İçeriğe geç

Çağdaş Huzursuzluk Kitap Alıntıları – Sigmund Freud

Sigmund Freud kitaplarından Çağdaş Huzursuzluk kitap alıntıları sizlerle…

Çağdaş Huzursuzluk Kitap Alıntıları

herkes hangi özel yoldan mutlu olabileceğini kendi bulmalıdır.
İnsanların hepsi sevilmeye layık değil.
İnsanların hepsi sevilmeye layık değil.
ve gerçek sefaleti unutturacak kadar güçlü değildi
Dünyayı döndüren açlık ve sevgidir.”
İnsanların hepsi sevilmeye layık değil.
İnsanların hepsi sevilmeye layık değil.
Seçici olmayan bir sevgi, nesnesine haksızlık ederek değerinin bir kısmını yitirir. Dahası, her insan sevgiye layık değildir.
Ilımlı veya aşırı, tek yönden ya da birçok yönden işe girişen yöntemler vardır. İnzivaya çekilme, diğer insanlardan kendini uzak tutma, insan ilişkilerinden doğabilecek acılara karşı ilk akla gelen korunma yöntemidir. Anlaşılacağı üzere bu yolla erişilebilecek mutluluk, huzurun verdiği mutluluktur. Kendimizi korku duyulan dış dünyaya karşı savunmak için, eğer bu işi yalnız başına becermek istiyorsak, bir tür yüz çevirmeden başka hiçbir çaremiz yoktur.
Mutsuzluk duymak ise çok daha kolaydır.
Yaşamın amacı sorusuna yanıt verebilecek olan yine yalnızca dindir.
İnsan yaşamının amacının ne olduğu sorusu sayısız kere sorulmuştur; ancak şimdiye dek tatmin edici bir yanıt bulunamamıştır, belki de bulunması olası değildir.
Aile üyelerinin birlikteliği ne denli sıkı ise,
kendilerini diğerlerinden ayırma eğilimleri de o denli güçlü, daha geniş bir yaşam çevresine girmeleri o denli zor olacaktır.
Seçici olmayan bir sevgi, nesnesine haksızlık ederek değerinin bir kısmını yitirir. Dahası, her insan sevgiye layık değildir.
insanların birlikte yaşamasının iki temeli vardı: dışsal zorunlulukların yarattığı çalışma yükümlülüğü; erkeğin cinsel nesnesini, yani dişiyi, dişinin ise kendisinden ayrılmış bir parça olan çocuğu yitirmek istememesine neden olan sevginin gücü.
uygarlığın ilk talebi adalettir, yani bir kez kurulmuş olan hukuk düzeninin, bir daha tek bir bireyin yararına bozulmayacağının garantisidir.
ölümü bir kurtarıcı olarak beklememize yol açacak, zorlu, sevinçlerden uzak ve acı dolu uzun bir yaşamı ne yapalım?
.. insanları mutluluğa götürebilecek pek çok yol vardır, ama insanı mutluluğa
götüreceği kesin olan hiçbir yol yoktur. Din bile vaadini yerine getiremez. Mümin takdiri ilahi den bahsetmek zorunda kaldığında, acı karşısında kendisine son avuntu olanağı ve haz kaynağı olarak yalnızca koşulsuz boyun eğmenin kalmış olduğunu itiraf etmiş olur.
Bir zamanlar bulundukları alanlarda şimdi yıkıntılar vardır
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Benin kendini içeriden gelen keyifsiz uyarımlara karşı savunmak için kullandığı yöntemlerin, dışarıdan gelen keyifsizliğe karşı kullandıklarından farklı olmaması ciddi patolojik bozuklukların çıkış noktasıdır.
“Ebediyet duyumu olarak adlandırmak istediği, sınırsız, uçsuz bucaksız, adeta okyanusvari bir duygu.
İnsanların genelde yanlış kıstaslar kullandıkları; iktidar, başarı ve zenginlik için çabalayıp bunlara sahip olanlara hayranlık duyarken yaşamın gerçek değerlerini küçük gördükleri izlenimine kapılmaktan kendimizi alamayız
İnsan zekâdan yana zayıf bir yaratıktır
Aşık olduğumuz zamanki kadar acı çekmeye karşı savunmasız olduğumuz bir zaman yoktur, aşık olduğumuz kişiyi veya onun aşkını kaybettiğimizdeki kadar mutsuz olduğumuz zaman da.
Sırtımıza yüklenen yaşam bizim için fazla ağırdır; pek çok acı, hayal kırıklığı ve üstesinden gelinemeyecek görevler içerir.
Bir şehrin en barışçı gelişimi bile yıkımları ve var olan yapıların yerine yenilerinin konmasını içerir.
”hiçbir zaman sevdiğimiz zamanki kadar acıya karşı savunmasız ve hiçbir zaman sevdiğimiz nesneyi ya da onun sevgisini kaybettiğimiz zamanki kadar çaresizce mutsuz değiliz.
Freud’a göre dinsel tasarım ve algılamalar bir uygarlığın servetinin belki de en önemli parçasıdır .
Bireyleri gerçekten birbirine bağlayan, temeldeki imrenme ve saldırganlık duygularıydı.
”kalp düşünebilseydi atmaktan vazgeçerdi.”
İnsanların hepsi sevilmeye layık değil
Dahası, her insan sevgiye layık değildir.
Her insan, kendi bilinçdışında diğer insanların tepkilerini yorumlamak, yani başkalarının kendisinin duygu kabarmalarından almış oldukları izlenimleri geri çevirebilmek için belli bir aygıta sahiptir.
İnsanların hepsi sevilmeye layık değil..
Eğer başka birisini seveceksem o kişi buna bir şekilde değmeli. Eğer kendi idealimi onda sevme olasılığımı bana sunacak kadar benden daha mükemmel ise sevgimi hak eder.
Hiçbir zaman tabiata tamamen hakim olamayacağız; doğanın bir parçası olan vücudumuz da sınırlı uyum sağlama becerileri ve edinimleriyle her zaman çürümeye mahkum kalacak.
İnsanların hepsi sevilmeye layık değil.
İlkel insanın nasıl farklı davrandığı ilginç! Başına felaket geldiğinde hatayı kendinde görmüyor.
Eğer başka birisini seveceksem o kişi buna bir şekilde değmeli. Eğer kendi idealimi onda sevme olasılığımı bana sunacak kadar benden daha mükemmel ise sevgimi hak eder.
Her insan, kendi bilinçdışında diğer insanların tepkilerini yorumlamak, yani başkalarının kendisinin duygu kabarmalarından almış oldukları izlenimleri geri çevirebilmek için belli bir aygıta sahiptir
Daha 1907’de saplantılı-zorlantılı nevrozun belirtilerinin dinsel tören ve uygulamalara benzerliğinden girerek dinin evrensel bir nevroz, saplantılı-zorlantılı nevrozun da bireysel bir din olduğunu ileri sürmüştü.
İnsanların hepsi sevilmeye layık değil.
Uygarlık bir yandan cinsel yaşamı kısıtlamaya çabalarken öte yandan da kültürel çevreyi genişletmeye çalışıyor. Her şeye karşı uygar insanın cinsel yaşamı ciddi bir şekilde sekteye uğruyor.
Bugünün insanının bir tanrıya benzetilse bile yine de kendisini mutlu hissetmediğini unutmamak gerekiyor.
Hiçbir zaman tabiata tamamen hakim olamayacağız; doğanın bir parçası olan vücudumuz da sınırlı uyum sağlama becerileri ve edinimleriyle her zaman çürümeye mahkum kalacak.
Aşık olduğumuz zamanki kadar acı çekmeye karşı savunmasız olduğumuz bir zaman yoktur, aşık olduğumuz kişiyi veya onun aşkını kaybettiğimizdeki kadar mutsuz olduğumuz zaman da.
Aşık olduğumuz zamanki kadar acı çekmeye karşı savunmasız olduğumuz bir zaman yoktur, aşık olduğumuz kişiyi veya onun aşkını kaybettiğimizdeki kadar mutsuz olduğumuz zaman da.
İnsanoğlu, kibrinden dolayı kendisini en üstün ırk olarak görüyor. Hayvanlara gelince, onların yaşam hakları konusunda fazla söz etmiyoruz, insanlara hizmet etmek için var olduklarını kabul ediyoruz.
Kendi duygularımızı hissetmekten, yani kendi ego’muzdan daha emin olduğumuz bir şey yok aslında.
”hiçbir zaman sevdiğimiz zamanki kadar acıya karşı savunmasız ve hiçbir zaman sevdiğimiz nesneyi ya da onun sevgisini kaybettiğimiz zamanki kadar çaresizce mutsuz değiliz.”
“Hiçbir zaman sevdiğimiz zamanki kadar acıya karşı savunmasız ve hiçbir zaman sevdiğimiz nesneyi ya da onun sevgisini kaybettiğimiz zamanki kadar çaresizce mutsuz değiliz.”
Tıpkı tedbirli işadamının bütün sermayesini tek bir yere yatırmaktan kaçınacağı gibi, yaşamın bilgeliği de belki de bizlere bütün tatminimizi bir tek eğilimden beklememeyi öğütleyecektir.
Böylelikle mutluluk şansımız zaten yapımız gereği kısıtlanmıştır. Mutsuz hissetmek çok daha kolaydır.
Seçici olmayan bir sevgi , nesnesine haksızlık ederek değerinin bir kısmını yitirir.
Dahası , her insan sevgiye layık değildir .
kesin olarak bildiğim tek şey, insanların değer yargılarının kesinlikle mutluluk arzuları tarafından yöneltildiği, yani yanılsamalarım savlarla destekleme çabası olduğudur.
Kötü, genellikle ben için zararlı ya da tehlikeli bir şey olmamakla kalmaz; tersine, benin arzu ettiği, ona keyif veren bir şeydir.
İnsan ne kadar erdemli ise, üstben de o kadar sıkı ve şüpheci davranır; öyle ki sonuçta kendilerine en ağır günahkârlık suçlamalarını yöneltenler, azizlik yolunda en ileri noktaya ulaşmış kişilerdir.
Toplumun, kendi kültürel idealleri uyarınca bireye dayattığı engellemelerin çekilmez hale gelmesinin bireyi nevrotikleştirdiği saptandı ve buradan da, bu taleplerin kaldırılması ya da iyice azaltılmasının mutlu olma olanaklarına geri dönüş anlamına geleceği sonucuna varıldı.
acıya karşı en korunmasız olduğumuz zaman, sevdiğimiz zamandır; en çaresiz olduğumuz zaman ise, sevdiğimiz nesneyi ya da onun sevgisini yitirdiğimiz zamandır.
Yaşamın amacı sorusuna yanıt verebilecek olan yine yalnızca dindir. Yaşamın amacı fikrinin din ile doğrudan bağlı olduğuna hükmetmekten başka çıkar yol yok gibidir.
“Belki de dünyadaki en barışcı, mütevazi insan benim. İsteklerim şunlardır: iyi bir yatağı, iyi bir masası, taze sütü ve tereyağı, pencerelerinde çiçek, önünde birkaç güzel ağaç olan samandan çatılı mütevazi bir kulübe. Eğer tanrı beni mutlu etmek istiyorsa düşmanlarımın altı yedisini bu ağaçlarda asılı görmemi nasip etsin. Ölümlerinden önce onların bana çektirdikleri azaplar için bütün samimiyetimle affederim. İnsan düşmanını affetmeli ama asıldıktan sonra.”
Açıklamalar(26) Heine, Gedanken und Einfalle
Sanki bir masal ama değil gerçek bir hikaye. Bu hayvan krallığının zayıf bir üyesi olarak ilk defa ortaya çıkan ve türünün her yeni bireyi ile savunmasız bir bebek olarak dünyaya gelen insanın; bilimi ve pratik buluşları sayesinde bu dünyada başardıklarının hikayesi- 0 inch of nature- Ve bunları uygarlığının başarıları olarak görmeye yerden göğe kadar hakkı var. Uzun zaman önce tanrılarında somutlaştırdığı sınırsız güç ve her şeyi bilme kavramlarının idealini oluşturdu. Erişemediği arzuları ya da kendisine yasak olan her şeyi bu tanrılara isnat ediyordu. Ohalde bu ilahi varlıkların kültürün idealleri olduğunu söyleyebiliriz. Şimdi bu ideali gerçekleştirmeye iyice yaklaşmışken kendisi de adeta bir tanrı haline geldi.
Acıya karşı en korunmasız olduğumuz zaman, birini sevdiğimiz zamandır.
Ruhsal yaşamda bir kere oluşmuş olan bir daha yok olmaz, bir şekilde varlığını sürdürür ve uygun şartlar söz konusu olduğunda, örneğin yeterli bir geriye gitmeyle yeniden ortaya çıkarılabilir.
Seçici olmayan bir sevgi , nesnesine haksızlık ederek değerinin bir kısmını yitirir. Dahası , her insan sevgiye layık değildir
İnsan zekadan yana zayıf bir yaratıktır ve yalnızca dürtü dileklerinin egemenliğindedir.
Cinsel (genital) gereksinmeleri nedeniyle aile kurmuş olan erkek ile dişi arasındaki ilişkiye sevgi denir. Ama ana-baba ile çocuklar arasındaki, kız ve erkek kardeşler arasındaki olumlu duygulara da, her ne kadar bu ilişki amacı ketlenmiş sevgi, şefkat olarak betimlememiz gerekirse de, sevgi denir.
Düzen, bir kez kurulduktan sonra insanın bir şeyi ne zaman, nerede, nasıl yapması gerektiğini belirleyen ve böylece benzer durumlarda tereddüt ve kararsızlığı engelleyen bir tür tekrarlama takıntısıdır.
Seçici olmayan bir sevgi , nesnesine haksızlık ederek değerinin bir kısmını yitirir. Dahası , her insan sevgiye layık değildir.
Hiçbir zaman sevdiğimiz zamanki kadar acıya karşı savunmasız ve hiçbir zaman sevdiğimiz nesneyi ya da onun sevgisini kaybettiğimiz zamanki kadar çaresizce mutsuz değiliz.

#8212; Sigmund Freud, Uygarlığın Huzursuzluğu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir