İçeriğe geç

Çanakkale Mahşeri Kitap Alıntıları – Mehmed Niyazi

Mehmed Niyazi kitaplarından Çanakkale Mahşeri kitap alıntıları sizlerle…

Çanakkale Mahşeri Kitap Alıntıları

Ve siz ey hayatlarının baharında şehadet mertebesine erenler!.. Âlemlerin Rabbi sizler için diridir derken destanınızı fanilerin yazamayacağına işaret ediyor.
Haysiyetsiz yaşamaktansa ölmek daha iyi değil mi?
Bu insanların kalplerinde sadece ulvi bir vatan sevgisi vardır. Ölüme onlar kadar gülümseyerek giden bir millet ferdi daha görmedim.
Bir asker için mutluluk denen bir şey varsa Türkler’le omuz omuza savaşmaktır, diyebilirim.
Evet, insan ruhunu yenmek mümkün olmuyor.
Zafer bizim
-Yazıyor! Çanakkale zaferini yazıyor!
Onların bedenini yenebiliriz; ama ruhlarını yenmeyi unutalım. Zaferimiz, Türkler’in fakirliğinin üzerine gitmekle mümkündür.
-Gazanfer! Muzaffer! Mücahit! Ha! En karanlık gününde çocuklarına bu adları yalan millet, bir yerde toprağa gömülse bile, bir başka yerden fışkırır!
Son derece hırpalanmış Türkler’i, koruyan Cenab-ı Allah’larından ayırmak için başka ne yapılabilir!
sanki kişilikleri kaybolmuş, oluşturdukları kollektif bir gövdeyle alev ve süngü üzerine gidiyorlardı.
Türklerin önünde durmak imkânsızdı; sanki bir baraj yıkılmış, sel çağıldayıp, geliyordu.
Savaşıp, başkasının elinden neyi var, neyi yoksa almaya kafa yorduğumuz kadar ilme önem versek, herhalde insanlık olarak daha kolay refaha kavuşuruz.
gençlik bir kere yaşanır.
Tamir edilemeyecek hataları görmemek daha iyi.
-Thomas, bu daha ölmemiş.
-Salla gitsin, Çanakkale’de bu kadar ölünür!
Bir kürek toprak, bir damla kan kazandırır
Dünyada Osmanlı Türk’ünden başka dini uğruna canını fedaya tartışmasız hazır bir millet ve asker yoktur. Asker başına on şiling yerine elli İngiliz lirası teklif etsek, yine de yüzümüze çarparlar, dünyaya rezil oluruz.
Hayat, imkânsızlıklarda imkân bulanlara gülerdi.
Asker, düşmanı yok etmeli; kendini de korumalıdır.
Diri bir varlık gibi çöken akşam, silahları susturuyor, her şeyi örtüyor, ama acıları daha da arttırıyordu.
Neylersin ki tarih Kabil’den beri kanla besleniyor.
Allah ve peygamber uğruna ölmek ne güzel şeydir. Rabbim bunu ancak sevgili kıllarına bahşeder
Hayatı frenleyemiyor, her gün ölüme doğru bir adım atmıyor muyuz?
Ne yazık ki ölmesini bilmeyen milletlerin vatanı yoktur!
Siper savaşlarında Türk askeri çok üstün.
Evet, insan ruhunu yenmek mümkün olmuyor!
Ne çare ki insan azminin de bir sınırı vardı; siperler yer yer düşüyordu.
-Rabbim, bir Halit’i aldın; bu Halit’i koru.
Türkler’in yılmaması ise dikkat çekiciydi; darbeler onları saracağı yerde sanki sağlamlaştırıyordu.
-Ah kumandanım! Medeniyet mi, insanlık mı kaldı!
İnsan acılara karşı çok dayanıklıdır.
Kişilik değiştirmek, bir anlamda ölmektir; demek ki önce öleceğiz, sonra öldüreceğiz.
‘Askerliğin pek çok tarifi var; en doğrusu, insan öldürme sanatı şeklinde yapılanıdır.’
Fakat bir insanın saygı duyduğu bir kişiye yazmasının ne kadar zor olduğunu mutlaka takdir edersiniz. Yanlış anlaşılmak, maksadı aşan çağrışımlara sebep olmak endişesi kalemimi dizginliyor.
Hayat subjektiftir; değerler zaman ve şahsa göre değişir.
Hayatını eserinden kıskanan, gerçek sanatçı olamaz.
-İnsanoğlu avunmak için nelere muhtaç!
Fakir düşmüş millet; büyük fedakârlıklara rağmen askerini ancak bu kadar besliyor, bu kadar giydirebiliyordu.
Zira o, savaşı yönetmenin, sadece bedenleri değil, ruhları yönetmek olduğunu gayet iyi biliyordu. Moralini yitirmiş bir kumandandan daha çaresiz kim olabilirdi?
Çok yaşayalım, az yaşayalım, sonumuz ölümdür.
hayat başka, hayal başkaydı; büyük eserler gücünü hayattan alırlardı.
-Her şeyin başı imandır Hacı efendi.
Asker arkadaşlığı hiçbir şeye benzemezdi; hele omuz omuza savaşlara girip çıkmak bu arkadaşlığı başka ufuklara taşırdı.
Biz fâniler için en yüce mertebe şehitliktir.
-Neredeler?
-Mertebelerine eriştiler.
Korkuyu yenen asker ne yaptığını iyi bilirdi.
-Giden gelmiyor Hoca Efendi.
”Bir asker için mutluluk denen bir şey varsa, Türkler’le omuz omuza savaşmaktır, diyebilirim.
Fakir insanlardı; buğday kırığından yapılmış çorba en önemli yemekleriydi; sağlıksız su içerlerdi; çamur barınaklarda yatarlardı; fakat en modern silah ve araçlarla donanmış düşmanlarına karşı aslanlar gibi savaşırlardı
Bu insanların kalplerinde sadece ve sadece ulvî bir vatan sevgisi vardır.
Ölüme onlar kadar gülümseyerek giden bir millet ferdi daha görmedim. ”

Beşinci Osmanlı Ordusu Kumandanı (Mareşal Liman Von Sanders)

Kaderimizin saati çalmıştır; ya yok olacağız, yahut da şerefimizle yaşayacağız. En güçlü, en modern silâhlarıyla saldıran düşmana ancak canımızla karşı koyabiliriz!
Her milletin yükseliş, düşüş dönemleri vardır.
her şey Allah’ın takdirindeydi.
Bir asker için mutluluk denen bir şey varsa, Türkler’le omuz omuza savaşmaktır, diyebilirim. Fakir insanlardı; buğday kırığından yapılmış çorba en önemli yemekleriydi; sağlıksız şu içerlerdi; çamur barınaklarda yatarlardı; fakat en modern silah ve araçlarla donanmış düşmanlarına karşı aslanlar gibi savaşırlardı
Bu insanların kalplerinde sadece ve sadece ulvi bir vatan sevgisi vardır. Ölüme onlar kadar gülümseyerek giden bir millet ferdi daha görmedim.
Gazanfer! Muzaffer! Mücahit!.. Ha! en karanlık gunundr çocuklarına bu adları takan millet, bir yerde toprağa gömülse bile, başka yerden fışkırır.
Evet, insan ruhunu yenmek gerçekten mümkün olmuyor. Dünyada hiçbir ordu bu kadar sürekli ayakta kalamaz. Sadece bugün binsekizyüz şarapnel attık; onbinlerce piyade mermisi yaktık. Aylardan beri gece gündüz savaş gemilerimiz mevzilerini bombalıyorlar. Son derece hırpalanmış Türkler’i koruyan Cenab-ı Allah’larından ayırmak için başka neler yapılabilir!..
Tabiat Türkleri gizledi; Tanrı onları korudu.
Kardeşle aramızdaki yakınlığı kader kuruyor. Arkadaşlığa ise kafa, gönül, ideal, irade de karışıyor. Bunun için kimi arkadaşlara insan daha yürekten acıyor.
Ana kucağına sarılırcasına sarıldığı toprak ne akşam, ne de simdi onu koruyabilmişti.
En uzun ömür için bile göz açıp kapayıncaya kadar denmiyor mu?
Milletimizin yaşaması, biraz da bizim ölümü tercih etmemize bağlıdır.
Esat Paşa’yı en çok onbeşinci tümenin durumu düşündürüyordu. Karaya ayak bastıktan sonra 9 saat yürümesi gereken tümenin yirmi beş kilometresi de çalılık ve fundalıktı. O yolları ağırlıklarıyla aşan askerde hücum takati kalır mıydı?
Ve siz ey hayatlarının baharında şehâdet mertebesine erenler!.. Âlemlerin Rabbi sizler için diridir derken destanınızı fanilerin yazamayacağına da işaret ediyor. Biz yazamasak da kanlarınızla yoğurduğunuz tepelerde rüzgâr ebediyete kadar cenginizi terennüm edecek, mahzun vadilerde sütun sütun fatihalarla yükselen mezar taşlarınızı gökler selâmlayacak!..
Doğduğum topraklar
Yeryüzünün en güzel yeri
“Vatanım ,ey vatanım
Seni bir daha ne zaman göreceğim!
Doğduğum topraklar
Yeryüzünün en güzel yeri
Vatanım ,ey vatanım
Seni bir daha ne zaman göreceğim!
Yıllar olabilir ya da sonsuza kadar
Sevgili Vatanım!”
Hayat başka, hayal başkaydı; büyük eserler gücünü hayattan alırlardı.
“-O zaman nasıl kaldırdın?
Seyit onbaşı bir tuhaf oldu; ayaklarının yerden kesildiğini zannetti; bulutların üzerinde yüzüyordu. Karşısındaki Kumandan Paşa idi; ne söyledin pek farkında değildi; yalnız kumandan Paşa’ya cevap veriyordu.
-Paşam karşımda düşman olsun gene kaldırırım.”
Onlara ancak canımızla karşı koyacağız!
İki yüz elli üç bin vatan evlâdı kemiklerini sizlere siper etmeseydiler, haliniz nice olurdu!
Ne yazık ki ölmesini bilmeyen milletlerin vatanı yoktur.
Savaşın yüksek bir meslek, ilim haline geldiğini idrak edemeyecek kadar aptal değiliz. Fakat bu davetsiz misafirlerimiz savaşın asıl gıdasını kahramanlık, vatan sevgisi gibi, maalesef ilkel kabul edilmeye başlanan duygulardan aldığını unutuyorlar.
Zira o, savaş yönetmenin, sadece bedenleri değil, ruhları yönetmek olduğunu gayet iyi biliyordu.
Gazanfer! Muzaffer! Mücahit! Ha! En karanlık günlerinde çocuklarına bu adları takan millet, bir yerde toprağa gömülse bile, bir başka yerden fışkırır!
Tabiat Türkleri gizledi; Tanrı onları korudu.
Toplar hayatı temsil eden her varlığı yok etmek için ufukları inletiyordu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir