Oktay Sinanoğlu kitaplarından Bye Bye Türkçe kitap alıntıları sizlerle…
Bye Bye Türkçe Kitap Alıntıları
Son zamanlarda Batı’nın içine düştüğü manevi bunalım, dış davranışlarına da tekrar yansımış, o sathi medeniyet kisvesi altında Batı’nın ne derece hunhar, bencil ve barbar olduğunu göstermiştir. Demokrasi, Birleşmiş Milletler, insan hakları Batı’nın sadece kendi çirkin emelleri için kullandığı örtü ve maskelerden ibaret kalmıştır.
Bizler hem Asya’yız hem Avrupa hem Ortadoğu . Coğrafi konumumuzun bahşeylediği kültür ve maneviyat zenginliğimizden bahsediyorum. Doğu’nun manevi zenginliği, insan anlayışı ile batının maddiyatı arasında köprü kurabilecek bizden daha münasip bir kavim yoktur. Perişan bir aşağılık duygusu içinde, Haçlı seferi kafalı Avrupa’ya yalvarıp duracağımıza, Asyalı tarafımızdan kıvanç duyan, tarihi manevi zenginliklerimizle, maddiyatı, en yeni becerilerle, insanı ezmek, sömürmek için değil; insanın yükselmesi, saadet, kardeşlik ve huzura kavuşması için kullanan bir millet olmalıyız. Yüzyıllar boyunca olabildiğimiz gibi.
İkinci Dünya Harbin’den sonra bilim, teknik, eğitim, basın yayın (ve propaganda) üstünlüğü iki dev ülkede kalmış, Doğu Bloku’nun geçerli dili Rusça, Batı’nınki ise İngilizce olmuştur. Ruslar Orta Asya’da eğitim dili Rusça okullar açtılar. Gerçi Özbekçe, Türkmence gibi çoğu Türk dilinin lehçeleri olan dillerde eğitim yapan okullar da hala vardır. Ama asıl imkanlar Rusça dilli okullara veriliyor, Rusça okullardan mezun olanlara iş sahaları tanınıyordu. Sonunda Türk dilli okullar ikinci sınıf okul durumuna düşürüldüler. Veliler gençler daha imtiyazlı, itibarlı Rus okullarına özenir oldular. Hatırlatmaya pek gerek yok, aynı stratejiyi özelikle önce İngilizler, hemen arkasından onların tarihi rolünü devralan Amerikalılar uyguladılar. Öyle bir izlenim yaratıldı ki, sanki artık dünyanın dili İngilizce olacak, başka dillere lüzum kalmayacak. Bu strateji dünya üzerinde en çok (nedense?) Türkiye’de başarılı oldu. En büyük ağırlıkta, öyle anlaşılıyor ki, Türkiye’ye verilmişti. Çünkü, herhalde, Türkler birçok imparatorluklar kurmuşlar, on bin yıllık köklü, adeta matematiksel yapıya sahip, eşsiz bir kendini yenileme gücü olan bir dile, derin bir tarihe, kültüre ve töreye varis olmuşlardır. Bin yıl İslam dünyasının gücü, yöneticisi, koruyucusu olmuşlar, önce Memluklarla getirdikleri derin Asya kültürü ile İslam sanatı, yazısı, bilimleri, felsefesi, tekniğine en büyük katkıda bulunmuşlardı. Türk ve İslam düşmanı hala Haçlı seferi kafasında olan, bağnaz Batılılar önce, Türklerin bu büyük katkılarını İslam dünyasında, Batı’da ve sonunda Türkiye içinde unutturmak ve inkar ettirmekle başladılar. Sonra sıra (tam kırk yıl önce), tarihin, kültürün, milli his ve beraberliğin, törenin üzerinde yaşadığı ortam Türk dilinin yok edilmesine geldi. Resmi dili kağıt üzerinde Türkçe olan Türkiye’nin eğitim dili topyekun İngilizce olmaya başladı.
Zaten her haysiyetli ülkenin eğitim dili kendi resmi milli dilidir.
Gerçek insancılık, bir kültürün öbürünü ezmesi, onu boğup yok etmeye çalışması ve bunu ilerleme, kalkındırma maskesi altında yapması değildir.
Düşünce özgürlüğü olmayan yerde bilim olmaz. Bilim olmayan yerde ilericilik olmaz.
Yok eğer bizdeki gibi Batılı sessiz oyunlar sonucu, eğitim dili resmi dil veya anadilden olmazsa, o kişi değil Türkçe terimler üretmek, konuşurken, yazarken aklına mevcut Türkçe sözcükler bile gelmez, hala tam iyice anlamadığı yarım yamalak İngilizce laflar söyleyiverir. Hele bir de öyle bir garip eğitim düzeni ile içine sokulan aşağılık duygusunu önleyememişse telafi kabilinden bu çirkin İngilizce bozması lafları kullanmakla da böbürlenir. İşte bu yabancı tuzağının sonunda bir nesil içinde Anglomanlıca dediğim, yani İngilizlerin güvercin İngilizcesi dediği İngilizce, yani iki yüz elli kelimelik Tarzanca dil ortaya çıkar.
Kendi dilinde düşünemeyen, her an dolaylı da olsa kendi dil ve kültürünün değersiz olduğu kendisine telkin edilen çocukta kimlik, benlik, haysiyet duyguları nasıl gelişebilir?
En iyi öğrenme, yaparak öğrenmedir.
“İnsanın potansiyelini ortaya çıkarabilmesi için iç alemini de geliştirmesi lazım. Akılla beraber gönlünü de geliştirmesi lazım. İnsan huzura kavuşunca bu, beyin faaliyetini de artırıyor Ve endişeler, vesveseler yerine yaratıcılığa verilecek daha çok enerjisi kalıyor ”
Gönül gibi kelimelerin Batı dillerinde karşılığı yoktur. Çünkü Batı’da böyle kavramlar hâlâ yoktur.
Dilini unutan kavimlerin tarihten adları bile silinir gider. Anadolu, böyle yok olmuş kavimlerin binlerce yıl sonra kazılarda bulunan çanak çömlek kırıntıları ile doludur.
Türkçeye Arapça, Farsça karışması İslamı bir bütün olarak görme gereğinden ve Türklerin kendi hevesleriyle olmuştur. İngilizce etkisi ise kendiliğinden olmamış, 40 yıl önce -daha da belirgini 1953’te- Türk Millî Eğitimine İngiliz ve Amerikan gizli teşkilatlarının el atması ve Türk okullarında eğitim dilinin İngilizce yapılması, yani birçok derslerin Türk hoca tarafından Türk öğrencisine İngilizce olarak anlatılmasının zorunlu kılınması hainliği ve garabeti ile meydana gelmiştir. Bu en büyük, en sinsi ve en tehlikeli sömürgeleştirme oyunu halen son sürat ve hızlanarak devam etmektedir.
Öğrenciler, gençler. Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi işte bugünler için yazılmıştı. Siz sömürge evlatları olmayacaksınız. Atatürk’ün ümidini boşa çıkartmayacaksınız. Yabancı dilleri de, ama önce kendi dilinizi, edebiyatınızı, tarihinizi öğreneceksiniz.
Gerçek insancılık, bir kültürün öbürünü ezmesi, onu boğup yok etmeye çalışması ve bunu ilerleme, kalkındırma maskesi altında yapması değildir.
“Mebus”, “Milletvekili” olmuşken birden “parlamenter” oluverdi. Kendilerine “parlamenter” diyerek Avrupalı süsü veren milletvekillerini hicaba davet ediyorum. Unutulmasın ki, “parlamenter”, yabancı dil kökeninde, “laf yapan, laf üreten” demektir. Biz milletimizin vekillerini istiyoruz, mesleği boş laf üretmek olanlar değil. Bunun gibi daha nice örnek var. “Vekiller Heyeti”, “Bakanlar Kurulu” olmuşken arada bir özenti “Kabine” lafı duyulmaya başlandı. Ne ayıp! “Kabine” yabancı dilde, Kazak Türklerinin “hacethane” tabir ettiği “tuvalet” anlamına gelir ”
Öyle bir durum ki, un var, yağ var, bir türlü helva yok. Acaba niye? Bence bunun başlıca nedeni bir milli bilim, teknik, araştırma siyaseti çizilmemiş olması, bazı milli hedefler tayin edilerek, bunların üstüne kendine güvenle yürünmemiş olmasıdır.
Türkiye’de 1954’te başlayan Türk okullarının misyoner okulu haline dönüştürülüp derslerin İngilizce olarak yapılması ihaneti, dünyanın her yerinde duyanı hayrete ve dehşete düşüren en bariz bir kültür ve dil soykırımı olayı.
Her haysiyetli ülkenin eğitim dili kendi resmi milli dilidir.
Bugün, yalnız adı ve bütçesinin büyük kısmı Türkleşmiş olan Robert Kolej’in (Boğaziçi Üniversitesi) bir İngiliz Dili ve Edebiyatı Şubesi vardır, fakat bir Fransız, Alman, Çin, Arap, Fars, Rus, Türk, İspanyol Dili ve Edebiyatı şubeleri yoktur. Yönetim bilimleri, toplumsal bilimler, beşeri bilimler, yalnız İngilizce olarak verilmektedir. Osmanlı tarihi bile, o devletin baş düşmanı İngilizlerin ağzından, İngiliz kitaplarından ve İngilizce olarak okutulmaktadır. Böyle bir eğitimde hiçbir uluslararası zihniyetin genişliğini sezemiyoruz. Aksine, Türk yurdunda Türkçeyi yasaklayacak, Türkçeden bahsetmeyi suç sayacak kadar bir dar görüşlülükle karşılaşıyoruz.
Son yıllarda ABD ve diğer ülkelerde bir yabancı dilin birkaç ayda öğrenilmesini sağlayan, yoğun doyurma yöntemleri geliştirilmiştir. Böyle birkaç ayda yabancı dil öğretme olanağı varken, kendi ulusal ve resmi dilimizin bir yana atılması, ancak dış güçlerin destekleyeceği bir kültür yıkma ve uzun vadeli dışa bağlama siyaseti sonucu olabilir.
Bilimci, başka ülkelerle karşılıklı fikir alışverişi yapabilmek için birkaç yabancı dili o bilime yetecek kadar elbette bilmelidir. Ama öncelikle, yaratıcılığın temel aracı olan kendi dilinde düşünebilme yeteneği’ne sahip olmalıdır.
“ABD’de şöyle bir lâf var: “Bilgi kuvvettir.” Biz de diyoruz ki: “Tamam ama eksik söylüyorsun. Bildiğin her bilgi kuvvet değildir, kimsenin bilmediğini biliyorsan o zaman kuvvetlisin, yoksa herkesin bildiği bilgi kuvvet değildir ”
Düşünce özgürlüğü olmayan yerde bilim olmaz. Bilim olmayan yerde ilericilik olmaz.
Bize İnsan Hakları dersini kim veriyor? Almanların daha 50 yıl önce Musevilere, bugün Türklere yaptığına bakınız. İngilizlerin İrlanda’da yaptığını Türk hiçbir yerde yapmamıştır. Ya ABD? Amerika yerlilerinin uğradığı soykırım ve kültürel soykırım bugün dahi süregelmektedir. Ya kendini büyük vahmeden Fransa? Kendi içindeki ve Cezayir’deki Müslüman ahaliye yapmadığı kalmıyor.
Zaten her haysiyetli ülkenin eğitim dili kendi resmi milli dilidir.
Eğitimim ilk amacı kişiyi önce kendi toplumuna uydurmak, önce kendi toplumuna yararlı kılmaktır.
Araştırma, yapıcılığın yöntemi, araştırmalı öğretim ise kendine güvenle kendi sorunlarını çözebilme gücünün geliştirilmesidir.
Üniversitede araştırma ve öğretim birbirinden ayrılmaz bir parçalardır. Bilimsel araştırma yapanın duyduğu heyecan öğrencilere geçerse, onlar da bilim heyecanı ile çalışırlar. Yoksa yalnız not için, sınıf geçmek için, çalışmakla gerçek bilgi edinebilirler mi ?
En iyi öğrenme, yaparak öğrenmedir.
Nerede görülmüştür ki, kendi yurdunda, o ülkenin vatandaşı, en düşük muameleyi görsün, mağdur edilsin. Nerede görülmüştür ki niteliklerine, ikametgahına göre değil, sadece o ülkenin vatandaşı olmadığı için bir kişiye iyi muamele edilsin.
Çünkü sokaktaki herkes 250 kelimelik bir Tarzanca İngilizcesi konuşur, başka bir şey bilmez, kendi dilinden de habersiz hale gelince artık İngilizce bilmek beş para etmeyecektir.
Bilimci, başka ülkelerle karşılıklı fikir alışverişi yapabilmek için birkaç yabancı dili o bilime yetecek kadar elbette bilmelidir. Ama öncelikle yaratıcılığın temel aracı olan kendi dilinde düşünebilme yeteneği ne sahip olmalıdır.
Bu, kendi dilini bırakıp da yabancı dilde dersleri vermek şeklindeki yabancı dil öğrenme yöntemi(!) birkaç sömürgeden başka hiçbir ülkede yoktur. Öyleyse diyoruz, ya biz dünyanın en akıllı milletiyiz de böyle dehşet bir yabancı dil öğrenme yöntemi keşfettik ya da resmen sömürge de olmadığımıza göre, dünyanın en aldatılmış milletiyiz. Hüküm sizden.
Eğitim, dilin, milli kültürün, milli yapı ve düşüncenin besleyicisi, dil ise Türklük temelidir.
Konuşmalarından sonra genellikle soranlar olur:”Amerika’dan Türkiye nasıl görünüyor?” diye. Ben de detim ki: “Bunun cevabı çok kısadır, tek kelime: Görünmüyor.” Gerçekten de öyle sanki Türkiye diye bir ülke yok.
“Üniversitede araştırma ve öğretim birbirinden ayrılmaz parçalardır. Bilimsel araştırma yapanın duyduğu heyecan öğrencilere geçerse, onların da bilim heyecanı ile çalışırlar. Yoksa yalnız not için, sınıf geçmek için, çalışmakla gerçek bilgi edinilebilir mi? ”
“Türk demek; dil demek’tir. Türklüğün en temel taşı Türkçedir Türk, Türk’üm diyen ve her yönüyle, her şeyden önce Türkçe konuşandır. Türk dili kalmazsa, Türk dili parçalanırsa Türklük kalır mı? Atatürk kendi sözleriyle bunu defalarca ifade ediyordu:
“Türk demek dil demektir. Millîyetin en bariz vasıflarından bir dildir. Türk her şeyden önce ve mutlaka Türkçe konuşmalıdır ”
“Türk demek dil demektir. Millîyetin en bariz vasıflarından bir dildir. Türk her şeyden önce ve mutlaka Türkçe konuşmalıdır ”
“İkide bir işimize karışan Batılılara gelince; önce bu Batılıları tarihleriyle, ayıpları ve gerçek niyetleri ile iyi tanımamız gerekir. Onları gözümüzde büyütmemeli, zayıf taraflarını da iyi bilmeliyiz. Bize “insan hakları” dersini kim veriyor? Almanların daha 50 yıl önce Musevilere, bugün Türklere yaptığına bakınız. İngilizlerin İrlanda’da yaptığını Türk hiçbir yerde yapmamıştır. Ya ABD? Amerika yerlilerinin uğradığı soykırım ve kültürel soykırım bugün dahi süregelmektedir. Ya kendini büyük vehmeden Fransa? Kendi içindeki ve Cezayir’deki Müslüman ahaliye yapmadığı kalmıyor. Böyle ülkelerden gelip de hükümet mensuplarımıza ders vermeye kalkanlar önünde özür diler tavırlar takınan, hatta onların gözüne girmeye çalışan onuru eksik kişilere, artık bu milletin tahammülü kalmamıştır ”
Bilgi daima gelişen ve değişen canlı bir bünyeye sahip olduğuna göre, öğretilecek en önemli şey de, öğrenme yöntemidir.
Kişinin hem kendine hem toplumuna yararlı bir insan haline gelebilmesi için yalnız aklının değil gönlünün de eğitilmesi lazım.
Dilini unutan kavimlerin tarihten adları bile silinir gider. Anadolu, böyle yok olmuş kavimlerin binlerce yıl sonra kazılarda bulunan çanak çömlek kırıntıları ile doludur.
Türkçe giderse Türkiye gider demiştim ve işte son yıllardaki gelişmelere baktığımızda Türkçe ile birlikte Türkiye’nin de gittiğine şahit oluyoruz.
gençler, bilim için akıllarını matematiğe sarılarak, gönüllerini ise Türkçeye sarılarak geliştireceklerdi.
Akla ne işle uğraşacağını Gönül öğretir, Gönül gelişmezse Akıl kötülüklerle uğraşır. Onun için düsturumuz Bilim+Gönül’dür.
Akla ne işle uğraşacağını gönül öğretir,
Gönül gelişmezse akıl kötülüklerle uğraşır
Gönül gelişmezse akıl kötülüklerle uğraşır
Siz Türkiye okullarında edebiyat derslerinin azaltılmasına karşı çıkmıştınız. Siz haklısınız. Ona göre ki teknik fenler uzman yetiştirirse edebiyat ve tarih dersleri vatandaş yetiştirir. Bize ilk önce vatandaş gereklidir. Uzmanlık vatandaşlıktan sonradır. Çünkü iyi uzman olmak için iyi vatandaş olmak gereklidir.
Yabancı dil bilmek, anadiline çevirebilmek demektir. Türkçesini bilmediği için çeviremeyen kişiler, yabancı dil bilmekle, öne sürüldüğü gibi bir kişilik daha kazanmış olmaz, kendi kişiliğini de kaybetmiş olur.
Türk halkı, “Çocuklarımız yabancı dil öğrenmesin mi?, Yabancı dil başka türlü öğrenilmez ki! Bütün dersleri İngilizce yapmakla Türk kültürü vermemiş olmayız ki!” gibi yuvarlak laflara kanmasın. Türk halkı, dünyanın hiçbir onurlu ülkesinde yabancı dil öğretmek için böyle bir yöntem olmadığını, bunun misyonerlerce ve onların üstü kapalı yeni şekilleriyle, ülkeleri sömürge haline getirip uzun süre öyle tutabilmek için çıkardıkları en köklü bir tuzak olduğunu iyi bilmelidir. Bu ne bir sol, ne bir sağ eğilim meselesidir. Bu, Türk ülkesinin çıkarlarını, bağımsızlığını, gelecek nesillerini düşünen her Türk’ün üzerinde ısrarla durması gereken bir davadır.
“Dilini unutan kavimlerin tarihten adları bile silinir gider. Anadolu, böyle yok olmuş kavimlerin binlerce yıl sonra kazılarda bulunan çanak çömlek kırıntıları ile doludur ”
Bugünkü haline 4-5 yüzyıl önce gelmeye başlayan İngilizce beş kadar dilin rasgele ve kuralsız karışımından oluşmuş, bu dillerin hiçbiri dilin ana kurallar iskeleti diyebileceğimiz temel yapısını sağlar konumda kalmamıştır. Dolayısıyla, İngilizcede belli kurallara göre yeni terim türetme yeteneği hemen hemen yoktur. Buna karşılık Türkçe binlerce yıldır matematiksel yapısını, sözcük türetme yetenek ve kurallarını aynen korumuştur. Türkçenin bu olağanüstü yapısı Osmanlıca’daki Arapça, Farsça alıntılara rağmen hâkim yapı olarak kalmış, onun içindir ki yirmi yıl içinde tekrar öz ve halk Türkçesine dönmek mümkün ve kolay olmuştur ”
“Kendi dilinde düşünemeyen, her an dolayı da olsa kendi dil ve kültürünün değersiz olduğu kendisine telkin edilen çocukta kimlik, benlik, haysiyet duyguları nasıl gelişebilir? ”
Uluslararası haysiyetimiz, onurumuz kendi dilimize verdiğimiz öneme bağlıdır.
Türk dili kendi kendini türetme yeteneğinde bir dildir. Kök, takı, ses uyumları yapısı ile cebirsel bir yapı gösterir. İki yüzyıl önce olduğu gibi bugün de çeşitli tanınmış Batılı dilci ve matematikçiler bu yapıya hayranlıklarını belirtmektedirler. Günün teknik uygarlığı boyuna yeni kavramlar getirirken, Türkçe matematiksel yapısı ile bu kavramların karşılıklarını kendi derinliklerinden türetebilme gücünü göstermektedir.
Partisinin sağ veya sol edebiyatı ne olursa olsun iktidardakiler ve hükümetleri gerçekten Türkiye, Türk dünyası ve Türk halkının beka ve çıkarını en ön plana almalıdır. Bu anlamda milli olmalıdır. Peki öyle oldukları nereden belli olacak? Anlamanın kolayı var. Türkiye ve Türk dünyasının baş sorunu eğitim ve eğitim dili sorunudur. Bu konuya eğilmeye, kesin önlemler almaya yanaşmayan bir iktidar milli olamaz; lafları ve giysileri ne olursa olsun.
