Robert Desnos kitaplarından Bütün Şiirlerinden Seçmeler kitap alıntıları sizlerle…
Bütün Şiirlerinden Seçmeler Kitap Alıntıları
liğer uyumuyorsak şafağı gözlemek içindir Odur kanıtlayacak olan yaşadığımızı şimdi.
Zamanı dolmuş aşkların ıtırını.
aşan ben de.
Sen varsın feda edilmiş, beklediğim sen gecede
Zaman zaman tuhaf yüzler doğııvor ve yitiyor uyku içinde.
Penceredeki bu gölge sensin, bir başkası değil, sensin. Perdelerinin ardında kımıldadığın bu pencereyi açma. Kapat gözlerini.
Dudaklarımla kapatmak isterdim onları.
Ama pencere açılıyor ve rüzgâr, garip bir biçimde alevi ve
perdeyi dalgalandıran rüzgâr sarıp
sarmalıyor mantosuyla kaçışımı. Pencere açılıyor: Sen değilsin bu. Bunu ivi biliyordum.
bir yanında gürültüsü içinde dünyanın
uğul uğul uğuldayan yalnızlığın.
Ne ruhum yaşamada, ne can var bedenimde.
Öldüm. Yaşıyordum, düşkün değil, izi sürülmüş ama.
Hapsedilmiş olduğundan insanca soyluluk adına ne varsa
Özgürdüm yüzleri gizli kölelerin arasında.
Belleğimi savunabilir miyim unutuşa karşı
Kaçan bir mürekkep balığı gibi; soluk soluğa, kan ter içinde?
Belleğimi savunabilir miyim unutuşa karşı?
Yer yok evimde de gönlümde de
Kendi eski görüntülerim için
Belki sen tanırdın beni
ama ben hiç bilmeyeceğim senin kendini tanıyıp
tanımadığını.
Açık ve kapalı kentte
Bütün tutkular için hesap tutulan kentte
Odsuz ocaksız kentte
İnançsız yasasız kentte
Oğulsuz oğlansız kentte
Vur patlasın çal oynasın yaşanan kentte
Yaş dökmeden ağlanan kentte
Zehir zakkum kentte
Neler olup bittiğini pek iyi bilmiyorum
Ben oraya daha gitmedim de
Üç kaygı üç gül üç karanfil
Üç gül dostum olan kadın için
Üç karanfil dostum olan adam için
Üç gelincik alabildiğine kederli küçük kız için
Üç düşünce dostum olan adam için
Üç kaygı benim için.
Kayıtsız bir adama bunu söyliyebilir miydin?
Yalnız gecede mi, gündüzde de.
Bir piyano ezgisi, bir ses çınlaması
Bir kapı çarpar. Bir duvar saati.
Ve yalnız yaratıklar nesneler maddesel gürültüler değil
Kendimin peşine düşmüş ben ya da durmadan kendimi
aşan ben de.
Of be, patlayacağız, bu ne ağır gece!
Bir çığlık yaklaşır, yanımıza vardı varacak. Ama söner gider tam dokunacakken bize.
Denizlerde köpüktür, gökte buluttur dedim
Rıhtımı yürü.
Köprüyü geç.
Çal kapısını evin.
Boğar güneş ortalığı şakır şakır ışıklara
gürül gürül akar ırmak,
titrer pencerede ıtır çiçeği bir saksıda,
geçer karşı kıyıdan bir araba.
Döner bakarsın bu şeylere, bu sevince,
duymazsın açıldığını arkadan kapının,
durmuştur ev sahibi eşikte,
evin içi kapkara.
Ama günün şavkı vurur masaya,
vurur günün şavkı bir meyveye, bir şişeye,
bir çini tabağa, iskemleye, mindere,
sen durursun orda, eşikte, ayakta,
bir yanında bir dünya, ağzına kadar insan dolu,
bir yanında gürültüsü içinde dünyanın
uğul uğul uğuldayan yalnızlığın.
Öldüm. Yaşıyordum, düşkün değil, izi sürülmüş ama.
Hapsedilmiş olduğundan insanca soyluluk adına ne varsa
Özgürdüm yüzleri gizli kölelerin arasında.
O zamanlar yaşadım ve özgürdüm yine de.
Bakıyordum göğe de, toprağa da, ırmağa da,
Dengesini korumak, dolaşmak çevremde
Ve kuşlarını ve balını mevsimler yaratmada.
Siz ki yaşıyorsunuz, n’ittiniz bunca zenginliği?
Yerindiniz mi benim çırpındığım zamanlara?
Ortak hasatlar için toprağı ektiniz mi ?
Zenginleştirdiniz mi oturduğum kenti, acaba?
Yaşayanlar, ürkmeyin hiç benden, ben ölüyüm işte.
Ne ruhum yaşamada, ne can var bedenimde.
Biri çalar bir kapıyı derin uykundayken
Ve yarı uyanık yarı kendinde yarı gecenin o garip kentinde
araba kapıları yankılanır gürültüyle sokak sokak
Yüzü yabancı bu gece ziyaretçisi kimdir
nedir arayıp sorduğu peşinde olduğu
Yiyecek ve barınacak yer isteyen bir yoksul mu
Bir hırsız mı bir kuş mu
Aynadaki görüntümüzün ta kendisi mi yoksa
Bir saydamlık uçurumundan çıkıp gelen
Ve içimize girmeye yeltenen
Bizim değiştirdiğimiz anahtarın
fark ettiğinde artık açmadığını
Vücutların esrarlı kapısının kilidini
Işığın söndürüldüğü o tedirgin anda
bizi terk ettiği anda bir iki saniye bile olsa
Ne olur şimdi
Nereye gider alıp başını? acı çeker mi?
Soyu sopu hayaletlerden mi yoksa?
düşlerden mi kaynağı?
acılardan mı doğmuş yoksa?
Çalma benim kapımı artık hiç ziyaretçi
Yer yok evimde de gönlümde de
Kendi eski görüntülerim için
Belki sen tanırdın beni
ama ben hiç bilmeyeceğim senin kendini tanıyıp
tanımadığını
Kürkler içine saklanmış efsane yaratıklarıyla ormanlar belli belirsiz çarpar durur içine.
Sen varsın gecede…
Ayak sesleri geçip gidenin ve cana kıyanın ve belediye çavuşunun ve sokak fenerinin ve paçavracının lambasının gecede.
Sen varsın gecede…
Günler geçiyor, trenler, vapurlar ve günlük güneşlik ülkelerin serabı gecede.
Günbatımının son solukları ve ilk ürperişleri tan vaktinin gecede.
Sen varsın gecede…
Bir piyano ezgisi, bir ses çınlaması
Bir kapı çarpar, bir duvar saati.
Ve yalnız yaratıklar, nesneler, maddesel gürültüler değil
Kendimin peşine düşmüş ben ya da durmadan kendimi aşan ben de.
Sen varsın feda edilmiş, beklediğim sen gecede.
Zaman zaman tuhaf yüzler doğuyor ve yitiyor uyku içinde.
Gözlerimi kapasam, fosforışıl çiçeklenişler ortaya çıkıyor,
Sonra soluyor etten havai fişekler gibi yeniden doğuyor yeniden.
Arşın arşın yol ettiğim ülkeler yaratıklarla birlikte,
Sen varsın elbet ey güzel ve ağzı sıkı bayan casus.
Ve enginlerin titreyen yüreği.
Ve göğün ve yıldızların kokuları ve 2000 yıl önce ötmüş horozun sesi ve tavus çığlığı alevler ve öpüşler içinde.
Soluk bir aydınlıkta uğursuzca sıkışılmış eller ve gıcırdayan dingiller, küçük dilini yutmuş yollar üstünde.
Elbet sen varsın gecede, tanımadığım sen ve ne tuhaf tanıdığım hem de.
Sen ki düşlerim oluyorsun, görünmeden kendini var ediyorsun böyle.
Sen ki ele geçirilmiyorsun gerçekte de düşte de,
Sen ki kuruntu yoluyla sana sahip olma isteğimle bana ilişkinsin,
Ama gözlerimi geçekte olduğu gibi düşte de yumduğum zaman,
Yalnız o zaman yaklaştırıyorsun yüzümü yüzüme.
Sen ki varsın kolay bir retoriğe karşın hani kumsalda suların can verdiği,
Hani kurşun bir güneş altında çatırdayarak çürüdüğü ağacın.
Sen ki köküsün düşlerimin ve değişmelerle olu zihnimi sallayıp duruyorsun
Ve elini öptüğüm zaman bana eldivenini bırakıyorsun.
Yıldızlar var, karanlık devinimi denizin, ırmaklar, ormanlar, kentler, otlar, milyonca milyonca kişinin akciğeri gecede.
Sen varsın gecede.
Yalnız gecede mi, gündüzde de.
Yerindiniz mi benim çırpındığım zamanlara?
Ortak hasatlar için toprağı ektiniz mi ?
Zenginleştirdiniz mi oturduğum kenti, acaba?
Yaşayanlar, ürkmeyin hiç benden, ben ölüyüm işte.
Ne ruhum yaşamada, ne can var bedenimde.
Tekdüzedir ve bununla birlikte
Örter, koruyup gizler
Bütün mutluluğunu ilkbaharın
Üç kaygı üç gül üç karanfil
Üç gül dostum olan kadın için
Üç karanfil dostum olan adam için
Üç gelincik alabildiğine kederli küçük kız için
Üç düşünce dostum olan adam için
Üç kaygı benim için
o kadar yürüdüm, konuştum, yattım ki senin hayalinle bana kalan tek şey belki de hayaller arasında bir hayal olmak, bana kalan tek şey yaşamının güneş saatinde keyifle gezinen, gezinecek olan gölgenin yüz katı gölge olmak
herkesçe bilinen kendi dilimde çağırıyorum,
bir dil ki tek sözcüğü var:
Hürriyet!
Odur kanıtlayacak olan yaşadığımızı şimdi.
Talihe yaraşır
Gönüle yaraşır
Gönül paramparça, delik deşik,
Biz doğalı ve fena sayılmaz anılarımız da,
Ama ben unutmaktan yanayım tümünü.”
Geniş benim de gönlüm ve nitelikli kanım.
Peki neden ellerim ve gönlüm böyle bomboş?”
Yer yok evimde de gönlümde de
aşan ben.
gerçekliğini yitirdin.
Bir gün, kimse adımı bilmeyecek artık,
ama ben onun adını bileceğim
Sade onun adını.
‘Ben seni sevmeliydim’ dedi.
ve karanlığını
uyurum
yaşadığım gibi.
açıklarda esen yel
ve sana, çöl,
ve sana,
unutuş
seni nasıl sevdiğimi ve,
sen beni sevmesen de,
kafamda senin imgenle çıktığım,
evrenden çıktığım için ne kadar sevinçli,
ne kadar güçlü
ve gururluyum,
bir bilseydin.
seni sevdiğim günü
unuttuğum zaman gerçekten
öleceksin.
Tanıyamayacak çiçeklerini.
Her günün bir sonu var,
Her aşkın acıları.
Sözcüklerdir:
Onu seviyordum’lar
uzaklarda mırıldanılan.
Gölge gölgede eriyor.
İnsan insanı yansıtıyor.
Çok uzun bir yolculuğu
Düşlüyorsun
Çok uzun bir yolculuğa çıktığını.
her zaman sahnede varsın ve tek başınasın;
oysa senin hiçbir rolün yok.
Ama bir daha doğar mı acaba
Yol açtığın acılar üstüne.
Bir gün, kimse adımı bilmeyecek artık,
ama ben onun adını bileceğim.
Artık sevmiyorum Saint-Martin’i André Platard gideli beri.
Artık sevmiyorum Saint-Martin’i Ne şarabı, ne bir şeyi.
Artık sevmiyorum Saint-Martin’i André Platard gideli beri.
Dostum benim, can yoldaşım, Bölüştüydük odamızı, ekmeği hani.
Artık sevmiyorum Saint-Martin’i.
Dostum benim, can yoldaşım, Bir sabah birden kayboluverdi; Sessiz sedasız götürmüşler. Görünmedi bir daha Saint-Martin’de,
Alınmadı tek bir haber. Ne çıkar yalvarmaktan azizlere, Marie’ye, Jacques’a, Gervais’ye, Saint-Martin’e. Bir tepe üstündeki Valèrien’e yalvarmaktan ne çıkar.
Günler geçiyor, tek bir haber yok,
Gitti Saint-Martin’den André Platard.
ama ben hiç bilmeyeceğim senin kendini tanıyıp tanımadığını.
kendini birdenbire,
daha yorgun,
birdenbire yüklü havayı duyarsın,
ağır havayı
gerçekliğini yitirdin.
