M. Necati Sepetçioğlu kitaplarından Can Ocağında Pişen Aş kitap alıntıları sizlerle…
Can Ocağında Pişen Aş Kitap Alıntıları
Sen onu değil, o seni bulacaktır, günü geldiğinde.
Emanet nasıl kutsal kılınmışsa hıyanet de öylesine İslam’ın yüz karası olarak bilinmelidir.
Emanetin en ağırı, milletin emanetidir. Millet Allah’ın bir araya getirdiği insanların kaderidir.
Emanetin en küçüğü bile, bilinen ağırlıklardan daha ağırdır. Emanet, sahibine ulaşmazsa emanetçinin yüzü iki cihanda da aklanmaz.
Peygamberiyle birlikte gönül gönüle olabilmekten başka bir zenginlik olabilir mi?
Varlık âleminde yokluğu yaşamak gibi bir bulunmaz nimete erebilmiş olanlar, çiğ aydınlıklardan hazzetmezler. Gün ışığı, eğer gönlün meyvelerini olgunlaştırmak için değilse, boşuna bir heveslenmedir; gösterişi göze batıran gün ışığını tavus kuşları sever, siz bir bülbülün aydınlıkta dem çektiğini duydunuz mu?
Hayal sizin elinizde, zaman taksimini iki yerine üç, üç yerine beş kat değiştirin, ömrünüzün yerleştiği zaman parçası da o ölçüde uzayacaktır. Zamanı biz ölçüyoruz; zaman kendini yaşıyor.
Ama kısa süreni muhakkak ki tadına doyulmadığı için uzun sürenlerden çok daha özlem yükünde yüklenir. Zaman, uznunundan kısasına, ne kadar sürerse sürsün Bitmese! denilir.
Allah’ın sevdiğini seviniz. Allah’ın kelâmından ve O’nu zikretmekten usanmayınız ve Allah’ın kelâmından yüreğinize bir karartı gelmesin. Çünkü Allah kelâmı her şeyin en iyisini ayırıp seçer
Sözün en güzeli Allah’ın kitabıdır. Allah kimin yüreğini Kur’an ile süslerse onu kafir iken İslama sokar; o kimse de Kuran’ı başka sözlere üstün kılarsa kurtulur.
Suyun kurak toprakta sine sine incelişi, toprağı doyura doyura toprağa işleyişi gibi Peygamberler de insanoğlu denilen ham toprağın en kurağına sinebilmekte, bir su sabrıyla sabırlanmışlardır.
İnsan kendini en güçlü bildiği anda en yalnız ve en zayıf ânını yaşadığını bilmiyorsa dönüp çevresini kolaçan etmelidir, neye muhtaç olduğunu ancak o zaman anlayacaktır.
Sabır aynı zamanda mü’mine İslam’ın müjdesidir de. Sadece bu müjdeyi verebilmek için zaman dediğimiz umman bile beklemesini bilmiştir.
Beklemek, tarihin en sevdiği harekettir; beklemesini bilmeyeni hiçbir zaman bağışlamamış olan tarih, beklemesini bileni de hiçbir zaman unutmaz. Çünkü beklemekte sabır vardır; sabır ise, zaferin kapısıdır.
eline geçmişken kıymetini bilemediğin zaman senin değildir artık. Kıymetini bilen, değerini anlayan, sırtına binip âlemlere ferman okuyanın elinde sana nispet yapmaktadır.
Zaman da ata benzer bazan, ozana benzer, zaman da at ayağı gibi çabuk, ozan dili gibi çevik olur.
Düşünme ve hissetme kudretine sahip olan gönül, sevgi ve bağışlama hazinesi olarak da insanı güzelleştirdiği için maddenin katılığını yok etmesini bilir.
şüphe ölçüsüzleştiği zaman insanı tedirgin eden bir hastalık haline gelir. Çok sık, sonuna kadar soru sormak, simgesi soru olan aklın aynı zamanda hastalığıdır da.
Yürek, akıl kadar soru sormaz, gönül ise sorudan nefret eder. Gönül, soruların târümâr etmediği bir huzur bahçesidir. Yürekte ise arada bir esen soru fırtınası bedenin harap olmasına sebebiyet verir.
Akıl, daha çok gözle görülen maddeyi sever, gözle görülmeyeni de gözle görülür hale getirmeyi ister.
Bilmek inanmakla olur, inanmayan insan bilemez.
Akıl, yürek ve gönül bir arada inandığı, aklın, yüreğin ve gönülün aynı anda kabul ettiği şey biliniyor demektir.
Akıl, yürek ve gönül bir arada inandığı, aklın, yüreğin ve gönülün aynı anda kabul ettiği şey biliniyor demektir.
aydınlık bir bilinen olan o bilinmeyenlerin bizim karanlığımızda ve aklımızın ötesinde bizi beklediğine inanıyoruz. Bunun için bilmek derken, ancak Tanrıda gizli olan büyük sırdan bize kalanını kastettiğimiz anlaşılmalıdır.
çocuk, henüz ne olacağı bilinmeyen bir gizli dünyadır ve o dünya, nice yıllardan sonra kocamış,aksakal olmuş insanların seve seve ömürlerini feda ederek dönmekten çekinmeyecekeleri en büyük özlem olurlar.
Halbuki insan, ölümün en dinmez ağrılara bir ilaç olduğunu bilse de hayatın bir başka yüzü olan ölümün tabiiliğini kabullense, yaşamanın kıymetini ve tadını farkedecektir.
Ahmed altı yaşına girdiğinde dedesi Musa Şeyh Hakka yürüdü, bu cihandan o cihana uyandı.
O halde gitmek hiç gelmemek değildi.Giden muhakkak gelirdi ;kendisi olmazsa haberi, sesi olmasa nefesi muhakkak gelirdi .
şüphe her zaman nura koşmak demek değildir. Şüphe ölçüsüzleştiği zaman insanı tedirgin eden bir hastalık haline gelir.
Zamani biz ölçüyoruz;ZAMAN KENDİNİ YAŞIYOR.
Varlık âleminde yokluğu yaşamak gibi bir bulunmaz nimete erebilmiş olanlar, çiğ aydınlıklardan hazzetmezler. Gün ışığı, eğer gönlün meyvelerini olgunlaştırmak için değilse, boşuna bir heveslenmedir; gösterişi göze batıran gün ışığını tavus kuşları sever, siz bir bülbülün aydınlıkta dem çektiğini duydunuz mu?
Lâkin insanoğlu zoru değil, kolayı sever. Hatırlamayı değil, unutmayı benimser. Yarınlarda yaşamaktansa bugünlerde cebini doldurmayı marifet sayar. Ve aldıkça almak mümkünse hiç vermemek insanoğlunun bugünkü gibi dünkü hayatının da başta gelen alışkanlığıdır.
İnsan kendini en güçlü bildiği anda en yalnız ve en zayıf ânını yaşadığını bilmiyorsa dönüp çevresini kolaçan etmelidir, neye muhtaç olduğunu ancak o zaman anlayacaktır.
“-Ya sır nedir öyleyse?”
“-Gördüğünü bilmektir. Bildiğini söylememektir.”
“-Gördüğünü bilmektir. Bildiğini söylememektir.”
“Ne var ki her ölüm bir doğuma basamaktı.”
“Bazen düşler gerçeklere aynadır; sen nasıl bir aynasın? Geçmişe mi, geleceğe mi?”
“Değer, değerin eline geçince değerlenir.”
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
“Düşler, geçmişimizin en güzel yeri, geleceğimizin eseridir.”
“ Şüphe ölçüsüzleştiği zaman insanı tedirgin eden bir hastalık haline gelir.”
“Bilmek, inanmakla olur, inanmayan insan bilemez.”
“Çünkü gönül hem düşünmesini bilir, hem hissetmesini, çünkü gönül, sevginin hazinesidir.”
“Unutmamak gerekir ki en saf düşler çocuk düşleri, en akıl almaz hayaller çocuk hayalleridir, zararsızdır, güzeldir, sevecendir ve sevdirir.”
“O, zamanın elinde değildi, zaman onun elinde idi.”
“Çünkü beklemekte sabır vardır; sabır ise, zaferin kapısıdır.”
“İnsan hep kendine bakmıştır; kendine baka baka gururlanmış, kendine baka baka başkasını unutmuştur.”
“Lâkin insanoğlu zoru değil, kolayı sever. Hatırlamayı değil, unutmayı benimser.”
Değer, değerin eline geçince değerlenir; değersizin elinde bir değer nice çırpınırsa çırpınsın , yok olup gider.
Yürek akıl kadar soru sormaz, gönül ise sorudan nefret eder. Gönül, soruların tarumar etmediği bir huzur bahçesidir. Yürekte ise arada bir esen soru fırtınası bedenin harap olmasına sebebiyet verir.
Çünkü beklemekte sabır vardır, sabır ise zaferin kapısıdır.
Tanrı her zamanı, vaktinde yaşanması için yaratmıştı.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Sevgi gönüllerden kazındı da yerini nefrete ve kine terketti mi hayat yaşayan için de, yaşatmak için de bir anlam taşımaz olur.
Çağrılmayan yere gitmek bize göre değil.
Çağrılmayan yere arsızlar gider.
Çağrılmayan yere arsızlar gider.
Kâfirin kafirliği ne vakit sona ermiş ki oyunları sona ersin? Kafir dememiz, dinimizden olmayan anlamında kullanılmasından her zaman ; bizim dinimizden niceleri var ki kâfirin kafirliği yanında hiç kalıyor
Sevmek insan olmasını bilmektir. Sevmesini bilmeyen insanım demesini de bilmez. İnsanım demesini bilmezse ne olur? Bu sorusunun cevabını düşünmekle bulunur, sen de düşün. Ama sevmeyi bilmiyorsan düşünemezsin de
Gitmek hiç gelmemek demek değildi. Giden muhakkak gelirdi; kendisi olmasa haberi, sesi olmasa nefesim muhakkak gelirdi. Bakarsın bu ses, bu nefes, bu haber şu ayrılığın bahasına denk düşerdi..
Çağrılmayan yere gitmek bize göre değil. Çağrılmayan yere arsızlar gider.
Ağzına güvenilmeyenin kulağına da güvenilmemelidir, kulağına güvenemeyeceğiniz bir kimse ise gönül yoksunudur. Böyle bilinen, senin benim güvenemediğim, hani ağzında bakla ıslanmaz dediğimiz kimselere, bizim insanca sırrımızı vermediğimize, vermekten çekindiğimize, Tanrı da yüz çevirir. Kaldı ki Tanrı sırrı, Tanrı’nın has kulları içindir ve o sır, verildiği yerde kalır..
Ölüm geldi cihane, baş ağrısı bahane
Ölümün, yaşamanın aynası olduğuna inanmıştı artık; yaşadıkça hep o aynaya bakmaktansa, o aynanın derinliğine bırakıp kendini oradan yaşamağı seyretmek daha hoş
olmayacak mıydı?
olmayacak mıydı?
Alemde ne varsa aşktır. İlim boş bir sözdür, aşk olmadı mı ilim anlamsızlaşır.