Orta ve yüksek öğretimin tümünde yabancı dille eğitim devlet tarafından yasaklanmalıdır. Hatta yabancı misyoner okullarında bile (Robert Kolej, Sen Joseph vb.) eğitim dili tümüyle Türkçe olmalı, yabancılar bu okullarında ayrı yabancı dil dersinde takviyeli, yeni ve hızlı yabancı dil öğrenme yöntemleri ile faydalı olmalıdırlar. Eğer bu değişikliğe yanaşmazlarsa gerçek gayeleri daha da açığa çıkacaktır. Özel veya devletin tüm okullarında yabancı diller ayrıca yeni verimli yöntemlerle öğretilmeli, yaz kursları açılmalı, kamuoyu düzeltilmeli, hazırlık sınıfı uygulaması kesinlikle kaldırılmalıdır. Eğer devletin fazladan bir-iki yıl eğitim yapmak gibi imkanı bolsa(!) ve illa da her ülkeden bir-iki yıl daha çok okunacak deniyorsa, hazırlık yılında, her öğrenci, seçeceği meslek ne olursa olsun, matematik, bilgisayar kullanım ve yazılımını öğrenmelidir. İşte o zaman her ülkenin gerisinde değil önünde oluruz. Çünkü öğretilen İngilizce sadece züppelik, “rock and roll”culuk dilidir. Gerçek bilim dili matematiktir.
Bu gidişle bir-iki nesile kalmaz resmi dil (zaten fiilen İngilizce ve Türkçe olmuşa benziyor) İngiliz sömürgelerindeki gibi İngilizce ve Türkçe oluverir. Tabii uyanır engel olmazsak. Kuvvetle inanıyorum ki bu İngiliz oyunu mutlaka bozulacaktır. Çünkü Türkçe son birkaç bin yılda birkaç kez böyle saldırılara maruz kalmış ama kendini kurtarabilmiştir. Şimdi de Türkiye Türkçesi İngiliz; Kazak Kırgız Tatar Türkçeleri Rus; Güney Azerbaycan Türkçesi İran dil kültür soykırımı taarruzundan kendini kurtaracaktır.
Atatürk, yabancı dilli misyoner okullarına özenilmesin diye Türk Eğitim Derneği’ni, onun özel okulu TED Yenişehir Lisesi’ni kurmuştu. Ben bu okulda yetiştim. Yabancı dil öğretilmesine önem veriliyor ama bu her akıllı ülkede olduğu gibi takviyeli yabancı dil derslerinde yapılıyordu. Bütün fen, edebiyat, felsefe vb. dersler tam Türkçe idi. İşte bu gaye ile kurulan böyle ve başarılı bir okula İngiliz-Amerikan çengeli 1953’te atılıp dersler İngilizceye çevrildi. Okula “Ankara Koleji” dendi. O zamana dek yurtta böyle bir misyoner tipi Türk okulu yoktu. “Kolej” (Robert Kolej gibi) misyoner okulu demekti. Sonra açılan bu İngiliz deliğinden kova gibi su girdi. “Anadolu Liseleri” vb. aldı yürüdü. Millete de yabancı dil öğretmenin yolu buymuş gibi yutturuldu. Geleceğimizin teminatı Türkçe kalemizde bu gediği açmayı başaran Oxfordlu Mr. Browning’e de 20 yıl sonra İngiltere Kraliçesi madalya verdi. Törene katılanlar, sanırım, “Ufak bir okulda İngilizce dersi veren bir garip öğretmene koskoca Kraliçe niye madalya verir?” diye sormadılar. Arkasından geldi “Orta Doğu Teknik Üniversitesi” Toptan Amerikanca. O zamanlar hala bahane gerekiyordu. Dediler ki: Efendim buraya Ortadoğu’dan yabancı öğrenciler gelecek.. Yani biz birkaç öğrenci için kendi dilimizi feda edeceğiz. Halbuki her ülkede yabancı öğrencilere eğitim verme fedakarlığı sağlanıyorsa onların o ülkenin dilini öğrenmeleri şart koşulur, o ülkenin kültürünü seven taraftarlar yetiştirilir. Tabii denilen sadece kademeli fetihte kullanılan geçici bir bahane, bir alıştırmaydı. Nitekim sonra peş peşe gelen Boğaziçi (yani Bosphorus)”, derken Bilkent (adı güzel ama!), şimdi de Koç vb. için bahaneye artık lüzum görülmüyor. Çünkü kamuoyu artık yeterince uyuşturulmuştur. Bunun sonu, çok değil bir-iki nesil sonra Türkçeye “bye bye” demek olacaktır. Bu, Türkçeye, Türk tarihine, Türk egemenliğine, Türk dünyasına, Müslüman ülkeler önderliği emellerine, Türk’ün dünya üzerindeki haysiyetine “bye-bye” demektir.
Burada aklıma gelen çarpıcı bir misali de vermek istiyorum. Bütün dünyası evlenme töreninin dini olmadığı bir ülke vardır. O da Türkiye’dir. Bir kaç düğüne gittim, çok garipsedim. Yani düğünde miyiz, cenaze töreninde mi? Belli değil. Defterler açılmış herkes soğuk soğuk dikiliyor. Rusya’da bile evlilik dini merasimle olur kardeşim.
İnsanın potansiyelini ortaya çıkarabilmesi için iç alemini de geliştirmesi lâzım Akılla beraber gönlünü de geliştirmesi lâzım İnsan aklı gönlünün emrinde olmalı
Milli menfaatlerimizi ilgilendiren meselelere sahip çıkışına göre değerlendireceğiz. Konuya sahip çıkan vatanperverdir. Yan çizen, unutturan ve çarpıtan millet düşmanıdır. Bu gayet açık seçiktir. Diline sahip olmayan insan vatanper olamaz. Samimi bir solcu da olmaz. Daha doğrusu haysiyetli olamaz.
Her düzgün ülkede olduğu gibi yabancı dil, mesleğine yardımcı olacak kadar, ayrıca yabancı dil dersinde öğrenilir. Yok eğer, bizdeki gibi Batılı sessiz oyunlar sonucu, eğitim dili resmi dil veya anadilden olmazsa, o kişi değil Türkçe terimler türetmek, konuşurken, yazarken aklına mevcut Türkçe sözcükler bile gelmez, hala tam iyice anlamadığı yarım yamalak İngilizce laflar söyleyiverir. Hele bir de öyle bir garip eğitim düzeni ile içine sokulan aşağılık duygusunu önleyememişse telafi kabilinden bu çirkin İngilizce bozması lafları kullanmakla da böbürlenir.
Unutmayalım ki gönlü temiz olanın dili de temiz olur.
Kendilerine Parlamenter diyerek Avrupalı süsü veren milletvekillerini hicaba davet ediyorum. Unutulmasın ki parlamenter , yabancı dil kokeninde, lâf yapan, lâf üreten demektir. Biz milletimizin vekillerini istiyoruz, mesleği boş laf iretmek olanları değil. Bunun gibi nice örnek vardır. Vekiller Heyeti , Bakanlar Kurulu olmuşken arada bir özenti Kabine lafı duyulmaya başlandı. Ne ayıp! Kabine yabancı dilde, Kazak Türklerinin hacethane tabir ettiği tuvalet anlamına gelir.
Bir dili yok etmenin kestirme yolu eğitim dilini yabancı dile dönüştürmektir. Yabancı dille eğitim kültürel soykırım dan başka bir şey değildir.
Haberiniz ola: Türkiye’nin ve Türk’ün defteri dürülüyor! Ey ciğeri sağlam kalabilmiş vatanseverler, neredesiniz?
Türkçe, türetme yeteneği matematikçilere parmak ısırtacak düzeyde, bilimcisini de, halkını da kafaca ve gönülce birleştirebilecek nitelikte nadir bir dildir. Yeter ki, kırk sene önce başlamış olan haçlı kafalı, Batılı misyoner sömürgecilerin büyük oyununa kurban gitmesin.
ABD’de şöyle bir lâf var: Bilgi kuvvettir. Biz de diyoruz ki, Tamam ama eksik söylüyorsun. Bildiğin her bilgi kuvvet değildir, kimsenin bilmediğini biliyorsan o zaman kuvvetlisin, yoksa herkesin bildiği bilgi kuvvet değildir.
Bizler hem Asya’yız, hem Avrupa, hem Ortadoğu. Coğrafi konumumuzun bahşeylediği kültür ve maneviyat zenginliğimizden bahsediyorum. Doğunun manevi zenginliği, insan anlayışı ile batının maddiyatı arasında köprü kurabilecek bizden daha münasip bir kavim yoktur. Perişan bir aşağılık duygusu içinde, Haçlı Seferi kafalı Avrupa’ya yalvarıp duracağımıza, Asyalı tarafımızdan kıvanç duyan, tarihi manevi zenginliklerimizle, maddiyatı, en yeni becerilerle, insanı ezmek, sömürmek için değil, insanın yükselmesi, saâdet, kardeşlik, ve huzura kavuşması için kullanan bir millet olmalıyız. Yüzyıllar boyunca olabildiğimiz gibi.