İçeriğe geç

Buz Kitap Alıntıları – Anna Kavan

Anna Kavan kitaplarından Buz kitap alıntıları sizlerle…

Buz Kitap Alıntıları

&“&”

Geçmiş kaybolmuş ve hiç olmuştu; gelecek, yokoluşun kavranmaz hiçliğiydi. Bütün geriye kalan, &‘şimdi’ denen durmaksızın büzülen zaman parçasıydı. "
Dış dünyanın gerçekdışılığı tuhaf bir şekilde kendi rahatsız zihinsel durumumun bir uzantısı gibiydi sanki.
Duygusuzluğumu uygun bulmuyordum, ama vardı. Çeşitli etkenler birleşerek oluşturmuştu bunu, hafifletici sebep değillerdir gerçi.
Geçmiş kaybolmuş ve hiç olmuştu; gelecek, yok oluşun kavranmaz hiçliğiydi. Bütün geriye kalan “şimdi” denen durmaksızın büzülen zaman parçasıydı.
Doğaya karşı, evrene karşı, hayata karşı, korkunç bir suç işlemişti. Hayatı reddederek, ezeli düzeni yıkmıştı insan, dünyayı yıkmıştı; şimdi her şey parçalanıp yıkılmak üzereydi.
İnsanlığın en son icraatı sadece kendini-imha değil, bütün hayatın imhası olacaktı; yaşayan dünyanın ölü bir gezegene dönüştürülmesi.
Güzelliği takdir etmeyi öğretemeyeceğiniz insanlar vardır. Onlar alt-insandır.
Savaşarak, canlı olduğumuz olgusunu doğruluyor, küre üzerinde sürünen buzlu ölüme karşı çıkıyorduk.
Onun için anlaşılmazdı bu, devam eden, devam edip duran bu olağanüstü kaçış.
Dışarıda sadece öldürücü soğuk, bir buz çağın dönmüş boşluğu, mineral kristallerine indirgenmiş hayat vardı; ama burada, aydınlatılmış odamızda, güvende ve sıcaktık.
Geçmiş kaybolmuş ve hiç olmuştu; gelecek, yok oluşun kavranmaz hiçliğiydi.
Annem babam öldü. Bombayla öldüler. Resmen ben de ölüyüm.
Bir Mart’ı yakından uçup bağırdı: denize varmıştım. Tuz kokusunu aldım, ufka uzanan karanlık dalgalara göz gezdirdim, hiç buzdan duvar görmedim. Ama hava bozun ölümcül soğukluğuyla doluydu, buz çok uzakta olamazdı.
Bulutsuz ve yakıcı mavi olması gereken bir gökte, karanlık, kocaman fırtına bulutu oluşumları anlatılmaz ölçüde uğursuz, tehditkar, yukarıda imkansızca asılı duran, çökme noktasında ki de bir kanıtı daha gibi görünüyorlardı.
İnsanlığın en son icraatın sadece kendini- imha değil, bütün hayatın imhası olacaktı; yaşayan dünyanın öyle bir gezegene dönüştürmesi.
Gece ilerledikçe hava daha da sogudu, gök karardı. Uğursuz kara bulut kümeleri, arkamdaki dağların ötesinde yükselerek, denizin üzerine toplanıyorlardı.
İnsanlar orada arabasını görüyor ve sessiz kalıyorlardı, kendilerini göstermiyorlardı; saklı kalmanın daha güvenli olduğunu öğrenmişlerdi.
Hiç kimseyi görmediğim halde yıkıntılardan beni izleyen gözleri hissedebiliyordum.
Fantastik bir cesaretleri vardı, ama tehlike, hayat, ölüm, herhangi bir şey hakkında fikirleri yoktu; her gün etli-patatesli sıcak bir yemek onları tatmin ediyordu.
İnsanlar bir gösterideymiş gibi bakıyorlardı duruma, yaralılarla ilgilenmiyorlardı bile.
Şüphesiz, eleştirisiz, suçlamasız nasıl bakıyordu gözleri… Ciddi, masum, gölgeli gözler; başlığın arkasındaki el hala kolyeyle meşgul; parlayan saçlar, menekşelerin kokusu, elime yakın; sonra o temkinli ses…”Peki, bu şeyleri söylemeseydim benimle kalır mıydın?”
Kollarının yumuşak bir atlas parlaklığı vardı, deri pürüzsüz ve kokuluydu, ince bir bileğin çevresinde de menekşelerden bir zincir.
Mutlak bir bağlı standardı isteniyordu. İhtiyatsız bir ifadeyi dile getirenler bertaraf edilecekti, bir yargı hatasını düzeltme fırsatı vermeyecekti.
Yanlışlar hoşgörülemezdi.
O zamanki gibi, insanlar kendilerini aldatıyorlardı; kendi isteklerine düşkünlük ve hüsnükuruntu aracılığıyla sahte bir güvenlik duygusu geliştiriyorlardı.
Gerçekten kurtulmuş olduklarından bir an bile inanmıyordum.
Hiç kimse dünyanın başka yerlerinde neler olup bittiğinin hatırlatılmasını istemiyordu. Dışardan gelen söylentiler, “mevcut düzenin onarımı vuku buluncaya kadar” yasa ve düzenin sürdürülmesini üzerine almış olan, konsolos tarafından gizli tutuluyordu.Yeni talimatlara göre, felaketten bahsetmek bir suçtu. Kural, bilmemeyi tercih etmekti.
Karşıtlık sersemleticiydi.
Devam ettiği sürece kabustan başka hiçbir şey gerçek gibi değildi, öbürü kayıp dünya hayal edilmiş ya da düşte görülmüş gibiydi sanki. Şimdi o dünya, artık kayıp değil, tek somut gerçeklikti burada.
Yüzler mutluydu. Kaçış duygusu aşırı dincilik getiriyordu. Geçmiş unutulmuştu; uzun, zorlu, tehlikeli yolculuk ve ondan önceki kabus unutulmuştu.
Neşeli, zarar görmemiş şehir, ışık ve renk dolu, özgürlük, tehlikenin yokluğu, ılık güneş.
Gittikçe zayıflıyordu, eti kemiklerini eritiyordu sanki. Saçı parıltısını kaybetmişti, çok ağırdı, başını aşağı çekiyordu. Beni görmemeye çalışarak başını hep eğik tutuyordu. Kayıtsız, köşelerde saklanıyor, ya da benden uzak durarak, sen deliye sen deliye dolaşıyordu gemide, güçsüz bacakları denge kuramıyordu. Artık hiç arzu duymuyordum, onunla konuşmaktan vazgeçtim, muhafızın sessizliklerini kendimin gibi kabul ettim.
Beyaz, inatçı, korkmuş çocuk yüzü sinirime dokunuyordu.
Benden korkuyordu, ama düşmanlığı değişmeden devam ediyordu.
Pencerem hiçbir şeyin hareket etmediği boş bir manzaraya bakıyordum. Görünürde hiç ev yoktu, sadece çökmüş surun enkazı, karla kaplı kasvetli bir açıklık, fiyort, köknar ormanı, dağlar. Renk yok, sadece siyahtan karın nihai ölü beyazına kadar grinin tekdüze tonları. Ölü sükûneti içinde cansız su, her yöne birörnek bir kasvetli yürüyen ağaç sıraları. Birden bir hareket oldu, o sessiz gri tekdüzelikte kırmızı-mavi bir çığlık.
Gözlerini mesmerize olmuş gibi sessizce aynaya dikmiş, hareketsiz büzülüyordu yerinde.
Adamın gözlerindeki hipnotik güç, yıllar boyu durmadan itaate zorlayan annesinin zaten zayıflattığı iradesini yok edebilirdi.
O burada yalnızdı, kimsenin onu işitemeyeceği bir yerde, kimsenin onu işletmesinin istenmediği bu yerde, bütün ilişkilerden koparılmıştı, tamamen savunmasızlığı, kapıyı çalmadan, tek söz etmeden, soğuk çok parlak mavi gözleri onun camdaki gözlerinin üzerine kullanarak içeri giren adamın insafına bırakılmıştı.
Dışarı çıktım ve şehri keşfederek gezip dolaştım: çöküşün şekilsiz şekilleri arasında sessiz duran boş sokaklar, bardakeriği rengi denize uzanan yıkık kaleler, büyük surun çöktüğü yerde bir dev merdivenin, yekpare bölümler halinde çöken, kocaman basamakları.
Doğadışı sessizlikte hemen çarpıldım, havada tuhaf bir susmuşluk vardı, kızın hareketlerini fare tırmalamalarına indirgiyordu bu.
Harabeler şehri, derin derin düşünen dağların altında tam bir sessizlik içinde bekliyordu.
Birden sessizlik Çöktü. Makineler durmuştu. Tekne kendi hızıyla hala ileri yol alıyordu. Yanlarda suyun hafif kıpırtısını, deniz kuşlarının yankılanan bağırışını ,O kedi elini kuzey seslerini duyuyordum.
Etrafımda insanlar, soğukta ayaklarını patırdatarak, dağılıyorlardı.
Dünyadaki geri kalan her şey maddesiz görünüyordu.
Kız gözüme çarpmadan önce ne düşünmekte olduğumu hayal meyel hatırlıyordum, ama sadece insanın düşteki bir olayı hatırlaması gibi. Aramanın acilyeti beni bir kez daha kendini almıştı; bu saplantılı ihtiyacı tamamen gömülmüş tüm, varlığımın kaybolmuş bir temel parçası içinmiş gibi.
Dışardaki yıkım bulaşıcıydı ve herşeyi etkilemişti
Ne gü­neş, ne gölgeler, ne. hayat, ölü bir soğuk
Burası belli belirsiz tanıdık gibiydi, ya­rım yamalak hatırladığım birşeyin çarpılmış hali gibi
Keskin bir soğuk vardı, ve bu durumla benim artan tedirginliğim arasında bir bağlantı olduğunu farkediyor,dum.
kendi ülkemde başıma bir dert gelecek değildi herhalde
Kaybolmuştum, alaca karanlık çoktan çökmüştü, saatlerdir araba sürüyordum ve benzinim nerdeyse bitmek üzereydi.
Dünya kaçışın mümkün olmadığı bir arktik hapishane olmuştu, bütün yaratıkların ağaçlar gibi sımsıkı düşmüştü tuzağa, göz alıcı ölümcül zırhları içinde şimdiden cansızdılar. "
Çocukluğunuzda yetişkinlerin giydiği şapkalardan giymek istediğiniz yaşa geldiğinizde, anlayın ki yaşlanıyorsunuz. "
“Ben, tamamen değişmediğim sürece, yaşayan dünyaya asla geri dönemem… Eğer bütün bu yapı sert, soğuk, dokunulmaz, hiçbir heyecandan etkilenmemiş bir şeye döndürebilseydi… İşte o zaman, ancak o zaman, soyutlanmaya kayıtsız ve zamandan bağımsız, tahammül edebilirdim dünyaya.”
“ Gerçeklik benim için her zaman bilinmez nitelikte bir şey olmuştu.”
Güzelliği takdir etmeyi öğretemeyeceğiniz insanlar vardır. Onlar alt-insandır."
Tarafsız nedir? Sadece bir sözcük."
Dış dünyanın gerçekdışılığı tuhaf bir şekilde kendi rahatsız zihinsel durumumun bir uzantısı gibiydi sanki."
Orduların vermekten sakındığı zararı serseriler verdi. Güzelliği takdir etmeyi öğretemeyeceğiniz insanlar vardır. Onlar alt-insandır
Bana uzay-zaman sanrısından bahsetti, geçmişle geleceğin birleşmesinden, öyle ki ikisi de şimdiki zaman olabiliyordu, bütün çağlar da girilebilir. Eğer istersem beni dünyasına götüreceğini söyledi. O ve ona benzeyen diğerleri gezegenimizin sonunu, insan soyunun sonunu görmüşlerdi. Soy ölüyordu, toplu ölüm-arzusu, ölümcül kendini-imha dürtüsü, belki hayat sürebileceği halde. Burda hayat bitmişti. Ama başka bir yerde hayat devam ediyor ve yayılıyordu. Eğer seçersek, bu daha geniş hayatın içine alınabilirdik.
Yaşadığı iklim korkuydu onun; biraz şefkat görmüş olsaydı farklı olurdu. Hayatı boyunca kendisini önceden hüküm giymiş bir kurban olarak düşünmüştü, şimdi de orman olmuştu onu mahvedecek kötü güç. Mahvedilecekti, ya nesneler ya da insanlar tarafından, insanlar ya da fiyordlar ve ormanlarca; hiç fark yoktu, ne olursa olsun kaçamazdı. Uzun zaman önce ortaya çıkan onarılamaz hasar, kaderini kaçınılamaz hale getirmişti. Sürekli kötü davranışla sindirilmiş, itaatkar, yıldırılmış çocuk.
Geçmiş kaybolmuş ve hiç olmuştu;gelecek,yokoluşun kavranmaz hiçliğiydi.Bütün geriye kalan,"şimdi"denen durmaksızın büzülen zaman parçasıydı."
Güzelliği takdir etmeyi öğretemeyeceğiniz insanlar vardır.Onlar alt-insandır."
Tanıdık yüzler hiç bakmadan yanımdan gelip gittikçe kendimi giderek artan bir şekilde gerçekdışılaşmış hissediyordum."
Dış dünyanın gerçekdışılığı tuhaf bir şekilde kendi rahatsız zihinsel durumunun bir uzantısı gibiydi."
Dünya kaçışın mümkün olmadığı bir arktik hapishane olmuştu,bütün yaratıklar ağaçlar gibi sımsıkı düşmüştü tuzağa,göz alıcı ölümcül zırhları içinde şimdiden cansızdılar."
..sonra bir kader duygusu zaptetti onu: bir geri çekilme yaşadı, sürekli kötü davranışlarla sindirilmiş, itaatkâr, yıldırılmış bir çocuk oldu.
Çocukluğunun İlk zamanlarından beri boyun eğmeye şartlandırılmıştı. Sistemli bir baskıyla bağımsızlığı yok edilmişti.
Geçmiş kaybolmuş ve hiç olmuştu; gelecek, yok oluşun kavranmaz hiçliğiydi. Bütün geriye kalan, şimdi" denen durmaksızın büzülen zaman parçasıydı.
Felâket başladığında herkes tektir,yapayalnızdır.
“Bütün geriye kalan, ‘şimdi’ denen durmaksızın büzülen zaman parçasıydı.”
“… mesele insanın her andan ne tatmin çıkaracağıydı.”
“… her canlı yaratık çok geçmeden yok olacaktı. Bütün dünya ölüme doğru dönüyordu.”
“Ben yaşamıştım, bir şeyler yapmıştım, dünyayı görmüştüm. Yaşlanmak, bozulmak, zekamı ve fiziksel yeteneklerimi kaybetmek istemiyordum.”
Etiketler:

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir