kocaman bir romanın içinde yaşıyoruz.
Hepimizin özlemi geçmişe değil kaybolan masumiyeteydi şüphesiz.
Unutma, dışarıda bir yığın ihtimal ve seçim var. Senin bir geleceğin var.
Teslimiyet kolay iş değildi. Hem de her geçen gün kendine zarar verdiğini fısıldayan mantık mekanizmasının sesini yok sayacak kadar çaresizce teslim olmak
Mutlu olacaksın. dedi hayat,
Fakat önce seni güçlendireceğim.
Fakat önce seni güçlendireceğim.
Hassasiyet ve empati. Hayatın her alanına sirayet ettiğinde insanlık gelişmeye başlıyordu.
. çocukluk, insan ömrünün en önemli zamanıymış. Sevgisiz kalan çocuk özgüvensiz olurmuş. Terk edilen çocuk ilişkilerinde bağımlı hale gelirmiş. Sürekli azarlanan çocuk büyüyünce sık sık depresyona girermiş. Peki ya istismara uğrayan çocuk?
. değersiz hisseden insanın bütün savaşları kendisiyle olur.
Dünya çok acı çekiyor; kötü insanların şiddetinden değil, iyi insanların sessizliğinden.
Napolyon Bonapart
Sevgi bağımlılık değil, bağlılıktı.
Geçmişini unutanlar, belki de onu bir kez daha yaşamak zorunda kalıyordu.
Gözcüler gözleyenleri sevmezler
“Değersiz hisseden insanın bütün savaşları kendisiyle olur.”
Etrafım kalabalık ama iliklerime kadar yalnızlık çekiyorum.
Neyi çok sevse uzaklaşıp gidiyordu işte. Görünmez oluyordu yanında kalmasını istediği tüm ruhlar.
Kendi travmalarını kendisi sarmış ve doğru insan olmayı başarabilmiş bir kadın.Doğru insanı bulmak belki bir ömür sürmüştü ama değmişti.
Ben sadece dünyanın yaşanabilir bir yer olduğuna inanmak istiyorum.
Dünya üzerinde iyi insanların varlığına şahit olmak hatırlatıyordu insan olduğumuzu.Umutlar o zaman yeşermeye başlıyordu.
Hepimizin özlemi geçmişe değil kaybolan masumiyeteydi şüphesiz.Dokunmak yetiyordu onu çıkarmaya.Yara alan yerlere sevginin samimiyetle buluştuğu bir dokunuş.
Hepimizin özlemi geçmişe değil kaybolan masumiyeteydi şüphesiz.
İnandığı zaman nasıl da parlıyordu bakışlar.En derin kuyulara atılmış ruhlar bile kendine acımayı bıraktığında ışığın var olduğunu görebiliyordu.
Sadece nefreti hayatınızın tam merkezine yerleştirdiniz.Kötülükle savaştığınızı düşünürken,masumları riske atarak kötülük yapmaya başladınız.Savaştığınız düşmanın aynısı olduğunuz gün kendinizle savaşmaya başladınız.Yaşadıklarınızı küçümsemiyorum ama hayat devam etmek zorunda.Dünya üzerinde yaşamakta olan milyarlarca insanın çok azı mükemmel bir çocukluk yaşayabilmiştir.Hepimizin travmaları var.
Daha dünyayı bile anlayamamışken kötülükle tanıştığınız için kendi adalet sisteminizi geliştirdiniz.İyiliğe olan inancınızı yitirdiniz ve kötülere ceza kesmeye başladınız.
Yaşadığı acıyı anlatabilenlerin yeterince acı çektiklerini düşünmedim hiçbir zaman.
Ölümün nefesi yüzündeyken bile kaskatıydı yüreği.Canavar gibi yaşayan,canavar gibi ölüyor komiserim.
Aklından bunları geçirirken, sadece kendi oğluna eğilen bir baba olduğu gerçeğiyle de bir kez daha yüzleşti ama onu bile doğru düzgün yapamamıştı. Sorunlu ilişkisi yüzünden kavga etmemek için eve sürekli olarak geç gittiği günleri hatırladı. Ömrünün ilk altı yılında ne kadar az görmüştü oğlunu. Annesi öldükten sonra da tek çarenin doktor muayenelerinde olduğunu düşünerek her ay başka bir terapiye götürmüştü. Kendi içindeki boşluğu doldurmaya ve vicdanını rahatlamaya çalışırken sevgisiz bir çocuk yetiştirdiğini fark edememişti. Bencilce bir yaklaşımla büyüdüğünde enayi yerine konulmasın diye yaptığı iyilikleri bile tam anlamıyla onaylamamıştı. Eksikliğini çektiği her şeyin fazlasını kendi oğlunda görmek istemişti. Cesaretini kırarak, savunma yapmayı öğretmişti. Kötülükten uzak durmasını, sadece ve sade ce kendisini korumasını tembihlemişti. Bir kere bile annesine aşık olduğu günlerden bahsetmemişti. Sevgiyi öğretmemişti. Hassas bir çocuk yerine, kötülüğün kol gezdiği topluma çelik miğferli asker yetiştirmişti sanki.
Düşünceli ve hassas bir toplum oluşmadığı sürece, tekerlekli sandalyeler için özel yollar inşa edilmiyor, yaşlılarla empati kurulamıyor, hamilelere saygı gösterilmiyor, hayvanlara bile eziyet ediliyordu. Hemen herkes gibi, iyilik de bir yere kadar diye düşünürken kötülüğün sınırlarının olmadığını göremiyordu. Savunmasız olanı korumanın kahramanlık sayılmayacağını anlayamıyordu.
Her şeyi çocukların maruz bırakıldığı davranış şekilleri belirliyordu. Daha güzel bir gelecek hayal eden, önce savunma siz olana karşı hassasiyet göstermeliydi. Doğru kelime bu diye düşündü. Hassasiyet ve empati. Hayatın her alanına sirayet ettiğinde insanlık gelişmeye başlıyordu. Diğer türlüsü tam bir kabustu.
Duyduklarını anlamlandırmaya çalışırken midesine oturan yumruğun boğazına doğru hareket ettiğini hissetti. Her gün yüzlerce çocuk istismara uğruyordu. Kendi hayat koşturuşunun içinde sürekli olarak bir yerlere yetişmeye çalışırken sadece okuduğu haberlere üzülmekle yeriniyordu. Yeterince üzüldüğünde ya da çocuğa zarar veren kişiye sağlam küfürler ettiğinde vicdanında oluşan geçici rahatlama, hayatını yaşanır kılıyordu. Hem her yeni güne başka bir istismarın haberiyle uyanmak durumun kendisini normalleştirdiğinden, vicdanın sesi de erkenden susuyor ve masumiyetin gördüğü zarardan daha az etkilenen yetişkinler kendi hayatlarına zorlanmadan adapte olabiliyordu. Zarar gören hiç tanımadığı bir bedense, yaşanan olayın korkunçluğunu hayal ediyor ve bu durumu kendi yakınlarından biri yaşamadığı için şükür bile ediyordu. Hangisine yetişebilirim diye düşünerek vicdanını rahatlatırken, ayda bir kez yetiştirme yurdu ziyaretlerine gitmenin ve sadece bir tanesine bile olsa yardımcı olabilmenin geleceği geri dönüşsüz şekilde güzelleştireceğini fark edemiyordu. Kirli ve pis diye ötelenen çocuklar biraz daha büyüdüklerinde suça bulaşmaya başlıyor ve artık toplum tarafından kabul görmeyen bireyler haline geldiklerinde, kurtarılmaları için çok geç kalınmış oluyordu.
-Sonunda sürekli kalbi tekleyen, şeker hastası ve toplum tarafından dışlanmış bir obez oldum. Yedikçe şişmanladım, şişmanladıkça değersiz hissettim, değersiz hissettikçe daha fazla yemek yedim.
Ama değersiz hisseden insanın bütün savaşları kendisiyle olur.
Henüz dünyayı bile anlayamamışken annesi tarafından terk edilen bir çocuk,hayatı boyunca terk edilme korkusuyla yaşardı.Kimsenin yeterince önemsemediği çocukluk travmaları ne yazık ki çocuklukta kalmıyor komiser.
Unutma,dışarda bir yığın ihtimal ve seçim var.Senin bir geleceğin var.
Savunmasız kalan her insan aynı masumiyeti taşıyordu işte. Yeterince küçük ya da yeterince büyük olan herkes aynı saf bakışlarla süzüyordu ziyaretçileri. Dışarıya çıkamadıkları için sanki dışarıdan gelen herkes gerçek hayata aitmiş gibi ilgiyle seyrediliyordu.
“Sevmek;
İnsanları, vatanı, çocukları, kadını..
Görmek;
Fakirleri, acizi, garibanı, haksızlığı..
Hissetmek;
En derininden, en içten, en samimi duyguları..
Umut etmek;
İyiyi, güzeli, adaleti, hakça paylaşımı…”
İnsanları, vatanı, çocukları, kadını..
Görmek;
Fakirleri, acizi, garibanı, haksızlığı..
Hissetmek;
En derininden, en içten, en samimi duyguları..
Umut etmek;
İyiyi, güzeli, adaleti, hakça paylaşımı…”
Acı bile güzel geldi çünkü canı yanıyorsa yaşadığı şey de gerçekti.
Sanki birbirlerinden gitgide uzaklaşıyorlardı.Oğlu ölüme giderken Serhan hiçbir şey yapamadan öylece bekliyordu.
Hayatındaki insanın hayatındaki önceliği kendisi değildi ve en çok bunu farkettiğinde kırılmıştı.Belki ilk günden beri bunun böyle olacağını biliyordu ama yüzleşmek zorunda kalınca insan çok daha fazla acı çekiyordu.
Dünya çok acı çekiyor;
Kötü insanların şiddetinden değil, iyi insanların sessizliğinden..
Kötü insanların şiddetinden değil, iyi insanların sessizliğinden..
Sevgi bağımlılık değil,bağlılıktı.
Sevgiyi değil, ne olursa olsan bir arada olmayı ezberlemişti.Aileler birbirini sevmeseler de bir arada yaşarlardı. Eski hastalık düşüncelerini hatırlayınca birden şakaklarını mengene gibi sıkan kuvvetli bir basınç hissetti.
Bencillik nedir hiç öğrenmemişti.Kendini bilmeye başladığı ilk zamanlarda bile başkalarının mutluluğu için yaşamıştı.
Geçmişini unutanlar,belki de onu bir kez daha yaşamak zorunda kalıyordu.
İnanarak kurduğu ikinci aile kurumu da darmadağın olmuştu işte.
Tanıdığı bir acıyı hatırlamanın getirdiği sarhoşluk hissi, yavaş yavaş tüm bedenine yayılırken bir kez daha anladı. Hayatım dediği ne varsa, daha önce de elinden alınmıştı.
Hem ne kadar iyi bakılırlarsa bakılsınlar hiçbir sevgi biçimi anne ve babalarından alacakları kadar yeterli olmayacaktı. Geceleri kabus gördüklerinde ya da gün için de enerjileri taştığında koşup kime sariliyorlardı? Kavga et tiklerinde bölüşemedikleri ne varsa, bir annenin adaletiyle aralarında pay ediliyor muydu? Ya da ne yaparsam yapayım beni hep sevecekler hissi doluyor muydu çocuk kalplerine?
İşlenen suçu ve suçluyu daha iyi anlayabilmek için iyiliğin tarafında savaşan herkes,biraz da olsa çizginin diğer tarafına kayardı.
Ama güçlü durmazsan oğlumuz için savaşamayız ki
Cevabını bulamadığım o kadar fazla şey var ki
İnsan ömrünün her evresinde aşkın da tanım değiştirdiğini okumuştu bir yerlerde. Erken yaşlarda cinsellik, orta yaşlarda kariyer, ilerleyen yaşlarda huzur demekti.Yaşadığı travmalar yüzünden ruhunun yaşını ileri sayacak olursa belki de şu an yaşadığı huzurun adı aşktı.
Gözcüler gözleyenleri sevmezler
Küçük yaşta annesini kaybetmemiş olan herkes, anne kelimesinin değerini ya kendi çocukları olduğunda ya da iyice yaşlandığında anlardı ama hayat bazen küçük bir çocuğa erkenden ders verecek kadar acımasız davranırdı.
Bu hayatta en sevdiğim şey sensin.
Oysa çocukluk, insan ömrünün en önemli zamanıymış. Sevgisiz kalan çocuk özgüvensiz olurmuş. Terk edilen çocuk ilişkilerinde bağımlı biri haline gelirmiş. Sürekli azarlanan çocuk büyüyünce sık sık depresyona girermiş.
Değersiz hisseden insanın bütün savaşları kendisiyle olur.
Unutma, dışarıda bir yığın ihtimal ve seçim var.
Senin bir geleceğin var.
Senin bir geleceğin var.
Sevmek; insanları, vatanı, çocukları, kadını..
Görmek; fakirleri, acizi, garibanı, haksızlığı..
Hissetmek; en derininden, en içten, en samimi duyguları
Umut etmek; iyiyi, güzeli, adaleti, hakça paylaşımı.
Görmek; fakirleri, acizi, garibanı, haksızlığı..
Hissetmek; en derininden, en içten, en samimi duyguları
Umut etmek; iyiyi, güzeli, adaleti, hakça paylaşımı.
Dünya çok acı çekiyor;
Kötü insanların şiddetinden değil, iyi insanların sessizliğinden..
Kötü insanların şiddetinden değil, iyi insanların sessizliğinden..
Geçmişini unutanlar, belki de onu bir kez daha yaşamak zorunda kalıyordu.
Dünya üzerinde iyi insanların varlığına şahit olmak hatırlatıyordu insan olduğumuzu. Umutlar o zaman yeşermeye başlıyordu.
Hepimizin özlemi geçmişe değil kaybolan masumiyeteydi şüphesiz.