Nazım Hikmet Ran kitaplarından Bütün Şiirleri kitap alıntıları sizlerle…
Bütün Şiirleri Kitap Alıntıları
nasıl eritirseniz,
işte biz de
birbirimizde
öyle kaybolduk.
Bu dört duvar mı?
Ölümden öteye köy var mı?
İşte biz de birbirimizde öyle kaybolduk.
yüksek dağlarında kış,
yollarında sonbahar,
deresinde ilkbahar,
altın güneşinde de yazın sıcaklığı var.
Çabuk aldanışlarım,
Hep inanışlarım,
Alttan alışlarım,
Hatayı hep kendimde buluşlarım, Değmeyecekleri kafama takışlarım,
Yoktan yere, akıp giden gözyaşlarım, hepinize elveda, artık ben kimsenin hiç kimsesi olmayacağım
güneşli günler
göre-
-ceğiz
Motorları maviliklere süreceğiz çocuklar
ışıklı maviliklere
süre-
-ceğiz
sen yanmasan
biz yanmasak,
nasıl
çıkar
karanlıklar
aydınlığa
Dünyanın en güzel sesinden,
en güzel şarkıyı dinlemek gibi bir şey
Fakat artık ümit yetmiyor bana,
Ben artık şarkı dinlemek değil,
şarkı söylemek istiyorum
bırak da içimden seveyim seni açığa vurmadan.
Bir tek ırk istiyorum adı “İnsan”
Bir tek kaynak istiyorum adı “Sevgi”
gaddarcasına bedbahtız
fakat asla umutsuz değil.
Mavi aynasında suların :
boy verip görünmek istiyorum!
Denize dönmek istiyorum!
Gemiler gider aydın ufuklara gemiler gider!
Gergin beyaz yelkenleri doldurmaz keder.
Elbet ömrüm gemilerde bir gün olsun nöbete yeter.
Ve mademki bir gün ölüm mukadder;
Ben sularda batan bir ışık gibi
sularda sönmek istiyorum!
Denize dönmek istiyorum!
Denize dönmek istiyorum!
taze mayhoş
bir yemiş
tadı gibi
Ona bir an sövmesem
Çişi gelmiş çocuk gibi sıkışıyorum.
Neyleyeyim be?
İçimden geliyor bu:
Küfretmek istiyorum
Yaşamak
zevk almak demektir.
Mamafi papelin olacak kardeş.
Aşk meşk, hayat mayat;
her işin başı papelat.
Gel de bunu içerdeki ayılara anlat.
sev bakalım!
Mademki kafanda yıldızlı bir gece var,
benden izin sana
sev, sevebildiğin kadar
Değmez,
bu bahiste
geri gelmesi mümkün olmayan hatırlanmamalı.
Islak saçlarını güneşte kurut:
olgun meyvelerin baygınlığıyla pırıldasın
nemli, ağır, kızıltılar
Sevgilim, sevgilim,
mevsim
sonbahar
henüz söylememiş olduğum sözdür.
yazmak sana dair,
hapiste sırtüstü yatıp seni düşünmek :
filanca gün, falanca yerde söylediğin söz,
kendisi değil
edasindaki dünya
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil,
bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte
yani yürekte.
Meselâ bir barikatta dövüşerek
meselâ kuzey kutbunu keşfe giderken
meselâ denerken damarlarında bir serumu
ölmek ayıp olur mu?
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
Seversin dünyayı doludizgin
ama o bunun farkında değildir
ayrılmak istemezsin dünyadan
ama o senden ayrılacak
yani sen elmayı seviyorsun diye
elmanın da seni sevmesi şart mı?
Yani Tahiri Zühre sevmeseydi artık
yahut hiç sevmeseydi
Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil..
Bir dakika bir ömrü kurtarmıştı ölümden.
güneşe akın!
Güneşi zaptedeceğiz
güneşin zaptı yakın!
Düşmesin bizimle yola:
evinde ağlayanların
göz yaşlarını
boynunda ağır bir
zincir
gibi taşıyanlar!
Bıraksın peşimizi
kendi yüreğinin kabuğunda yaşayanlar!”
boş oturmak!!!
Kımıldamadan
kımıldanmaksızın
boş bir fıçı gibi boş oturmak..
Boş…
bomboş…
Ne sevgi, nefret, ne şefkat, ne kin,
hiçbiri….
İşte bütün mesele.
Aldanmazsak : varız!
Aldanırsak : yok!
Allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar oynasınlar türküler söyliyerek yıldızların
arasında.
Dünyayı çocuklara verelim
Kocaman bir elma gibi verelim sıcacık bir ekmek somunu gibi.
Hiç değilse bir günlüğüne doysunlar
bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı
çocuklar dünyayı alacak elimizden
ölümsüz ağaçlar dikecekler
Akıp giden bir zaman
Yine, yeniden bir sabah
“Günaydın yaşamak.”
Akıp giden bir zaman,
Yine, yeniden bir sabah.
Günaydın yaşamak
yani, beyaz masadan,
bir daha kalkmamak ihtimali de var.
Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini
biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına,
hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,
yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz
en son ajans haberlerini.
Diyelim ki, dövüşülmeye değer bir şeyler için,
diyelim ki, cephedeyiz.
Daha orda ilk hücumda, daha o gün
yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.
Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,
fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz
belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.
Diyelim ki hapisteyiz,
yaşımız da elliye yakın,
daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının
Yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız,
insanları, hayvanları , kavgası ve rüzgarıyla
yani, duvarın ardındaki dışarıyla.
Yani, nasıl ve nerede olursak olalım
hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak
1948
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani bütün işin gücün yaşamak olacak.
Yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel en gerçek şeyin
Yaşamak olduğunu bildiğin halde.
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
Yaşamak yanı ağır bastığından.
1947
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil,
bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte
yani yürekte.
Meselâ bir barikatta dövüşerek
Meselâ kuzey kutbunu keşfe giderken
Meselâ denerken damarlarında bir serumu
ölmek ayıp olur mu?
sev bakalım!
Mademki kafanda yıldızlı bir gece var,
benden izin sana
sev, sevebildiğin kadar
Tosunlar,
Paşalar onun arkasındaydılar.
O, saatı sordu.
Paşalar: Üç, dediler.
Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar,
eğildi, durdu.
Bıraksalar
ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe’den Afyon ovasına atlıyacaktı.
sen ülkemin yaz geceleri gibisin
saadetten haber getiren atlı kapını çaldığında
beni unutma
kuru fasulya gibi
kuru fasulyanın pilakisi yapılır
benden o da yapılmaz.
Karabük fabrikasında tesviyeci Hasana düşman,
fakir-köylü Hatçe kadına,
Irgat Süleymana düşman,
sana düşman, bana düşman,
düşünen insana düşman,
vatan ki bu insanların evidir,
sevgilim, onlar vatana düşman
akar suyun,
meyve çağında ağacın,
serpilip gelişen hayatın düşmanı.
Çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına :
– çürüyen dil, dökülen et -,
bir daha geri dönmemek üzre yıkılıp gidecekler.
Ve elbette ki, sevgilim, elbet,
dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya,
dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle : işçi tulumuyla
bu güzelim memlekette hürriyet
çeşidini bilir
ben ayrılıkların
Kimi insan ezbere sayar yıldızların adını
ben hasretlerin
bizim kadınlarımız :
korkunç ve mübarek elleri,
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yarimiz
ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri
öküzümüzden sonra gelen
ben bir iş yapabildim diyebilmek için:
hep alnının ortasında duyacaksın ölümü.
Mektepten istifa ettim.
Cepheye gidiyorum ihtiyat zabitliğiyle.
Çocuklarımıza Türkçe okutmak,
öğretmek, sevdirmek onlara
dünyanın en diri, en taze dillerinden birini,
kendi dillerini,
güzel şey,
büyük şey.
Fakat bu dilin insanları için çakmak çalmak cephede
daha büyük
daha güzel.
kendilerinden umutlu,
kendilerinden kederli,
daha uzun ömürlü kendilerinden.
Sevdim insanlardan çok türkülerini
İnsansız yaşayabildim
türküsüz hiçbir zaman.
Hiçbir zaman beni aldatmadı türküler de.
bırak da içimden seveyim seni
açığa vurmadan.
Dünyanın en güzel sesinden
En güzel şarkıyı dinlemek gibi bir şey
Fakat artık ümit yetmiyor bana,
Ben artık şarkı dinlemek değil
Şarkı söylemek istiyorum…
belini sarmayalı,
gözünün içinde durmayalı,
aklının aydınlığına sorular sormayalı,
dokunmayalı sıcaklığına karnının.
Önemli olan ‘zamana bırakmak’ değil,
‘ zamanla bırakmamak’ tır..
Şimdi bana, geçen o zamanın
Unutulmaz sancısı kalır
Sen mutlaka baharda doğmuş olmalısın,
toprak uyanırken.
bırak da içimden seveyim seni
açığa vurmadan.
mıyız? Elbette hayır! Biz dilimizi ve yurdumuzu severiz,
onun emekçi kütlelerini (yani nüfusunun 9/10’unu) şuurlu bir
demokrat ve sosyalist yaşayışına yükselebilmek için herkesten
çok çalışan biziz. Çar cellatlarının, asılzadelerin ve kapitalistlerin
bizim güzel yurdumuzu nasıl ezdiklerini, onu nasıl sefil
kıldıklarını görmek herkesten çok bize ıstırap verir. Ve bu zulümlere
bizim muhitimizde, Rusların muhitinde de karşı konulmuş
olması; bu muhitin Radişçev’i, Dekabristleri, 70 senelerinin
inkılapçılarını ortaya çıkarmış bulunması; Rus amelesinin
1 905 senesinde muazzam bir kitle fırkası yaratması; aynı
zamanda Rus mujiğinin demokratlaşarak büyük toprak sahiplerini
ve papazları defetmeğe başlaması bizim göğsümüzü kabartır
. . .
İnsanları unutup
Tekrar tanıyacağım yeniden..
Beni unutma.
Ama bunun farkında değilsin.
memleketimin şarkıları ve tütünü gibi.
ölmekten korkmuyorum,
ölmek arıma gidiyor,
onuruma yediremiyorum ölmeyi.
daha da ötelere,
teleskopların bile görmediği yere.
Ama bizim dünyada ne zaman kimse aç
kalmayacak,
korkmayacak kimse kimseden,
emretmeyecek kimse kimseye,
yermeyecek kimse kimseyi,
umudunu çalmayacak kimse kimsenin?
Sesleri soluklarımızın üstünde küt küt atan
Senin mi, şehrin mi, akşamın mı yoksa benimkisi mi?