Vakit var mı daha erişebilmek için bu canlı vücuda ve öpebilmek için bu ağzın üstünde sevdiğim sesin doğuşunu
..
ilk alna, dudaklara dokunabilirim de
senin alnına dudaklarına dokunamam.
O kadar düşündüm ki seni
O kadar yürüdüm, konuştum, yattım ki senin hayalinle bana kalan tek şey belki de hayaller arasında bir hayal olmak,
Belleğimi savunabilir miyim unutuşa karşı
Kaçan bir mürekkep balığı gibi; soluk soluğa, kan ter içinde?
Belleğimi savunabilir miyim unutuşa karşı?
gerçekliğini yitirdin.
Vakit var mı daha erişebilmek için bu canlı vücuda ve öpebilmek
İçin bu ağzın üstünde sevdiğim sesin doğuşunu
Öylesine düşündüm ki seni
uyamıyacak artık vücudunun çizgilerine,
gölgeni kucaklarken göğsümde
kavuşmaya alışık kollarım belki de.
Ve günlerdir, aylardır beni yöneten
aklımdan hiç çıkmayan şeyin gerçek görünüşü önünde
bir gölge olcağım şüphesiz,
ey duygusal dengeler,
O kadar düşündüm ki seni vakit yok uyanamam, iş işten geçti.
Ayakta uyuyorum, vücudum, aşkın, yaşamın bütün görüntülerine
açık ve sen bugün benim için değerli tek insan, karşıma çıkan
ilk alna, dudaklara dokunabilirim de
senin alnına dudaklarına dokunamam.
O kadar düşündüm ki seni
O kadar yürüdüm, konuştum, yattım ki senin hayalinle bana kalan
tek şey belki de hayaller arasında bir hayal olmak, bana kalan tek şey
yaşamının güneş saatinde keyifle gezinen,
gezinecek olan gölgenin yüz katı gölge olmak
Seni beklemeye, ey umutla duyduğum yarın.
Zaman, binbir acıyla kıvranan ihtiyar,
İnlesin soluğu kesilinceye kadar: sabah yenidir, yenidir
akşam.
suların can verdiği,
Hani kurşun bir güneş altında çatırdayarak çürüdüğü ağacın.
Sen ki köküsün düşlerimin ve değişmelerle dolu zihnimi sallayıp duruyorsun ve elini öptüğüm zaman bana
eldivenini bırakıyorsun
Yıldızlar var, karanlık devinimi denizin, ırmaklar, ormanlar,
kentler, otlar, milyonca milyonca kişinin akciğeri gecede
Yedi harikası dünyanın gecede
Sen varsın gecede
Yalnız gecede mi, gündüzde de.
Seni öleceğim oysa bir gün.
Bu ideal kadını tanıyacağız ben
ve ağır ağır ağzına kar yağacağım.
Gecikmişlik bile olsam yağmur yağacağım,
güzel hava olsam bile.
Oyle az seviyorsunuz biz gözlerimizi
ve akacak gözyaşı tabii neden
siz ne hazin siz.
Siz.
Sen büyüksün benim düşümde, her zaman sahnede varsın ve tek başınasın;
oysa senin hiçbir rolün yok.
Bana hüzünlü olduğunu söyledin. Kayıtsız bir adama bunu söyleyebilir miydin? Bana ‘aşk’ sözcüğünü söyledin. Heyecanımın nasıl farkına varmazsın? Bu heyecanı kışkırtmayı nasıl istemezsin?
Gece tatlı mıdır?
Gece sizi örselemez mi?
Çabucak gelip geçer mi gece sizin için?
garip uyumsuz ve çok önemli olaylardan kaynaklanan bir hava var
Turuncu ve yeşil renkler çiçeklenir eczacının camekânında
Kahvenin camlarında mine yazıtlar okunur Yoldan geçen birinin söylediği şarkı başka yerdekilerin aynıdır
Sokak lâmbası aynı
Evler bir yığın başka eve benzer
Yollar aynı
Kaldırımlar aynı
Gökyüzü aynı
Ve yine çoğu kimse burada duraklıyor
Çoğu kimse burda bulmuşa benziyor kendi öz kokusunu
Ve dolambaçlı bir unutuşta çaresizcesine gömülüp kalmış
Zamanı dolmuş aşkların ıtırını.